• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.3. KARŞILAŞMALAR: KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

3.3.3. Kültürlerarası İletişim Yeterliği

Kültürlerarası iletişimin en önemli konularından biri de kültürlerarası iletişim yeterliğidir (Intercultural communication competence). Kültürlerarası iletişim yeterliği; giderek artan çokkültürlülük içerisinde eğitim, geçici ikamet ve gündelik kültürlerarası etkileşimlere katılım gibi konularla ilgilidir (Arasaratnam ve Doerfel, 2005: 138).

Chen ve Starosta’ya göre kültürlerarası iletişim yeterliği iki ön gerekliliğe sahip olmalıdır (Dong vd., 2008: 30): Bunlardan ilki “farkında olmak”, ikincisi ise “duyarlılıktır”. Kültürlerarası iletişim bağlamında düşünüldüğünde farklı kültüre mensup bir bireyle iletişim halindeyken, bu durumun farkında olmak iletişim sürecini olumlu yönde etkileyecektir. Kullanılan kelimelerden, gösterilen jest ve mimiklere kadar sürecin farklı bir kültür ile işlediğinin farkında olmak kadar ayrıca farklılıklara karşı duyarlı olmak da iletişim sürecinde etkili bir unsurdur.

Kim (2002: 454-455) kültürlerarası iletişim yeterliğini açıklarken bilişsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç unsurdan bahseder. Kim’e göre bilişsel olarak yeterli bir kişi, ev sahibi dili ve kültürü iyi tanımalı; ayrıca tarihi, kurumları, hukuk ve mevzuatı, inançları, normlar ve sosyal davranış kuralları ile bireyler arası ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Duygusal yeterlik ise yabancılara, yerlilerin duygusal ve estetik deneyimlerine ortak olma imkânı tanır. Bu deneyimler; sevinç, heyecan, mizah, başarı ve güzellikten; hüzün, sıkıntı ve umutsuzluğa kadar geniş bir yelpazede değerlendirilebilir. Davranışsal unsur ise ev sahibi kültür içerisindeki bir yabancıya sözlü ve sözsüz etkileşimde doğru kombinasyonları seçme şansı sağlar.

Stier ise, kültürlerarası iletişim yeterliğinin içeriksel yeterlikler ve süreçsel yeterlikler olarak iki düzlemde değerlendirilebileceğini belirtir (2006: 6). İçerik yeterliği tek boyutlu ve statik bir karakter sergiler ve hem öteki kültürün hem de ev sahibi kültürün çeşitli boyutlarını bilmeyi ifade eder. Bunlar; tarih, dil, sözel olmayan davranışlar, dünya görüşü, normlar, alışkanlıklar, kıyafetler, tabular, semboller, davranış kalıpları, gelenekler ve cinsiyet rollerini içerir. Süreçsel yeterlikler ise kültürlerarası yeterliğin dinamik boyutunu oluşturur ve etkileşimsel içeriğe göndermede bulunur. Bireyin hem içsel hem de bireylerarası yeterlikleri ile ilgilidir. Bu sebeple her bir

kültürlerarası karşılaşma, bireysel farklılıkların da etkisiyle bireylerde sürece ilişkin farklı yeterliklerin ortaya çıkmasını gerektirir.

Kartarı’ya göre eğer birey, kültürlerarası iletişim yeterliği kazanmak istiyorsa, iletişim kurmak istediği bireyin içinde bulunduğu toplum tarafından beğenilen ve beğenilmeyen davranışlarını birbirinden ayırmayı öğrenmelidir (Kartarı, 2006: 236). Kültürlerarası iletişim yeterliği, farklı kültürlerin üyeleri arasında yanlış anlamalarla ters orantılıdır. Yeterlik arttıkça, yanlış anlamalar azalır (Kartarı, 2006: 231).

Selçuk’un da belirttiği gibi (1999: 323) kültürlerarası iletişimde başarılı olmak, sadece yabancı dili iyi öğrenmek ve kullanmakla mümkün değildir. Çoğu zaman dile ilişkin yapılan hatalar mazur görülebilir. Ancak bunun yanında toplumsal normlarla, örneğin nezaket kurallarıyla ilgili yapılan bir hata çoğunlukla iletişim çatışmalarına, yanlış anlaşılmalara ve önyargıların oluşmasına neden olmaktadır. Bu sebeple dil yeterliliğine ek olarak toplumsal normların, kültürel özelliklerin ve değerlerin bilinmesi kültürlerarası iletişim açısından oldukça önemlidir. Elbette ki bu süreç karşılıklı bir süreçtir. Her iki tarafın da karşısındaki insanın kültürel özelliklerini bilmesi ve ona empatik davranması gerekmektedir.

Kültürlerarası iletişim yeterliği, bilme edimi üzerine kuruludur ve empatik davranışların bu etkileşim sürecinde etkin olması gerektiği vurgulanmaktadır. Bunun çoğunluk toplum ile azınlık gruplar arasında gerçekleşiyor olması, azınlıkların çoğunluk kültürünü kavramasını zorunlu kılmaktadır. Özellikle göçmenler açısından düşünüldüğünde, göçmenlerin bütün olumsuz koşullar, ön yargılar ve ayrımcı uygulamalara rağmen, toplumda var olabilmesi bu yeterlikleri geliştirmesine bağlı görünmektedir. Dolayısıyla göçmenlerin bütünleşme şekillerini etkileyen bir süreç olarak kültürlerarası iletişim önem kazanmaktadır. İletişimin tek taraflı olmadığı, belli bir etkileşimi içerisinde barındırdığı ifade edilmektedir. Ancak konu kültürel farklılıklar ekseninde şekillenen kültürlerarası iletişim olduğunda yeterlikler bağlamında kazanılması gereken bilgi, duygu ve davranış becerilerinin çoğunlukla göçmenlere yüklenmesi tek taraflı hegemonik bir ilişki biçimini dayatmaktadır. Bu sebeple empati, sadece göçmenler için değil, kültürlerarası iletişim açısından ev sahibi toplumlar için de gerekli, hatta zorunludur.

Kültürlerarası iletişimin bir sonucu olarak kültürleşme olgusundan da bahsedilebilir. Her bir temas ve öğrenme süreci belli bir kültürel kazanımı ifade etmektedir. Bu sebeple göçmenler kendileri gibi farklı kültürlerden gelen bireylerle

temas kurduklarında melez/hibrit bir kültür kazanımı gerçekleştirirken, ev sahibi toplumla girdiği etkileşimde, egemen kültürün normları ve değerlerine ilişkin beceriler kazanmaktadır. Kültürlerarası iletişimin varlığı zorunlu olarak kültürleşmeyi, uyumu beraberinde getirmektedir, yokluğu ise bir temassızlık hali olarak içe kapanma sonucunu doğurmaktadır. Bu bakımdan kültürlerarası iletişim, uyum politikalarının bir sonucu olarak teşvik edilen bir etkileşim biçimidir.

ÇOKKÜLTÜRLÜ BİR GÖÇMEN ÜLKESİ İSVEÇ

VE İSVEÇLİ TÜRKLER

Günümüz Avrupa’sında birçok ülke (özellikle Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya, İngiltere gibi ülkeler) homojen ulus-devlet olma özelliğini yitirmiş, çoketnili ve çokkültürlü yapısıyla giderek bir göçmen ülkesi haline gelmiştir. Avrupa ülkelerinin göçmen ülkesi olarak nitelendirilmeye başlanması; legal, düzenli işçi göçü kadar, mülteci akınları ve kaçak göç olgusuyla da oldukça yakından ilişkilidir. Avrupa’da her ne kadar işgücü göçü durdurulmuş olsa da gerek evlilikler yoluyla devam eden bireysel göçler, gerekse de sığınma talepleriyle ortaya çıkan göç hareketleri, Avrupa’nın göçe ilişkin politikalarını diri tutmaktadır. Bu sebeple göç, tarihsel ve konjonktürel bağları olmakla birlikte güncel ve hâlâ tartışılan bir konudur.

Göçün tartışılmasının ve gündemde kalmasının tek nedeni elbette devam eden göç akışları değildir. Bunun yanında hali hazırda göç etmiş insanların, etnik ve kültürel grupların içinde bulundukları toplumsal konumları, yaşadıkları çeşitli düzeylerdeki sorunlar ve göçmenlerin entegrasyonu konusu, göç olgusunun sonuçlarıyla birlikte hâlâ tartışılıyor olmasında etkilidir. Dolayısıyla göç ve göçmen politikaları Avrupa ülkelerinde günden güne yeni gelişmeler ışığında yeniden güncellenmekte ve gözden geçirilmektedir.

Göçün etkin bir tartışma alanı olduğu ülkelerden biri de İsveç’tir. Ancak İsveç, göç ve azınlık politikalarıyla çoğu zaman diğer Avrupa ülkelerinden ayrışmakta ve “İsveç Modeli” olarak bilinen kendine özgü nitelikleriyle üçüncü yolu temsil eden bir göçmen politikasıyla anılmaktadır. Bu göçmen politikası sabit ve durağan değildir; İsveç’te 1970’li yıllardan itibaren düzenlenen, revize edilen ve hatta bazı dönemlerde temel paradigmasını değiştiren bir göçmen politikası söz konusudur. Bu bölümde, göç ile diğer Avrupa ülkeleriyle hemen hemen aynı dönemlerde tanışan bir İskandinavya ülkesi olarak İsveç’in; göç deneyimi, göçmen politikasındaki gelişmeler, Türklerin İsveç’e göçü ve İsveç’teki Türk varlığı konusunda bilgiler verilecektir. Bu bilgiler, araştırmanın ampirik kısmının da temel zeminini oluşturmaktadır.

4.1. İSVEÇ: ÇOKKÜLTÜRLÜ BİR GÖÇMEN ÜLKESİ

Avrupa’nın kuzeyinde yer alan İsveç, yaklaşık 450 bin km2 yüzölçümüne sahip bir İskandinavya ülkesidir. Resmi adı İsveç Krallığı’dır. Devlet şekli anayasal monarşi, yönetim şekli ise demokrasi olan İsveç; batısında Norveç, doğusunda Finlandiya, güneyinde ise Danimarka ile komşudur. İsveç; “tek millet, tek halk ve tek dil” prensibi üzerine inşa edilmiş ve yönetilmiş (Sander, 2004: 206) bir ülke olarak değerlendirilmektedir. İsveç, içerisinde barındırdığı azınlıklar dışında II. Dünya Savaşı sonrasına kadar bu prensibe dayalı homojen bir popülasyona sahiptir. Çoğunluğu ülkenin güneyinde yaşayan İsveç’in nüfusu 2012 yılı verilerine göre 9 milyon 565 bin 519’dur. Başkenti Stockholm olan İsveç’in nüfus yoğunluğu bakımından diğer en büyük iki şehri Göteborg ve Malmö’dür.

1995 yılında İsveç, Avrupa Birliği üyesi olmuştur. Ancak Avrupa Birliği para birimi olan Euro’ya geçmemiş, kendi para birimi olan İsveç Kronu’nu kullanmaya devam etmiştir. İsveç, sosyal refah devleti olgusuna dayalı politik anlayışı ve işleyen demokrasisi ile sadece Avrupa’nın değil, dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olmuştur. İsveç’in sosyal demokrasi ve refah politikasına dayalı uygulamaları, “üçüncü yol” arayışları için önemli bir model oluşturmuş, 2006 yılına kadar da İsveç sosyal demokrasinin kalesi olarak görülmüştür (Anık, 2012: 175).

İsveç, 1 Ocak 2000 tarihi itibariyle resmen laik bir ülke olmuştur (Korkmaz, 2011: 151). Bunun öncesinde İsveç’in resmi dini Hıristiyanlıktır ve Evanjelik Lutheryan Kilisesi, İsveç’in resmi kilisesi olarak kabul edilmiştir. Günümüzde kilisenin, İsveç devleti açısından dini bir kurum olmaktan ziyade kültürel bir miras olarak kabul edildiği ve bu çerçevede korunduğu bilinmektedir. Bu bakımdan kiliseye en büyük destek yine devletten gelmektedir. Devlet, laiklik ilkesi gereği diğer dini topluluklara ve organizasyonlara da mali destekte bulunmakla birlikte en büyük desteği kiliseye vermektedir.

İsveç’te Hıristiyan nüfusun ardından en büyük ikinci dini topluluk Müslümanlardır. Bunların dışında Yahudiler, Budistler ve Hindular da sayısal olarak diğer önemli dini topluluklardır. İsveç, bu açıdan dini çeşitliliğe de sahip bir ülkedir.

İsveç’teki Müslüman nüfusun, İsveç nüfusunun yaklaşık % 4.4’üne tekabül etmek üzere 400 bin kişi civarında olduğu tahmin edilmektedir. Müslüman nüfusun yaklaşık yarısı Stockholm’de yoğunlaşmıştır ve % 10-15’i ikinci büyük kent

Göteborg’da yaşamaktadır. Ülkenin üçüncü büyük kenti Malmö’de ise yaklaşık 50 bin Müslüman bulunmaktadır (Korkmaz, 2011: 162). Günümüzde İsveç, Batı Avrupa ülkeleri içerisinde en heterojen Müslüman nüfusa sahip ülkedir. İsveç’teki Müslümanlar; kültürel, etnik, politik, ekonomik, inanç farklılığı, dil ve eğitim gibi birbirinden farklı kökenlere sahip (Sander, 2004: 218) bir çeşitliliğe sahiptir. 1930 yılından bu yana İsveç’te dini inançlara ilişkin istatistiki kayıtların tutulması yasak olduğu için, dini mensubiyetler konusunda elde kesin veriler yoktur. Örneğin Müslümanlara ilişkin rakamlar sadece tahmin düzeyindedir ve genellikle Müslüman ülkelerden gelen kişilerin Müslüman kabul edilmesi esasına göre hesaplanmaktadır. Bu sebeple İsveç’teki Müslüman nüfusa ilişkin tahminler farklılık göstermektedir. Örneğin Kettani (2010: 158), yukarıda belirtilen sayıdan farklı olarak, 2010 yılı itibariyle İsveç’te 499 bin 995 kişilik bir Müslüman topluluğu olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle Müslümanların sayılarına ilişkin tahminler 400 ila 500 bin arasında değişmektedir.

Tablo 4. İsveç’teki Yabancı Nüfusun Dünyadaki Bölgelere Göre Dağılımı

Bölge Yabancı Doğumlu İsveç doğumlu (Anne-Babası yabancı doğumlu) İsveç doğumlu (Anne-Babasından en az biri İsveç doğumlu) Annesi İsveç doğumlu olanlar Babası İsveç doğumlu olanlar Toplam İskandinavya 259.743 105.110 120.715 178.104 663.672 Avrupa 504.944 190.378 120.082 87.182 902.586 Asya 186.562 40.919 12.459 36.317 276.257 K. Amerika 31.985 5.146 16.765 13.303 67.199 G. Amerika 65.313 21.228 15.094 12.968 114.603 Afrika 118.953 73.922 16.936 9.283 197.866 Okyanusya 4.716 338 2.212 1.078 8.344 Orta Doğu 254.186 117.213 18.175 5.964 395.538 Bilinmeyen 894 96 49 37 1.076 Toplam 1.427.296* 554.350* 322.487** 344.236** 2.627.141***

2012 verilerine göre İsveç’in toplam nüfusu: 9.565.519

*İsveç’in resmi yaklaşımına göre ülke nüfusu içerisindeki yabancı kökenlilerin (foreign backgrounds) toplam sayısı 1.981.646’dır. Toplam nüfusa oranı % 20.71’dir.

**İsveç’teki anne-babasından en az biri İsveç doğumlu olan kişilerin toplam sayısı 666.813’tür. Toplam nüfusa oranı % 6.97’dir. Toplam yabancı kökenlilere (anne-babasından en az biri İsveç doğumlu olanlar dahil) oranı % 25.38’dir.

***İsveç’teki, anne-babasından en az biri İsveç’te doğan kişilerin de dahil olduğu bütün yabancı kökenli kişilerin toplam sayısı 2.627.141’dir. Toplam nüfusa oranı % 27.46’dır.

İsveç, işgücü göçü öncesinde her ne kadar homojen bir toplum olarak değerlendirilse de, içerisinde ulusal azınlıkları barındıran bir ülkedir. Bu bakımdan İsveç, işgücü göçü ve mülteci akınları öncesinde de çoketnili ve çokkültürlü bir toplum olarak değerlendirilebilir. Ancak İsveç’te çokkültürlülük olgusunun gündeme gelmesi ve İsveç’in kültürel çeşitliliğe dayalı bir ülke olarak kabul edilmesi göç süreçleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. İsveç’te etnik ve kültürel çeşitliliği temsil eden beş resmi azınlık vardır. Bunlar; Samiler, İsveçli Finlandiyalılar, Tornadaliler (Tornadalians), Romenler ve etnik Yahudilerdir (Diakité, 2006: 3). Bu azınlıklar, İsveç devleti tarafından resmi olarak tanınan, özel statüye sahip topluluklardır. Bu bakımdan İsveç’te etnik ve kültürel çeşitliliği oluşturan ulusal azınlıklar ile göçmen gruplarını resmi konumları ve hakları açısından birbirinden ayrı değerlendirmek gerekmektedir.

İsveç, hiçbir zaman homojen bir toplum olmamasına rağmen Avrupa dışındaki daha uzak yerlerden insanlar İsveç’e göç ettiği için son yıllarda dini ve kültürel açıdan çok daha karma bir hale gelmiştir (Alinia, 2007: 88). 1900’lü yılların hemen başında İsveç’in nüfusu 5 milyon 100 bindir. Bu yıllarda İsveç’te 36 bin dolayında yabancı doğumlu kişi vardır. 2004 yılına gelindiğinde İsveç’in nüfusu 9 milyon sınırını aşarken, ülkedeki yabancı doğumlu kişi sayısı 1 milyon 100 bin kişiyi bulmuştur. 1900’lü yılların başında yabancı doğumlu kişilerin ülke nüfusuna oranı yüzde 1’in altındayken, 2009 yılında bu oran yüzde 14’e kadar çıkmıştır (Regeringskansliet, 2010: 12).

Etnik ve kültürel çeşitliliğin boyutları oldukça geniş olan İsveç’te, 203 farklı ülkeye mensup göçmen görmek mümkündür. İsveç’in dışında doğup, sonradan İsveç’e yerleşen kişilerin toplam sayısı, Tablo 4.’te de görüldüğü gibi, 2011 yılı verilerine göre, 1 milyon 427 bin 296’dır. İsveç’in resmi yaklaşımına göre göçmen kavramı, İsveç’e göç eden kişiyi ifade etmektedir. Yabancı kökenli kişi ise hem İsveç’e göç eden kişiyi, hem de ebeveyninden en az biri İsveç’e göç etmiş olan (yani yabancı doğumlu olan) İsveç doğumlu kişileri de kapsamaktadır (Regeringskansliet, 2002). Bu bakımdan yabancı kökenli kişilerin sayısı, bu yaklaşıma göre 1 milyon 981 bin 646 kişi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sayının toplam nüfusa oranı ise yüzde 20.71’dir. Bir kişinin ebeveyninden en az birinin İsveç doğumlu olması durumunda yabancı kökenli kişi olarak değil, İsveç kökenli olarak kabul edildiği bilinmektedir (Regeringskansliet, 2010). Bu durumda olan kişiler de bu sayıya dahil edildiğinde, yabancı kökenlilerin toplam nüfusa oranı yüzde 27.46’ya kadar yükselmektedir. Bu oranlar; İsveç’te her 10

kişiden 3’ünün yabancı kökenli olduğunu ya da bir kısmının en azından yabancı kökenli kişilerle bir bağının olduğunu göstermektedir.

Tablo 4.’te, İsveç’te yaşayan göçmen ve yabancı kökenli kişi statüsünde değerlendirilen kişilerin dünyadaki bölgelere göre dağılımları gösterilmektedir. Bu veriler ışığında İsveç’teki göçmen gruplarının çoğunluğunun (özellikle İskandinavya ülkeleri de dahil edildiğinde) Avrupa ülkelerinden geldiği görülmektedir. Bununla birlikte İsveç’teki en büyük göçmen grubunun Finlandiya, Norveç ve Danimarka gibi İskandinav ülkelerinden geldiği bilinmektedir. Tarihi, coğrafi ve kültürel yakınlıkları dolayısıyla adı geçen İskandinav ülkelerinden gelen göçmenler, kültürel yakınlık ve fiziksel görünüm açısından İsveç toplumuna en yakın göçmen kitlesini oluşturmaktadır. Bu açıdan sayıca en fazla göçmen grubunu oluştursa da, İskandinavya kökenli göçmenler kültürel çeşitlilik bakımından en önemli göçmen grupları değildir.

Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelen göçmenler ise coğrafi uzaklıklarına paralel bir şekilde kültür, dil, din ve fiziksel görünüm bakımından İsveç toplumundan giderek uzaklaşan göçmen gruplarıdır. Bu sebeple İsveç’te göçmen ya da yabancı kökenli kişi denildiğinde, Avrupa ve İskandinav ülkelerinden gelen göçmenlerden sayıca az da olsa; Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelen kişiler akla ilk gelen göçmen grupları olarak ön plana çıkmaktadır. Kültürel çeşitliliğin esas temsilcileri de bu göçmenlerdir. Bu bakış açısının ortaya çıkmasında özellikle dini, kültürel farklılıkların, ortak tarihsel geçmişten yoksunluk ve fiziksel özelliklerin etkili olduğu belirtilmelidir. Bu kişilerin gündelik yaşamda “görünür” olmalarının en önemli nedenlerinden biri fiziksel özellikleri ve aksanlı dilleridir.

Çok sayıda ülkeden göçmen barındırmak dini ve kültürel açıdan olduğu kadar, dile dayalı çeşitliliği de arttırmaktadır. Resmen tanınan yerli azınlık dilleri dışında, İsveç nüfusu arasında konuşulan yaklaşık 200 göçmen azınlık dili bulunmaktadır. Fince hariç, bu diller resmen azınlık dili olarak tanınmamaktadır. İsveç’te 100 binden fazla kişinin konuştuğu yaygın olarak kullanılan göçmen dillerinden bazıları Arapça, Sırpça, Hırvatça, Boşnakça, Farsça ve Türkçedir. Bu dillerin tümü, (Fince hariç) yerli azınlık dillerine kıyasla daha fazla kişi tarafından konuşulmaktadır (Lindberg, 2011: 74). Her ne kadar ulusal azınlık dilleri dışında göçmen dilleri resmi olarak kabul edilmese de İsveç’te göçmen çocuklarının anadil eğitimi almalarına imkân tanınmaktadır. Ancak göçmen politikaları doğrultusunda, ilke olarak İsveççeyi öğrenmek ve etkin bir şekilde

kullanmak öncelikli hedef olarak kabul edilmektedir. Anadil eğitimi bu ilkenin önüne geçmeyecek şekilde düzenlenmektedir.

İsveç’te yaşanan göç süreçlerine ve göç düzenlemelerine koşut bir şekilde, ülkeler bazında sayısal olarak en çok Finli göçmenin bulunduğu görülmektedir. Finlandiyalı göçmenlerin yaklaşık olarak 427 bin civarında olması, onları İsveç’te en büyük göçmen grubu yapmaktadır. Finli göçmenlerin yasal ve ikili anlaşmalara dayalı bir durumları varken, sayısal olarak en fazla nüfusa sahip ikinci ülke olan Iraklı göçmenlerin ise büyük bir çoğunluğunun sığınmacı olduğu bilinmektedir. Bunların dışında Yugoslavya, İran, Bosna Hersek’ten gelen göçmenlerin de büyük çoğunluğu sığınmacı statüsünde ülkeye göç etmişlerdir. Türkiyeli göçmenlerin ise çoğunluğunun işgücü göçü, aile birleşimi ve devam eden evlilikler yoluyla ülkeye göç ettikleri, bir kısmının ise siyasi nedenler doğrultusunda yaptıkları iltica ve sığınma talepleriyle ülkeye yerleştiği bilinmektedir. Tablo 5.’te de görüldüğü gibi İsveç’teki göçmen gruplarının büyük bir çoğunluğu Finlandiya, Norveç ve Danimarka gibi İskandinav ülkelerinden gelmektedir.

Tablo 5. İsveç’teki Yabancı Nüfusun Ülkelere Göre Dağılımı (İlk 10)

Ülke Yabancı Doğumlu* İsveç doğumlu (Anne-Babası yabancı doğumlu)* İsveç doğumlu (Anne-Babasından en az biri İsveç doğumlu)** Annesi İsveç doğumlu olanlar Babası İsveç doğumlu olanlar Toplam Finlandiya 166.723 81.804 65.016 114.140 427.683 Irak 125.499 44.048 2.817 1.048 173.412 Yugoslavya 70.050 43.927 13.154 5.564 132.695 Norveç 43.058 8.668 26.457 39.857 118.040 Polonya 72.865 25.899 6.196 13.920 110.212 Danimarka 44.951 13.602 27.953 22.801 109.307 Almanya 48.442 13.811 22.184 24.171 108.608 İran 63.828 19.844 6.370 2.386 92.428 Türkiye 43.909 33.114 7.547 2.154 86.724 Bosna Hersek 56.290 19.070 2.406 1.103 78.869

* İsveç’in resmî yaklaşımına göre yabancı kökenli kişi (foreign backgrounds); yabancı doğumlu ya da İsveç doğumlu olup, yabancı doğumlu anne-babaya sahip olan kişidir.

** İsveç’in resmi yaklaşımına göre anne-babasından en az biri İsveç doğumlu olan kişiler de İsveç kökenli (Swedish backgrounds) sayılmaktadır.

Tarihsel bir bakış açısıyla bakıldığında, İsveç çok kısa bir süre içinde görece homojen bir ülke olmaktan, çoketnili ve çokkültürlü bir topluma dönüşmüştür (Khayati, 2010: 249). Yukarıda da belirtildiği gibi 1900’lü yılların başında yaklaşık 5 milyonluk bir nüfusa sahip olan İsveç’te, bu yüzyıl içerisinde hızlı bir nüfus artışı yaşanmıştır. Bu nüfus artışının özellikle göçle ilişkili olduğu net bir şekilde görülmektedir. Bu bakımdan uluslararası dış göç akımları; İsveç’in bir taraftan çokkültürlü, çokdilli ve çokdinli heterojen bir toplum olmasında etkili olurken, bir diğer taraftan nüfus artışının da temel kaynaklarından birini teşkil etmiştir.