• Sonuç bulunamadı

2.5. ETNİK KİMLİĞİN TASARIMINDA TERİTORYALLEŞME, ÖZEL BİR

2.5.1. Kürt Kimliğinin Tasarımında, Özel Bir Teritoryaya Duyulan Bağın

Kürtler açısından Kürt bölgesinin ismi ve coğrafyası zaman zaman tartışmalı olmakla belirgindir ve ismi "Kürdistan" olarak anılır, Kürt halkının yaşadığı toprakların isminin ilk kez bir Türk devleti olan Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer tarafından verildiği kabul edilmekte o güne kadar farklı isimlerle anılan bölgenin bu tarihten itibaren (1157) Kürdistan olarak anıldığı bilinmektedir (Nikitine, 2010:67, Tan, 2010:27, Minorsky&Bois, 2008:81). Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu'nda ve Cumhuriyet öncesinde kurulan mecliste de devam etmiş, bölgenin vekilleri Kürdistan vekilleri olarak anılmış, bölgede bulunan kolordu ve komutanlıkların adı "Kürdistan Komutanlığı ve Kürdistan Kolordusu" olarak anılmıştır (Tan, 2010:179). Ancak Cumhuriyet'in kuruluşu itibariyle üniter devletin bir sonucu ve sonradan tırmanan etnik çatışma ortamıyla Kürdistan isminin kullanılması bırakılmış yalnızca Kürtler tarafından bu isimle anılmaya devam edilmiştir.

Kürdistan olarak ifade edilen coğrafya, kuzeyde Erzurum-Kars, doğuda Horasan, güneyde Bağdat, Kızıldeniz, Şam hattı, batıda ise Malatya'dan başlayarak Adana'nın doğusunu dahil eden bir çizgi tanımlanmaktadır (Minorsky&Bois, 2008:82-86). Ancak daha önce de belirttiğimiz üzere hem tarihsel süreçte, hem de günümüzde bu sınırlar oldukça tartışmalı ve üzerinde hem Kürtlerin kendi arasında hem de diğer komşularıyla uzlaşılamamış bir alan olarak durmaktadır. Bu durumda bölgenin, 4 farklı ulus-devletin Türkiye, Irak, İran ve Suriye sınırları içerisinde kalmasının önemli bir etkisi bulunmaktadır.

177

Çalışmamızın, şeyhler, bölgesel feodallerle ilgili kısımlarında anlatıldığı üzere, Kürtlerin tarihsel olarak önce Osmanlı Devleti'ne daha sonra ise Türkiye'ye karşı başkaldırmalarının temelinde kaynakların kullanımına ilişkin huzursuzluk ve bunun yanına eklemlenmiş kültürel haklar sorunsalı bulunmaktadır. Kürt mirlerinin bölgede vergi toplama haklarının ve yarı otonom yapılarının Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezileşme çabaları ile birlikte son bulmasına bir tepki olarak feodal beylerin isyanları gündeme gelmiştir. Bu noktada feodal beylerin örgütlenmeyi sağlamak adına Kürtlerin coğrafyasına ilişkin kültürel ve ekonomik ayrıcalık talepleri dikkat çekmektedir. Ancak, Kürt Milliyetçiliği'nin ilkel olarak adlandırılabileceği bu döneminde toprak ile kurulan bağ arasında ilişkiler primitif düzeyde kalmış yukarıda da bahsettiğimiz üzere bölge seçkinlerinin çıkar mücadelesinin parçası olmuştur.

Toprakla özel bir bağın kurulması ise daha sonraki dönemlere 1970'lerin ikinci yarısına ve özellikle PKK varlığına denk gelmektedir. Bu demek değildir ki bu süreç içerisinde Kürtler bölgeye bağlılıklarını kaybetmiş ya da Kürdistan kelimesini kullanmayı bırakmış olsun ancak söylemsel olarak gündeme gelişi bu dönemlerde daha belirginleşmiştir. PKK tarafından Türkiye Cumhuriyeti sömürgeci güç olarak tanımlanarak, Kürdistan'ı sömürdüğü kaynaklarını kullanarak, halkını bitap düşürdüğü ifadeleri kullanılmıştır (1998a:76).

Kürt kimliğinin tasarım sürecinde inceleme alanımızı oluşturan legal demokratik siyaset perspektifinde ise Kürdistan'ın bir bölge, kavram ve coğrafya olarak sıklıkla kullanıldığını görmek mümkündür. Çalışmamız çerçevesinde bölgesellik ile milliyetçilik arasında legal demokratik siyasetin kurmuş olduğu bağlara özel olarak değinilecektir ancak oldukça yakın bir örnek olması, konuyu ele alış biçimimizi somutlaştırması ve yukarıda da ifade ettiğimiz kuramsalı desteklemesi açısından birkaç örneğe yer vermek yerinde olacaktır.

Bu konuda en belirgin örneklerden birisi Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanı, Gültan Kışanak'ın, Al Jazeera'ya vermiş olduğu ropörtajda görmek mümkündür. Kışanak biz/öteki ayrımını kavramsallaştırırken başta yer altı kaynakları olmak üzere yine Kürdistan'ın bir sömürü bölgesi olduğunu dile getirmektedir: "Barajlar yapıldı,

178

sulama kısmı geri plana bırakıldı, asıl enerji üretimi için çalıştırıldı ve enerji batıya yatırım ve sanayileşme olarak gitti. Bize de icra olarak geldi. Biz elektrik ürettiğimiz için suçlu hale geldik. Bütün köyler elektrik borcunu ödeyemedi diye icralık. Biz elektriği ürettik, batıya götürüp sanayileşme ve kalkınma yaptılar, doğuya ceza olarak geri döndü. Burada barajlar yapıp, elektriği batıya götürüp, buraya ceza olarak dönmesi ciddi bir sorun. Artık doğrudan belediyeyi de ilgilendiriyor çünkü köylerdeki içme suyuyla ilgili bütün yapı borçlarıyla birlikte bize devredilecek. Buna köklü bir çözüm bulunması gerekir.(“Diyarbakır’da Üretilen Petrolden Pay İstiyoruz”

Al Jazeera 12.04.2014)" Kışanak yukarıda verilen örnekte Paasi'nin daha önce andığımız biz/burada, onlar/orada ikiliği üzerinden üreten ve tüketenin ayrı olduğu ifadelerini kullanmış ancak burada bu tanımlamayı yaparken yatırımı gerçekleştireni değil bölgeyi sahibiyet hakkına ortak yapmıştır. Bu durum gündemde uzun süre kalmış olmasına karşın olayın politik boyutunun öneminden öteye ifade ettiğine farklı bir gözle bakmak gereklidir. Öncelikli olarak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Kışanak sahiplik kurgusunu teritorya üzerinden şekillendirmekte ve madem ki doğal zenginlik bölgede bulunuyor o halde kazancı da bölge halkının olmalı düşüncesini salık vermektedir. Bir başka boyutuyla ise sömürgeleşme vurgusunu isim olarak değil ancak kavramsal olarak yeniden vurgulamaktadır. "Batı'da kalkınma, sanayi yaptılar doğuya ceza olarak döndü" ifadesini dile getirmektedir.

Aynı konuşmanın özellikle petrol ile ilgili olan kısmında Gültan Kışanak:

Diyarbakır’da kaç petrol kuyusu var, ne kadar üretim yapılıyor, nereye gidiyor; geçmişte ağır çevre faturası vardı, onun durumunu araştırıyoruz. İçme kuyularını kirlettiği yönünde çok ciddi iddialar vardı. Petrol ekonominin ana dinamosudur ama oraya enerji gidiyor, bize kirliliği kalıyor. Elektrik gidiyor borç kalıyor; petrol gidiyor, sularımız kirleniyor. Bunu ne Allah kabul eder, ne kul kabul eder, ne demokrasi kabul eder. Kaynaklarını ver, ben götüreyim, ne kadar ağır faturası varsa kalsın, bunu kimse kabul etmez. Petrolden kesinlikle pay istiyoruz, yereldeki tüm enerji kaynaklarından, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden, ekonomik varlıklardan yerelin pay alması lazım. (Al Jazeera 12.04.2014)" ifadelerini kullanmıştır.

Kışanağın tutumu bölgenin sömürge gibi görüldüğünün bir başka ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. "kaynaklarını ver (sen ver) ben götüreyim" anlatımı ise

179

bölgesellik açısından hem coğrafi hem de grupsal olarak farklılıkları ortaya koyma çabasına tekabül etmektedir.

Kışanak'ın açıklamalarına KCK tarafından destek Cemil Bayık aracılığı ile gelir, Bayık da bölge ve bölge ismi ile halk arasında oluşturulan bağ daha belirgin niteliklere sahiptir bu doğrultuda Bayık şu açıklamayı yapmıştır "Kürtler, kendi

kaynaklarına sahip çıkarsa yoksulluk ve fakirlikten kendilerini kurtaracaklardır. Eğer Kürtlerin zengin kaynakları Kürdistan'a kalırsa bütün ekonomik sorunları çözülecektir. Kaynak ve insan öz gücü bir araya gelirse Kürdistan, Ortadoğu'nun İsviçre'si olacak. Ancak, Türkiye politikaları ile Kürdistanı yoksul ve fakirleştirip halkın göç etmesine neden oluyor" (“Kandil’den, Kışanak’a Destek, Vatan,

18.04.2014). Egemen kimlik aracılığı ile yoksullaştırılıp fakirleştirilmeye yapılan vurgu ve buna ek olarak, bölge halkının iş gücü olarak kullanıldığı ifadesi ile sınıfsallaştırıldığı iddiası doğrudan rasyonel veriler aracılığı ile salt etnik kimlik farklılığından ya da etnik farklılıktan mütevellit bir sınıflaşma durumuna gönderme yaparak, grubun sömürgeleştirildiği iddiasını ortaya koymaktadır.

Legal demokratik siyasette özellikle yerel seçimlerde adaylarca dillendirilen bölgeselliğe atıfların en belirgin örneklerinden birisi, 2014 yerel seçimlerinde Diyarbakır Belediyesi eş başkanlarından Fırat Anlı'nın ifadeleridir. Anlı: "Artık Kürt

ve Kürdistan zamanı gelmiştir. Artık açık bir şekilde ifade edebilirim ki her onurlu bir halk gibi kendimizi göstermemiz lazım. Kürt halkı adına diyebilirim ki biz kimseye haksızlık yapmıyor, kimsenin hakkını elinden almıyoruz. Şu an Sarıcak Köyü'nün merkezinde petrol çıkıyor. Bundan köylüler ne kadar faydalanıyor? Bölgenin geri kalmışlığını her defasında dile getiriyorlar ve 'Siz bizim en büyük yükümüzsünüz' diyorlar. 'İstanbul, Kocaelli, Mersin, İzmir kazanıyor biz size para gönderiyoruz' diyorlar. külliyen yalan, iki yüzlülüktür." (“Hırsızlık Olmadığı

Müddetçe Bereket Olur” 2 Mart 2014, Diyarbakır Söz) Anlı vermiş olduğu demeçte hem halkın, hem de bu halkın adı ile ilişkilendirilmiş coğrafyanın kullanılmasının gerekliliğini vurgulamakta, bunun bir onur meselesi olduğuna değinmektedir. Bir başka deyişle halkın adına ve toprağına sahip çıkmanın onur kavramı ilişkilendirilerek ortaya konulması bölgesellikle kurulan insani bağların kavranması açısından da önem taşımakta, adı geçen bölgeden almış olduğu göçlerle önplana

180

çıkan, Türkiye'nin sanayileşmiş illerini sıralayan Anlı, bu illerle Diyarbakır arasında bir fark olmadığını vurgulamaktadır.

Çalışmamızın inceleme kısmında, teriyoryalliğe ilişkin detaylı bir inceleme yapılacağından yazının bu kısmında verilen örnekler kurulan bağın belirginleşebilmesi adına aydınlatıcı bir vasıf taşıması ümidiyle aktarılmıştır. Bu duruma ek olarak PKK ve legal demokratik siyasetin söylemlerinin arka arkaya ve benzer minvallerde verilmesi arada bir bağ kurma ya da "ikisinin bir farkı yok" söylemini meşrulaştırma çabası değildir. Yalnızca Kürt kimliğinin tasarımı içerisinde son 30 yılda karşımıza çıkan ve gerçekten görünür hale gelen söylem birliğini somutlaştırma çabasıdır.

Etnik kimliğin oluşumunda kültürel belleğe temas eden ve bir sınır koyucu olarak işlev gören bölgesellik kavramından sonra "bölgeselleştirilen geleneklere" ya da "politize edilen geleneklere" bakmak yerinde olacaktır. Çünkü gelenekler toplumun daha geniş bir sathına yayılsa dahi teritorya ve halkla yeniden anlamlandırma sürecine girilerek farklı bir nitelik ve politik bir kimlik kazanabilmektedir. Bu nedenle başta Newroz olmak üzere gelenek, bayram, kutlama ve şölen pratiğinin bölgesel politizasyonuna değinilecektir.

2.6. ETNİK KİMLİĞİN TASARIMINDA GELENEK, TÖREN ve