• Sonuç bulunamadı

1.2. ETNİSİTE, MİLLET ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK KURAMSAL

1.2.1. Etnisitenin Genişletilmiş Bir Aile Olarak Tasarlanması ve

1.2.1.4. Milliyetçiliğin Oluşumuna Kültürel Yaklaşım, "Verili" Olana

Kültürel primordializm adı verilen yaklaşım etnisitenin-milletin kültürel bir ortaklık üzerinden varolduğunu ifade etmektedir. Doğalcılığın savunulmasının güçlüğü ve kesin olarak belirlenmesi imkansız olan kan bağlarının egemenliğindeki biyolojik perspektife koşut olarak grubun bireyleri arasındaki dayanışmanın temelinin kültürel benzerlikler olduğuna duyulan "inanç" çerçevesinde pekişen yaklaşım, belirlenimcilik faktörünü ortadan kaldırır. Bilinç ve kısmen tercihe dayalı bir yaklaşımı ön plana çıkartır. Millete ve milliyete dair araştırmacıların bakış açılarında ortaya çıkan farklılıklar, öncüllerinin fikirlerinin yorumlanmasında ve kavramlar ile yaklaşımlara kaynaklık eden fikirlerin sınıflandırılmasında da farklılıklara neden olmaktadır. Bunun iyi örneklerinden biri kültürel yaklaşım çerçevesinde görülebilir.

50

Shils ve Geertz kimi araştırmacılar tarafından doğalcılığa ilişkin fikirlerin tumturaklı hale getirilmesinde atıf niteliği taşırken, doğalcılığı reddeden kültürel primordializmde de Shils ve Geertz'in ön plana çıktığı görülmektedir. Kanımızca Shils'in fikirlerinin ve primordial bağlara olan yaklaşımının kültürel primordializm çerçevesinde değerlendirilmesi güç olmakla birlikte, Geertz'in tam da bu noktada önemli hale geldiğini söylemek mümkündür. Geertz'e göre "given" verili olanlar doğuştan gelip gelmediği belli olmayan olgulardır, bu olgular dil, din ve kan bağıdır ancak Özkırımlı'nın da ifade ettiği gibi Geertz hiç bir çalışmasında dil, din ve kan bağının ilk olma niteliği taşıdığını, herşeyden önce geldiğini, hiçbir şeyden türemediğini ifade etmez (Özkırımlı, 2013: 90, Özkırımlı bu noktada Geertz'in anlaşılamaz ve anlatılamaz ifadesini kullanmadığını, bu yönde bir değerlendirmeyi asla yapmadığını söylemektedir ancak bizatihi Geertz tarafından bu bağlar "unaccountable" "garip", "nedeni anlaşılamayan", "olağan üstü" olarak ifade edilmektedir. (Geertz, 1973:259)

Geertz bu olguların konumunu yeni devletlerin kurulum sürecini ve bu ülkelerdeki milliyetçilik anlayışlarını değerlendirirken şöyle ifade etmiştir. Ona göre yeni devletlerin halklarının millet olma sürecinde birbirine bağımlı ve ilişkili ancak bir o kadar da ayrı iki unsur yatar bu unsurlardan ilki bir kimlik edinme çabasının ürünüdür. Burada amaç fark edilmektir, bu dünyadan birisi olma durumudur. Diğeri ise uygulamaya yöneliktir; bu unsur halkın daha müreffeh yaşaması, dünya sahnesinde daha büyük bir rol oynaması, diğer uluslar üzerinde etki yaratabilmesidir (Geertz, 1973:288).

Bu noktada bu yeni devletler açısından, "hissedilen verili öğeler" önemli bir gerginlik unsuru taşır çünkü halklarının benlik duygusunun büyük bölümü kan, ırk, dil, bölge ya da geleneğin mutlak gerçekliklerine bağlı kalmayı sürdürmekte ancak içinde bulunulan yüzyılda (20.yy kastedilmekte) kolektif amaçların gerçekleşmesi için egemen devletin pozitif bir gereç olarak önemi artmaktadır(Geertz, 1973:288). Kendilerine ait bildik ve tanıdık öğeler olan "verili" kavramları bir kenara atmak, tanınmayı yitirme riskini göze almaktır çünkü yeni devletlerin etnik köken dil ve ırk açısından çeşitlilik göstermesi bu tanınmanın kaybı ihtimalini de göz önüne getirir. Ancak aynı şekilde bu topluluğun üyeleri daha iyi şartlara kavuşabilmek, toplumsal

51

reform ve maddesel ilerleme sağlayabilmek için; makul düzeylerde geniş, bağımsız, iyi düzenlenmiş bir siyasal örgütlenme içinde yer almanın önemini kavramıştır. Bu durum yukarıda bahsedilen ikilemi yaratmaktadır. Ancak, primordial hisler etkili olmakta gücü toplumdan topluma ve bireyden bireye değişmekle birlikte doğal bir yakınlık hissi oluşturarak neredeyse tüm zamanlarda bütünleşmeyi sağlayan bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Modern toplum yapısında bu tarz bağların yükselişi her ne kadar istenmese de vuku bulmuştur ve bulmaya devam etmektedir (Geertz, 1973:288-290).

Geertz'e göre yeni devletlerde; sınıf, parti, iş, sendika, meslek vb gibi konularda örgütlenme ve bağlar bulunmaktadır ancak bu bağlar asla ulus olabilmek için ve kendi ayakları üzerinde durabilmek için yeterli birimler olarak kabul edilmezler. Zaman zaman amaçları çakışabilmekle veya her zaman ortak bir amaca hizmet etmemekle birlikte yeni kurulan devletin varlığını tehlikeye düşürecek şekilde çatışma yaratan ve milleti etrafında kristalize eden unsurlar şu şekilde sıralanabilir:(Geertz, 1973:292-293)

Varsayılan Kan Bağları: Bu bağda tanımlayıcı unsur varsayılan sözde akrabalıktır (quasi-kinship), bu akrabalık bağları sözdedir çünkü en inanmış gruplar için bile biyolojik gerçek ve kanıtlanabilir akrabalık bağları taşıdığı önemden daha fazlasına sahip olduğunun ileri sürülebilmesi için oldukça küçüktür.

Irk: Irk, varsayılan akrabalığa benzer ancak, burada söz konusu olan ortak soydan ziyade, başta ten rengi olmak üzere, yüz biçimi, saç tipi, duruş gibi soytürel (fenotipik) özelliklerdir.

Dil: Dilin çoğu zaman millet oluşumunun temel argümanı olarak tanınması sebebiyle, her zaman olmamakla beraber dilsel çeşitliliğin sık sık bir çatışma unsuru olarak karşımıza çıktığı görülebilir. Aynı şekilde tek dilli toplulukların istikrarlı, çok dilli devletlerin ise daha istikrarsız olduğu görüşü dikkate değerdir.

52

Bölge: Hemen her millet ve her yerde önemli bir faktör olmasına karşın, bölge kavramı özellikle belirgin coğrafi özellikler sergileyen yerlerde daha etkili olmaktadır (toplulukları bölen sıradağlar, takım adalar, boğazlar gibi)

Din: Dinsel bağlılıklar işleyişi açısından oldukça önemli özellikler taşımakla beraber bölünme ve bir arada olma konusunda da önem teşkil ederler. (Geertz Hindistan örneğini vermektedir)

Gelenek: Gelenek bir üstünlük, birbirini tanıma, birliği sağlama ve gevşeme noktasında etkin olabilir. Bir grup kendisini çok kültürlü bir topluluk içerisinde uygar ilan ederek diğerlerinin ona uymasını talep edebilir ve ya farklı kültürlerin kabullenilmemesi durumunda, millete dair temel gevşek kalabilir.

Geertz bu noktada çatışma yaratabilecek ve birliktelik sağlayabilecek unsurları bir arada serimlemektedir ancak dikkatle incelendiğinde bu kavramların daha önce de bahsettiğimiz gibi belirlenimci gücünden değil aksine bu kavramlara olan inancın işlevlerinden ve olası sonuçlarından bahsedilmektedir. Dolayısı ile bu kavramların gücü kendinde değil bu kavramlar etrafından örgütlenen ve bütünleşen insanlardan gelmektedir(Smith 2013:79). Dolayısıyla kültürel primordializmde ön plana çıkartılan unsur etnik bağlılıklar çerçevesinde bireyleri, etnik topluluğu ya da milleti diğerlerinden ayıran din, dil, ırk, kültür gibi onu özgül kılan niteliklerdir. Bu inanç bahsi geçen öğelerin birlikteliğini güçlendirmekle kalmamakta aynı zamanda bazen çatışmalara neden olabilmekte, bir tür öz oluşturmaktadır.

Çalışmamızın bu bölümünde açıklamış olduğumuz primordialist yaklaşımdan sonra kuramsal olarak belki de tam karşısına koyabileceğimiz, milletleri 18.yy sonrasının fiktif unsurları olarak nitelendiren araçsalcı/modernist yaklaşıma geçmek anlamlı olacaktır. Araçsalcı/modernist yaklaşım primordialist yaklaşımın tam anlamıyla ve nitelikli bir eleştirisini içermekle beraber, kuramsal perspektiften bakıldığında tam karşı tarafta bulunmakta, Primordial bağlara atfedilen önemin aksine milleti oluşturan unsurların 18.yy sonrası gelişmeleriyle ne şekilde biçimlenerek, primordial bağlardan daha güçlü olabilecek unsurlar haline geldiğini tartışmaktadır.

53