• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

5.1. Literatüre İlişkin Bir Değerlendirme

Türkiye’den Avrupa’ya göçe ve göçmen işçilerimize yönelik yapılan ilk alan çalışması Almanya’da, 1963 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) adına Nermin Abadan-Unat tarafından gerçekleştirildi (Mortan ve Sarfati, 2011: 8). Türk işçi göçünün merkezinde yer alan ülke olarak Almanya ve sonrasında Türk işçi göçünün giderek artmasıyla Avrupa’nın diğer ülkelerinde (Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre, İsveç, Danimarka, İngiltere ve Belçika gibi) Türk nüfusun yoğunlaşması göç literatürünün de giderek gelişmesine neden olmuştur. Avrupa’ya Türk göçü ve Türk göçmenler üzerine yapılan çalışmaların sayısı her geçen gün yeni değişimler etrafında genişlerken, alandaki katkıların hem Türkiye’den hem de göç alan ülkelerden yapıldığı görülmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin dış göç sürecinin hem içeriden hem de dışarıdan, iki farklı bakış açısıyla ele alındığı ve yorumlandığı ifade edilebilir. Özellikle göçmenlerin ekonomik girdiler ekseninde araştırıldığı ilk dönem çalışmalarda göçmen işçiler ya da işgücü göçü; geçicilik anlayışı üzerinden değerlendirildiğinden ev sahibi toplumlar için sosyo-kültürel bir endişe kaynağı olmamış, Türkiye açısından ise işsizlik oranlarının düşürülmesinde ve döviz açığının kapatılmasında kurtarıcı bir politikanın parçası olarak görülmüştür.

Perşembe’ye göre (2005a: 15-16) Türkiye’den Avrupa ülkelerine göç üç farklı dönemde üç farklı bakış açısıyla ele alınmıştır. Göçün başlangıcında, 1960’lı yıllarda

göç olgusu ekonomik boyutlarıyla ele alınmış, göçmenlerin Türkiye’ye aktardıkları döviz rezervlerinin miktarı, ülke ekonomisine katkıları, göçmenlerin birikimleri, çalışma koşulları gibi konulara yoğunlaşılmıştır. Bununla birlikte yaşanan kültür şoku ve yaşam koşullarındaki (özellikle barınma konusundaki) zorluklar da çalışmalarda işlenmiştir. 1970’li yıllarda göçün farklı boyutlar kazanması, aynı zamanda bir araştırma nesnesi olarak göçün farklı boyutlarıyla ele alınmasını gerekli kılmıştır. Özellikle 1973 yılında ortaya çıkan ve çoğu Avrupa ülkesini etkileyen petrol krizi sonrasında durdurulan işgücü göçü, göçün erilliğine ket vurmuş ve aile birleşimleriyle birlikte kadın ve çocukların da göçe dahil olduğu görülmüştür. Bu bağlamda erkek işçiler, ailelerini yanlarına alarak bir bakıma yerleşik düzene geçmişlerdir. Misafir işçiliği birçok ülkede teori ve pratikte ortadan kaldıran bu süreç, göç literatürüne bugün de hakim olan entegrasyon, kültürleşme, dil yeterliliği, göçmen çocuklarının eğitimi, ikinci kuşağın kimlik problemleri gibi bir dizi toplumsal sorunu gündeme getirmiştir. Türkiye bağlamında değerlendirildiğinde göçün 1980’li ve 1990’lı yıllar olmak üzere iki ayrı dönemde siyasal bir içeriğe bürünmesi, mültecilik ve kaçak göçmenlik gibi yeni göçmen tipleri, göçün ve göçmenliğin farklı bir boyuta taşınmasına neden olmuştur. Göçmen alan ülkelerin, sığınma taleplerinin büyük bir çoğunluğuna olumlu yanıt vermesi, toplumda göçmenlere ilişkin algının giderek sertleşmesine neden olmuştur. Bu sebeple, dönemsel koşullara bağlı olarak göç araştırmalarının bu dönemde ırkçılık, ayrımcılık, işsizlik gibi toplumsal sorunlara odaklandığı görülmektedir. Bu sorunlar etrafında gündeme gelen diğer konular ise çokkültürlülük, kültürel farklılıklar, kültürlerarası iletişim, göçmenlerin ve göçmen kökenlilerin kimlik ve aidiyet arayışları gibi konular alanda önemli bir yer tutmaktadır.

Avrupa’ya göçün tarihinde ve günümüzde Türkiyeli nüfusun hâlâ en yoğun olduğu ülke Almanya olduğu için, göç alanındaki çalışmaların Almanya ekseninde yoğunlaştığı görülmektedir. Bununla birlikte Fransa, Hollanda, Belçika gibi Türklerin görece yoğun olduğu Avrupa ülkelerinde de alan çalışmalarının yapıldığı bilinmektedir. İsveç ise bu konuda fazla çalışılmayan bir ülke olma özelliğini günümüzde de sürdürmektedir. Her ne kadar İsveç’e işgücü göçü diğer Avrupa ülkeleri ile hemen hemen aynı yıllarda başlamış olsa da İsveç, göç çalışmalarında merkezi bir ilgiye hiçbir zaman sahip olmamıştır.

Bunun; hem İsveç’in sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan Avrupa’nın merkezinde yer almaması ve uzak bir coğrafyada olması, hem de tarihsel açıdan

Türkiye ile İsveç arasındaki ilişkinin azlığı, İsveç’teki Türkiyeli nüfusun diğer Avrupa ülkelerine göre nispeten az sayıda olması gibi bazı nedenleri vardır.

Bugün artık klasikleşmiş bir çalışma olan Sema (Köksal) Erder’in “Toplumsal

Değişme, Dış Göç ve Mekân, Refah Toplumunda Gettolaşma: Stockholm-Rinkeby Örneği” adlı (Erder, 2006) doktora tezi çalışması İsveç’teki Türkler ile ilgili Türkiye’de

yapılmış ilk araştırmadır. 1986 yılında tamamlanan bu tez, İsveç’in Stockholm kentinde, günümüzde giderek bu özelliğini yitirmeye başlamış olsa da, Türk göçmenlerin yoğunlaştığı Rinkeby ‘getto’su üzerine eğilmektedir. Erder’in çalışması göçmenlerin mekânsal ayrışmasının ileri bir biçimi olarak Rinkeby’nin nasıl ‘Türkeby’ye dönüştüğünü göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ancak aradan geçen zaman göz önünde tutulduğunda İsveç’te yaşayan Türklerin yaşadığı sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerin, göçteki paradigma değişiminin ve İsveç’in göçmen politikasındaki iniş ve çıkışların konuya çok daha farklı boyutlar eklediği göz önünde bulundurulmalıdır.

Stockholm Üniversitesi’nde Şahin Alpay tarafından doktora tezi olarak 1980 yılında tamamlanan “Turkar i Stockholm” (Stockholm’deki Türkler), 1991’de yayınlanan Ingrid Lundberg’in “Kulubor i Stockholm: En Svensk Historia” (Stockholm’de Kululular: Bir İsveç Tarihi) adlı kitabı ve Ingrid Lundberg ve Ingvar Svanberg’in 1994 yılında tamamladıkları “Kulu: Utvandrarbygd i Turkiet” (Kulu: Türkiye’de Göçmen İlçesi) kitabı İsveç’te yaşayan Türklerle ilgili kaleme alınmış önemli eserlerdendir (Anık, 2012: 14-15). Bu eserlerin İsveççe yazıldığı da belirtilmelidir.

Ayrıca Ulla-Britt Engelbrektsson’un 1995 yılında yayınlanan “Tales of Identity:

Turkish Youth in Gothenburg” (Kimlik Masalları: Göteborg’da Türk Gençliği) isimli

çalışmasından bahsedilebilir. Engelbrektsson bu çalışmasında Türk gençlerinin kimlik algıları üzerine nitel bir araştırma yapmıştır. Araştırmada, Türk gençlerinin okuldan ayrılma ve işgücüne dahil olma süreçleri, boş zaman etkinlikleri, dini aidiyetleri, sosyal ağları, evlilik ve geleceğe ilişkin planları gibi belli başlı konular incelenmiştir.

Judith Narrowe tarafından Stockholm Üniversitesi’nde 1998 yılında hazırlanan “Under One Roof: On Becoming a Turk in Sweden” (Tek Çatı Altında: İsveç’te Bir Türk Olmak Üzerine) isimli doktora tezi de konuyla ilgili yapılmış bir diğer çalışmadır.

Martin Bak Jørgensen tarafından Danimarka’nın Aalborg Üniversitesi’nde 2008 yılında hazırlanan “National and Transnational Identities: Turkish Identity in Denmark,

Almanya’da Türk Kimliği) adlı doktora çalışması da bir diğer önemli çalışmadır. Bu çalışmada yazar Türk göçmenler tarafından kurulan dernek ve federasyonlar hakkında bilgi vermekte ve bunların toplumsal işlevlerini ve kimlik oluşumuna etkisini incelemektedir.

Konuyla ilgili yakın geçmişte Türkiye’de iki ayrı araştırma daha yapılmıştır. Bunlardan birincisi Arif Korkmaz tarafından Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde doktora tezi olarak hazırlanan “Göç ve Din: İsveç’teki Kululular Örneği” isimli çalışmadır. Korkmaz, 2010 yılında tamamlanan bu çalışmasında göçün dini yaşam üzerine etkisini İsveç’e göç eden Kululular örneğinde incelemekte ve konunun İsveç’teki ve Kulu’daki Kululular açısından karşılaştırmalı bir analizini yapmaktadır.

Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yapılan bir diğer doktora çalışması ise Mehmet Anık tarafından 2011 yılında tamamlanmıştır. “Çokkültürlü Bir Toplumda

Kimlik Algısı: İsveç’te Yaşayan Türk Göçmenleri Örneği” isimli bu çalışma “Kimlik ve

Çokkültürcülük Sosyolojisi” ismiyle yayımlanmıştır. Anık, bu çalışmasında, elde ettiği nitel verilerden hareketle İsveç’teki Türklerin, özellikle kimlik ve ayrımcılık sorunlarına odaklanmaktadır.

Bunların dışında her ne kadar kolektif kitaplar olsa da iki akademik eserden daha söz etmekte fayda var. Emrehan Zeybekoğlu ile Bo Johansson’un editörlüğünde çıkan “Migration and Labour in Europe: Views from Turkey and Sweden” (Avrupa’da Göç ve İşgücü: Türkiye ve İsveç’ten Örnekler) ve Marie Carlson, Annika Rabo ve Fatma Gök tarafından derlenen “Çokkültürlü Toplumlarda Eğitim: Türkiye ve İsveç’ten Örnekler” isimli kitap çokkültürlü bir toplum olarak İsveç ve İsveç’te yaşayan Türk göçmenlere yönelik içerdiği bazı makalelerle önem taşımaktadır.

Akademik çalışmaların dışında belgesel nitelikli kitap ve çeşitli anı/gezi kitapları da mevcuttur. Özellikle belirtmek gerekirse Arslan Mengüç’ün “İlk Gelenler: Kendi

Ağızlarından İsveç Türkleri” kitabı bu konuda önemli bir kaynak niteliğindedir. Bir anı

kitabı olmakla birlikte mutlaka belirtilmesi gereken bir diğer kitap ise Murat Özsoy’un İsveç’teki 6 yıllık gözlemlerini içeren “İsveç ve Filmin İkinci Yarısı” isimli eseridir. Bu eserde de İsveç toplumunu ve İsveç’teki Türkleri anlamak için önemli bilgiler yer almaktadır.

Doktora tezleri ve telif eserlerin dışında İsveç’teki Türk göçmenler üzerine yayınlanmış alan araştırmasına dayalı Türkçe ve İngilizce makaleler de mevcuttur.

Bütün bunların dışında alana ilişkin literatür, ‘Türkiyeli’ göçmenler genellemesi içerisinde değerlendirilecek olursa Barzoo Eliassi’nin “Ülkemde Bir Yabancı”, Khalid Khayati’nin “Mağdur Diasporadan Sınır-ötesi Vatandaşlığa mı?” ve son olarak Minoo Alinia’nın “Diaspora Mekânları” isimli çalışmaları da bu bağlamda değerlendirilebilir.