• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.1.1. Asimilasyon: Eritme ve Emilmenin Politikası

Asimilasyon modeli ile ilgili ilk teorik açıklamaların ABD’de yapıldığı bilinmektedir. ABD’nin göçlerle ortaya çıkan bir toplum olması, içerisinde birçok etnik ve kültürel unsurun bir arada bulunmasını zorunlu kılmıştır. Bu sebeple Amerikan toplumu içerisindeki bu farklılıkların çeşitli şekillerde topluma uyum göstermesinin sağlanmaya çalışılması asimilasyonun bir uyum politikası olarak ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Milton Gordon ABD’de tarihsel süreç içerisinde üç farklı asimilasyon modelinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu bağlamda Anglo-conformity (İngilizliliğe uygunluk),

Melting Pot (eritme potası) ve Cultural Pluralism (kültürel çoğulculuk) ABD’de farklı

dönemlerde ortaya çıkan farklı asimilasyon modelleri olarak değerlendirilmektedir (Gordon, 1961: 265-279). İngilizliliğe uygunluk kavramı, asimilasyon ve göç hakkında ortaya çıkan bakış açılarındaki çeşitliliği içeren geniş kapsamlı bir kavramdır; her biri İngiliz kurumsallığını, İngiliz dilini, Amerikan yaşamının standardı ve belirleyicisi olarak İngiliz merkezli kültürel kalıpların sürdürülmesi görevini üstlenmektedir. İkinci yaklaşım olan eritme potasının ilkinden tek farkı göçmenlerin kültürel farklılıklarının eritilerek yok edilmesidir (Yalçın, 2004: 57). Asimilasyon teriminin kendi içinde çok sayıda alt süreci içerdiğini belirten Gordon’a göre (1961: 279) en bilinen asimilasyon ayrımı davranışsal asimilasyon (kültürleşme) ile yapısal asimilasyondur. Yapısal asimilasyon; göçmenlerin ve göçmen çocuklarının gelinen toplumda sosyal kliklerin, örgütlerin, kurumsal faaliyetler ve genel sivil hayatın içine girmesini ifade etmektedir.

Gordon’a göre bu süreç ilerlediğinde gruplararası evlilikler bir sonuç olarak ortaya çıkar.

Gordon, asimilasyonun farklı türler içerdiğini ve yedi farklı evreden oluştuğunu belirtmektedir (Schnapper, 2005: 299). Birinci evre kültürel asimilasyondur. Bu evrede azınlık grupları, ev sahibi topluma ait kültürü benimser. İkinci evre olan yapısal asimilasyon, azınlıkların ev sahibi toplumun birincil gruplarına girişini ifade eder. Üçüncü evrede ise azınlıklar kendi gruplarının dışında eş seçiminde bulunmaktadır. Dördüncü evrede ise ev sahibi toplumla özdeşleşme sağlanır. Beşinci evrede azınlıklar ev sahibi toplumlar tarafından gördükleri düşmanca davranışları geride bırakır. Altıncı evrede ise azınlıklar artık ayrımcılığa uğramazlar. Yedinci evre ise azınlık grupları ile ev sahibi toplum arasında siyasi çatışmaların son bulduğu evredir. Bu evreyle birlikte azınlıklar, toplum içinde kültürel kimliklerinden sıyrılan, giderek benzeşen, farklı kimliklerini yitiren bireyler haline gelirler. Sonuç itibariyle asimilasyon, farklı kimliklere sahip olan grupların kültürel ve sosyal açıdan eritilmesi süreci (Zanden, 1990: 191) olarak neticelenir. Asimilasyonun yavaş ilerleyen bir süreç olduğunu ifade eden Faist’e göre de (2003: 338) asimilasyon birinci kuşak göçmenler için ulaşılabilir bir hedef değildir. Birinci nesle mensup göçmenler için sadece kısmi adaptasyondan, yani uzlaşmadan bahsedilebilir. Bu bakımdan asimilasyon ikinci ve sonraki kuşakları hedefleyen, uzun vadeli bir uyum biçimi olarak ön plana çıkmaktadır.

Canatan’a göre (1995: 159-160) asimilasyon, kültürel boyutuyla hakim kültürün değer ve normlarını benimseme anlamına gelirken, yapısal boyutuyla azınlıkların egemen toplumun kurumlarına katılımını içerir. Asimilasyon politikası iki şekilde ortaya çıkabilir. Birincisinde zorunlu ve kısa vadede hakim kültüre uyuma zorlanırken, ikincisinde uzun vadede ve gönüllü olarak uyuma yönlendirilir. Birincisi otoriter, ikincisi ise demokratik rejimlerin benimsediği bir asimilasyon politikasıdır. Asimilasyon politikasının felsefi temeli etnosentrizmdir. Etnosentirizmin, asimilasyon politikasının temelinde yer alması, asimilasyonun kültürel açıdan aşağıda görülen, değersiz kabul edilen kültürel azınlıkların medenileştirilmesi gibi bir misyonu içerisinde barındırdığı anlaşılmaktadır.

Canatan, asimilasyonist (benzeşmeci) modelin altı temel varsayıma dayandığını belirtmektedir (1995: 186). Buna göre, toplum üniter bir birim olarak kabul edilir ve politik, ekonomik ve kültürel açıdan bölünemez nitelikte değerlendirilir. Toplumda herkesin uymakla mükellef olduğu belli başlı kurallar, kültürel değerler ve davranış

kuralları vardır. Bu yüzden azınlıkların ya da göçmen gruplarının da bu ortak değerlere uyması bir zorunluluk olarak nitelendirilir. Toplumun resmi ve yaygın dilinin, bütün etnik ve kültürel azınlıklar tarafından bilinmesi ve kullanılması gerekmektedir. Egemen ırk ve kültür diğerlerinden üstün kabul edilir. Egemen etnik grup, diğerlerini asimile etme sürecinde baskı ve şiddete başvurabilir.

Gerektiğinde şiddete ve baskıya başvurmaya kadar ileri gidebilen asimilasyon modelinin, azınlıkları kültürel açıdan ortadan kaldırmanın resmi bir politikası olduğu açıktır. Benzeşme süreci olarak ifade edilen asimilasyonun, azınlıklar tarafından düşünüldüğünde kendi kendisinin inkârı gibi zor bir süreci içinde barındırdığı söylenebilir. Bu bakımdan sosyal bir olgu olduğu kadar aynı zamanda birçok psikolojik etkenin de asimilasyon sürecinin öncesi ve sonrasında etkili olduğu görülmüştür. Diğerini küçümseyen, aşağılayan ve çoğunlukla toplumsal hayatta dezavantajlı konumda bırakan asimilasyoncu model, “kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete” (Kağıtçıbaşı, 2010: 385) dönüşebilir. Çünkü kendini toplumun dışında hisseden, toplumun “ötekisi” olarak görülen, toplumsal yaşamın her kademesinde ayrımcılığa maruz kalan göçmen bireyler, asimilasyonist bakış açısının bu tutumunu benimseyerek kendi kültürel kimliğinden vazgeçebilir. Ancak bu tür bir uyum politikası Touraine’ye göre demokratik toplumlarla örtüşmeyen bir politikadır.

Göçmenleri belli bir ekini (kültürü) özümsemeye ve kendini evrensel değerlerle özdeşleştiren bir toplumla bütünleşmeye çağıran erkinci konumları demokratik sayamayız. Kapalı dünyanızdan çıkın, gelin bizim açık dünyamıza, denir onlara. Bu, göçmenlerden kendi ekinlerinden soyunup çırılçıplak bir biçimde yeni ve yabancı bir dünyaya girmelerini istemek gibi bir şeydir. Bu kibirlilik değil de nedir! (1997: 207).

Batılı “medeni” insanın, “barbarları” medenileştirme gayreti olarak değerlendirilen bu modelin temelinde yatan etnosentrik bakış açısını bir “kibirlilik” olarak değerlendiren Touraine’ye göre benzeştirme ancak, kültürel bakımdan yakın ülkelerden gelenlerin göçmen olduğu ülkelerde yaygınlaşan bir çözüm (2005: 254) olabilir. Kendisinden tamamen farklı bir kültürü temsil eden azınlıklara karşı yürütülen asimilasyon politikasının zaman içerisinde işlevsiz olduğu, göçmen grupların kuşaklar geçmesine rağmen asimile olmaya direndikleri ve kültürel özelliklerini koruma eğilimi içinde oldukları anlaşılmıştır.