• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.3. KARŞILAŞMALAR: KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

4.1.2. İsveç’te Göçmen Politikaları ve Göçmenlerin Sosyal Konumu

İsveç, kendi halkı ve çoğu göçmen grubu tarafından, dünyanın en eşitlikçi ülkelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında, özellikle de göçmenler açısından yaşanacak en ideal, en demokratik ve en eşitlikçi ülke olarak değerlendirilmektedir. İsveç’in göçmen politikaları neticesinde elde ettiği bu

şöhret, İsveç’e yapılan sığınma taleplerinden de anlaşılmaktadır. Örneğin, 2005 yılında ülkeye yapılan iltica talebi 8 bin iken, bu sayı 2006 yılında ciddi bir artış göstermiştir ve 20 bin sınırını aşmıştır (Regeringskansliet, 2010: 16). Bu sayılar İsveç’te her geçen gün artmaktadır. Bu artışın en önemli nedenleri arasında, çoğu kişi tarafından cömert bir göçmen politikası olarak değerlendirilen “İsveç Modeli”nin dünyada kabul gören uygulamaları en ön sırada gösterilmektedir.

Ancak bu durum, İsveç’te göçün başlangıcından bu yana uygulanan göçmen ve azınlıklar politikasının aynı düzlemde seyrettiği anlamına gelmemektedir. Belki daha da önemlisi İsveç’e ilişkin bu algının varlığı; İsveç’in sorunsuzca işleyen bir göçmen politikasına sahip olduğu ve göçmenlerin İsveç toplumu içerisinde, göçmen ya da yabancı olmanın getirdiği problemlerle yüzleşmek durumunda kalmadığının bir teminatı değildir. Nitekim bu konuda yapılan çalışmalar göçmenlerin çok ciddi problemlerle karşılaştığını göstermektedir.

İsveç’te yaşanan göç dönemlerinin ilk evresini oluşturan II. Dünya Savaşı’ndan 1960’lı yıllara kadar uzanan süreçte son derece liberal bir politika izlenmiştir ve göçmenlerin ülkeye yerleşmeleri ve çalışmaları konusunda bir kısıtlamaya gidilmemiştir. Bu dönem ihmaller dönemi olarak nitelendirilmektedir (Engelbrektsson, 1995: 47). Bu dönemin göçmenler açısından en problemli tarafı ise barınma konusunda yaşanan sıkıntılar ve dil öğrenimidir. Ancak göçmenler nerede yaşayacakları ve çalışacakları konusunda serbesttirler.

1960’lı yıllarda başlayan ve 1970’li yılların ortalarına kadar devam eden işgücü göçü İsveç’in endüstriyel gelişimine paralel bir seyir gösterirken bu dönemde göçe ve göçmenlere yönelik ciddi bir düzenlemenin olmadığı görülmektedir. Ancak, 1960’lı yıllarda bütün Avrupa ülkelerini etkileyen ekonomik kriz ve İsveç sendikalarının iş gücü göçünün düzenlenmesine yönelik talepleri nedeniyle İsveç, liberal göç politikalarını revize etmiştir. Sonuç olarak Nordik olmayan göçmenlere ülkeye girmeden önce çalışma ve oturma izni almayı zorunlu hale getiren daha kısıtlı bir göçmen politikası 1960’lı yılların sonunda benimsenmiştir (Akış ve Kalaylıoğlu, 2010: 4). Bu dönem içerisinde İsveç göç politikasının temel hedefi ise asimilasyondu (Khayati, 2010: 247). İsveç’in asimilasyona dayalı bir hedefi benimsemesi, esasında işgücü göçüne ve göçmenlerin geleceğine yönelik tasarımıyla ilgilidir.

Castles ve Miler, göç alan ülkeleri üç farklı gruba ayırmaktadır. ABD, Kanada, Avustralya gibi aile birleşmesini ve sürekli yerleşimi teşvik eden ve yasal göçmenlere

geleceğin vatandaşları olarak bakan “klasik göç ülkeleri” ilk grubu oluşturmaktadır. Castles ve Miler’ın belirttiğine göre oldukça farklı bir tarihsel geçmişe sahip olmasına rağmen, İsveç de bu gruba dahil edilmektedir. İkinci grup, eski kolonilerinden gelen göçmenlerin ülkeye giriş itibariyle vatandaş sayıldığı Fransa, İngiltere ve Hollanda’yı kapsamaktadır. Üçüncü grup ise katı “misafir işçi” modelleri çerçevesinde göçmen kabul eden Almanya, Avusturya ve İsviçre’dir (2008: 325). Erder’in ifadeleriyle (2006: 91) İsveç’in göçmen politikası, birçok Batı Avrupa ülkesinden farklı olarak misafir işçi politikası değil, kalıcı göçmen politikası olarak belirmektedir. Dolayısıyla göçmenleri kalıcı yerleşimciler olarak gören yaklaşımın temel hedefi de buna uygun bir entegrasyon politikasını zorunlu olarak beraberinde getirmektedir ve bu hedef, o dönemki koşullar çerçevesinde göçmenlerin toplum içerisinde eritilmesini öngören asimilasyonist yaklaşımla örtüşmektedir.

Bu yaklaşım çerçevesinde özellikle 1960’lı yılların ortalarından itibaren İsveç toplumuna yeni katılan kişilere artık “yabancı” değil “göçmen” denilmeye başlandı. Resmi olarak 1966 yılında, İsveç hükümeti yeni gelenlerin yabancı (utlanningar) kavramı yerine artık göçmen (invandrare) kavramıyla tanımlandığını deklare etti (Odmalm, 2005: 50). “Göçmen”in yaygın bir tanımına göre kavram İsveç’te yaşayan ama yurtdışında doğmuş olan kişilere referans vermektedir. İkinci kuşak için “yabancı geçmiş” sahibi etiketinin en son resmi tanımı şu şekildedir: İki biyolojik ebeveyni yurtdışında, kendisi İsveç’te doğmuş kişi. Eğer sadece bir ebeveyn yurtdışında doğmuşsa, bu kişi İsveçli geçmişine sahip olarak değerlendirilmektedir (Carlson ve Rabo, 2011: 3). Göçmen kelimesinin, kavramsal olarak “yabancı” kavramından çok daha yumuşak ve olumlu çağrışımlara sahip olmasına rağmen, içerisinde birçok olumsuz anlam taşıdığı ifade edilmektedir.

Örneğin Alinia’nın belirttiğine göre vandra, İsveççede yürümek, gezinmek, ağır ağır yürümek gibi anlamlara geldiği için invandrare (göçmen), göçmenlerin yasal yollardan yolculuk yapan ve aklı başında yerleşimciler olmaktan ziyade, sınır ihlalcileri oldukları algısını besleyen modern-öncesi, amaçsızca dolaşma çağrışımlarına sahiptir (2007: 174). Bu sebeple göçmenler, kavramsal düzlemde de olsa bir sınır ihlalcisi çağrışımlarıyla birlikte değerlendirilmektedir. Ancak İsveç bağlamında düşünüldüğünde göçmen gruplarının hepsi aynı yaklaşım açısıyla değerlendirilmemektedir. Özellikle bu konuda yapılan son çalışmalar, göçmen kelimesiyle bariz ve örtük bir biçimde temel olarak Müslüman ve Afrikalılara atıfta bulunulduğunu göstermektedir. Göçmenler,

Avrupa toplulukları ve medeniyeti için tehdit ve tehlike oluşturduğu ileri sürülen ötekiliğin, farklılığın ve ölçülemezliğin göstereni olmaktadır (Eliassi, 2012: 25). Sander’in altını çizdiği üzere (2004: 281) İsveç’te eğer bir kişi göçmen olarak kimliklendirilmişse, otomatik olarak düşük değerli birisidir ya da en iyi, en yumuşak ifadesiyle ikinci sınıf vatandaştır.

1960’lı yılların sonunda, göçmenlerin yerleşimci olarak görüldüğü dönemde, göçmenlere ilişkin üç farklı argüman öne sürülüyordu (Khayati, 2010: 250). İlk argüman, ulusal duygu ve ulusal aidiyet ve İsveç dili, kültürü ve değerlerinin korunmasına vurgu yapan ve göçmenleri çoğunluğun kültür ve normlarına asimile olmaya teşvik eden kültürel argümandı. İkincisi, kültürel azınlıkları, çoğunluğun kültürel değerlerini benimsemeye davet eden sosyolojik argümandı. Sonuncu rasyonel argüman da, asimilasyoncu bir stratejinin ayrımcılık karşıtı bir rol oynayacağını öne sürüyordu. Khayati’nin belirttiğine göre bu dönemde, “kültür” önde gelen bir entegrasyon kavramı değildir. Hedef, göçmenleri çoğunluğun kültür ve normlarına asimile etmek değil, toplumun maddi yapılarına, yani İsveç işgücü piyasası ve refah devletine asimile etmekti. Kültürel açıdan bir asimilasyon politikası bu dönemin belirleyici özelliği olmamakla birlikte temel amaç, göçmenlerin iktisadi etkinliklerinin İsveç’in ekonomik yapısına uygun hale getirilmesiydi.

Engelbrektsson (1995: 48) İsveç’in göçmen politikası içerisindeki bu dönemi tartışma ve müzakere dönemi olarak nitelendirmektedir. Tartışmanın temel konusu göçmenlerin İsveç’te zor zamanlar geçirdiği ve kimsenin bununla ilgilenmediği üzerine kuruludur. Tartışmalar neticesinde 1968 yılında Nordik olmayan göçmen akışının kontrolüne ilişkin yeni kuralların ilan edilmesine paralel bir şekilde hükümet göçmenlerin maddi gelir konusunda eşit haklara sahip olduğunu deklare eder. Bu bakımdan özellikle işgücü piyasasına katılım, ücretler ve çalışılan iş kolları açısından ilk ciddi düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır.

Göçmenlerin İsveç’te karşılaştıkları sorunları araştırmak üzere 1968 yılında bir hükümet komisyonunun kurulması İsveç’in göçmen politikalarında önemli bir değişime neden olmuştur. Altı yıllık çalışmanın ardından 1974’te tamamlanan komisyon raporunda, devletin bireyleri kendi dillerini ve kültürlerini terk etmeye zorlamaması gerektiği ve azınlıkla çoğunluk kültürleri arasındaki etkileşimin toplumu bir bütün olarak zenginleştireceği sonucuna ulaşılmıştır. Raporda bu etkileşimi sağlamak üzere çocuklar ve yetişkinler için dil eğitimi ve göçmen grupların kültürlerinin desteklenmesi

gibi öneriler getirilmiştir (Kalaylıoğlu, 2009: 270). Bu tasarı, aynı zamanda yabancılara, yerli halkla benzer yaşam koşulları altında aynı fırsatlar verilmesi ve yabancıların vatandaşlığa geçme hakkına sahip olması gerektiğini belirtiyordu (Odmalm, 2005: 53).

İsveç’in, 1975 yılında çokkültürlü bir devlet olduğunu deklare etmesi göç ve azınlıklar politikasında yaşanan birçok değişimin de habercisi oldu. Fransız Devrimi’nin ana ilkelerinden ilham alan bu politikanın üç temel ilkesi; eşitlik, seçme özgürlüğü ve işbirliğidir (Akış ve Kalaylıoğlu, 2010: 7; Vedder ve Virta, 2005: 322; Westin, 2003: 170; Ålund ve Schierup, 1996: 2; Abadan-Unat, 2006: 311; Kilimci, 2009: 160; Kalaylıoğlu, 2009: 270).

İsveç; Avusturalya, Hollanda ve Kanada ile birlikte çokkültürcülüğü resmen göçmen politikası olarak benimseyen az sayıdaki ülkelerden biri oldu. 1970’li yıllarda yapılan düzenlemelerle birlikte yabancılara karşı uygulanan geleneksel asimilasyonist tutum terkedilmiş ve İsveç, etnik çoğulcu bir toplum olarak değerlendirilmeye başlanmıştır (Akış ve Kalaylıoğlu, 2010: 7). Bu çokkültürcü anlayışla birlikte, göçmenler İsveçlilerle aynı haklara sahip olacaklardır (eşitlik). Özel hayatlarında isterlerse asimile olacaklar, isterlerse kendi kültürlerine bağlı kalacaklardır (seçme özgürlüğü). Tercihleri hangisi olursa olsun, yaptıkları tercih İsveç değerlerine ve kurallarına ters düşmemek zorundadır (ortaklık). Ortaklık oy verme hakkını ve seçimlerde yer alma hakkını da vurgulamaktadır (Kilimci, 2009: 160). Özellikle eşitlik ilkesi bu politikanın anahtar önemdeki ilkelerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Eşitlik ilkesi, yabancı doğumluların hiçbir kısıtlama olmaksızın temel ekonomik, sosyal ve eğitim haklarından faydalanabilecekleri anlamına gelmektedir (Westin, 2003: 170). Göçmenlerin ve azınlıkların, iş ve toplumsal yaşamın her alanında “yerli İsveçliler”le aynı haklara sahip olacağı anlamına gelen bu ilkeyle birlikte göçmenler yasal olarak eşit haklara ve statüye sahip bireyler olarak değerlendirilmeye başlanır.

1975 Göçmen ve Azınlık Politikası, İsveç’in ülkede yaşayan yabancılara dönük geleneksel tutumundan radikal bir kopuşu temsil eder. Bu politikayla birlikte göçmenleri topluma bütünleştirme sorununda asimilasyonu bir çözüm olarak gören yaklaşım resmi olarak terk edilmiş ve İsveç etnik bakımdan çoğulcu bir toplum olarak görülmeye başlanmıştır (Kalaylıoğlu, 2009: 270). Ålund ve Schierup’a göre (1996: 2) İsveç’in çokkültürcü göçmen politikası, tüm Avrupa’da işgücü ithalinde kullanılan misafir işçi modelinin reddi; etnik gruplar arasında sosyal eşitliği yaratma arayışı ve göçmen kültürlerine saygıya dayalı bir anlayışla şekillenmekte ve tanınmaktadır.

İsveç’in çokkültürcü göçmen politikasının bir diğer önemli ilkesi olan kültürel seçme özgürlüğü, göçmen kültürlerinin tanınması ve saygıyla karşılanması esasına dayanmaktadır. Seçme özgürlüğü fikri, göçmenlerin kültürel açıdan kendi öz kültürünü mü yoksa İsveç kültürünü mü tercih edeceği konusunda bireyi serbest bırakma düşüncesine dayanmaktadır. Bu sebeple çokkültürcülüğün İsveç’te kabulü, bir diğer açıdan asimilasyoncu yaklaşımın reddedildiği anlamına gelmektedir. İsveç’in kültürel seçme özgürlüğü fikri temelde ana dilin korunması hakkıyla özdeşleşmektedir. Ancak İsveççeyi iyi bilmek de ayrıca aranan bir özelliktir. Burada verilen mesaj açıktır; anadilinizi koruyabilirsiniz, ancak İsveççe konusunda yeterli olmak zorundasınız (Vedder ve Virta, 2005: 323). Bu bağlamda İsveç, 1976 yılında “Ev Dili Reformu” olarak bilinen yeni bir düzenleme yapmıştır. Bu reform, göçmen çocukların ikinci dil olarak İsveç eğitimine katılmalarını zorunlu kılmakla birlikte, isterlerse kendi dillerinde eğitim hakkına sahip olduklarını yasal olarak kabul etmiştir. Anadil eğitiminin amacı, aktif bir şekilde; yani sözel ve yazılı olarak çocuklara iki dilliliğin kazandırılması ve iki yönlü kültürel kimliğin geliştirilmesi olarak tarif edilmiştir (Canatan, 2007: 163). Ancak Lindberg’in belirttiğine göre (2011: 91), İsveçliler arasında anadil eğitimine verilen destek yıllar içinde zayıflamıştır ve anadil gelişimine yatırım yapmanın, İsveççenin ediniminde olumsuz bir etkiye sahip olduğu fikri güçlü bir biçimde kök salmıştır.

Çokkültürcü politikanın üçüncü temel ilkesi olan ortaklık ya da işbirliği ilkesi, göçmen ve azınlık gruplarının ev sahibi toplum ile uyumlu bir etkileşim ve dayanışma duygusu içerisinde bulunmasını öngörüyordu. Bu ilke, etnik ilişkilerin iyileştirilmesini ve azınlıkların politik yaşama katılımını (Canatan, 1995: 165) hedeflemekteydi. Bu bakımdan ortaklığa dayalı çokkültürlü bir toplumda göçmenler ve göçmen örgütleri ülkenin yönetilmesinde aktif rol alan aktörler olarak değerlendirilmektedir. Bu ilke, İsveç’in korporatif yaklaşımıyla da örtüşmektedir.

İsveç, Avrupa ülkeleri içerisinde en istikrarlı korporatif ülkelerden biri olarak kabul edilmektedir. İsveç korporatizminin en önemli karakteristik özelliklerinden biri politik karar alma süreçlerinde sosyal organizasyonların oynadığı roldür (Akış ve Kalaylıoğlu, 2010: 9). Korporatif model; merkezi olarak organize edilir ve müştereken yönlendirilir ve bu modelde kolektif gruplar, kendi varoluşlarını destekleyen idari yapılarla yakından ilişkilidir. Bu model, kamu yararını ve sosyal grupların refahını gözetir (Soysal, 1994: 37). İsveç’te sosyal organizasyonlara ciddi önem verilmektedir. Bu durum göçmen kuruluşları için de geçerlidir. Devlet, göçmen örgütleri,

federasyonları ve derneklerine maddi destek sağlamakta, bu kuruluşların yaptığı faaliyetleri finanse etmektedir; çünkü bu organizasyonların iç çatışmaları önleyeceği ve toplumla daha uyumlu bir grup oluşturabileceği düşünülmektedir (Jørgensen, 2009: 231). Soysal’a göre (1994: 46), İsveç’te göçmen popülasyonları kendi kolektif kimlikleriyle tanımlanır. Kolektif grupların devlet karşısındaki pozisyonları açıktır ve toplumdaki diğer kolektif gruplar karşısındaki yasal statüleri birbirine benzerdir. İsveç’te, göçmen gruplarının birleşmesine ilişkin politikalar son derece organizedir ve ayrıntılı bir şekilde oluşturulmuştur. Bu nedenle İsveç, kültürel hakların ve göçmen gruplarının çıkarlarının temsilini kolektif bir yapı içerisinde sürdürmektedir.

Resmi olarak, göçmen derneklerinin en temel amaçları; İsveç toplumunun kurumlarıyla ilişkili olan diyalog sürecinde partner görevi üstlenme ve kendi etnik göçmen toplumlarının temel talepleri ve çıkarları doğrultusunda karar alma süreçlerine etkide bulunmaktır (Akış ve Kalaylıoğlu, 2010: 10). Bu açıdan hangi tür göçmen kuruluşu olursa olsun kültürel, siyasi, ekonomik ve dini açıdan etnik toplulukların kolektif temsili ve çıkarlarının merkezi olarak korunması temel hedef olarak belirmektedir. Ancak İsveç’in bu uygulamaları eleştirilere de konu olmaktadır. Örneğin devlet tarafından maddi olarak finanse edilen göçmen kuruluşlarının devletin yönlendirmesine son derece açık olduğu, bu yüzden etnik toplulukların değil, etnik topluluklar karşısında devletin yaklaşım açısının süreci kontrol altında tuttuğu ifade edilmektedir. Birçok açıdan övgüyle bahsedilen İsveç’in çokkültürcü modeline getirilen eleştiriler bununla sınırlı değildir.

Khayati (2010: 251-252), İsveç’in asimilasyon anlayışını terk ederek çokkültürcü bir politikaya geçmesinde belli başlı etkenler olduğunu belirtir. Örneğin, göçmenlerin büyük bir çoğunluğunun artık kalıcı yerleşimciler olması bu paradigma değişiminde önemli bir etkendir. Ancak bunun yanında İsveç Parlamentosu’nun azınlık ve çoğunluk kültürleri arasındaki etkileşimden daha fazla yarar sağlayacağını öne süren ekonomik veya pragmatik yaklaşım da belirleyici olan etkenlerden biridir. Ayrıca çokkültürcülük, o dönemde İsveç’te yaygın olan insancıllık ve idealizm düşüncesiyle paralellik sergiliyordu. Bu nedenle çokkültürcülük, özellikle de Olof Palme döneminde yaygın bir yaklaşım haline gelmiştir. Aynı zamanda ülke içerisinde siyasi partiler arasında göç üzerine geniş bir mutabakatın sağlanması da çokkültürcü politikanın kabul edilmesinde etkili olmuştur.

Tablo 6. İsveç’te Göçmen Politikaları (1965-2011)

YIL GÖÇ POLİTİKASINDA DEĞİŞİMLER VE GELİŞMELER 1965 Türkiye’den İsveç’e zincirleme göç başladı.

Bütün göçmenler, İsveç gündüz okulları tarafından verilen İsveççe kurslarına katılma hakkı kazandı. 1966 Hükümet, göçmen sorunları üzerine bir çalışma grubu atadı.

Finlandiya azınlığının eğitimlerini geliştirmek amacıyla Finlandiya-İsveç Konseyi oluşturuldu.

1967

İskandinav ülkeleri dışından gelen göç düzenlendi. Diğer ülkelerden gelen kişilerin İsveç’e gelmeden önce çalışma izni alması şart koşuldu.

10 Mart’ta Türkiye ile İsveç arasında İş Gücü Anlaşması imzalandı. İsveç’te göçmenlere yönelik ilk belediye servisi açıldı.

Bir hükümet kuruluşu tarafından işletilen haftalık haber dergisi yayına başladı. Son sayısı 1998’de yayınlandı. İngilizce, Fransızca, Lehçe, İspanyolca, Çekçe, Türkçe, Arapça ve Almanca baskıları da yapıldı.

1968

Parlamentoda yeni bir göç yasası onaylandı. Hükümetin, İskandinav ülkeleri dışından gelen göçmenlerin İsveç’e gelmeden önce çalışma izni alması gerekliliğine ilişkin kararı onaylandı.

Göçmen çocuklarının okul eğitimine ilişkin yeni prensipler kabul edildi.

Çocuklar, haftada en az iki saat anadilini eğitimi alma hakkı kazandı. Ulusal Eğitim Komisyonu tarafından belediyeler bu konuda finanse edildi.

Göçmenlerin durumlarını incelemek ve göçmenlerin İsveç toplumuna sosyal ve kültürel adaptasyonu hakkında öneriler sunmak amacıyla yeni bir göçmen araştırması başlatıldı.

1969 Göçmen hukukunda reformlar yer almaya başladı. Yeni Göçmen Kurulu (SIV) kuruldu.

1971 İskandinavya ülkeleri dışından gelen Romanların sosyal olarak dezavantajlı oldukları İsveç tarafından ilk defa kabul edildi.

1972

İşgücü göçü son buldu.

Aile birleşimleri ve evlilikler göçün baskın biçimi haline geldi.

“Göçmenler için İsveççe” dil öğretim programı geliştirildi, belediyeler ve kurumlar, göçmenleri kurslara çekmek için yapılan aktiviteler için destek almaya başladı.

1973

Göçmen işçilere, çalışma saati işveren tarafından ödenen -maksimum 240 saat- yabancılar için İsveççe kurslarına katılma hakkı verildi.

İsveç halk kütüphaneleri göçmen dillerindeki kitapların satın alınması konusunda desteklendi. Haparanda’da Finnish People’s University kuruldu.

1975

Parlamento, yeni Göçmen ve Azınlık politikasını kabul etti.

Eşitlik, seçme özgürlüğü ve işbirliği (Jämlikhet, valfrihet och samverkan) yeni göçmen ve azınlık politikasının üç önemli şiarı oldu.

İsveç’in çokkültürlü bir toplum olduğu kabul edildi.

İsveç Göçmen Kurulu, göçmen kuruluşlarına destek vermeye başladı.

İsveççe dışındaki dillerde yayınlanan gazete ve dergiler, gazetelerin uyum sağlaması açısından, ya İsveç Göçmen Kurulu ya da İsveç Kültür Kurulu’ndan ekonomik destek almaya başladı.

1976

Üç yıldan fazla süredir İsveç’te yaşayan yabancı uyruklu kişiler, yerel ve bölgesel seçimlerde oy kullanma hakkı kazandı. İsveç tek taraflı olarak Türkiye vatandaşlarına vize uygulamasına başladı.

Parlamento, göçmen çocuklarına hem okul öncesi dönemde hem de ilköğretim birinci sınıftan dokuzuncu sınıfa kadar ana dil dersi alma hakkı verdi.

İsveç Radyo ve Televizyon’u, birkaç yıl önce yapılan Fince yayınların yanı sıra, göçmen dillerinde program yapmaya başladı.

1977 2 Eylül’de Türkiye ile İsveç arasında Sosyal Güvenlik Anlaşması imzalandı. 1984

1980’li yıllarda Türkiye’den İsveç’e göç, çoğunlukla siyasi nedenlerle, mülteci statüsünde gerçekleşti.

Mültecilerin sorumluluğu İş Bulma Ofisi’den İsveç Göçmen Kurulu’na geçti. Parlamento, mültecilerin birkaç yerde yoğunlaşması yerine, İsveç içerisinde farklı şehirlere gitmesi hususuna karar verdi. Bu karar “tüm ülke stratejisi” olarak ifade edildi.

1986

1 Temmuz’da, yeni etnik ayrımcılık ombudsmanı göreve başladı. Ayrımcılık ombudsmanının görevi, etnik kökenleri nedeniyle kişisel ayrımcılık durumu içerisinde olan göçmenlere yardım etmektir.

Göçmen politikası, azınlık politikasından ayrılmıştır. 1997 Parlamentoda yeni bir entegrasyon politikası onaylandı.

İsveç Göçmen Kurulu iki ayrı kuruluşa ayrıldı: İsveç Entegrasyon Kurulu ve İsveç Göçmen Kurulu. 2000 İsveç Göçmen Kurulu’nun ismi İsveç Göç Kurulu olarak değiştirildi.

2001 Çifte vatandaşlığa izin veren İsveç vatandaşlığı yeni yasası 1 Temmuz’da uygulamaya konuldu.

2003 Etnik, dini, cinsel tercih veya engellilik gibi ayrımcılığın tüm türlerini kapsayan yeni bir ayrımcılık yasası kabul edildi.

2008

Hükümetin 2010 yılına kadar devam etmesini planladığı entegrasyon üzerine çalışmaları başladı. 8 stratejik maddeden oluşan bu çalışmada; yeni gelenler için daha etkili bir kabul ve giriş sistemi, çalışma yaşamında ve girişimcilikte daha fazla göçmen, okullarda daha iyi sonuçlar ve eşitlik, daha iyi dil becerisi ve yetişkin eğitiminde daha fazla fırsat, etkili anti-ayrımcılık önlemleri, kent alanlarındaki yaygınlaşmış sosyal yalıtım konusunda olumlu gelişmeler ve giderek çeşitlilikle karakterize olan bir toplumda ortak temel değerlerin oluşturulması gibi konular ön plana alınmıştır. 2010 1 Aralık 2010 tarihi itibariyle İsveç Kamu İstihdam Servisi (Arbetsförmedlingen) göçmenler için başlangıç tedbirlerinin

koordinasyonunu yerel yönetimlerden devraldı. Bu durum entegrasyon politikasının merkezileşmesinin bir sonucudur. 2011 1 Ocak’ta entegrasyon politikasının koordinasyonu Çalışma Bakanlığı’nın sorumluluğuna geçti.

İsveç göçmen politikasının en önemli yasal başarılarından biri, yabancı vatandaşların yerel seçimlerde oy kullanma hakkını garanti etmesidir. 1976 yılında bu hak ilk kez tecrübe edilmiştir (OECD, 2007: 255; Ålund ve Schierup, 1996: 3; Benito, 2005: 6). İsveç, böylelikle Avrupa ülkeleri içerisinde yabancı uyruklu kişilere yerel ve