• Sonuç bulunamadı

1.2. ETNİSİTE, MİLLET ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK KURAMSAL

1.2.1. Etnisitenin Genişletilmiş Bir Aile Olarak Tasarlanması ve

1.2.1.1. Milliyetçiliğin Doğallığına İnanç ve Doğalcılık

Primordialist yaklaşımların alt türleri olarak ele alınacak perspektiflerden ilki "doğalcı yaklaşım"dır. Yaklaşım ismiyle müsemma bir şekilde milletlerin dünyanın doğal bir parçası olduğuna dair inanç etrafında şekillenir. Doğallık algısının temelinde yatan anlayış her bireyin bir milletin içine doğduğu fikridir. Bu noktada denilebilir ki; millet zaten sabit varolan bir sosyal yapıdır ve seçime imkan bırakmaksızın o milletin içinde doğan birey o yapının bir parçasıdır. İçine doğduğu millet tarafından kabul görmesini sağlayacak bağlılık ve özellikleri sergilemelidir. Özkırımlı'ya göre "doğalcılık" primordialist yaklaşımların en aşırı ucu sayılabilir.

Bu yaklaşım çerçevesinde bakıldığında millet-etnisite sosyal bir örgütlenmeden ziyade doğanın nesnel koşulları çerçevesinde teşekkül etmiş zorunlu bir birlikteliktir. Horowitz, primordialist yaklaşımı değerlendirirken "bir çok insanın yaşamının sonuna kadar içinde kalacağı bir etnik gruba mensup olarak doğduğunu ve etnik grupların çoğunlukla onun içinde doğanlardan müteşekkil olduğunu ifade eder (Horowitz, 1985:55). Bu yaklaşım büyük ölçüde etno merkezcidir, etnik grubun varlığının gücü ve birleştiriciliği onun genişletilmiş akraba ilişkilerinin sonucudur, "etnisite sosyal yakınlıkla organize olmuştur ve akrabalık ilişkilerine dair en geniş ölçekli vakadır"(Horowitz, 1985:59). Milletin-etnisitenin kaynağı da bu tarz bir akrabalık ilişkisi ve yakınlıktır bu yakınlık birey tarafından seçim yapılabilir bir yakınlık değildir içine doğulmuştur ve bu çerçevede edinilen kimlik, "yemek yeme, konuşma, koku alma, cinsellik kadar doğal bir parçadır"(Özkırımlı, 2013:82). Yaklaşımı benimseyen araştırmacılarda milletin aile, konuşma ve bizzat insan vücudu gibi “doğal” bir şey olduğu üzerine yaygın bir kanı vardır (Smith, 2002:35).

Milletin hem reel hem de verili olanlar anlamında kendi doğal sınırları vardır. Günümüz modern dünyasının güçlü ve belirginleşmiş sınırlar çerçevesinde oluşmuş

42

milletleri, tarihin ilk dönemlerinden itibaren varolan etnik grupların gelişmiş versiyonlarıdır, benzer birim ve duyguların daha etkin ifadesidir (Smith, 2002 :34- 35). Yine Smith'e göre doğalcı bakışta temel nokta şudur; kimi milletler gelip geçebilir ancak millet tarihsel bir topluluk ve kategori olarak sonsuza kadar varolacaktır (Smith, 1995 : 12).

Daha önce açıkladığımız yaklaşıma kaynaklık eden felsefi argümanları ve politik olguları da hesaba katarsak bu tarz bir anlayışın büyük ölçüde milliyetçiler tarafından benimsendiğini görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu noktada tekrar Herder'e atıf vermek yerinde olacaktır; Herder'e göre millet bir bireyin rasyonel ve etik olarak potansiyelini tam olarak gösterebileceği, primordial, biricik ve teritoryal bir doğal öğedir (Hutchinson, 2005:47; Herder 1968:50–60). İnsanlık ise ancak milletlerin her birinin kendilerine atfedilmiş biricik katkılarını yaptıkları doğal bir etkileşim süreci ile tasvir edilebilir. O halde doğalcı bir anlayışla ele alındığında yalnızca insanın varoluş sürecinin doğal bir parçası değildir milletin içine doğmak ve o millette varolmak, insanlık da ancak bu etkileşimin ve milletlerin her birine atfedilmiş "biricik" (unique) öğelerin etkileşimidir. Bu biriciklik unsuru dışlama ve kendini ötekilerden ayrımlandırarak farklı bir noktaya koyma eğilimini de beraberinde taşır. Leibniz'in; Almanca'nın, Roma boyunduruğunu yıkan halkların dilinin en aslına uygun ve en saf hali olduğunu söyleyerek, Alman misyonunu modern çağın "Aryan"lığının anası olma noktasına koyması (bkz Hutchinson, 2005:49) ve Almanlara rasyonalleşme ile çılgınlaşmış bir Avrupa'nın bedel ödeyerek kurtarıcısı olma misyonunu yüklemesi bu tarz bir biricikliğe duyulan inançla ilişkili olarak değerlendirilebilir.

Bu tarz doğalcı ve bir ölçüde nedensellikten uzaklaşan bir algı içerisinde çerçevelenen yaklaşımın aşırı olarak görülebilecek en temel yanı doğurduğu sonuçlar olarak ifade edilebilir. Bir şey "doğal" olunca "dogmatik" olmaya meyilli hale gelmekte ve sorgulanmaksızın kabul beraberinde gelen bir özellik gibi durmaktadır. Yaklaşımın doğalcı ifadesi, salt olarak ilk çağlardan beri varolan bir millet anlayışının ötesindedir. Yukarıda kısaca örneklerini vermiş olduğumuz durumların içerisinde millete-etnisiteye yüklenen misyonlar baştan ötekileştirme ve dışlamaya meyilli bir yapıyı ortaya koyar. Bu dışlama durumu doğal düzenin bir gereğidir,

43

kendilerini temel özellikleri, misyonları çerçevesinde güçlü bir birliktelik içinde algılarlar ve gruplar kendilerinden olmayanı dışlama eğilimi taşırlar (akt.Özkırımlı, 2013 :83). Bu dışlama kendi misyonlarına duyulan inancın bir göstergesidir. Oysa geçmişten günümüze bir çok örnek göstermiştir ki tarihsel süreç içerisinde bu tarz bir misyondan bahsetmenin zorluğu bir kaç örnek incelendiğinde dahi açıkça görülebilecektir; bu anlamda Yunanlılar bize iyi bir fikir verebilir. Yunanlılara- Yunan Milleti'ne-Yunanistan'a yüklenen tarihsel bir misyonu düşünecek olursak, Antik Çağlardan günümüze kadar uzanan bir felsefi temele ve düşünce dünyasına yön veren Platon, Aristo, Atina Demokrasisi gibi kavramlarla akıllarda kalan Antik Yunan'ın sofistike misyonunu mu, kolonicilikle ve Büyük İskender'in fetihleri ile farklı kültürleri kaynaştırıp meczeden dünya medeniyetine yön veren Hellenik Yunan Kültürü'nümü, Roma İmparatorluğu'nun devamı niteliği taşıyan Ortodoks Hristiyanlığın hamisi, en büyük eserlerinin üreticisi ve bugünkü şeklini veren Bizans Misyonu'mu yoksa günümüzde Avrupa'nın gelişme sürecindeki ülkelerinden biri olan Yunanistan'ın misyonu mu bu millete atfedilmiş tarihi ve doğal bir misyondur? Ya da günümüz Yunanistan'ı bunlardan birini seçerek, birinin doğruluğuna itikat ederek o yolda mı ilerlemelidir? Tarihsel süreç içerisinde yaşanan etnik ve milliyetçi hareketler göstermiştir ki az önce sıraladığımız durumlardan herhangi biri tekrar gündeme gelerek karşımıza kuvvetle çıkabilir ancak hali hazırda hangisinin gerçek misyon olduğu ya da böyle bir misyonun olup olmadığı sorusu müphemliğini koruyacaktır.

Primordializm içerisinde yer alan doğalcı yaklaşım, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere milletlerin tarihini olabildiği kadar eskiye götürmesinin yanısıra temeline milletlerin doğal oluşunu, tarihsel süreç içerisinde yaratılmamış, oluşturulmamış, bir kavram olduğu vurgusunu koyar. Bu noktada bir ayrıma gitmek zorunluluğu vardır primordialist düşünceyi benimseyen araştırmacıların tümünde bu konuda bir uzlaşım yoktur hatta küçük bir kısmının bu bakış açısına sahip olduğu ifade edilebilir. Milletlerin, tarihin eski dönemlerinden beri varolduğunu kabul etmek ya da kökenini tarihsel geçmişte aramak, milletlerin doğallığına inanmayı gerektirmemektedir.

Bu çerçevede aşırı olarak değerlendirilebilecek olan doğalcılığın yanısıra, Smith bir başka ayrıma gitmektedir. Bu ayrımda Smith farklılığı vurgulayabilmek

44

adına, yalnızca primordializmi değil kendisinin perennialism adını vermiş olduğu yaklaşımı da vurgulamaktadır. Perennialism özünde doğalcı yaklaşımı hariç tutarsak primordializmden çok ayrımlanamayan bir bakış açısıdır. Bu nedenle farklılığın daha net ortaya konulması amacıyla Perennialism doğalcı yaklaşımın altında ele alınacak ve anahatlarıyla ifade edilmeye çalışılacaktır.