• Sonuç bulunamadı

MİLLİYETÇİLİK

Modernist bakış açısının oluşturmaya çalıştığı belki de bütün milliyetçilikleri anlamlandıracak olan bir büyük teori, yukarıda da verdiğimiz örnekler ışığında görünmektedir ki çok da mümkün olmamıştır. Zira üretilen her kuram belli açılardan, önemli noktalara parmak basarken, başka kısımları ya gözardı etmiş ya da olduğundan fazla önem vermiştir. Gellner’in modernleşmeye, Hobsbawm’ın icat edilmiş geleneklere, Hechter’in kalkınmaya vermiş olduğu önem farklı milliyetçilik oluşum biçimlerinin ya da millet inşasının incelendiği örneklerde yeterli sonuç vermeye muvaffak olamamış kendi çalışma ve incelemeleri ile sınırlı kalmıştır. Bunun nedeni büyük ölçüde kendisi de karmaşık bir formasyon olarak karşımıza çıkan milliyetçi hareketlerle ilişkilidir. Milliyetçi hareketlere bütünü kapsayacak ve özünde onu oluşturan semboller ile argümanları bütünen açıklayacak bir yaklaşımla bakma kaygısı kendi içerisinde de belli sorunları doğurmakta ve sıklıkla tartışmaları kaygan bir zemin üzerine çekmektedir. Çalışmamız açısından da önemli bir sorun oluşturan bu durumu aşmak için alternatif yol önerileri sosyal bilimlerin neredeyse her alanında olduğu gibi burada da karşımıza çıkmaktadır. Bu alternatif yol önerileri sıklıkla yaklaşımları bağdaştırma merkezinde odaklanırken, milliyetçiliğe başka bir türlü bakılabileceğini söyleyen kuramsal düzlemlerde ortaya çıkmıştır.

Bu kuramsal düzlemde karşı çıkışların ya da bir başka deyişle alternatif arayışlarının günümüzde oturduğu temel eksenlerden birisi de postmodern söylemdir. Postmodern söylem yalnızca milliyetçilikte değil neredeyse her alanda alternatif bir bakış açısı sunarken özellikle kültür alanında yapılan çalışmalarda önemli etkiler yaratmışlardır.

Kültür çalışmalarının içerisinde kimlik kavramı ve kültür-kimlik ilişkisinin sıklıkla gündeme geldiği araştırmalarda özellikle etniklik ve etnisiteye dair çok

120

sayıda çalışma yapılmıştır. Kimlik kavramı postmodern bakış açısına göre modernitenin getirmiş olduğu hızlı, geniş ve kompleks toplum yapısı ile beraber parçalı ve durağanlıktan uzak bir konum sergilemektedir (Durham&Kellner, 2006:233). Postmodern anlayışa göre kimlik modern dünyada olduğu gibi bir blok halinde değil, daha çok parçalı ve geniş ilişkiler sistemi içerisinde biçimlenip şekil almaktadır. Bir milli kimlik inşa etmenin temel bir nosyon olarak görülebileceği milliyetçilik ise doğal olarak bu parçalı durumun bir örneğidir. Alternatif bakış açılarının etnisite, millet ve milliyetçilik araştırmalarına uygulanması beraberinde öncül teorilerde gözden kaçırılan hususların araştırmaya dahil edilmesini sağlamıştır. Mc Neill’e göre günümüz toplumlarının tümü çok etnikli (poly ethnic) toplumlardır (McNeill, 1986) ve dolayısıyla bölünmemiş bir bütün niteliği taşıyan bir milli kimlikten bahsetmek mümkün değildir. Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler” isimli kitabında vermiş olduğu şu örnek durumu özetlemek adına oldukça uygun düşmektedir. "Saraybosna'yı düşünelim, sokakta elli yaşlarında bir adamı inceleyelim. 1980'e gelinirken, bu adam şöyle derdi "Ben Yugoslavım" daha derinlemesine sorulduğunda ise Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti'nde yaşadığını ve müslüman bir aileden geldiğini söylerdi. Savaşın en şiddetli günlerinde aynı adam, kendisinin öncelikli olarak Müslüman olduğunu söyler ve belki de şeriat kurallarına uygun bir sakal bırakarak, bir zamanlar Yugoslav olduğunun hatırlatılmasından hoşlanmayacaktır. Savaş sonrasında ise aynı kişi önce Boşnak sonra Müslüman olduğunu söyleyecek ve belki de ülkesinin bir Avrupa ülkesi olduğunu ve Avrupa Birliği'ne girmesini benimsediğini söyleyecektir." (Maalouf, 2000:17)

Örnekte de görüldüğü üzere artık etnik olarak ait hissedilen noktalar tanımlanma düzleminde çeşitlenmiş ve sıradışı bir biçimde artmıştır. Bu nedenle 1980 sonrası özellikle yapısökümcü etki ve postmodernizm ile birlikte milliyetçilik farklı bakış açıları ile incelenmeye başlanmıştır. Bu farklı bakış açıları özellikle “gündelik milliyetçilik”, feminizm ve sosyal teori ekseninde biçimlenmiştir. Her bir yaklaşımı ayrı ayrı ele almak oldukça parçalı biçimde bulunan bu çalışmaları anlatmayı daha da güçleştireceğinde genel bir çerçeve oluşturmak daha faydalı olacaktır.

121

Öncelikli olarak şunu belirtmek gerekir ki, bu çerçevede şekillenmiş olan çalışmaların temel niteliği, genel geçer bir kuram oluşturmaktansa kıyıda bırakılan bir başka deyişle önceki kuramsal çalışmalara dahil edilmeyenleri çalışmanın içerisine katmaktır. Bu çerçevede yeni dönem çalışmalarda genel olarak parçalanmış ve melezleşmiş milli kimlikler veya etnik kimlikler üzerinde durulur.

McNeill'e göre milli kimlik, ulus-devlet ve milli birlik tarihsel bir dönemin bir parçasında yeralmış bir olgudur ve elbet değişecek veya eski önemini yitirecek bir durumdur (McNeill, 1986) dolayısı ile bir blok halinde bütün olarak kavranacak bir ulus algısı veya böyle bir bütüne dair düşünce yersizdir. Gerçekten de etnik hareketlerin ulus-devlet ve onun mekanizmaları karşısında çökeceği ve modernleşmenin, uluslaşmanın bir ülkü olarak ortaya konduğu yaklaşımlar büyük ölçüde yanılmış dünya üzerinde artan bir hızla etnik hareketlenmeler olmuştur. Homi Bhabha bu durumu resmi kurumların ürettikleri milli kimliğin aksine, tıpkı McNeill'in çok etnikli olarak tarif ettiği bir toplum yapısına benzer bir şekilde, çok kültürlü bir yapının varlığından dem vurarak milletin bileşenlerine parçalandığını ve milli kimliğin bu karmaşık yapı ve ilişkiler bütünü yüzünden melez hale geldiği halkın gündelik yaşamdaki üretimlerine boyun eğdiğini ifade eder (Bhabha: 1990:16. bölüm). Bu anlamda gündelik hayat içerisinde ya da farketmeden üretilen milliyetçiliğe dair en dikkat çekici saptamaları yapanlardan biri ise Michael Billig'dir.

Billig'e göre milliyetçilik yeniden üretilen gündelik hayatın küçük ve her zaman farkedilmeyen detaylarında gözlenebilecek kadar hayatın içine işlemiş durumdadır. Körfez Savaşı öncesinde George Bush'un halka konuşmasında onları milliyetçi söylemler ile Irak'a karşı savaş yönünde birleştirme çabası iki yönden önemlidir. Birincisi Irak'ın Kuveyt'i işgal ederek, Saddam'ın kendisine zararı olmayan bir ulusu işgal ettiğini, tecavüz ettiğini ve yağmaladığını söyleyerek, günün yeni bir gelecek inşa etme günü olduğunu bu duruma müdahale ederek gelecek dönemlerde bir ulusun komşusuna artık saldırganca davranmasının mümkün olmaması gerektiğini söylemiş ve tanrıya Amerika'yı korumaya devam etmesi için dua etmiştir. Bu sırada aynı şekilde Saddam da ateistlere karşı savaşta halkını desteğe çağırmaktadır. Milliyetçi söylemin öğeleri yalnızca ulusun burada yalnızca toprakları

122

ya da bir devleti korumak için değil, ulus devletlere dayalı sistemi korumak için göreve çağrıldığını da söyleyen Billig, tanrı ile ulus arasında da bir bağ kurarak ruhani bir aura atfedildiğini söyler. Bu yolla milliyetçilik uyandırılmış tanklar yürütülmüş bayraklar sallanmıştır. Kriz anında milliyetçilik devreye girmiş ve çağrısına karşılık bulmuştur. Ancak önemli olan bir başka konu ise bu çağrıyı yaparken milliyetçilik yaratılmamıştır hali hazırda Amerikan Halkı'na bayrağı, yıldızları veya marşı hatırlatmamış olmasına karşın bu çağrının içinde tümünün zaten hazır bekliyor olmasıdır. Marş bir futbol maçının öncesinde kaydedilmiş ve Amerikan müzik listelerinde zirvede yer almıştır bayrak ise tüm zihinlerde zaten vardır (Billig 1995: 3-7). Bu noktadan bakıldığında milliyetçiliğin varlığı, modernist yaklaşımlarda olduğu gibi toplumsal yapının üstünde bir yerlerden üretilen ve onu uyumlandırılan bir olgu değil toplumsal hayatın deneyimleri içerisinde kendini yeniden tekrarlayarak üreten bir olgudur.

Bu tekrarlanarak üretilen bir olgu olması durumundan ötürü, tıpkı Bush'un "ulus" kavramını bir varlık gibi korumaya davet etmesinde olduğu gibi, milliyetçiliği yaşamımızın bir parçası olarak görürüz çünkü günümüz düşünce sistemini büyük ölçüde bu durum şekillendirmektedir. Örnek vermek gerekirse, her ulusun farklı bir dil konuşması, bir sınırı geçince katettiğimiz yalnızca bir ekstra adımla artık orada farklı bir kültürün olduğunu düşünmemiz, bizim iyiliğimizi yalnızca bizim ulusumuzun istediği ve diğerlerinin tam aksine kötülüğümüzü istediği düşüncesi son derece hakimdir ve dünyanın doğal düzeni gibi görünmektedir. Bu tür ideolojik olarak şekillenmiş biçimler ve gündelik hayata dair davranışlar Billig tarafından "Banal Milliyetçilik" olarak adlandırılmaktadır (Billig, 1995: 6). Milliyetçilik koşullar altında milli bir ortam yaratır ve bu ortam her maçta tezahüratlarla, bayrak ve ona dair ritüellerle, okulların açılış törenleri ile, günlük gazeteler ile yeniden üretilir. Misalen, bir Alman sporcu çıkmış lduğu bir müsabakayı bireysel olarak ya da takım olarak kaybetmez yani kaybeden Alman "X" milli takımı/ulusal takımı değildir, kaybeden ve yenilen Almanlardır.

Michael Billig "Banal Milliyetçilik" adlı çalışmasında gündelik hayatın bir parçası olan gazetelerin konumuna özel bir ilgi göstermiştir, daha önce de ifade ettiğimiz üzere Anderson'da gazetelere bir milleti tahayyül edebilmek adına önemli

123

bir işlev yüklemiş ve milletin oluşumunda başlıca bir rol vermişti. Ancak Anderson'ın yaklaşımında gazetelerin rolü daha çok bir ortak dil üzerinden, dilin standartlaşması ve eşzamanlılık ilkesi üzerinden farklı yerlerde olsa da aynı anda birlikte varoldukları bir millet hayalini benimsetmesiydi. Billig ise söylemsel düzlemde gazetelerin varlığını ele alarak siyasetçilerin milliyetçi söylemlerini yeniden üreterek her eve girmesini sağlayan bir araç olarak görür, milliyetçi söylemler izleyiciler koltuklarında otururken, ülke çapında ulaştırılmakta ve günümüz politik evreni bu şekilde işlemektedir (Billig, 1995:100). Bu koşullar altında milliyetçilik büyük ve gösterişli yapılarla değil, "biz", "onlar", "vatanseverlik" gibi küçük dokunuşlarla iletilir. Bu iletimleri yapanlar ise büyük ölçüde siyasetçilerdir. Siyasetçiler günümüz koşullarında tanıdık simalardır, sözleri milyonlarca insana ulaşır, gazetelerin başsayfaları onların sözlerine ayrılırken, çoğu kez gün içerisinde sarfettikleri bir cümle ise manşet olarak gazeteyi büyük harflerle süsleyip o günün gündemini belirler. Siyasetçiler büyük çoğunlukla millet adına konuşur ve millete seslenir, ismi geçmeden kimlikleri üzerinden (Özkırımlı, 2013:243) konuşulan millete söylenenler yine milletin ağzından söylenmektedir. Dinleyicide ise mensubu olduğu, "biz" diye addettiği bir milletin kanaatinin iletildiği duygusu oluşturularak, bu biz bilinçlilik içine dahil olması beklenir. Gazeteler, tam da bu söylemin yeniden ve güçlendirilerek üretilmesine katkıda bulunur, "burada" ve "şimdi" kavramlarını üreterek ve tanımlayarak bize ve olaya dair bir üretim sergileyen bağlam oluşturur. Gazetelerin gündelik olarak milliyetçiliği ne şekilde ürettiğine dair incelemesini İngiltere'de çıkan gazeteleri inceleyerek çözümlemeye çalışan Billig bu çalışmaların başka ülkelerde ve gazetelerde de yapılması gerektiğini söylemiştir. Benzer şekilde, Arus Yumul ve Umut Özkırımlı Türkiye'deki gazeteleri incelemiş ve milliyetçiliğin hangi şekillerde üretildiğini, biz ve onlar ayrımlandırılmasının yapılışını, iç ve dış haberler kategorileriyle teritoryal sınırların nasıl imgesel olarak tekrar çizildiğini göstermiştir. Böylesine geniş bir çerçevede milliyetçiliğin gündelik ve sıradan alanlarda üretimine dikkat çeken Billig, batı merkezci ve makro çözümleme geleneğini sürdüren kuramsal yaklaşımlara bir alternatif üretecek derli toplu bir çalışma ortaya koymuştur. Milliyetçiliğe bu bağlamda alternatif getiren bir diğer bakış açısı ise cinsiyet ve milliyetçilik arasındaki ilişkinin sorgulandığı çalışmalardır. Gerçekten de, sürekli olarak bir kolektif kimlik olarak, "milli kimlik"ten ve onu oluşturan öğelerden bahsedilen bir

124

çalışma alanında, kimliğin en temel nüvelerinden olan cinsiyetin çokça gözden kaçırılması şaşırtıcıdır ve bu alanda yapılan çalışmalar dikkate değer bir bakış açısı sunmaktadır.

Göçmenlerin, gettoların, iş, çıkar ve meslek gruplarının milliyetçiliğe ne ölçüde katıldığı, hangi koşullarda benimsediği oldukça sıklıkla tartışılıp farklı kuramsal yaklaşımlarda hatırı sayılır bir yer verilirken, cinsiyet kavramına ve onun etnisite- milletle ilişkisine hiç yer verilmemiştir. Anthony Smith bu noktayı haklı bulduğunu ifade ederek milleti ve milliyetçiliğin doğası gereği cinsiyetli olduğunu ifade ederek, millet projelerinde kadının rolünü kilit noktaya alan araştırmaların olması gerektiğini ifade eder (Smith, 1998: 205) Modernist yaklaşımlar, analizlerinin ve oluşturmuş oldukları büyük kuramların cinsiyet ayrımı yapmaksızın durumu ifade ettiğini ve milliyetçi oluşumları açıkladıklarını ifade etseler dahi böylesine önemli bir nokta gözden kaçırılmayacak kadar büyük bir soru işareti olarak ortada durmaktadır.

Feminist araştırmacıların da oldukça geç dikkatini çeken bu durum 1980'lerden sonra farklı düzeylerde ele alınmaya başlanmıştır. Bu çerçevede ilk olarak yapılan çalışmalar kadınların etnik ve milliyetçi hareketlerde rolünü inceleyen ampirik araştırmalar olmuştur. Jayawardena, batılı olmayan ülkelerdeki hareketlerde kadınların konumunu ve durumunu inceleyerek konuya ilk eğilen yazarlardan birisidir (Jayawardena: 1986).

Kadınların milliyetçi hareketler içerisindeki konumunu ve millet oluşturma süreci içerisindeki yerlerini inceleyen araştırmaların bir başka boyutu ise ideoloji ve sembol boyutudur. Kadının bir ideolojinin taşıyıcısı olarak ve simge olarak kullanımının incelendiği araştırmalar, kadının kimliği, giyinişi, gelenekler, dinsel veya millete ait simgelerin kullanımı çerçevesinde incelenmiş, temsilci olarak kadının konumu irdelenmiştir. Bu çerçevede özellikle Türkiye'de Cumhuriyet Devrimi ile birlikte yaşanan süreç ve kadının konumuna yönelik çalışmalar oldukça dikkat çekicidir. Türkiye modernleşmesinin bir temsili olarak kadının sıklıkla kullanıldığı ve yaşanan ideolojik dönüşümün kadına dair her alanda yeniden tanımlamış olması duruma dair önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kandiyoti'ye göre: Türkiye'de yeni modern ve seküler millet, flama taşıyan şort, okul üniforması

125

veya askeri üniforma giymiş kadınlar tarafından, gece kıyafetleri ile balo salonlarında dans eden kadınlar üzerinden temsil ediliyor (Kandiyoti, 2005:112), geçmiş imparatorluk döneminde ümmet üzerinden yaşanan bütünleşme ile aradaki farkı açıkça ortaya koyarak, kadını dini inanışlar ekseninden seküler millet eksenine çekmeye çalışıyordu (Göle, 2008). Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilerek ise eşit vatandaşlık statüsü oluşturulmaya çalışılıyordu. Tüm bu gelişmeler kadının milli dönüşümdeki yeri adına önemli ipuçları veriyor olmakla beraber, kuramsal bir çerçeve niteliğinden oldukça uzaktır. Bir kuramsal yaklaşım niteliği taşıyabilecek ilk bakış açısı Floya Anthias ve Nira Yuval-Davis tarafından oluşturulmuştur.

Anthias ve Davis kadını etnik ve milliyetçi projelerin üretiminin odak noktasına koyarak, varlıkları ve temsilleri üzerine 5 ana kategori belirlemiştir. Bu çerçevede kadın:(Yuval- Davis&Anthias: 1989,7)

1. Etnik topluluğun üyelerinin biyolojik üreticileri 2. Etnik/Milli grupların sınırlarının yeniden üreticileri,

3. Etnik topluluğun/milletin ideolojik yeniden üretimine katkıda bulunan, etnik/milli kültürün taşıyıcısı,

4. Etnik/milli kategorilerin, inşa, yeniden üretim ve dönüşümüne yönelik ideolojik söylemlerin odağı ve sembolü konumunda etnik/milli farklılıkların göstereni olarak,

5. Milli, ekonomik, politik ve askeri mücadelelerin katılımcısı olarak kabul edilip değerlendirilmelidir.

Etnik kimliğin aktarılmasında farazi bir ortak ataya ya da bir kan bağına dair inancın önemi dikkate alındığında, milletlerin ve milliyetçiliklerin bir çoğunun bir kan ve kardeşlik bağıyla bağlı olduklarına inanmaları bağlamında kadının konumu açık bir şekilde belirgin hale gelmektedir. Kadın Yuval Davis'in çalışmalarında da belirttiği üzere "saf kan"ın yaratılmasında, aşırı milliyetçilikte veya yalnızca kan bağı ile girilebilen grupların içinde bireyin varolabilmesini sağlayan tek koşuldur (Yuval Davis, 2007: 62). Bu duruma ek olarak genellikle nüfus politikaları aynı şekilde üreme biçimiyle dolayımlı olarak kadının millet oluşumuna katıldığı noktalardan biridir. Bir çok toplulukta azınlıkta olan grupların çocuk doğurmaları engellenmekte,

126

egemen gruplarda ise azınlıkların varlığına karşı nüfusu arttırma askeri güce hizmet etme bilincine dönüşebilmektedir.

1.6. MİLLİYETÇİLİK KURAMLARINI BAĞDAŞTIRICI BİR BAKIŞ