• Sonuç bulunamadı

1.3. TÜRKİYE’DEN AVRUPA’YA GÖÇ

1.3.2. Aile Birleşimi: Yerleşme

İlk dönem işçi göçünde erkek egemen bir nüfus söz konusuydu. Çoğu evli olan bu göçmen işçilerin eş ve çocuklarını çalıştıkları Avrupa ülkelerine getirmeleri hem ülkelerin aile birleşimlerine sıcak bakmaması hem de göçün geçici olarak değerlendirilmesi nedeniyle büyük oranda söz konusu olmamıştı. İşçi göçünün durdurulması, Türkiye’den Avrupa’ya olan göç süreçlerinin önünü kesmemiştir. Aile birleşimleri, evlilikler ve ‘turist’ göçmenlerin Avrupa’ya girişleri göç sürecinin artarak devam etmesinde etkili olmuştur. Her ne kadar geri dönüşler 1974 yılından sonra devam etse de Türk nüfusun Avrupa’daki sayısında azalma değil artma görülmüştür. Örneğin dış göçün başladığı yıllardan 1991’e kadar, yaklaşık 30 yıllık bir süreçte 1.5 milyon Türk göçmen geri dönmüştür (Sevimli, 1993: 30). Buna karşılık Türkiye’den dış göç akımı devam ettiği için Almanya’daki Türk nüfusu giderek artmıştır.

Bu artışın en önemli nedenlerinden biri turist vizesiyle giden Türk göçmenlerdir. Turist vizesi alan Türk göçmenler bulundukları ülkede kalarak işçi statüsü elde etmişlerdir (Taşgın, 2009: 601). Aile birleşimleri ise bu artışın ikinci en önemli nedenidir. Göçmen işçilerin göç hareketleri sonucunda Türkiye’de ortaya çıkan parçalanmış aile olgusu, aile birleşimleri sonucunda giderek yok olmuştur. Göç alan Avrupa ülkelerinde ise Türk göçmenlerde cinsiyet dağılımının aile birleşimleri yoluyla dengelendiği görülmüştür. Üçüncü önemli neden ise çocukların da göçe dahil olması ve Avrupa ülkelerinde doğan yeni bir neslin ortaya çıkmasıdır.

Aile birleşimlerinin en temel nedeni şu şekilde ifade edilmektedir (Canatan, 1990: 27): öncelikli olarak erkek göçmenlerin geride kalan eşleri çocukları yetiştirmede ve aynı zamanda ev idaresinde bazı sorunlarla karşı karşıya kalmışlardı. İkinci olarak aile birleşimi yoluyla göçmen işçiler kendi çocuklarına Avrupa’da daha iyi bir eğitim ve gelecek sunacaklarını düşünüyorlardı. Üçüncü olarak göçmen işçiler yalnızlık, hastalık, özlem ve benzeri güçlüklerle karşı kaşıya kalıyorlardı. Bazı işçiler de sınır dışı edilmemek için aile birleşimini zorunlu görüyorlardı.

Mortan ve Sarfati’ye göre (2011: 32) göçmen işçilere uygulanan istihdam yasağı, göçün kaçak ve daha da önemlisi niteliksiz işgücü göçüne neden olmuştur. Daha evvel devletler arasında imzalanan işgücü anlaşmaları uyarınca düzenlenen göçün bu dönemde illegal düzlemde gerçekleşmesi göçe katılan bireylerin nitelikli işgücü göçünün önünü kesmiştir. Bir başka konu da aile birleşimlerinin asıl hedefi; işçinin tüketim yapması, Almanya’da ev ve mal edinmesinin sağlanmaya çalışılmasıdır (2011:

33). Çünkü ailesini geride bırakan göçmen işçilerin kazançları ev sahibi ülkede değil, Türkiye’de değerlendirilmektedir. Aile birleşimlerinin teşvik edilmesinin en temel gerekçelerinden biri, tasarrufların ülke içerisinde kalmasını sağlamaktır. Ayrıca yazarlara göre, Almanya’da bugün de tartışılan bir konu olarak “paralel toplum” sorunun temelleri de bu dönemde uygulanan yerleşim kısıtlamaları ve semt yasaklarıyla atılmıştır.

Max Frisch’in işgücü göçünü açıklamakta artık bir motto niteliğinde olan “Biz işçi istemiştik, insanlar geldi” sözü esasında Avrupa ülkelerinin programlanmış işgücü göçüne bakış açısını özetlemektedir. Bu programların temel sorunu ithal ettikleri işçiyi sadece bir işgücü ve üretim girdisi olarak hayal etmeleri ve işçinin bu üretim potansiyelinin, onun diğer bütün insani yetkinlik ve ihtiyaçlarından soyutlanabilir, ayırt edilebilir bir şey olduğunu varsaymalarıdır (Akalın, 2012: 95). Ekonomik girdiler ve üretime katkıları bağlamında değerlendirilen göçmen işçilerin insani taraflarının kavranması ile onların kalıcı unsurlar olduğunun kabul edilmesi arasında paralellikler kurulabilir. Özellikle aile birleşimleri neticesinde kadınların da işgücü piyasasına dahil olması, göçmen çocuklarının yaşadıkları toplum içerisindeki eğitim kurumlarına devam etmesi; göçmenlerin kültürel varlıklar olduğunun anlaşılmasında, göçmenlerin aileleriyle birlikte yaşadıkları toplumun her alanında var olduklarının görülmesinde etkili olmuştur. Bu ise göçmenlerin geçici değil kalıcı olduğunun kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır.

Endüstriyel koşullarda geçicilik vasfı etrafında “yedek işgücü ordusu” olarak nitelendirilen göçmen işçilerin sadece ekonomik değil aynı zamanda toplumsal işlevler yüklenmesiyle birlikte göçmenler toplumsal sorunların kaynağı olarak görülür. Bu ise “yedek ideoloji ordusu” kavramının literatüre girmesine neden olur (Ayata, 1999: 11). Örneğin işsizliğin artmasında, suç oranlarının yükselmesinde, konut sorunun ortaya çıkmasında göçmenlerin sık sık ‘günah keçisi’ ilan edildiği bilinmektedir.

Kalıcılık eğiliminin artmasıyla birlikte Avrupa ülkeleri ile göç veren ülkeler arasında sosyal güvenlik sözleşmeleri imzalanmıştır. Türkiye de çok sayıda Avrupa ülkesi ile sosyal güvenlik sözleşmesi imzalayarak yurtdışında çalışan işçilerinin ve ailelerinin sosyal haklarının teminat altına alınmasını sağlamıştır. Bu sözleşmeler çerçevesinde işçiler; sağlık bakımı, iş kazası, sakatlık ve ölüm halinde sosyal sigorta kapsamına alındılar, doğum ve çocuk yardımı, işsizlik ve emeklilik hakları kazandılar (Abadan-Unat, 2007: 6). Almanya’da yerli-yabancı ayrımı gözetmeksizin yapılan çocuk

yardımlarının arttırılmasıyla aile birleşimlerinin arttığı ve çocuk doğurma oranlarının yükseldiği de ifade edilmektedir (Abadan-Unat, 2006: 67). Artan Türk nüfusunun önemli bir kısmının genç olduğu dikkate alınırsa bu dönemde göçmenlerin karşılaştıkları en büyük problemlerden biri de göçmen çocuklarının eğitimi sorunudur. Bu dönemde aile içerisinde farklı, okulda farklı bir toplumsallaşma süreci içerisinde olan göçmen çocuklarının dile ilişkin yaşadıkları problemler, eğitim hayatlarına da yansımıştır. İkinci kuşak göçmenlerin yaşadığı toplumsallaşma sürecinin aile ve okul düzleminde olması göçmenler içerisinde kuşak farklılıklarının da derinleşmesine neden olmuştur.

1990’lı yıllardan itibaren ise 1960 ve 1970’lerde Avrupa’ya göç eden işçilerin çocuklarının yetişmesi ve evlilik çağına gelmesi yeni bir göç sürecinin başlangıcını oluşturmuştur. Evlenme yaşına gelen ikinci kuşak genç erkeklere ve kızlara Türkiye’den bulunan “ithal gelin” ve “ithal damatlar” ile göçün devamlılığı sağlanmıştır (Kaya, İ. 2008: 156). Ayrıca bu dönemde yerleşme fikrinin giderek yaygınlık kazanmasıyla Avrupa’daki birçok ülkede Türk göçmenlerin dernekleşme çalışmalarına başladığı da bilinmektedir. Bireysel düzeydeki çabalarla, yeni bir ülkede ve toplumda tutunma, iş fırsatlarını değerlendirme ve kültürel kimlikleri korumanın mümkün olmadığını gören göçmen Türkler, topluluk düzeyinde örgütlü dayanışmaya yönelmişlerdir (Adıgüzel, 2011: 127). Türklerin dernekleşme ve örgütlenme girişimlerinin en temel nedeni yaşadıkları ülkeye kök salmalarıdır. Artık en azından uzun vadede kendilerini yaşadıkları ülkenin bir yerleşimcisi olarak gören Türk göçmenlerin dernekleşme ve örgütlenme yoluyla haklarını savundukları, entegrasyon stratejileri geliştirdikleri, dayanışma ağları oluşturdukları görülmüştür.