• Sonuç bulunamadı

1.3. ETNİSİTE ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK MODERNİST

1.3.2. Milliyetçiliğin Oluşumunda Kültürel Dönüşümün Rolü, Millet

1.3.3.3. Milliyetçiliğin Seçkinlerce Kullanımı, “Araçsalcı Bakış”

Modernist yaklaşımları ele aldığımızda karşımıza çıkan en önemli özelliklerden birisi de politik bir durum olarak milliyetçiliğin, milletten önce geldiği varsayımı üzerinde uzlaşılmasıdır. Bu durumun altında milletleri doğal yapılar olarak görmeme eğilimi ile birlikte, fiktif olduklarını merkeze alan yaklaşımın payı yadsınamayacak kadar büyüktür. Dolayısı ile milliyetçilik birçok farklı yaklaşım içerisinde değerlendirilirken, çeşitli nedenler, yöntemler ve saikler ile milleti oluşturan bir politika, bir düşünce olarak görülmektedir. Bu çerçevede milliyetçilik Gellner gibi araştırmacılar tarafından çatışma unsurunu azaltıcı işlevi çerçevesinde

104

ele alınırken, Brass gibi araştırmacılar için ise çatışmanın bizatihi kendisini oluşturacak bir argüman gibi görülebilmektedir.

Brass'ın yaklaşımı özellikle çok etnikli toplumlardaki milliyetçi akımları ya da milliyetçiliğe dönüşen etnik çatışmaları anlayabilmek açısından oldukça önemlidir. Araçsalcı bakış açısı çerçevesinde oluşturulmuş olan yaklaşım ana hatları ile varolan ülke içerisindeki çıkar, politik güç ve demokratik haklar üzerine yaşanan çatışmalar üzerinden milliyetçiliği ve onun yaratılış sürecini ele almaktadır. Brass'ın yaklaşımı, milliyetçilik ve etnik çatışmanın anlamlandırılma süreci içerisinde "seçkinlerin" rolüne vermiş olduğu önem ile doğrudan ilişkilidir. Bu seçkinler duruma göre aristokratlar, din adamları, etnik topluluğun eğitimli kentlileri, kültürel önderleri, politik liderleri/gruplar olabilir (Brass, 1991:25-30). Etnik çatışma ve etnik farklılaşma noktasında ise esas olan bu seçkinlerin çizmiş olduğu sınırlar ve ortaya koymuş olduğu argümanlardır.

Böyle bir yaklaşım çerçevesinde konuya eğilirken dikkat edilmesi gereken husus etnik grupların, ya da ileride milliyetçiliğe neden olabilecek etnik ayrılıkların gruplar için doğal bir çerçeve çizmediği gerçeğidir. Doğal bir çerçeve çizmemekten kasıt, primordialistlerin belirtmiş olduğu gibi doğal kültürel sınırların veya "verili" etnik unsurların (bkz. Geertz, 1973) bulunmadığı aksine etnik unsurların ve sınırların seçkinlerin çabaları ve politik hamleleri sonucu belirlendiğidir. Etnik tabakalaşmanın olduğu her ortamda potansiyel olarak etnik milliyetçilik, ya da bir başka deyişle milliyetçiliğe dönüşebilecek bir etnik oluşum-farklılaşma mevcuttur ancak etnik grubun üyelerinden biri, çıkarlar veya egemen etnik grup karşısında haklar-talepler doğrultusunda istekte bulunmadıkça ortaya çıkmayacaktır böyle bir karşılaşma durumunda ise etnik grubun hak talebinde olan üyeleri tarafından, etnik gruba yönelik bir mobilizasyon çabası başlayacaktır (Brass, 1991 : 47). Bu süreç tek taraflı olarak mobilize olmakta olan etnik grup tarafından yürütülen bir hareket değildir ve baskın olan grup da böyle bir hareketlenme karşısında kendi grubunun sınırlarını milliyetçilik çerçevesinde yeniden örgütleyebilir.

Etnik grubun çıkarlara yönelik talepleri, ekonomik talepler (iş imkanı, doğal kaynaklara erişim), kültürel talepler (anadili kullanma hakkı, eğitim), politik talepler

105

(özerklik, bölge kaynaklarını kullanma, coğrafi ayrıcalık) etrafında şekillenmiş olabilir ancak böyle bir çatışma ortamının talepkarlık durumunun varlığı bir etnik sınır çizebilmek açısından yeterli değildir ancak etnik grup oluşumu ve sınırlarının belirlenişinde katalizör görevi görebilir. Etnik grubun yaratılarak sınırlarının belirlenmesi süreci içerisinde; bir dil ya da bir dilin diyalekti, dinsel pratikler, giyiniş biçimi, tarihi semboller vs gibi birçok olasılık arasından biri ya da birkaçı belirlenerek etnik grubu etrafında birleştirecek bir simge olarak kullanılabilir (Brass, 1991: 25). Hangi simgenin kullanılacağı etnik grubun seçkinleri tarafından, hangisinin daha etkin olacağı prensibi üzerinde durularak belirlenir. Örnek vermek gerekirse belirgin bir dili konuşan insanlar ülkenin belli bir coğrafyasında kümelenmiş ise günümüz toplumlarında o dile yönelik bir etnik talebin yükselmesi olasılığı neredeyse kaçınılmazdır (Brass, 1991 :33) ancak aynı şekilde aynı bölgede dinsel farklılıklar da varsa bunların her ikisi de aynı oranda gündeme getirilmeyebilir. Ya da Yahudi cemaatinde olduğu gibi dil ve din birliktelik içeren bir konum ihtiva ediyorsa, dilsel talepler din üzerinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla, etnik farklılıkların bir etnik milliyetçiliğe dönüşme sürecine ilişkin olarak üzerinde uzlaşılabilecek kusursuz bir yol haritası çizmek mümkün değildir. Bu durum koşullara ve etnik çatışma/mücadeleyi başlatan grubun özelliklerine göre çok farklı biçimlerde cereyan edebilecek bir süreçtir. Her milliyetçilik kendini bir karşı taraf üzerinden meşrulaştırır (Brass, 1991 :45) ve bu meşrulaştırma süreci içerisinde öne çıkarılabilecek farklılıkların sayısı şaşırtıcı derecede çok olabilir. Ancak çatışma ve etnik gruplar arası rekabet ne derece yoğun olurs, bu çatışmanın milliyetçiliğe dönüşme olasılığı da aynı oranda yüksek olacaktır.

Yukarıda aktarmış olduğumuz karşılaşmalar, etnik grupları birbirinden ayıran sınırlar, seçkinlerce belirlenen kültürel özellikler her ne kadar etnik çatışma veya etnik grubun milliyetçiliğe dönen hareketi noktasında hayati önem taşısa da, milliyetçiliği "politik birim ile, milli birim arasındaki uyumu" önplana çıkartan Gellner'de ya da politik bir birliktelik olarak gören Breuilly'de olduğu gibi özünde politik bir hareket olarak görmemek oldukça zordur. Brass'a göre milliyetçi bir hareketlenmenin ya da milliyetçiliğe dönüşme eğiliminde olan bir etnik dönüşümün politize olma ve tabanını politika üzerinden mobilize etmesi sürecinde doğru bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Öncelikli olarak politik hareket, varolan hükümet

106

politikalarına karşı koyabilmeli ve tabanı temsil edebilmelidir, tabanın taleplerine uygun istekler öne sürebilmeli veya sürdüğü istekler doğrultusunda tabanı harekete geçirebilmelidir. Kendini hareketle birlikte anılır hale getirebilmeli, kaynağını aldığı etnik grubun kimliğini şekillendirebilmeli, etnik grupla özdeşleşebilmelidir. Gruba özel olma yani, grupla birlikte anılabilme becerisini göstermelidir bu sayede politik örgütlenme ve etnik grup arasında bir eşgüdüm yaratılabilir ve eşgüdümü sağlamış küçük bir grup, çok daha geniş bir gruba oranla daha başarılı olması muhtemeldir. Belki de en önemli özellik ise politik hareketi başlatan grubun ya da hareketin sürekliliğinin sağlanmasıdır; milliyetçi dönüşümlerin büyük çoğunluğu karizmatik ve güçlü bir lider aracılığıyla başlatılan hareketler olarak göze çarpmaktadır (Gandhi, Hitler, Mandela vs.) ancak bu liderler Brass'ın da ifade ettiği gibi süreç içerisinde ölebilir-öldürülebilir, davadan vazgeçebilirler böyle bir durumda hareketi devam ettirebilecek bir lider veya grup/parti programı hayati önem taşımaktadır (Brass, 1991: 49).

Brass'ı milliyetçilik çalışmalarında diğerlerinden ayıran bir önemli özellik ise tıpkı yukarıda bahsettiğimiz karizmatik liderin davadan vazgeçmesi ihtimalinde olduğu gibi bütün bir grubun da milliyetçi dönüşümden vazgeçebilme ihtimalini gözönünde bulundurmasıdır, milliyetçilik bu noktada yaydan çıkmış bir ok gibi geri dönüşü olmayan dalga dalga büyüyen bir hareket değildir. Aksine etnik grubun karşı olduğu hükümetin politikalarını etnik hareketin talepleri doğrultusunda akıllıca yönetmesi, tabanla seçkinler arası eşgüdümün kaybolması gibi durumlarda milliyetçi dönüşüm tamamlanmayabilir hatta bir daha hiç konusu açılmamak üzere kapanabilir (Brass, 1991: 47, 52-53). Dolayısıyla milliyetçiliği, bir gün her milletin varlığının doğallığı sonucu oluşacak bir politik durum olarak değil, koşullara göre değişkenlik gösterebilen bir hareket alanı olarak görebilmek mümkündür.

Yukarıda bahsettiğimiz hareket alanı etnik grupların seçkinleri tarafından belirlenmiş olan sınırlar dahilinde mümkünken, bu sınırların kesiştiği noktaların çatışma alanları olması muhtemeldir. Örnek vermek gerekirse okullar ve üniversiteler bu tarz çatışma ortamları açısından oldukça önemli bir temas noktasında bulunmaktadır. Bu nedeni şöyle özetlemek mümkündür, daha önce Gellner, Anderson ve diğerlerinin değindiği gibi milli eğitim, ya da milli kimliğe uygun bir

107

eğitim anlayışı, milliyetçilik fikrinin yerleştirilebilmesi adına oldukça önemli bir argüman niteliği taşır. Burada temel unsur okulun ve üniversitenin yalnızca eğitimle sınırı olmaması aynı zamanda standartlaştırılmış bir milli dili de beraberinde getirmesidir. Dil politikaları açısından okul böyle bir önem taşırken üniversiteler ise bilimin yapıldığı dilin belirlenmesi ve eğitimli iş gücünün ait olduğu etnik grubun belirlenmesi anlamında önem taşımaktadır. Dile dayalı politikaları bir yana bırakırsak dünyanın hali hazırda birçok ülkesinde zorunlu eğitim seviyesinde verilmekte olan din eğitimi alternatif inanışlar ve farklı dinsel etniklikler açısından risk unsuru oluşturmaktadır. Okulların kontrolünün hakim etnik grupta mı yoksa, hak talebinde bulunan veya bir etnik dönüşüm sürecine girmiş grupta mı bulunacağı yine kültürel bir soru işaretini gündeme taşımaktadır zira okullara hükmedenlerin, eğitim hayatına yön verenlerin kültürel farklılıkların devam edip etmeyeceğine karar veren mekanizma konumunda bulunması oldukça olasıdır.

Çatışma alanları ve bu alanlara yönelik olası değerlendirmeler, toplumlara göre değişkenlik gösterebilmekte ve farklı niteliklere bürünebilmektedir. Ancak çatışma alanının şiddeti veya etnik dönüşümün tamamlanma sürecine baktığımızda bir tipifikasyona veya kategorizasyona gitmek mümkün olabilir. Bu kategoriler ve tipleştirilmiş dönüşüm hareketleri özünde milliyetçi hareketlerin genel seyri ve başarıya ulaşması sürecine yönelik bir fikir vermek için uygundur. Etnisite'ye yönelik araçsalcı yaklaşımlara sıklıkla rastlanılmasına karşın, etnisiteye yönelik bu çalışmaları etnik dönüşümün incelenmesi bağlamında milliyetçilik düzlemine çeken Brass'ın çalışmasında bu kategorilere oldukça detaylı bir biçimde yer verilmektedir. Öncelikli olarak bakış açısı dahilinde yer alan ve etnik gruplar ile onların kültürel farklılıklarını kendinden kaynayan bir kazan ve her an açığa çıkmaya hazır bir unsur gibi gören primordialist yaklaşıma karşılık olarak, harekete geçirilen ve mobilize edilen bir etnik unsurdan bahsetmek oldukça tutarlı görünmektedir zira dünya üzerinde halen harekete geçmemiş yüzlerce etnik unsur oluşu, koşullar ve harekete geçirici mekanizmaların rolünü ispat eder niteliktedir.

Kültürel farklılıkları ve göstergeleri ise, muhakkak ki kadim bir tarihten günümüze gelen yansımalar olarak görmek yerine, öne çıkan öğelerin değiştirilebileceği düşüncesi, farklı milliyetçiliklere yönelik çalışmalara bakılırken

108

doğması olası bir anakronik duruşu engellemek adına oldukça önemli bir argümandır. Bu doğrultuda Brass bir etnik hareketin dönüşüm süreci ve başarılı olabilmesi için bir kaç koşulu sıralar (Brass,1991 :63-66): Öncelikli olarak grubun ortaklaşa mobilizasyonunu sağlamak adına etnik grubun kimliğine ait üzerinden hak talebinde blunulacak seçilmiş sembollerin, etnik grubun diğer üyelerine iletişim aracılığı ile aktarılabilmesi büyük önem taşır. Bu sembolleri belirleyen seçkinler ile etnik grubun diğer üyeleri arasında büyük sınıfsal veya sosyal uçurumlar olmamalıdır. Yeterli bir okuryazar oranı, buna bağlı olarak yerel dilin ya da etnik gruba ait dilin standardizasyonu önemli bir etkiye sahiptir. Kitle iletişim araçlarının özellikle ise gazetelerin sayısındaki ve kalitesindeki gelişim hayati bir rol oynar çünkü haberdar edilip hareketlendirilemeyen bir etnik grubun taleplerde bulunması mümkün değildir. Anadilde metinler, çeşitli türlerde kitaplar, okul ve sınıflar ise etnik dönüşüm için gereklilikler listesinde başı çekmektedir. Tüm bu öğelerin bir arada ya da büyük bir kısmının varlığı, ister egemen isterse dezavantajlı grupta bulunsun etnik dönüşüm ve hareketlenme açısından belirleyici faktörlerdir.

Oldukça gerçekçi bir biçimde gruplar arasındaki çatışmaları, bu çatışmalara kaynaklık eden nedenleri ve çatışmaların doğurduğu olası sonuçlar ile mobilizayon sürecine yönelik çıkarsamalarda bulunan yaklaşım çalışmamız açısından büyük bir önem arz etmektedir. Özellikle Türkiye gibi çok etnikli toplumlarda ve aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerde çıkar-talep çatışmaları yalnızca farklı etnik gruplarda değil, egemen grubun kendisi içerisindeki unsurlarda da yaşanabilmektedir. Durum farklı etnik grupların varlığı ve yükselmekte olan talepleri olduğunda daha da tırmanan gerginlikleri çözümleyebilmek adına üretilen politikaları ve hangi semboller üzerinden üretildiğini anlamak, sorunu analiz edebilmek adına önemli veriler sağlamaktadır. Primordial düşünce içerisinde verili olarak görülen kültürel öğelerin tamamen reddedilmesi anlamına gelmeyen bu duruş, tam da aksine başlangıcı kendinden menkul sayısız sembolden hangilerinin kullanılıp gündeme getirildiğinin anlaşılmasında, hatta gündeme getirilen sembollerin farklılaşma sürecinin anlaşılmasında zihin açıcı bir portre çizmektedir. Bu nedenle modernist yaklaşımlar ile primordial yaklaşımlar arasında bir uzlaşma alanına tekabül etme çabası görülebilir. Verili olarak tanımlanmış bağlar önemlidir çünkü mobilize

109

edilecek grupta hangi öğelerin daha etkin olarak kullanılabileceğinin belirlenmesi, mobilizasyon sürecinin temel yapıtaşlarından birini oluşturur.

Kitle iletişim araçlarının ve grup içi iletişimin rolünü önplana çıkartan ve vurgulayan yaklaşım, iletişim kavramının önemini ilk kez vurgulayan Karl Deutsch'dan (1966) bir adım öne taşıyarak, yalnızca grup içi değil başka gruplarla olan iletişimi de devreye sokmaktadır. Bu noktadan bakıldığında milliyetçiliğin veya etnik dönüşümün oluşumunda kitle iletişim araçlarına ayrı bir rol biçilmektedir. Bu rol çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak ele alınacak, etnik kategorilerin kitle iletişim araçlarında yansımaları, ya da seçkinler tarafından kullanılışı detaylı olarak incelenecektir. Seçkinler kavramını bir devletle, monarkla, aristokratla, sınıf çatışması ile özdeşleştirmeyen aksine duruma ve koşullara göre farklı seçkinlerin türeme ihtimaline açık olan yaklaşım çözümleme noktasında daha dinamik bir alana imkan tanımaktadır.

Milliyetçiliğe dönüşümde ve etnik unsurların güçlenişinde çıkarlar, kaynaklara erişebilme, üretimden faydalanma gibi unsurların gücünü gözardı etmeyen ve bu kavramlara yönelik taleplerin politik baskı unsuruna ne şekilde evrildiğini irdeleyen yaklaşım, dünya üzerinde ortaya her gün bir yenisi çıkmakta olan milliyetçi oluşumlarda sol tandansın baskınlığına da bir açıklama getirir niteliktedir. Daha önce de belirttiğimiz üzere sosyalist dünya görüşünde pek de yeri olmayan hatta bizatihi Marx tarafından defalarca dışlanan milliyetçilik kavramının, kaynakların eşit bölüşülmesi ve haklar çerçevesinde eşitlik talepleri ile birlikte sol tandansa ne biçimde angaje olduğu konusunda fikir vermektedir. Kendi içerisinde tutarsız görünen sosyalist tabanlı ancak milliyetçi olan dönüşümler, hakların ve üretimin farklı gruplarca eşit bölüşümü çerçevesinde asgari müşterekte buluşarak sınıf çatışması ve etnik tabakalaşma gibi unsurları bir başka mobilize pratikle birleştirebilmektedir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, yaklaşımın kendisinde bir çaba olarak görülmesi güç olsa dahi primordialist yaklaşım ile, araçsalcı paradigmayı yine asgari müşterekte buluşturan bir duruş mevcuttur. Araçsalcı bir düzlemde çıkarlar üzerinden önplana çıkartılan verili kültürel öğelerin güçlü olanının seçilmesi

110

perspektifi tam bir bağdaştırma çabası olarak görülemeyecek olsa da, etnik grubun potansiyel özelliklerinin hareketlendirilişini açıklamada dikkate değerdir. Bu anlamlandırma ve bağdaştırma çabasını oldukça ileriye taşıyarak, kavramsal perspektifini kültürel anlamda verili olanların, millet oluşumunda ve etnik dönüşümde başat rol oynadığı ayrıca bu öğelerin modern dönemde nasıl bir işlevi olduğuna dikkat çeken etno sembolcü yaklaşıma değinmek bu noktada faydalı olacaktır.

1.4. MİLLİYETÇİLİĞİN TARİHSEL DEVAMLILIK İÇERDİĞİNE