• Sonuç bulunamadı

1.3. ETNİSİTE ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK MODERNİST

1.3.1. Merkez-Çevre Farklılığı, Milliyetçiliğin Oluşumunda Ekonomik

1.3.1.2. Milliyetçiliğin Oluşumunda İç Sömürgecilik, Kültürel Emek

Michael Hechter'in kuramsal yaklaşımı sınıf içgörüsü ile yapısal problemleri ve modernizmin sosyo ekonomisini çözümleme çabasına sahiptir ve temelinde yayılmacı İngiltere ile Amerika'da yaşanan örnekleri ele almaktadır. Lenin'e ait bir kavram olan "İç Sömürgecilik" (Internal Colonialism) kavramını milliyetçilik alanına dair çalışmalara dahil ederek, çözümlemesinin Marksist tabanını iyice belirginleştirirken tıpkı Nairn gibi Frank'a ait olan çevre-merkez ayrımını analizine dahil etmiştir.

Hechter'ın ile Nairn'in yaklaşımında bu tarz benzerlikler ve çözümleme aşamasında ortak çıkış noktaları olmasına karşın, ayrıldıkları çok önemli bir nokta vardır. Nairn'in kuramı dünya çapında milliyetçiliklerin ortaya çıkışını ve milletin seçkinlerce uyandırılışını anlamlandırmaya çalışırken, Hechter ülkelerin kendi içinde

65

bulunan etnik grupların canlanışı ve ayrılıkçı hareketler üzerine yoğunlaşmıştır. Özellikle Birleşik Krallık toprakları içerisinde yer alan; İrlandalıların, Gallilerin, İskoçların konumunun değerlendirilmesi noktasında önemli katkılarda bulunmuştur. Hechter'in çıkış noktasında ve analizlerinde önemli yer tutan bir diğer durum ise 1950'lerden sonra özellikle Amerika'da yükselişe geçen etnik hareketlerdir.

1950'lerin başından başlayarak, 1960'lı yıllarda Amerika'da gittikçe yükselen temel katalizörü "siyah hareketi" olan etnik hareketler umulmadık oranda güçlü bir etki yaratmış ve siyahların Amerika'da tamamen bağımsız bir "Siyah Cumhuriyeti" kurma talepleri noktasına varmıştır. Amerika'da ve diğer etnik çatışma yaşayan ülkelerde hareketleri anlama ve anlamlandırma çabası neredeyse her alandan bir çok sosyal bilimcinin tartışma alanına girerken temel soru işareti şu olarak ortaya çıkmıştır: "Etnik azınlıklar milli kültür içerisinde nasıl eritilebilir?".

Yanıtı önemli olmaksızın kendisi ayrımcı bir yapı içeren bu soruya verilen yanıt genel olarak asimilasyon (özümsemecilik) seçeneğidir. Araştırmacılara göre asimilasyon yaklaşımı görünüşte art niyetli, azınlıkları küçümser ya da ötekileştirir konumda değildir. Aksine varolan etnik grupların koşullarını daha iyi hale getirmeyi ve milli kültürün müreffehliğine katılmalarını sağlamaktır. Etnik grupların içerisinde bulunduğu ve şikayet ettiği yoksulluk ve kötü yaşam koşulları milli kültürden soyutlanmalarının bir sonucudur. Etnik kimlik bir tür "yoksulluk kültürü" "mağduriyet dışavurumudur". Dolayısıyla ülkenin yöneticileri ya da milli kültürün diğer unsurları, gettolaşmış bölgelerde yaşayan etnik grupların milli eğitim sistemi içerisine katılmasını sağlar ve toplumsal yaşama katılması için yeterli çabayı sarfederse bu yoksulluk kültürü de ortadan kalkacaktır.

Bu durum modernitenin ve kapitalizmin soğal bir sonucudur. Hechter'a göre bu noktada Johnson, Smelser gibi kuramcıların da modernite içerisinde "farklılaşma" ve bütünleşme kavramlarını irdelediği "milli kalkınma" modellerinin önemi büyüktür (Smith, 2011:4.Bölüm). Bu modele göre modernizmin getirdiği yeni iş bölümü anlayışının doğal bir sonucu olarak; uzmanlık alanlarının oluşmasıyla toplumda bölgesel ve durumsal farklılaşmalar başlar ancak toplumsal homeostasisin sağlanabilmesi için gerekli olan koşul bütünleşmedir. Bütünleşme ise ancak ortak

66

amaçlar ve kültürel öğeler aracılı ile sağlanabilir. Ancak Hechter'a göre milli kalkınma modeli yayılmacı bir anlayış sergiler. Yayılmacı modeli evrimsel bir süreç içinde ele almak mümkündür. Bu noktada yine Frank'ın merkez çevre ayrımına başvuran Hecter'e göre Sanayileşme öncesinde merkez ve onu çevreleyen bölgeler arasında özellikle tarımsal üretimden ve sınıfsal ilişkilerden ötürü neredeyse bir etkileşim bulunmaz. İkinci aşamada sanayileşme süreci içerisinde eşzamanlı olarak veya yakın bir zaman diliminde merkez ve çevre arasında üretim-hammadde ve işgücü ilişkilerinin doğal bir sonucu olarak etkileşim artmaya başlar (Hechter, 1975). İşlevselci modernistlere göre etkileşim arttıkça ortaklık ve benzeşme de artacak, merkezin yapısı kısa süre içerisinde çevreye yayılacaktır. Tıpkı sömürgelere yönelik "kopyalama anlayışı"nda olduğu gibi merkezden soyutlanmış bu gruplar kendilikleri içerisinde gelişen kültürel anlayışlarını kaybederek modernleşecektir zira rasyonel olan budur. Modernleştirici etki bu grupları yenileyecek ve gruplar tarafından kolaylıkla kabul edilecektir çünkü modernleşme refah seviyesini arttıracaktır. Refah seviyesinin artması ile bireyler ve çevre gruplar kültürel kimliklerini unutacak merkezle bütünleşecektir. İnanca göre etnik kimliklerin belirgin ve birbirinden ayrılır biçimde kristal olmasını sağlayan siyasal, ekonomik ve kültürel koşullar ortadan kalkacaktır çünkü etnisitenin kendini karşısında konumlandıracağı merkez ile arasında bir türdeşlik bulunacaktır. Son evrede ise bölgelerin refah düzeyleri eşitlenerek, ayrılıklar ve kültürel farkları, kültürel grupları oluşturan unsurlar görünür olmaktan çıkacaktır. Siyasi mücadele için etnik kimliğe ihtiyaç olmayan bu ortamda, mücadele partiler, sendikalar ve diğer sivil örgütlenmeler aracılığı ile gerçekleştirilecektir.

Kapitalizmin yıkıcı gücü, doğası, krizler ve karşıtlıklar ile olan ilişkisi düşünüldüğünde son derece iyimser olan bu yaklaşımın günümüz dünyasında yaşanan koşulları ve olguları açıklama ihtimalini düşünmek oldukça zordur. İşlevselci bu yaklaşım denilebilir ki son derece iyimser bir tutumdur. Hechter'de tutumu aynı şekilde iyimser olarak niteler. Ona göre durum bu şekilde iyimser olarak algılanabilir değildir.

Hechter'e göre modernleşmenin temelde coğrafik olmak üzere eşit olmayan dağılımı, gerek ulaşım zorluğu gerek hammaddeye uzaklık gibi koşullarla, sanayinin

67

bir devletin toprakları içerisinde bir noktada odaklanması gelişmişlik düzeyi açısından farklı iki grup yaratacaktır (Hechter, 1975). Bu durum ülke kaynaklarının ve üretiminin eşit olmayan bir şekilde dağılmasına neden olacaktır. Merkezde varolan güçlü ve sanayileşmiş grup kartelleşerek ekonomiye yön veren bankacılar, girişimciler merkezden çıkartılırken, çevre merkezin üretiminin devamlılığını sağlamak adına tarım veya bir maden gibi tek tip bir ihracat ürünü üzerinden üretimini gerçekleştirecektir. Merkezdekiler gelişmeye devam ederken, çevre refah düzeyi olarak sürekli geride kalacaktır.

Buna ek olarak merkez daha eğitimli ve refah içerisinde olmanın doğal bir sonucu olarak yukarıda saydığımız prestijli meslek grupları ve sosyal statüleri kendi içerisinden çıkartmaya devam edecek, kol ve emek gücüne dayalı zor işler ise çevre tarafından görülecektir. Ekonomik bağımlılık hukuki, askeri ve politik baskı olarak görünür hale gelecektir. Dilin kullanımında, dinde ve diğer kültürel formlarda, milli düzeyde bir ayrımcılık vardır (Hechter 1975 33-34).

Bu durum kültürel farklılıkların sınıfsal çizgilere empoze edildiği, kültürel işbölümü (cultural division of labour) yaratacaktır. İşbölümünün kültürel hale gelmesi farklı kültürlere sahip olan grupların belli iş gruplarında odaklanması sonucu oluşur ve bu durum stabil olarak merkez tarafından korunmaya çalışılır. Hatta zaman zaman bazı roller çevrede yer alan grubun bireylerine açıkça yasaklanabilir (askerlik, hakimlik vs.) ya da rollerin eşit bir biçimde dağılması merkezde yer alanların güçlü ve ayrımcı politikacıları-sanayicileri aracılığıyla gizlice engellenebilir. Böyle bir engellenme ve ayrımcılık, kültürel işbölümünün üyelerinin gruplarıyla özdeşleşmelerine sebep olur. Biz ve öteki ayrımı gittikçe belirginleşir ve toplumsal aktörler aracılığıyla bu ayrım keskinleşir. Kendilerine yapılan bu baskının farkına varan çevre gruplar "kültürel yeniden doğumlara" giderler ve toplulukların karakteristiği milliyetçi bir yapılanma içine girer. Bu demek değildir ki bu gruplar antik çağlardan kalan ya da eskiden kalma kültürlerinin kanıtlarını açığa çıkartırlar bu durum daha çok günün koşullarına göre gereken özgürleşme amacını veya ekonomik eşitliği sağlamak amacıyla yaratılmış bir meşrulaştırma çabasıdır (Hechter, 1975: 38-39)

68

Yukarıda saydığımız koşulların oluşabilmesi için çevre gruplarının "sömürüldüklerinin" farkında olması gerekir. Bunun haksız bir durum olduğunu kabullenmeleri ve reddetmeleri bir başka koşuldur. Bir diğer önemli koşul ise ezilen grup arası iletişimin yüksek olmasıdır. Günümüzde kitlesel olarak okur-yazar olan bir toplumda ve iletişim olanaklarının gittikçe arttığı koşullarda bireyler arası etkileşim düzeyi kültürel farklılıkların gittikçe artmasına neden olur. Çünkü iletişim arttıkça grup içi dayanışma da artacaktır. Gruplar arası kültürel farkların (dil/lehçe, dini alışkanlıklar, eğitim düzeyi) gibi farklılıkların artması (Özkırımlı, 2013: 122) ile birlikte çevrede bulunan grubun dayanışma ve kristalleşme oranı da artacaktır.

Bu çerçevede özetlenebilecek yaklaşım değerlendirildiğinde coğrafi farklılıktan kaynağını alan, tamamen bölgesel olan kültürel farklılıklar, sanayileşme ve modernleşme anlamında bu tarz bir eşitsizlikle birleştiğinde ve etnik bağlılıklar üzerinden kurulan ortak bağlar grup içi iletişim aracılığı ile güçlendiğinde, çevrenin merkeze katılması oldukça zordur. Farklılaşan grup kendisinin farklılığına daha da fazla dem vuracak, öteki ile biz arasındaki ayrım, egemen ile ezilen arasındaki sınırlar gittikçe belirginleşecektir. Ancak uygun koşullar yukarıda belirtilen merhaleler tamamlandığında çevredeki grup merkezden bir farkı olmadığını hatta kültürel değerler açısından daha üstün olduğunu, kendilerinin de bir millet olduğunu iddia edecek ve milliyetçi hareket büyük olasılıkla bağımsızlık veya özyönetim isteyen bir isteğe dönüşecektir.

Hechter'ın modeli kültürel boyutu devreye sokması açısından ve etniklik kavramını da sürece dahil etmesinden ötürü önem taşımaktadır. Ötesinde, özellikle sömürgecilik geçmişi bulunan ülkelerin, belli grupları belirlenmiş işlere kanalize ettiği düşünüldüğünde (Amerika'daki siyahların pamuk tarlalarında çalışması, İngiliz sömürge vatandaşlarının kömür madenlerinde istihdam edilmesi gibi) etnik grupların sınıfsallaştırılmasını ifade etmesinden ötürü de ayrı bir değeri vardır. Bölgesellik unsurunu ise, dil ve din ile birlikte modern koşullar içerisinde nasıl önemli hale geldiğini aktararak milletin inşa sürecinde kullanılışına değinmesi kapsayıcı bir nitelik kazandırmaktadır. Ancak Hechter ile ilgili en önemli kavram grup içi iletişime verdiği önem ve bu ayrımın gündelikliği hususuna dikkat çekmesidir.

69

Günümüzde, iletişim kanallarının hangisini dikkate alacak olursak olalım buna kitle iletişiminin dışında olan kişilerarası ve grup içi iletişimi de dahil ederek, iletişim düzeyinde ekonomik ve etnik unsurlardan kaynaklı steryotipleştirmenin veya sembolleştirmenin yoğunluğu gözümüze çarpacaktır. Merkez dışında kalan gruplar için zaten sosyal bir realite halini almış olan bu farklılık medya ürünleri ile farklılığının aynı oranda ayırdında olan merkeze ve çevreye meşrulaştırılarak aktarılmaktadır. Göçle çevreden merkeze gelmiş olanın eğitimin ortak dil üzerinden bir norm olarak yerleştiği bir dönemde şivesini koruması ve bunun üzerinden güldürü medya ürününde doğal bir unsurken, merkezin dışından metropole gelenlerin istihdam edildiği işlerin sınıflandırılması da aynı oranda sıklıkla rastlanılan bir örnektir. Medya ürünleri açıkça bu durumu görünür hale getirirken hem merkezde hem de çevrede bu inancı pekiştirir bir nitelik taşımaktadır. Bu durum elbette yalnızca etnik farklılıklar ve ekonomik farklılıklar için geçerli değildir. Her tür ötekinin yansıtılmasında ayırt edilebilir ve her biri ayrı bir araştırma konusu niteliği taşıyabilir ancak Hechter'in ekonomi ve bölgesel farklılık üzerinden yaptığı ayrımın gündelik pratiklere dökülüşünü aktarması açısından önemlidir.

Yukarıda da bahsettiğimiz üzere Hechter'in yaklaşımı kapsayıcıdır ancak yine de ortaya indirgemeci bir sonuçtan çok da fazlasını koyamaz. Nairn'in yaklaşımı için verdiğimiz farklı gelişmişlik seviyelerine karşın bu tarz hareketlerin görülmeyişine dair örnekler aynı şekilde Hechter için de geçerliliğini korur. Dünyada ayrılıkçı hareketlerin büyük kısmının Marksist tabanlı olduğu düşünüldüğünde (Bask, İra, Zapatistalar, PKK) "... işçi partisi" adıyla legalize olan örgütlenmelerinin varlığı dikkate alındığında Hechter'in görüşü daha önemli hale gelmektedir ancak Katalonya, İskoçya ve daha birçok örnek düşünüldüğünde işçilerin bu tarz hareketlere desteğinin o denli yoğun olmadığı görülebilecektir.

Bölgesel farklılıkların önemini reddetmemekle beraber, bölgesel farklılıklardan doğan ayrımları bu derece keskinleştirmek de tıpkı ekonomik ilişkilerde olduğu gibi indirgemeci bir özellik taşımaktadır. Zira herhangi bir toprağa açıkça ait olmayan ve bir bölgede yaşamayan çingeneler gibi veya dünyanın her yerine dağılmış olan Ermeni ve Yahudiler gibi diasporalar düşünüldüğünde onlara yapılan ayrımcılığın veya milliyetçiliklerinin temelinin milli kalkınma ve iç sömürü olduğunu düşünmek

70

yersiz olacaktır. Kaldı ki ekonomik olarak bu konumda olan her bireyin de etnisite üzerinden bir milliyetçiliği yürüteceği kesin olmadığı gibi aynı soranda sıklıkla rastlanmaz.

Ekonomiyi temele alan ve millet-milliyetçilik oluşumunu veya etnik çatışmaları açıklayan bu açıklamalar ve kuramlardan sonra modernistlerin incelenmesine kültürel dönüşümü ön plana çıkartan kuramlarla devam edilecektir. Zira kalkınma ve ekonomi ile kültürel yapı arasındaki karşılıklı etkileşim düşünüldüğünde öncelik hangi noktaya verilirse verilsin etkileşimden ötürü hangisinin öncül olduğunu belirlemek her zaman güçtür. Bu nedenle kültürel dönüşümü merkeze alan yaklaşımları, ekonomik yaklaşımların hemen akabinde tartışarak perspektifler arası farklılıkların daha görünür olması amaçlanmaktadır.

1.3.2. Milliyetçiliğin Oluşumunda Kültürel Dönüşümün Rolü, Milleti