• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

4.2. İSVEÇLİ TÜRKLER: GÖÇ VE YERLEŞME

4.2.1. İsveç’e Göç Süreçleri

Türkiye ile İsveç arasında 10 Mart 1967 yılında imzalanan İşgücü Göçü Anlaşması ile Türkiye’den İsveç’e göç süreçleri resmi olarak başladı. Ancak göçün bunun öncesine dayandığı ve Engelbrektsson’un da belirttiği gibi (1995: 50) Türkiye’den İsveç’e yaşanan iş gücü göçünde resmi kanallardan ziyade sosyal ağların çok daha aktif bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir.

Az rastlanan diğer bireysel göçler dışında İsveç’e kitlesel olarak giden ve zamanla zincirleme bir göçe dönüşen göç hareketleri Konya’nın Kulu ilçesinden olmuştur. İsveç’teki Türk varlığının belirleyici unsuru olarak Kululular günümüzde de İsveç’teki en kalabalık Türk nüfusunu oluşturmaktadır. Orta Anadolu’nun küçük bir ilçesi olan Kulu’dan dünyanın en kuzey bölgelerinden biri olan İsveç’e yaşanan göç zincirinin başlangıcı 1963 yılıdır. Kululu Ali Rıza Erdiş ve beş arkadaşının İsveç’e gidişi Kulu’dan İsveç’e göçün başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Göçün hikâyesi Erdiş’in kendi ağzından şu şekilde anlatılmaktadır (Mengüç, 1992: 12);

“Şimdi efendim ben Konya’nın Kulu kazasında bakkallık yapıyordum. Birgün dükkânımda otururken Battal Yeşil adlı bir arkadaşım yanıma geldi. Elinde pide, benden beyaz peynir aldıktan sonra dedi ki: ‘Arkadaşım bugün ben Ankara’ya gittim. Ankara’da bir arkadaşla görüştüm. İsveç diye bir yerden gelmiş ve optik üzerine gözlükçü dükkânı açmış… Bu arkadaş orada bir sene çalışmış’… Esas mevzuya gelelim. O arkadaş, Battal arkadaşıma diyor ki ‘Eger siz İsveç’e giderseniz ne kadar, yani kaç saat çalışabilirseniz, çalışırsınız. Bir zorluk yok. Sonra işleri de Türkiye’nin işleri gibi ağır değil, gayet iyi insanları var.’ diye Battal’a durumu izah etmiş.

Ben Battal’ı dinledikten sonra, dedim ki… ‘Battalcığım, mümkün mü o arkadaşa beraber gitsek, konuşsak, bir garanti alsak… Yani öyle bir garati alayım ki, dükkânımı satayım!’ Ertesi günü beraber Ankara’ya hareket ettik. Gözlükçü arkadaştan bu İsveç hakkında bilgi aldık ve mutabık kaldık. Ben ertesi günü dükkânımı satılığa çıkardım. Dükkânımı sattık. O zamanın parası ile 12 bin 500 lira tuttu. Arkadaştan 8 bin lirasını peşin aldım. Altı bin lirası benim tren masrafı, pasaport v.s. tuttu. İki bin lirasını da hanıma bıraktım. Ondan sonra da üç arkadaş takıldı bize. Bunlardan birisi Mehmet, birisi İdris, birisi Tahsin İzgi, birisi de Battal Yeşil. Beş arkadaş.

Ankara’ya gittim, kendim dahil beşinin de pasaportunu, devlet dairesindeki işlerinin hepsini yaptırdım. Beşimiz beraber İstanbul’a geldik. Orada birgün kaldık ve ertesi gün yataklı trenle hareket ettik. İkişer ikişer kompartımana yerleştik. Ben bir yabancının yanına düştüm. Baktım yabancı oturmuş kitap okuyor. Okuduğu kitaba baktım Türkçe değildi.. Rengi de biraz sarı idi. Dedim bu galiba ecnebi. Alman. Tren yürüdü. Ondan sonra Battal arkadaş kompartımana geldi. Gel Battal dedim. Oturduk, ağladık. …

Battal arkadaş yanıma gelince ‘gel otur Battalcığım, burada iki şık var’ dedim. ‘İş alamaz da dönersek bize küfür ederler, iyi olmuş battılar derler, yok talih yardım eder de iş alacak olursak, zaten girişken insanlardı, derler, yine küfür ederler’ dedim. Benim bu konuşmam adamcağızın çok hoşuna gitmiş, hemen gözlüğünü çıkardı, kitabını bıraktı. ‘Evladım nerelisiniz’ diye bize hitap etti. Tabi çok utandım. Yaşlı bir beyefendi idi. Kendisini derhal taktim etti. ‘Ben Anayasa Profesörü Halil Değirmencioğlu’ dedi. Hangi memlekete varmışsak oranın dilini konuştu. Gelen kontrol memurlarına onların lisanı ile Almanca mı, İngilizce mi konuşuyordu. Beş arkadaşımın da pasaportu elinde hiçbir tarafa çıkmamamızı tenbih ediyordu. Biz oturuyor, o memleketi geçiyorduk. Almanya, Münih’e kadar getirdi bizi. İsveç’e giden trenin Münih’te 18 numaralı perondan kalkacağını öğrenmiş, geldi bizi trene bindirdi. ‘Evladım sizden bir ricada bulunacağım’ dedi. ‘Türklüğün şerefini hiçbir zaman unutmayacaksınız’ dedi. ‘Çünkü Ali Veli yaptı olmaz, yapacağınız en ufak bir kötülük, Türkiye’ye mâl olur’ dedi. Ve adamcağız ağladı. ‘Bütün bu hatalar sizin değil, memleketimizi idare eden büyüklerin’ dedi. ‘Biz fidanlar diktik, yetiştirdik, fakat meyvesini Avrupalılar yesin diye sizi ihraç ediyoruz.’ dedi. Ondan sonra bizimle tokalaştı ve gitti. Biz de o trene bindik ve işte bugün bulunduğumuz Stockholm’e geldik.”

Bu göç öyküsü günümüzde Türklerin yaklaşık üçte birini oluşturan Kululuların, İsveç’teki varlığının başlangıcını oluşturmaktadır. Bunun yanında İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin büyükşehirlerinden de İsveç’e göç yaşanmıştır. Ancak

günümüzde İsveç’te, Türk denildiğinde akla ilk gelen grup Kulululardır. İsveç’te yaşayan Türklerin ifadelerine göre Kulu, İsveç’teki bu şöhreti nedeniyle çoğu İsveçli tarafından Türkiye’nin başkenti olarak bilinmektedir. Bu durum İsveç’teki baskın Türk profilinin ve algısının Kulululardan oluştuğunu göstermektedir. 2009 yılında İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt, Kulu’yu ziyaret etmiş ve Belediye Başkanı Ahmet Yıldız ile görüşmüştür. Reinfeldt’in ziyaretinde kullandığı şu cümleler dikkat çekicidir;

Aldığım bilgilere göre İsveç’te yaşayan ya da daha önce yaşamış akrabası ve arkadaşı olmayan Kululu yoktur. İsveç’e gelmiş her Türk kökenli ve her Kululu ülkelerimiz arasında köprü görevini yapmaktadır. Bu insanlar, İsveç’in modern, refah bir toplum kurmasına, kültürün gelişmesine yardımcı olmuşlardır. Bu insanlar, İsveç’in var olması ve gelişimi için her zaman olduğu gibi bugün de önemlidir. Tüm bu nedenlerle İsveç, Kulu’ya candan teşekkür eder (www.hurriyet.com.tr).

Başbakan’ın hem Kulu’yu ziyareti, hem de Kulu hakkında söyledikleri Kululu göçmenlerin İsveç açısından önemini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde İsveç de Kulu için oldukça önemlidir. Kulu’dan İsveç’e göç birçok açıdan Kulu’yu etkilemiş ve değiştirmiştir. Örneğin Kulu’da kalan kişiler ekonomik açıdan İsveç’e giden Kululuların tasarruflarından uzun yıllar faydalanmıştır. İsveç’e yaşanan göç; hem bireysel anlamda Kululuların, hem de ilçe olarak Kulu’nun ekonomik açıdan ilerlemesini sağlamıştır. Her evden en az bir kişinin İsveç’te olması Kulu ile İsveç arasında ekonomik açıdan önemli bir bağ oluşturmuştur. Bu durum ayrıca İsveç’teki Kulular ile Kulu’daki Kululular arasındaki sosyal ilişkilerin de kopmadan devam etmesine neden olmuştur. Özellikle iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte İsveç ile Türkiye arasındaki mesafeler sembolik bir uzaklığa dönüşmüştür. Öyle ki İsveç’teki Türkler arasında meydana gelen önemli bir olay, Kulu’da hemen duyulmaktadır. Bunun tersi de geçerlidir. Kulu’da yaşanan bir gelişme de İsveç’te duyulmakta ve yakından takip edilmektedir. Bu bakımdan İsveç ile Kulu arasında kuvvetli bir sosyal ağdan bahsedilebilir.

İsveç’teki Kululuların birikimlerini Kulu’da değerlendirmek istemeleri Kulu’da sadece iki-üç yılda bir açılan ve bir aylığına oturulan çok sayıda konutun (diğer bir ifadeyle lüks villaların) yapılmasına neden olmuştur. Göçle birlikte Kulu’daki geleneksel geniş aile motifinin de değişikliğe uğradığı, gençlerin çoğunluğunun İsveç’e göç etmesiyle Kulu’da yaşlı nüfusun yoğunlukta olduğu belirtilmektedir (Kaya, 2001: 76). Kulu’da genç nüfusun İsveç’e gitme isteği, eğitime önem veren ve yükseköğrenime yönelen genç kitlenin de azalmasına neden olmuştur. Tezcan’ın Kulu’nun Acıkuyu köyünde yaptığı araştırmada (2000: 41) gençlerin çoğunluğunun Avrupa’ya gitmek

istediği görülmüştür. Köydeki öğretmenler de çocukların, küçük yaşlardan itibaren oluşan İsveç’e gitme düşüncesi nedeniyle okumaya karşı motivasyonlarının olmadığını belirtmişlerdir. Kulu’da bu nedenle her yaz mevsiminde ardı ardına yapılan düğünler göze çarpmaktadır. Kulu’daki gençler, İsveç’ten yaz tatilinde Kulu’ya gelen gençlerle evlenerek İsveç’e gitmektedir. Kulu’daki gençler açısından İsveç’e göç etmenin tek yolu yapılan bu evliliklerdir. Bu evlilikler, her yıl yaklaşık 100 ila 200 gencin İsveç’e gitmesine neden olmaktadır. Bu durum devam eden göçün en temel kaynağıdır.

Kulu’da göç, yıllar içerisinde normalleşen bir süreç ve arzu edilen bir hedef haline gelmiştir. Bu bakımdan İsveç’teki Türkler; Kululular ve diğerleri şeklinde birbirinden keskin sınırlarla ayrılmaktadır. Türkiye’nin kentlerinden gelen ve Kululu Türkler tarafından, genel bir ifadeyle “İstanbullular” olarak adlandırılan Türkler ile kentlerden gelenler tarafından “köylüler” olarak adlandırılan Kululu Türkler arasında kurulan sosyal ilişkiler asgari düzeydedir. İsveç’te “Kululu” ve “İstanbullu” deyimleri siyasal eğilim, sosyoekonomik sınıf farklılığı ve İslam dinine ilişkin tutumlar açısından önemli bazı farklılıkları akla getirmektedir. “Türk toplumu” içindeki farklılıklar ise özellikle konuşulan ağız farklılıkları, eş seçimlerindeki farklılıklar ve toplumsal cinsiyet rollerindeki farklılıklar üzerinde yoğunlaşmaktadır (Akpınar, 2007: 340). Kulu dışından gelenleri ifade etmekte kullanılan “şehirliler” ifadesi ne kadar pejoratif ise, Kululuların “köylüler” olarak nitelendirilmesi de o oranda pejoratiftir. Bu durum İsveç’te belirgin bir şekilde, birbirinden kopuk iki farklı Türk toplumunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun en temel nedenlerinden biri kültürel ve bölgesel farklılıklardır; diğeri ise eğitim durumudur.

Kulu’dan İsveç’e ilk giden göçmenlerin (yukarıdaki göç öyküsünün satır aralarında da görüldüğü gibi) eğitimli olmadıkları bilinmektedir. Bu bakımdan İsveç’e giden ilk Türklerin eğitimsiz olması, Türkiye’nin Avrupa’ya olan genel göç tecrübesiyle paralellikler sergilemektedir. Ancak bu göç zincirinde bazı farklılıklar da görmek mümkündür. Örneğin Türkiye’den Almanya’ya giden çoğu göçmenin öncelikle İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlere göç ederek, basamaklı bir göç süreci yaşadığı ve bu sürecin belli ölçüde göçmenlere kent yaşamı ve endüstride çalışma konusunda tecrübe kazandırdığı görülmüştür. Ancak Kulu’dan İsveç’e giden göçmenler, basamaklı bir göç süreci yaşamamış, dolayısıyla kent yaşamını tecrübe etmemiş ve sanayi kuruluşlarında çalışmamışlardır. Çoğunluğu tarımla uğraşan insanlardır. Bu durum Kululu göçmenlerin hem İsveç’e uyumunda zorluklarla karşılaşmalarına, hem de Kulu

dışından gelen Türklerle giderek ayrışmalarına ve nihayetinde kapalı bir topluluk haline gelmelerine neden olmuştur.

İsveç’in 1972 yılında işçi göçüne son vermesi ve 1976 yılında tek taraflı olarak Türk vatandaşlarına vize uygulamasına başlamasıyla birlikte Türkiye’den İsveç’e olan göç akını nitelik değiştirmiştir. Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi İsveç’te de aile birleşimleri ve yapılan evliliklerle göç zinciri kesintisiz devam etmiştir. Bu nedenle İsveç’teki Türk varlığının sayısı giderek artmıştır. 1980’lerin sonunda Türkler, sadece sayıları nedeniyle değil aynı zamanda şehirde yoğunlaşmış yaşam şekilleri nedeniyle de İsveç’te en görünür gruplardan biri haline gelmiştir (Magnusson ve Özüekren, 2002: 471). Türklerin görünürlüğünün artmasının temel nedenlerinden biri aile birleşimi nedeniyle gelen eşler ve çocukların sosyal hayatın içerisine dahil olmalarıdır. İsveç’in ekonomik koşulları eşlerin müşterek olarak çalışmalarını gerektirmektedir. Göçmen kadınların iş gücü piyasasına girmesi, çocukların ise okullara başlaması Türklerin çok daha görünür olmasında etkili olmuştur.

Bu duruma katkı sağlayan bir diğer önemli unsur da yeni yapılan evliliklerdir. Özellikle evliliklerin göçe neden olduğu iddiasının burada tersine döndüğünü söylemek mümkündür. Çünkü İsveç’e giderek çok daha iyi yaşam standartlarına kavuşacağını düşünen gençler, İsveç’teki Türklerle evlenmek istemektedir. Aileler de çocuklarını İsveç’e göndermenin tek yolunun, işgücü göçünün durdurulmasının ardından, evlenmekten geçtiğini bilmektedir. Bu sebeple evliliklerin göçe değil, daha ziyade göç etme isteğinin evliliklere yön verdiği görülmektedir. Bu bakımdan Kulu’da, evliliğin bir göç stratejisi olarak kullanılması yaygındır. Bu ise 1970’li yılların ortalarından bu yana İsveç’teki nüfusun sabitlenmeden artmasında ve neticede Türklerin çok daha görünür olmasında etkili olmaktadır. Günümüzde Kulu’da göç saikiyle yapılan evlilikler hâlâ devam etmektedir. Ancak bu konuda, özellikle İsveç’teki Kululular açısından, belli başlı tutum değişiklikleri oluşmaktadır.

İsveç’teki Türkler arasında göçün ilk yıllarından günümüze kadar, kentsel yoğunlaşmanın oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Türkler en az tercih edilen bölgelerde yaşamaktadır ve mekânsal olarak en fazla yoğunlaşan gruptur (Magnusson ve Özüekren, 2002: 466). İsveç’te Türkler, özellikle Stockholm bölgesinde, Stockholm’de ise Rinkeby, Alby, Tensta, Fittja, Skogås, Handen, Bredeng, Skärholmen gibi banliyö tarzı yerlerde yoğunlaşmıştır. Bu banliyöler arasında en çok bilineni

Rinkeby’dir. Rinkeby’deki Türk göçmen yoğunluğunun giderek artması nedeniyle İsveç’te Rinkeby’nin, Türkeby (Türkköyü) olarak anıldığı sıklıkla ifade edilmektedir.

İsveç’e yeni taşınan aileler, akrabalarının yanına, yani çoğu zaman Rinkeby ve Tensta gibi banliyölere yerleşmeyi tercih etmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında sosyal ilişkiler ve sosyal sermaye oldukça önemlidir. Ancak Özsoy’un belirttiğine göre (2002: 197) resmi kurumlar da o dönemde bunu önermiş ve desteklemiştir. Yani bir anlamda resmi olarak gettolaşmanın önü bu şekilde açılmıştır. Bu gettolarda İsveç toplumu ile temas asgari düzeydedir, çünkü belirtildiğine göre mahallesinden zorunlu haller dışında çıkmayan Türklere rastlamak bile mümkündür.

İsveç’in en büyük şehirleri Stockholm, Göteborg ve Malmö, yüksek oranda ayrışmış yerleşim alanlarına sahiptir, ancak burada en büyük ayrışma unsuru etnisite değil, İsveçli olmamak üzerine kuruludur. Bu durum, Türk gençlerin göreceli olarak çok az sayıda İsveçli genç ile yetiştiği, ancak çoğu Bosna, Şili, Eritre, İran, Irak, Lübnan, Somali ve Türkiye kökenli olan göçmenlerle ilişki içerisinde olduğu anlamına gelmektedir. Bu gençlerin kimlikleri önemli oranda ‘İsveçli olmamak’ kimliği (Westin, 2003: 190) üzerine inşa edilmektedir.

Westin’in belirttiğine göre (2003: 176) İsveç’te günlük yabancı düşmanlığı söyleminde “Türk” etiketi, Avrupalı olmayan göçmenler anlamına gelmektedir. Bu durum Westin tarafından, Avrupa’nın geçmişteki Türklere ilişkin “kafir” klişesinin ve Osmanlı’nın Balkanlar’daki uzun hakimiyet döneminin bir devamı olarak değerlendirilmektedir. Birçok açıdan Türkiye’den gelen göçmenler, önyargılara ve olumsuz klişelerle karşı karşıya kalmaktadır. Türkler, etnik açıdan uzak ve “öteki” olarak algılanmaktadır.

Tablo 7.’de de görüldüğü gibi; 1981, 1987 ve 1993 yıllarında yapılan ve etnik mesafe algısını ortaya koyan çalışmalar, Türklerin, İsveç’teki 12 etnik grup arasında en uzak etnik gruplar içerisinde (10. sırada) yer aldığını göstermektedir. Bu tutum İsveçlilerin, Türklere ilişkin yakınlık algısını ortaya koymaktadır. Türkler, İsveçliler tarafından oldukça uzak algılanırken, İsveçlilerin kendilerini etnik ve kültürel olarak en yakın hissetikleri göçmen grupları, İskandinav bölgesinden gelen Norveçliler ve Finlandiyalılardır. Bunun yanında diğer Avrupa ülkelerinden gelen İngilizlerin ve Almanların da İsveçliler tarafından yakın görüldüğü anlaşılmaktadır.

Tablo 7. İsveçlilerin 12 Etnik Gruba İlişkin Etnik Mesafe Algısı

1981 1987 1993

Ort. Sıra Ort. Sıra Ort. Sıra Norveçliler 1,37 1 1,44 1 1,54 1 Finliler 1,45 2 1,61 2 2,08 2 İngilizler 2,34 3 2,54 4 2,25 3 Almanlar 2,43 4 2,70 5 2,52 4 Samiler 2,62 5 2,27 3 2,57 5 Yahudiler 3,83 6 4,22 7 3,77 6 Polonyalılar 3,95 7 4,02 6 3,90 7 Yunanlılar 5,10 8 4,75 8 4,46 8 Çinliler 5,77 11 5,38 9 5,22 9 Türkler 5,72 10 5,64 10 5,44 10 Etiyopyalılar 5,86 12 5,65 11 5,61 11 “Çingeneler” 5,67 9 5,76 12 5,68 12 Kaynak: Westin, 2003: 176.

Türklere ilişkin bu algının bir diğer nedeni de dini inançlarıdır. Türkler 1980’li yılların başına kadar İsveç’teki en büyük Müslüman cemaatini oluşturmaktaydı (Akış ve Kalaylıoğlu, 2010: 15; Sander, 2004: 220). Ancak 1980’li yıllardan sonra İran, Irak, Suriye gibi Orta Doğu ülkelerinden ve Afrika ülkelerinden gelen Müslümanlarla bu oran değişmiştir. Müslümanlar günümüzde, Sander’in belirttiğine göre (2004: 241) İsveç’te en temel “sapma” grup olarak değerlendirilmekte ve İsveç’in geleneksel İsveçli nosyonuna büyük bir ölçüde tehdit (en azından potansiyel) olarak algılanmaktadır. Bu algı özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra giderek kuvvetlenmiş (Larsson, 2006) ve İslamofobi yükselişe geçmiştir. Larsson’un belirttiğine göre (2010: 32) İsveç’te artan İslam ve Müslüman karşıtlığı nedeniyle çok sayıda sözlü ve fiziksel saldırı rapor edilmiştir. Ancak yapılan saha araştırmaları; medyaya yansıyan ve polis kayıtlarına geçen rakamlardan çok daha fazla şiddet ve ayrımcılığın olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebeple şiddet ve ayrımcılık olaylarının medyada aynı oranda yer almadığı, ayrıca sözlü ve fiziksel saldırıya uğrayan bazı kişilerin bunu polise bildirmemeyi tercih ettiği düşünülmektedir.

1970’li yılların ortalarına kadar devam eden işgücü göçüne, ailelerin de katılması, İsveç’teki Türk nüfusunun kalıcı olmaya başladığının bir habercisi oldu. Ancak göçün başlangıcında, Larsson’un belirttiği gibi (2011: 43) pek çok diğer Müslüman gruba benzer olarak Türk toplumunun üyeleri de Türkiye’ye geri dönecekleri inancını taşıyordu. Bu ise İsveç’e belli bir dönem geçici gözüyle bakan Türk toplumunun entegrasyon sürecinin yavaşlamasına neden oldu. Günümüzde ise diğer

bütün Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türklerin İsveç’te kalıcı yerleşimci oldukları ve ‘yeni İsveçli’ler arasında en önemli etnik grubu oluşturduğu bilinmektedir. Sayıları çok fazla olmasa da müferit olarak, özellikle emekliye ayrılan Türk göçmenlerin Türkiye’ye döndükleri; bazılarının ise emekliliklerinde, yılın 6 ayını Türkiye’de, 6 ayını da İsveç’te geçirdikleri görülmektedir. Sonuç itibariyle, emekli de olsa, Türk göçmenlerin İsveç’teki bağlarını koparmadıkları ya da en azından koparmak istemedikleri anlaşılmaktadır.