• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.2. KÜLTÜR, KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK VE ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK

3.2.3. Çokkültürcülüğe Eleştiriler

Çokkültürcülüğün farklılıkları tanıma ve kültürel kimlikleri devam ettirmeye yönelik ortaya koyduğu politikaların bir değer olarak kabul görmesinin yanında, bu politikaların farklılıkları daha da belirgin kıldığı ve toplumsal ayrışmayı körüklediğine yönelik eleştiriler gelmektedir. Yani çokkültürcülüğün ortaya koyduğu çözüm, aynı zamanda eleştirilerin de merkezinde yer almaktadır. Paradoksal bir şekilde, çokkültürlülüğün göklere çıkardığı çözüm, etnik ya da kültürel ayrımı aşmak değil de onların sürekliliğini sağlamaktır (Guiraudon, 2009: 158). Bu süreklilik, eşit haklar ve saygı ekseninde değerlendirildiğinde olumlu bir süreci temsil edebilir, ancak çoğu düşünüre göre, çokkültürcülük politikalarının, tam da bu nedenden ötürü başarısızlığa uğrayacağı, hatta şimdiden başarısız olduğu kabul edilmektedir.

Çokkültürcülük, devreye girmesinden kısa bir süre sonra AB ülkelerinin çoğunda bugün, hem siyasal iktidarlar hem de tabandan gelen bir karşı saldırıyla karşı karşıyadır ve bu karşı saldırı, onun geleceğini belirsizleştirmektedir. Dolayısıyla bu durumda çokkültürcülüğün krizinden söz etmek abartı olmayacaktır (Özbudun, 2010: 49).

Çokkültürcülüğe yöneltilen eleştirilerin başında, bütünleştirici bir anlayış olarak ulus olma düşüncesinin zedelendiğine ilişkin yaklaşım gelmektedir. Ulusalcılığı aşan bir tasarım olarak (Aydın, 2003: 41) çokkültürcülük, ulus-devletin homojenleştirici ve böylelikle bütünleştirici özelliğine bir tehdit olarak algılanmakta ve eleştirilmektedir. Bu sebeple, Avrupa toplumları içerisinde çokkültürcülük, ulusçuluğun önünü kesen (Kastoryano, 2009: 21) bir siyasa olarak değerlendirilmektedir.

Çokkültürlülük siyasetine karşı çıkanlar azınlık kültürler için özel politika düzenlemelerinin, siyasal toplumun üyeleri arasındaki karşılıklı dayanışma duygusunu azaltacağını ileri sürmektedirler (Tok, 2003: 279). Bunun yerine eşit vatandaşlık

anlayışının çok daha işlevsel olacağını ifade eden eleştirilere göre, kültürel farklılıkların, ortak değerler üretmede ve paylaşılan bir aidiyet duygusunun oluşturulmasında olumlu değil, olumsuz sonuçlar doğuracağını ve parçalanmalara neden olacağı savunulmaktadır.

Modern kültür, hak ve özgürlük olgularında olduğu gibi çokkültürlülüğü de göründüğü kadarıyla grupsallıklarda değil, bireyselliklerde aramaktadır. Bu bireysellik kapitalist toplumun tüketici kitleler bulma beklentisine uygundur. Çünkü bireyselliğin ciddi tepkisel oluşumları olmaz (Aydın, 2003: 43). Çokkültürcülüğün kültürel haklar bağlamında ön plana çıkması, siyasi talepleri gölgelemektedir. Çokkültürcülük içerisinde çoğunlukla bireysel haklar düzleminde değerlendirilen kültürel haklar meselesi, etnik-kültürel farklılıkları topluluk bağlamından çıkararak bireysel boyuta çekmektedir. Bireysel düzlemde tasarlanan ve siyasi hak ve talepleri göz ardı eden bu yaklaşım, bir taraftan azınlık ve göçmen kültürlerinin yaşatılmasını talep ederken, diğer taraftan cemaat bağlarının zayıflamasına neden olmakta ve bireyi, kişisel tercihlere dayalı bir seçme özgürlüğüyle baş başa bırakmaktadır. Bu ise istenilen hedeflerin tam zıddı bir sonucu beraberinde getirmekte ve asimilasyoncu politikanın bireyci hedeflerini anımsatmaktadır.

Uygulamalar ve kazanımlar perspektifinden değerlendirildiğinde çokkültürcü uygulamaların, etnik/kültürel göçmen gruplarla ev sahibi toplum arasındaki toplumsal- iktisadi eşitsizliklere çözüm getirmediği görülmektedir. İktisadi açıdan en kırılgan, en düşük gelirli, en yoksul, en yoksun, işsizliğe en fazla maruz kalan kesimlerin etnik azınlıklar olduğu, her araştırmada tekrar tekrar belgelenen bir durumdur (Özbudun ve Demirer, 2006: 107). Kendilerini çokkültürlü toplum olarak görmeyen ülkelerde olduğu kadar (Fransa ve Almanya gibi), çokkültürcü politikaları 1970’li yıllardan bu yana uygulayan ülkelerde de (Hollanda ve İsveç gibi) eşitsizliklerin, ayrımcı davranışların, ırkçılığın kaybolmaktan ziyade her geçen gün arttığı bilinen bir gerçektir. Bunun yanında bir kültür ile özdeşleştirilen bir cemaatin sınırlarını sabitlediği ve cemaati kendi içine kapalı kıldığı ölçüde, çokkültürcü siyasalar kültürel gettolaşmalara da yol açabilmektedir (Özbudun ve Demirer, 2006: 109).

Bu eleştirilere ek olarak özellikle Kymlicka’nın göçmenler ile ulusal azınlıklar arasında ortaya koyduğu ayrım, çokkültürcü politikalar açısından oldukça sorunlu bir durumu ifade etmektedir. Kavramsal düzeyde yapılan bu ayrım, pratikte de yansımaları görülen bir ayrımcılığı ifade etmektedir. Çokkültürcülük mantığından bakıldığında,

devlet desteği –eğer sağlanacaksa- her sosyal gruba eşit koşullarda sağlanmalıdır (Walzer, 1998: 50). Aksi bir durum, çokkültürcü politikalara uygun değildir. Ancak bunun aksi durumlar Avrupa toplumlarında de facto bir gerçekliktir.

Örneğin bazı Avrupa ülkelerinde etnik grupların anadillerinde yaptıkları eğitim uygulamasına, uyumu güçleştiriyor iddiasıyla son verilmiştir. Medyada ve sokakta yabancılara hoşgörü ve tahammül giderek azalmakta ve yeni ırkçılık kimlik ve din farklılığı (Tekinalp, 2005: 79) üzerinden kendini devam ettirmektedir. Bütün bunların sebebi ise çokkültürcülük politikalarının farklılıkları vurgulayan, görünür kılan özellikleriyle ilişkili olarak eleştirilmektedir. Bunun yerine “renk körü” bir toplumun çok daha olumlu sonuçlar doğuracağını iddia eden görüşler de mevcuttur.

Çokkültürlülüğe eleştirel bakan düşünürlerin ve siyasetçilerin eleştirileri özet olarak şu şekilde ifade edilebilir (Canatan, 2009: 83);

1. Çokkültürlü toplum, farklı etnik gruplar arasında kültürel çatışmaları beraberinde getirmektedir. Bu çatışma beklentisinin gerisinde kültürlerin uzlaşması mümkün olmayan çelişkiler taşıdığı fikri yatmaktadır.

2. Kültürel farklılıklar, etnik grupların yerleşik topluma uyumuna ve entegrasyonuna engel olmaktadır. Göçmenler, kendi kültürlerine aşırı bağlılıklarından dolayı, kendilerini toplumdan dışlamaktadır.

3. Batı kültürü örnek ve üstün bir kültürdür. Diğer kültürler, Batı toplumlarına katkıda bulunmak bir yana, hem yerleşik topluma, hem de göçmen gruplara sorunlar çıkarmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

4. Entegrasyon sorunu, göçmenlerin tam veya sınırlı oranda asimilasyonu ile çözülebilir. Göçmenlerin ve azınlıkların özellikle kamusal alanda egemen değer ve normlara uymaları zorunludur.

Ortaya çıkan sorunlar ve halktan gelen tepkiler nedeniyle çokkültürcülük politikaları, yerini giderek klasik entegrasyon politikalarına, hatta bazı ülkelerde asimilasyon anlayışına tekrar bırakmaktadır.