• Sonuç bulunamadı

2.2. DİN ve ETNİK KİMLİK İLİŞKİSİ

2.2.1. Kürt Kimliğinin Tasarımında Dinin Rolü

Kürtler'de din kavramını tartışırken demografik verilerle ve yüzde hesaplarıyla yapılacak her yorum kanaatimizce indirgemeciliğin kıskacından kurtulmakta güçlük yaşayacaktır. Öncelikli olarak tarihsel sosyolojik süreklilik içerisinde dinsel özellikleri nedeniyle almış oldukları politik konumun sıklıkla değişmiş olması bir tarafa bölgenin yukarıda belirtilen özellikleri nedeniyle derinlemesine bir kavramayı zorunluluk olarak karşımıza çıkartmaktadır.

En temelde günümüzde kimliği uyandırmaya yönelik milliyetçi hareketlerin neredeyse tümünde olduğu gibi Kürt Hareketinin'de içerisinde, varlığını geçmişte yaşamış kadim bir uygarlıkla bağdaştırma geleneği hakim paradigma olarak sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Antropolojik verilerin ve tarihsel incelemelerin yanı sıra Kürtlerin kadim dininin "Zerdüştilik" olduğunun kabulünde kanaatimizce bu yaklaşımın önemini reddetmemek gereklidir. Bölgede uzun yıllar hakimiyet kuran kadim uygarlıklardan Med'ler ve Sasani'lerin inanış biçimleri olarak karşımıza çıkan Zerdüşti'lik bölgede uzun yıllar (neredeyse bin yıl) hakimiyetini sürdürmüş ve egemen inanış biçimi olarak göze çarpmıştır.

Temelinde dualist bir yapıya sahip olan ve karanlık ile aydınlığın mücadelesini merkeze koyan dinsel sistem (Masani, 2000) özünde, semavi dinlerde de yer alan tanrı ile şeytan arasındaki mücadeleye benzer bir dünya algılayışı ortaya koyar.

Kürtler ile Zerdüştilik arasındaki bağı incelerken antropoloji alanında önemli ilişkiler kurulmuş gelenek ve görenekler başta olmak üzere, gündelik pratiklere kadar birçok alanda açıklamalarda/tespitlerde bulunulmuştur. Bu gibi açıklamalar çalışmamızın ana çerçevesi içerisinde yer almadığından değinilmeyecektir ancak kanımızca varolan milliyetçi pratik ile Zerdüştilik arasındaki ilişkiye dair sorgulamaları yapmakta elzemdir.

Kürt Basını ile milliyetçilik arasındaki bağı kurarken değinmediğimiz yayınlardan biri olan "Hawar" dergisinde (Celadet ve Kamran Bedirhan tarafından

145

basılan), Zerdüştiliğin, Kürtlerin en eski inanç biçimlerinden biri olduğuna önem gösterilişini tespit eden Bruinessen (Bruinessen, 2013a:15), Zerdüştilik ile yakın ilişkileri olan Ezidilik (Yezidilik) pratiklerinin Kürtlerin asli dini olarak idealleştirilmeye çalışıldığını ifade etmektedir. Kürtlerin "Hawar" ile ilişkili milliyetçi şairi Cegerxwin'in (Ciğerhun) Kürtler'in İslama sonsuz bağlılıklarına duyduğu ilişkiyi aktaran Bruinessen, şairin Zerdüştiliğe duyduğu ilgi çerçevesinde kadim uygarlık ile güncel milliyetçilik arasında kurulan bağa örnek teşkil edebilecek bir saptamayı gözler önüne sermiştir. Elbette milliyetçilerin kültürel havuzdan cımbızladıkları her öğenin başarılı olması gerekliliği olmadığı gibi "Hawar" tarafından yapılan bu bağdaştırma beklenilen etkiyi yaratmamıştır.

Zerdüştiliğin Kürt kimliği üzerinde saptanabilir bir başka etkisi ise, Ortadoğu halklarının neredeyse tümü tarafından kutlanılan, Zerdüşt dininde de yer alan Newroz (Price, 2014) büyük ölçüde politize de olarak Kürtler arasında kutlanılmaktadır. Hatta büyük ölçüde sınır çizici bir geleneksel pratik olarak karşımıza çıkan Nevruz politik yanını bir kenara bırakacak olursak yakılan oldukça büyük bir ateş ile başlayan "Newroz Ateşi" olarak adlandırılan bir ritüelle gerçekleştirilerek (ileriki bölümlerde yeniden ele alınacaktır.) Zerdüştilik'te yer alan biçimine benzer bir şekilde kutlanılmaktadır.

Zerdüştilik ile ilgili etnik kimliğe adapte edilmeye çalışılan bir başka görüş ise, daha önce de belirtildiği üzere yazılı eser vermekte oldukça gecikmiş olan Kürt Dili ile, Zerdüştiliğin antik metinleri arasında bağ kurma çabasıdır. Bu noktada kastımız, İrani diller üzerine yapılan ve dilin kökenlerine odaklanılan linguistik çalışmalar değil, Zerdüştiliğe Kürtlerin kaynaklık ettiğini iddia eden, hatta buradan yola çıkarak, Kürtçe'nin, İrani dillerin atası olduğunu ifade eden yaklaşımdır (Bulut, 2006). Çalışmamız kapsamında bu tür iddiaların gerçekliğini araştırmak yer almamaktadır, zira bu tür iddialar dilbilimcilerin çözebileceği alanlara işaret etmektedir, ancak etnik kimliğe yönelik bütüncül bir tarihsellik yaratmaya yönelik milliyetçi çaba kanımızca tespite değer bir argümandır.

Kürtler arasında rastlanan ve döneminde hatırı sayılır bir inanan çevresine sahip olan Ezidilik ise 11.yy sonunda ve 12.yy başında Şeyh Adi tarafından

146

kurulmuştur (Tan: 2010, 40). Heterodoks bir inanca sahip olmaları, görece aykırı bakış açıları sebebiyle sıklıkla ayrımcılığa maruz kalan Ezidiler hem Osmanlılar hem de, müslüman Kürtler için öteki konumundadırlar. Bu edenle sıklıkla baskılara uğrayan Ezidiler, Zerdüştlüğe benzer bir dualist anlayışa sahiptirler. Tanrı tarafından yaratılan altı (veya yedi) melek tarafından yürütülen dünya işleri çerçevesinde gelişen inanç pratiğinde en öne çıkan figür "Melek Tavus" dur. O tanrının önünde secde etmeyen melektir, bu figüratif yanıyla; Hristiyanlik ve İslam'daki şeytan figürüyle örtüşen kavramsallaştırma sonucunda şeytana tapanlar olarak konumlandırılan Ezidiler için ötekileştirilmenin ayrılmaz argümanıdır. Oysa Melek Tavus ne şeytan, ne de tanrıdır yalnızca tanrı tarafından dünya işlerini yürütmekle görevlendirilmiştir (Kreyenbroek, 1995). Oldukça karmaşık ve bir o kadar da ezoterik içeriğe sahip olan inanış sisteminin görmüş olduğu baskılar nedeniyle dağlara çekilen Ezidiler için inanç pratiklerinin aktarılışının en temel koşulu sözlü kültürdür (Bruinessen: 2013, Tan: 2010, Kreyenbroek 2003;149-156).

Mishaf-a Reş ve Kitab-ul Cilve gibi iki yazılı esere sahip olmalarına karşın, sözlü kültür geleneğini sürdürmekte olan ve ciddiyetle yürütülen bir kastsal yapı içerisinde olan Ezidiler ve Ezidilik, Sünni İslam aracılığı ile her dönemde farklı iktidarlarla bağ kurmuş olan Kürtler arasında milli bilincin uyandırılması adına kullanılmıştır. Bu kullanım Kürtler'in öz dini olduğu vurgusuyla birlikte, daha önce bahsettiğimiz, Zerdüştilikle anılması arzulanan kadim Kürtlüğe de vurgu yapmaktadır.

Her ne kadar bu tarz çabalar çeşitli gruplar ve Kürt Milliyetçileri tarafından yürütüldüyse de, Kürtler üzerinde en etkili olan din İslam ve Sünni mezhepidir. İslam ve Kürtler arasındaki ilişki, Kürt kimliğinin oluşum sürecinde kökenlerine inebilmek ve Kürt Milliyetçi hareketlerinin geçmiş başarısızlıklarının önemli bir kısmını güncel dönemde ise yaşamış olduğu sıkıntıların bir kısmını anlamak adına önem taşımaktadır. Dinsel özellikler farklılıklar üzerinden zaman zaman sınırları kalınlaştırarak "ötekini" tanımlamada etkin unsurlar konumuna gelse dahi Kürt Milliyetçiliği üzerinde oldukça etkili olmuş ancak "farksallık" yaratacak statüye ulaşamamıştır. İslam ve Kürtlük arasındaki ilişki mezhep mücadelelerine angaje olmuş politik koşulların çatışma alanını temsil ederken aynı zamanda Kürtler ve

147

Türkler arasındaki uzlaşımsal bir zemine de temas etmektedir. Bu nedenle Kürtlerin İslam'la olan ilişkisini ayrı bir başlık altında incelemek uygun olacaktır.

Daha önce bahsettiğimizi bir kısmı kadim, bir kısmı ise bölgede kültürel faktörlerden etkilenerek farklı açılımlar yapmış, mezhep ve inanç gruplarını saymaz isek Kürtler'in büyük çoğunluğu müslümandır. Bu konuda verilen tartışmalı rakamlar ve bölgedeki nüfusun hareketliliği düşünüldüğünde net ir rakam vermek mümkün olmamakla beraber, Kürtler'deki müslümanların nüfusun %98'i gibi bir rakama tekabül ettiğini söylemek mümkündür (Tan 2010:43).

Hz. Ömer komutasındaki İslam Orduları ve İslam İmparatorluğu'nun fetih faaliyetlerinin bir parçası olarak müslümanlarla karşılaşan Kürtler, Hz Ömer zamanında kitlesel olarak İslam'a geçmiş ve bu dönemden sonra Kürtler'de hakim din olarak İslamiyet önplana çıkmıştır (M.S. 637). Kürtler'in İslamiyetle tanışması sonucunda dini benimsemeleri konusunda birçok tartışma bulunmaktadır. Bir önceki bölümde de ifade edildiği gibi erken dönem Kürt Milliyetçileri arasında İslamiyet'in Kürt Kimliği'ne zarar verdiği, güçlü Arap Kimliği'nin etkisiyle yazın hayatının Arap Dili'nde devam etmesinin eleştirildiğini görmek mümkündür. Ancak yadsınamayacak gerçek Kürtler'in İslamiyet'in en erken dönemlerinde dinle tanıştığı ve büyük ölçüde benimsediğidir. En azından Kürt seçkinlerinin, dini oldukça hızlı kabul ettiği ve İslam Dünyası'na önemli eserler bıraktığı görülmektedir (Nikitine, 2010:382).

Kürtler ve İslamiyet ilişkisi tartışıldığında öncelikli olarak Haçlı Savaşları sırasında Hristiyanlara karşı savaşmış ve hem Avrupa'da hem de İslam Dünyası'nda büyük bir şöhret kazanmış olan Selahaddin Eyyubi akla gelmektedir. Araştırmacıların büyük çoğunluğu Selahaddin Eyyubi'nin Kürt olduğu hususunda uzlaşmaktadır (Nikitine, 2010: 381, McDowall,2004:49). Neredeyse tüm Kürtler için Selahaddin Eyyubi büyük bir liderdir ancak bu noktada Kürt Milliyetçileri arasında yine bir tartışma hakimdir zira Eyyubi, Kürtlük kimliğini hiçbir zaman önplana çıkartmamış İslam'ın birleştiriciliği üzerinden hakimiyetini sürdürmüş ve devletini bir İslam devleti olarak yürütmüştür (Beg, 2014539-627). Bu bağlamda İslam Kimliği'ne oldukça büyük hizmetlerde bulunan Eyyubi'nin, Kürt Kimliği'ni ortaya çıkartmayarak arka planda bırakması milliyetçilerce eleştirilmektedir. Aynı eleştiri

148

Kürt seçkinleri için çokça defalar gündeme getirilmiştir. Kürtlerin bölgede birleşmiş büyük bir devlet kurmak yerine, farklı egemen güçlerle (Osmanlı, İran, Araplar) ittifaklar kurarak denge politikalar yürütmesi de aynı eleştirilerden nasibini almıştır.

Kürtlerin, İslamiyete geçiş ile birlikte bölgede daha önceden beri varolan dinlerin tümüyle etkisini yitirdiğini iddia etmek elbette ki indirgemeci bir yaklaşım olacaktır Bölgede bulunan Ehl-i Hak, Yezidilik gibi inanışları da bunun göstergesi olarak görmek mümkündür. Kürtlerin büyük kısmının Sünni mezhebine mensup olduğunu daha önce ifade etmiştik (%80 Şafi, %20 Hanefi) ancak bir kısmı da Alevilik, Ehl-i Hak ve Şii'lik gibi heterodoks inançlara mensupturlar. Kürtler mezhebi farklılıklardan ötürü önemli sıkıntı çeken halklar arasındadır. Türkiye Kürtleri arasında Şii bulunmamasına karşın, İran'da özellikle Safevi Devleti'nin yükselişi ile birlikte, Osmanlı-İran arasındaki gerginlikten büyük ölçüde nasiplerini almışlar, Kürt Coğrafyası uzunca bir süre savaş alanı konumuna gelmiştir (Grisworld, 2010).

Safevi'lerin gittikçe bölgede artan hakimiyeti ve Kürt "mir"liklerini teker teker ortadan kaldırarak yerine, kendi hanedanından kişileri atıyor olması Kürtler arasında huzursuzluk yaratarak (Bruinessen, 2003:207-2013), Kürtler'in, Osmanlı İmparatorluğu'na yakınlaşmasını sağladı. Bu noktada, politik ilişkilerin olduğu kadar Şii'ler ile Sünni olan Kürtler arasındaki mezhep farklılıklarının da etkin olduğunu dikkate almak gerekir.

Bu çatışma ortamında Kürt lider İdris-i Bitlisi, Sultan Yavuz Sultan Selim'e bir mektup yazarak Safeviler'e karşı birliktelik önerdi ve Kürt Mir'leri arasındaki anlaşmazlığa son verilip birlikteliğin sağlanması amacıyla, I. Selim'in kendisinin bir "Kürdistan" valisi ataması konusundaki talebini iletir. Bu talep üzerine Bıyıklı Mehmet Paşa bölgeye vali olarak atanır, Mehmet Paşa bölgede farklı mezhepler üzerinde oldukça şiddetli politikalar uygulamakla beraber, Kürtler üzerinde bir üst

Bitlis-i ile Osmanlı İmparatorluğu arasında geçen yazışmalarda, Kürdistan olarak anılmaktadır ve I.

Selim tarafından atanan Bıyıklı Mehmet Paşa'da Kürdistan Valisi olarak görevini sürdürmektedir.

 I. Selim ile İdris-i Bitlisi arasındaki yazışmaların detaylı analizine ve verilere, Altan Tan'ın 2010

149

otorite olarak birleştirici bir unsur olarak yer alır ve Safeviler'e karşı savaşta önemli başarılar elde edilmesini sağlar (Bruinessen, 2003:217).

Osmanlı-Safevi arası savaşlar Osmanlılar açısından olduğu kadar, Kürtler açısından da büyük önem taşır. Öncelikle Kürtler ve Osmanlı arasında uzun yıllar sürecek olan bir ortaklığın temelleri atılmış olur ve bölge görece bir sakinliğe kavuşur. Kürtler açısından önemi ise İdris-i Bitlisi'nin bu yardımlar ve ortaklık karşılığında Osmanlı Devleti'nden daha önce görülmemiş bir imtiyazı elde etmesini sağlar. Kürtler, bölgedeki Mir'liklerini çoğunlukla babadan oğula geçecek şekilde hanedan usulüne bağlama hakkını elde eder (Bruinessen, 2003:217, Tan, 2010:79- 80). Oysa ki bu durum Osmanlı Devleti için oldukça sıradışıdır zira toprak üzerinde hakimiyet, genel olarak kişiye verilen ve onun ölümüyle başkasına devredilen Tımar isimli bir sisteme tabidir (İnalcık, 2000:508).

Kürtlerin bu hakkı elde etmiş olması elbette ki dönemin siyasi konjonktürü düşünüldüğünde bir başarıdır. Ancak bu yarı otonom olarak adlandırılabilecek sistemin dönemsel başarıdan daha önemli etkileri yakın tarihte gün yüzüne çıkmıştır. Öncelikli olarak "Yıkılış Dönemi"nde Osmanlı İmparatorluğu, ileride değineceğimiz gibi merkezileşme çabası içerisine girmiş*** ve bu yarı otonom olarak

adlandırılabilecek sistemi ortadan kaldırmaya yönelik hamlelere girişmiştir. Bu durum Osmanlı'ya karşı başlayan Kürt ayaklanmalarını tetiklerken, kazanılmış haklar ile zenginleşen ve güçlenen Kürt seçkinlerinin kazanılmış hakların kaybedilmesi ile kimlik ve bilince ilgi duymalarına neden olacak bir farksallaşmanın yaratılmasına önayak olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Safevilerle olan mücadeleleri sırasında vermiş olduğu haklar Sünni Kürtler ile Alevi Kürtler arasında güç ve denge faktörünü Sünni'ler yönünde büyük ölçüde ortadan kaldırırken ileride ele alacağımız isyanlar sırasında farklı mezheplerden olanların birbirine destek vermemesi hatta karşı savaşı

*** Tanzimat ve Islahat Fermanları'nın yayınlanmasının yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu'nda İttihat ve

Terakki'nin gücünün artması, buna bağlı olarak Türkçülük ve Osmanlıcılık gibi politikaların gündeme gelmesi Osmanlı'nın eski yönetim anlayışında bir dönüşüm yaşatmış Batılı ulus devletlerin üzerinde uzlaştığı toplumsal dinamiklere yaklaştırmıştır. Bu yaklaşım sonucunda özellikle Kürt Mirlerinin kontrolündeki eyalet, kaza ve sancak sınırlarının yeniden düzenlenerek vergi toplama yetkilerinin ellerinden alınması ayrışmalarda temel niteliğini taşımıştır. bkz: (Tan, 2010:86-88).

150

söz konusu olmuştur (Mc Dowall, 2004:256-257). Bir taraftan ise uzun yıllar bölgede hakimiyetini devam ettiren Mir'lerin haklarını kaybetmeleri sonucu isyan etmeleri, kendileri gibi olan Mir'ler tarafından her zaman desteklenmemiş (Kutlay, 2014: 43- 45), "seçkinler arası mücadelenin" bir sonucu olarak bölgesel kalmışlardır. Bir başka dikkat çekilmesi gereken nokta ise mezhebi yakınlıklarla temelleri atılan bu örgütlenme neticesinde, aynı zamanda Halifelik vasfını taşıyan Osmanlı İmparatoru'na karşı Kürtler hatırı sayılır bir bağlılık duymuşlar ve "Milli Mücadele Dönemi'nde" Halifenin ve İslam'ın kurtuluşu fikri altında birliktelik sağlamışlardır. Bu yakınlığın bu kez Cumhuriyet'in ilk yıllarında "Hilafetin Kaldırılması" ile bir uzaklaşmaya tekabül ettiği görülmüş, Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkan isyanlarda din faktörü halkı örgütleme ve isyanın liderine meşruluk kazandırmada oldukça etkili olmuştur. Yine Kürtler'de politizasyon sürecini ele alacağımız ileri ki bölümlerde ele alınacak olmakla beraber, uzun yıllara dayanan aşiret liderlikleri ve Mirliklerin, Türkiye'de siyasal iktidarla zaman zaman araçsal bir ilişki içerisine girmesi ve milliyetçilikten ziyade kendi çıkarları doğrultusunda iktidara yakın hareket etmeleri Kürt Politizasyonu'nun sol tandanslı bir dönüşüm geçirmesinde etken olarak karşımıza çıkmaktadır**. Kürt Politizasyonu'nun aktivizmini en yüksek noktaya

taşıyan "PKK" dikkat çekici bir biçimde ilk saldırılarını, Türk Silahlı Kuvvetlerine veya egemen kimliğe yönelik değil, bölgedeki güçlü aşiretlere karşı gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla olayları okurken tarihsel süreç içerisinde bakmanın bir getirisi olarak çıkan bu yansımalar şüphesiz ki olaylar tekil olarak incelendiğinde görülmeyecektir. Kökenleri günümüzden 500 yıl kadar öncesine dayanan bölgesel mezhep mücadelesinin sonucunda oluşan siyasal ve dinsel konjonktürel yansımaları ile güncel politika ve hareketleri anlamada şüphesiz ki yardımcı olmaktadır.

Dinin Kürt Milliyetçiliği açısından önemli olduğu bir diğer nokta ise, Kürt Hareketlerini belirgin kılan Şeyh Ubeydullah ve Şeyh Sait isyanlarıdır. çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde daha detaylı yer verilecek olmasına karşın bu iki isyandan kısaca bahsetmek gerekir zira Şeyh Ubeydullah İsyanı birçok araştırmacı tarafından

Konuyla ilgili detaylı ve kapsayıcı bilgi için Naci Kutlay 2014:155-173 ve 2011: 93-95'e bakılabilir.

** Bu konu ileride tekrar ele alınacak olmakla beraber detaylı bilgi için Kutlay 2011: 187-215,

Kirişçi&Winrow, 2007, 126-138, Kürtler ile Türk Solu'nun birleşmesi noktasında ve özellikle TİP içinde hareketlilik kazanan Kürt Siyaseti ile ilgili olarak ise Tarık Ziya Ekinci, 2010 "Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler" eserine bakmak anlamlı olacaktır.

151

ilk Kürt Milliyetçi isyanı olarak tanımlanmakta (Jwaideh, 2012:166) yine birçokları tarafından ise Şeyhin kişisel çıkarlarının bir sonucu olarak görülmektedir ancak yine de salt bir dini liderin yaratabilmiş olduğu hareketlenme dikkate alınmalı dini liderlerin nüfuzunu gösteren bu durum dinin etkisi açısından değerlendirilmelidir (Mc Dowall, 2004, 88-96, Nikitine, 2010:360-361)

Şeyh Said İsyanı ise sonucunda Takrir-i Sükun Yasası'nın çıkmasına neden olan bir dizi olayı tetikleyecek geniş çaplı bir isyandı. Kısaca "Azadi"* olarak bilinen, Kürt

İstiklal ve İstihsal Cemiyeti'nin bir üyesi olan Şeyh Said, kurulan Cumhuriyet'in İslam dininin temellerini yıkmaya çalışan bir yapı olduğunu ifade ederek Allah'ı ve Peygamber'i inkar ettiklerini söylüyor, İslam Halifesi'ni sürerek şirk koştuklarından mütevellit meşruiyetlerini yitirdiklerini ifade ederek yıkılması gerektiğini söylüyordu. Yerine ise bölgede bir İslam devleti kurmayı amaçladıklerını belirtiyorlardı (Menek, 2012:102-103). Nakşibendi tarikatının Halidi koluna mensup olan Şeyh çok sayıda mürit ve yandaş edinmişti ancak isyanın planlanandan erken başlaması sonucu başarısız olan isyan, Şeyhin yakalanarak idam edilmesiyle son buldu. Şeyh Said isyanı ile ilgili detaylı bilgi verilecek olmakla beraber, temel mevcudiyeti bir dini liderlik olmanın çok da ötesine gitmeyen Şeyh'in toplamış olduğu kuvvet sayısının beş binin üzerinde olması ve ordu ile silahlı çatışmaya girerek uzunca bir süre direnmesi dikkat çekicidir. Şeyh Said İsyanı Malatya, Erzincan, Siirt arasında geniş sınırlara yayılacak kadar büyümesiyle de, bir dini inanış örgütlenmesi olan Nakşibendi Tarikatı'nın gücünü yansıtması açısından da önem taşımaktadır. Ayaklanma anının cihad olarak tanımlanması, Şeyh Said'in ise yazmış olduğu mektuplarda kendisi için buna ek olarak başkalarının kendisi için "emir el mücahidin" (Mücahidlerin Komutanı) sıfatını kullanması, dinsel oydaşım üzerinden kurulan bir birlikteliğin açık bir işaretidir (Bruinessen, 2011: 387-445).

Bruinessen duruma ilişkin olarak: "istisnasız olarak, Milliyetçi nosyonlar taşıyan ilk Kürt İsyanlarının tümü şeyhler ve sufi liderler tarafından yönetilmiştir"(Bruinessen, 1999: 1) tespitinde bulunurken bu durumu şeyhlerin gücüne ve bölgede dinsel olmayan alanlar dahil toplumsal örgütlenmenin içinde bulunmalarına bağlar. Şeyhlerin toplumsal örgütlenme içerisindeki rollerine ve

152

dolayısıyla etki alanlarını genişleterek harekete ne şekilde yön verdiklerine dair yapılan araştırmalar, bölgedeki güçlerinin yalnızca dinsel olmadığını gözler önüne sermiştir (Barth, 2001: 107-133). Bölgede özellikle geniş bir alana yayılmış olan Nakşibendi Tarikatı'nın ve Kadiri Tarikatının etkileri görülürken, sufizme dayalı birçok öğretinin ve kendi içerisinde farklılaşan örgütlenme pratiklerinin de varlığını görmek mümkündür. Bruinessen bu tür bir yaygın etkiyi özellikle, bölgedeki tek eğitim kurumu niteliğini taşıyan "medrese"lere bağlayarak, Kürt nüfusunun yaşadığı bölgelerin tümünden toplanarak buralarda eğitim alan ve sonrasında tekrar dağılan öğrencilerin bu örgütlenme ağı açısından büyük önem taşıdığını ifade eder. Dini eğitimin ve örgütlenmenin yanısıra, Kürtçe'nin konuşulması ve kamusal alana taşınması adına da büyük önem taşıyan medreseler aynı zamanda bögeye kamu görevlilerini de (kadı, müftü, müderris) yetiştirdiği için kültürün taşıyıcılığı ve yerel seçkinlerin oluşumu açısından da büyük önem taşımaktaydı (Bruinessen, 1999 1-2, 10-17).

Dini kurumların, dinsel liderlerin ve din olgusunun toplumsal örgütlenme ve buna ek olarak milliyetçi hareketler içerisindeki rolüne kısaca değindikten sonra, toplumsal yapının diğer gruplarına ve toplumsal örgütlenmeyi yürüten hiyerarşik yapıya değinmek kanımızca uygun olacaktır. Din kavramının kimlik üzerindeki etkilerine Politizasyon süreci içerisinde yeri geldikçe değinilecek olmakla birlikte bu noktada Kürt Milliyetçiliği içerisinde oldukça önem taşıyan ve onun kendine özgü koşullarla vuku bulmasına sebep olan, Kürtlerin özgün toplumsal örgütlenme biçimlerine bakmak çalışmamız açısından faydalı olacaktır.