• Sonuç bulunamadı

1.3. ETNİSİTE ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK MODERNİST

1.3.1. Merkez-Çevre Farklılığı, Milliyetçiliğin Oluşumunda Ekonomik

1.3.1.1. Milliyetçiliğin Oluşumunda Dengesiz Kalkınma ve Kolonicilik

araştırmacının olduğu gibi Tom Nairn'in kuramının da Marksist kökenli bir çözümleme olduğunu belirtmek gerekir. Çalışmasının anahatları içerisinde diğer Marksist yazarların araştırmalarının etkisi görülebilir. Nairn çalışmasında, Andre Gunder Frank'ın "Burjuva milliyetçiliği" adını verdiği ve Latin Amerika ülkelerinin uydu ekonomilerden çıkarak kendi ekonomilerini yaratışını incelediği çalışmasında yer alan merkez (centre) ve çevre (periphery) ayrımını kullanmış, (Frank 1972: 51- 63, 75-92) Lenin'in Kapitalist Emperyalizm düşüncesinden etkilenmiştir. Nairn'e göre milletlerin ve milliyetçiliğin dünya çapında neden bu kadar hızlı ve güçlü bir şekilde ortaya çıktığını anlayabilmek için modern gelişmelerden kaynağını alan özel bir teoriye ihtiyaç vardır (Nairn, 1977:97-98).

Yapısı gereği çatışmacı bir yaklaşım olan Marksist bakış açısının, milletlere uygulanışı noktasında aynı çatışma unsurlarına dikkat çekilir. Bu noktada çok önemli bir nokta gözden kaçırılmamalıdır. Kuram, yapısı ve oluştuğu koşullar gereği batı merkezcidir ancak bütün dünyayı çözümleyebilecek tek bir kuram üretme iddiası ile yola çıkmıştır. Bu çerçevede Nairn'in konuya yaklaşımını inceleyecek olursak aynı bütün dünyayı anlamlandırma çabasını görmek mümkündür. Nairn'e göre milliyetçiliği doğuran dünya ekonomisinin gelişimi sanayileşme, kentleşme değildir, onun doğumuna yol açan on sekizinci yüzyıldan bu yana eşit olmayan "dengesiz" gelişimdir (Özkırımlı, 2013: 109).

İşlevselci modernist yaklaşımlara göre "Aydınlanma"dan kaynağını alan ve bunu endüstri devrimi ile pekiştiren modernizm düşüncesi yapısal olarak bütün dünyayı saracak, her yerde aynı şekilde ilerleyecek insanlar hep daha iyiye doğru ilerleyecekti (Smith: 2011, 4. bölüm). Fakat yaşadığımız dünyanın gerçekliği bu

61

şekilde işlemedi, Giddens'ın da belirttiği üzere modernite ile beraber zaman ve uzam birbirinden kopmuş (Giddens 1990:10-17) aynı zaman dilimine farklı uzamları, aynı uzama ise farklı zamanları sıkıştırmıştır. Yani internet hızından her gün şikayet edilen bir dünyada hali hazırda insanların büyük kısmının ev telefonuna hatta temiz suya erişim imkanı bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkeler arası farklar hızla açılmış, yeni türlerde daha yumuşak sömürgeleştirme anlayışları türemiştir.

Nairn'in eleştirisi de bu noktaya temas etmektedir. Batılı toplumlar özellikle Orta Avrupa ve İngiltere gelişmelerini hızla tamamlamış kapitalist bir ekonomiye geçişi sağlamış ancak az gelişmiş ülkeler bu başarıyı gösterememiş daha önce de ifade ettiğimiz gibi fark açılmıştır. Merkez ülkeler konumundaki ülkeler ile çevre (periphery) konumundaki ülkeler arası mesafe kapatılamaz bir noktaya gelmiştir. Oysa inanca göre merkez ülkeler dönüşümü gerçekleştirecek, çevre ülkeler ise kopyalama yoluna giderek hızla bu farkı kapatacaktı.

Nairn'e göre bu varolan koşullarda, eski sömürgelerin, gelişmemiş ülkelerin, ülkeleri ile kısmen aynı kaderi paylaşan seçkinlerin koşullar gereği taşın altına ellerini koymaları gerekiyordu. Varolan dünya düzeni buydu ve müreffeh bir yaşam uğruna onlar da bu sistemde bir parça olarak varolmalıydılar. Seçkinler bilimi, tekniği, üretimi ve teknolojiyi kopyalamalı ancak yabancıların müdahale ve sömürüsünü reddetmeliydiler. Çünkü, kapitalizm işlevsel olarak son derece güçlü bir yıkıcılığa sahipti ve gelişimini tamamlamış ülkeler bu sistemi devam ettirebilmek için önüne geleni süpürmeliydiler.

Bu noktada seçkinci reddedişin temel anahtarı, sömürgeci dış güçlerin şiddetli baskısına karşın "biz bilinçli", kolektif kültürel kimliğinin farkında ve bunu savunabilen bir topluluğun yaratılmasıydı. Ancak bu topluluğu yaratmak için yukarıda sayılı argümanlardan hiç biri olmamasına karşın yalnızca topluluk vardı (Nairn, 1977:100-101). Bu topluluk ise yalnızca etnikliğe dair temel görüngülerden en belirgin olanlarına sahipti.

62

Yaklaşıma göre; çevrede kalan seçkinlerin sömürgecilerle boy ölçüşecek silahları, paraları ve teknolojileri yoktu ancak ellerinde bolca bulunan bir malzeme vardı: "halk" (Smith ,2013: 94). Dil, din, deri rengi, ırksal farklılık, tarihsellik ve bir bölgeye ait olma gibi sahiplikler tam da bu noktada seçkinlerin grupta biz algısını oluşturmada kullanabileceği temel yapıtaşlarını oluşturuyordu. Milleti oluşturma ve milliyetçiliği harekete geçirme noktasında halkın iknası bu yapıtaşlarının üzerine anlayacakları bir dilde oturtuluyordu (Nairn: 1977,340) ancak temelinde çatışma yatıyordu yani özetle temel saik bu çevre merkez çatışmasından galip, en kötü ihtimalle minimum hasar, maksimum kazançla çıkmaktı. Bu anlamda Nairn'in kuramını ele alırken, içinde yaşadığımız ülkenin toplumsal yapısını şekillendiren önemli sosyologlardan Ziya Gökalp'in batıya "muassır medeniyetlere" dair şu ifadesini hatırlamakta fayda vardır; "teknik onlardan, hars bizden" (Gökalp 1995:11). Hars kavramı her ne kadar tam anlamıyla yukarıda sayılanları karşılamasa da, "hars"ın oluşturulmaya çalışılan yeni milletin kolektif kültürel kimliği olduğu açıktır.

Nairn'in örneği Türkiye'nin konumunu, modernleşme, millet oluşumunu açıklamak için yeterli olmasa da bilindik bu detay, dengesiz gelişme sonucunda oluşturulan çatışma ortamını tasvir etmesi bakımından önemlidir. Batı hali hazırda 90 sene sonra ahlaki olarak ve kültürel değerler bakımından zımnen zayıf, teknolojik olarak ilerde kabul edilir. Milliyetçi söylemde kendine yer bulan "batının ahlaksızlığı" ülkemizde sıklıkla kullanılan bir söz olarak karşımıza çıkar.

Dengesiz Kalkınma yaklaşımında, Nairn'in ifadesi az önce bahsettiğimiz örnek gibi seçkinlerin yeni milleti yorumlayışını dikkate alırken, bir taraftan da milliyetçiliğe ne şekilde dönüştüğünü işlevselci bir dünyevi çıkarlar silsilesinde açıklamaya gayret eder. Bu haliyle anti-emperyalist bir duruş ve anti-kapitalist bir alt ideoloji olarak görülmesi mümkün olan yaklaşım Nairn'e göre diyalektiktir. Nairn'in, Marks ve Hegel gibi diyalektik açıklama şemasını kullanan büyük düşünürlere göre kabaca ve işlevsel bir biçimde vücut bulan diyalektiği aşağıdaki gibi özetlenebilir.

Gelişmiş merkez ülkeler, Avrupa ülkeleri, az gelişmiş ülkelere kapitalizm ve emperyalizmin gücü ile hücum ederler, seçkinler duruşlarını sergileyerek ellerinde varolan imkanlarla kolektif kültürel kimlikten müteakip bir "biz bilinci" yaratırlar,

63

merkez ülkelere karşı direnirler, bir çatışma ortamı oluşur. Ancak diyalektiğin öbür ucunda zaten gelişmiş olan ülkelerin bu tarz seçkinler eliyle çıkmış bir millet fikrine ihtiyacı yoktur onlar zaten bahsi geçen süreçleri tamamlamışlardır. Ancak milli devleti bir norm haline getiren harekelerinin sonuçlarından onlar da etkilenir ve dünya düzeni haline gelen ulus-devlet anlayışı onlara da hükmeder. Artık dengesiz kalkınmış bu iki uç birbirine taraftır ve birbirini değiştirecektir. Hindistan'ın sömürgelikten kurtulmak için millet fikrini oluşturması belli bağlılıkları canlandırması söz konusuyken ve haklı görülür bir tavırken merkez devletlerinkini haklı görmemek yersiz bir tutumdur.

Anahatları ile bu çerçevede tanımlanabilecek olan Nairn'in teorisi içerisinde elitlerin görevi milli kültürü "tarih öncesi" özelliklerinden ve "arkaik" doğallığından inşa etmek; gelenek, mit, folklor ve semboller gibi romantik irrasyonel öğeler aracılığı ile popüler hale getirmektir. Nairn'in teorisi uzama ve sosyal öğelere dayalı önemli bir inceleme niteliği taşımaktadır ve temellerini daha önce de belirttiğimiz gibi Marksist ekonomi politikten alarak, Frank'ın gelişme modeli ile birleştirmiş aynı zamanda millete dair kültürel içeriği de dışlamamıştır. Bu nedenle oldukça önemli bir çözümleme olmasına karşın birkaç temel eleştiriyle karşı karşıya kalmıştır.

Bu anlamda ilk ve belki de en önemli eleştiri, Nairn milliyetçilik hareketlerinin öncelikli olarak çevrede ortaya çıktığını ve buna karşılık olarak merkezde bulunan sanayileşmiş toplumlarda diyalektik bir sonuç olarak oluştuğunu ifade eder, oysa ki bildiğimiz anlamda bir milletin ve milliyetçiliğin oluşumu öncelikle merkezde gerçekleşmiştir (Özkırımlı, 2013:112). İkinci bir eleştiri ise bizatihi merkezde gerçekleşen, yeni oluşan milletler, ayrılıkçı hareketler ve milliyetçiliklerdir. Hollanda ve Belçika'nın birbirinden ayrılmasında ya da İsveç ve Finlandiya örneklerinde bu biçimde gelişmeden kaynaklanan bir farklılık olmamasına rağmen ayrılıklar ve yeni oluşumlar görülmüştür. Buna ek olarak İspanya'nın hakimiyetinde bulunan ve İspanya'nın en gelişmiş, bölgesel olarak bakıldığında ise dünyanın sayılı gelişmiş yerlerinden olarak sayılabilecek olan Katalonya bir etnik grup bölgesidir ve İspanyol olduğunu iddia eden Katalanlar bu bölgede yaşamaktadır. Ancak sömürülmeyen ve hatta İspanya'nın geri kalanından hammadde, işgücü, benzer koşullarla yararlanan

64

gelişmiş Katalonya'nın gelişmemiş güneyden ayrılma isteği kuram çerçevesinde açıklanabilir değildir.

Nairn'in yaklaşımına getirilebilecek bir başka eleştiri ise bu denli Marksist bir çözümlemenin içerisinde, hareketin katalizörünün irrasyonel ve mitik öğeler üzerinden kurulduğu noktasına varılmasıdır.

Nairn'in kuramı, ulus devletler içerisinde yaşanan etno-milliyetçi, ayrılıkçı özgürlük hareketleri, bağımsızlık veya temsil taleplerinin irdelenmesinde sıklıkla karşımıza çıkan az gelişmişlik ve etnik grupların sınıfsallaştırılması iddialarını irdelemek açısından gözönünde bulundurulmalıdır. Bu iddiaların hareketin temelinde yatan sorun mu olduğu yoksa hareket başka nedenlerle başladıktan sonra meşrulaştırma çabasının doğal bir sonucu olarak mı değerlendirilmesi gerektiği sıklıkla karşılaşılan bir problematiktir. Bu problematiğe benzer bir biçimde, ekonomik bir çözümlemeye dayalı bakış açısıyala yaklaşan araştırmacılardan biri de "İç Sömürgecilik" yaklaşımını üreten Michael Hechter'dir. Nairn'in global anlamda baktığı oluşumlara daha lokal anlamda ülkeler açısından bakan ve etnik grupları ve onların politize oluşlarını ele alan Hechter'in kuramı sıradaki bölümde ele alınacaktır