• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.3. KARŞILAŞMALAR: KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

3.3.2. Kültürlerarası İletişim: Farklılığın Diyalojik İnşası

Kültürlerarası iletişime duyulan ilgi, her ne kadar küreselleşme sürecinin ve postmodern dönemin bir ürünü olsa da, kültürlerarası iletişim süreçleri, insanlığın tecrübe ettiği savaşlar, ticari ilişkiler ve en önemlisi göçler nedeniyle oldukça eski bir pratiktir. Burada özellikle göçler, kültürlerarası iletişim açısından ayrıcalıklı bir öneme

sahiptir, çünkü göç süreci yabancıların, farklı kültürleri temsil eden bireylerin kalıcı hareketlerini içermektedir. Bu yüzden kültürlerarası iletişim bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Kültürel farklılıkları temsil eden azınlık ve göçmenlerin en çok yalıtıldığı toplumlar içerisinde dahi, kültürlerarası iletişim kaçınılmaz bir şekilde kendini göstermektedir.

Kültürlerarası iletişim, araştırma ve inceleme alanı olarak bir disiplini, farklı kültürlerden gelen insanların gündelik iletişim pratikleri olarak da çokkültürlü bir toplum içerisindeki etkileşim biçimlerini ifade etmektedir. Bu bakımdan kültürlerarası iletişim hem bir araştırma alanı hem de toplumsal bir etkileşim biçimi olarak iki farklı anlam düzeyine sahiptir.

Bir disiplin olarak kültürlerarası iletişim, yaklaşık 50 yıllık kısa bir geçmişe sahiptir. Hall, çoğu kişi tarafından bu alanın kurucusu olarak kabul edilir (Arasaratnam ve Doerfel, 2005: 138). Kültürlerarası iletişim disiplini, yapısı ve inceleme alanı gereği interdisipliner bir bilim dalı olarak gelişme göstermektedir. Özellikle sosyal psikoloji, psikoloji, kültürel antropoloji ve sosyoloji gibi alanların kavramlarından ve yaklaşım açılarından faydalanmaktadır.

Martin ve Nakayama (2000) kültürlerarası iletişim çalışmalarını, üç araştırma yaklaşımı içine yerleştirir (Sarı, 2004: 70). Bunlar; kültürel farklılıkların iletişimi etkilediğini vurgulayan geleneksel sosyal psikolojik işlevselci yaklaşım, iletişim bağlamını anlamayı öne çıkaran yorumlayıcı yaklaşım, kültürlerarası iletişimi anlamada iktidarın ve tarihsel bağlamın önemi üzerinde duran eleştirel yaklaşımdır.

Bu yaklaşımların her biri alana özgün katkılar sağlamıştır. Yaklaşım açılarındaki en temel farklılık kültür ve kültürel çeşitliliğe ilişkin bakış açısıdır. Sarı’nın belirttiğine göre (2010: 81-85) işlevselci yaklaşımın en önemli ayırıcı özelliği kültürün iletişim davranışları üzerindeki belirleyici etkisinin kabul edilmesidir. Yorumlayıcı yaklaşım ise, işlevselci yaklaşımın aksine, kültürün iletişim aracılığıyla üretildiğini ve yaygınlık kazandığını iddia eden bir bakış açısıdır. Eleştirel yaklaşım ise kültürü bir iktidar mücadelesi alanı olarak değerlendirirken, kültürlerarası iletişimde iktidar ilişkilerinin ve sosyal-tarihsel bağlamın önemini vurgulamaktadır.

Kültürlerarası iletişim disiplininin inceleme alanı, öncelikle mikro düzeyde “yabancı”lar arasındaki yüz-yüze iletişimi kapsar; makro düzeyde ise etnik gruplar, uluslar ve ülkeler arasındaki iletişim faaliyetlerini inceler (Tabakcı, 2009: 35). Kültürlerarası iletişimin mikro düzeydeki inceleme alanı bireysel karşılaşmaları konu

edinir. Bu bakış açısı işlevselci yaklaşımın ortaya koyduğu bir inceleme alanını ifade etmektedir. Ancak, kültürlerarası iletişimin bireysel düzlemde olduğu kadar, etnik ilişkiler bağlamında da gelişen bir etkileşim biçimi olduğu kabul edilmelidir. Bu bağlamda kültür ve kültürlerarası etkileşim hegemonik bir ilişki biçimine dönüşmekte ve iktidar mücadelesi alanı olarak değerlendirilmektedir.

Kültürlerarası iletişim, çoğu akademisyen ve araştırmacı tarafından kavramsal düzeyde ve pratikte; farklı kültürlerden gelen, farklı kültürel kökenlere sahip insanlar arasındaki iletişim sürecini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır (Arasaratnam vd, 2005: 138; Dictionary of Media Studies, 2006: 121; Findlay, 1998: 91; Groff, 2002: 702; Kartarı, 2006: 13; Khang 2008: 338; Matkeviciene, 2008: 60; Mutlu, 2004: 202; Oatey-Sprencer vd, 2007: 1; Peltokorpi, 2010: 177; Taylor, 2005: 428).

Kültürlerarası iletişimde üzerinde durulan ve çözümlenmeye çalışılan ortak sorunlar şunlardır (Erdoğan, 2005: 155);

1. İnsanları belli kalıplara yerleştirme,

2. Diğerleri hakkında ön yargılar ve faraziyelerde bulunma, 3. Cinsiyet, yaş, ırk, din gibi farkların getirdiği yanlış anlamalar, 4. Kültürel değerleri taşıyan insanın hoşgörüden yoksun olması, 5. Kültürün dışa kapalı, dışa karşı şüpheci olması,

6. Kendini beğenmişlik ve diğer kültürlere saygı eksikliği, 7. Kültürel empati yokluğu,

8. Geleneksel kültürel değerlere sahip olma.

Kültürel farklılıklar ekseninde şekillenen bu iletişim biçiminde ortaya çıkan sorunların başında kalıp düşünceler ve ön yargılar gelmektedir. Ön yargılar özellikle bireyin ait olduğu etnik ve kültürel gruplar bağlamında şekillenmektedir, bu sebeple bireyler ait oldukları gruba ilişkin oluşmuş kanaatlerin olumsuz etkisine bireysel etkileşim süreçlerinde de maruz kalmaktadır. Bu durum özellikle de azınlık durumunda olan bireyler için geçerlidir. Çünkü kültürlerarası iletişim, çoğunlukla örtük bir şekilde de olsa azınlık kültürlerin; hakim, çoğunluk kültüre kendini ifade etmesi olarak tek taraflı bir etkileşim biçimi olarak algılanmaktadır. Bu sebeple önyargılar ve kalıplaşmış düşünceler azınlık kültürüne mensup bireylere yöneliktir. Çoğunluğa ilişkin ön yargı ve kalıp düşüncelerin oluşması beklenen bir olgu değildir; çünkü egemen kültür, aynı zamanda tanınan, bilinen ve uyum sağlanması gereken kültür olarak değerlendirilir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde diyalog ve kültürlerarası öğrenme, iletişim süreçleri içerisinde üretilen kültürel kimlikler üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Kültürel bir kimlik, iletişimde katılımcıların söylemlerinde gözlemlenebilir (Baraldi,

2006: 62) niteliktedir. Kültürel farklılığa ilişkin her bir karşılaşma içerisinde kimlik ve farklılık vurgusunu barındırmakta ve bu farklılığın diyaloğa dayalı yeniden üretimini gerçekleştirmektedir.

Kültüriçi iletişim olarak ifade edilen (intracultural) aynı kültürel anlam dünyasını paylaşan insanlar arasındaki iletişim ile farklı kültürlerden gelen insanlar arasındaki iletişimi (intercultural) birbirinden ayırmak gerekmektedir. İkisi arasında temel bazı farklılıklar vardır. Kültürlerarası iletişimin farklı yönlerinden biri, etkileşimle birlikte ortaya çıkan temel kurallar ve işaretlerin anlamındaki şüphe ve belirsizliklerdir. Kültürlerarası iletişimin ikinci ayırıcı özelliği ise çatışma ve yanlış anlaşılmanın kaçınılmaz olmasıdır (Matsumoto vd., 2007: 78). Çatışma ve yanlış anlamalar her ne kadar kaçınılmaz olsa da bunun asgari düzeye indirilmesi kültürlerarası iletişimde önemli bir süreci ifade etmektedir.

Kültürlerarası iletişimin beklenen ve olumlu bir düzlemde gerçekleşmesi kültürel farklılıklara bağlı olarak şekillenen birçok engeli de içerisinde barındırmaktadır. Öteki olanla iletişim kurmak kültürlerarası iletişimin en temel sorunları arasında yer almaktadır. Kültürlerarası iletişim kurarken karşılaşılan engeller ırkçılık, damgalama ve önyargılardır (Alioğlu, 2011: 56). Pershina ise (2010: 82-84) kültürlerarası iletişimin önündeki engellerin farklılık, dil ve farklı duygusal durumlar olduğu belirtir. Kartarı ise kültürlerarası iletişimi etkileyen faktörleri; normlar, roller, etnik merkezcilik, belirsizlik ve kaygı, kalıp düşünceler ve önyargılar (2006: 202-225) olarak ifade etmektedir.

Farklılıklar temelde kültürel farklılıkları ifade etmektedir. Bireylerin farklı duygusal durumları, olayları algılama ve değerlendirme biçimleri de etkileşimin önündeki en önemli engellerdendir. Özellikle göçmenlerin ev sahibi toplumun dilini öğrenmesi ve yetkin bir şekilde kullanması en önemli sorunlardan biri olarak değerlendirilmektedir.

Ancak Novinger’in (2001) de belirttiği gibi kültürlerarası iletişim sürecinde dilden daha büyük ve aşılması daha zor engel farklı bir kültürü konuşmaktır. Bu sebeple dil, kültürlerarası iletişim sürecini yaşayan bireyler için güç, ancak aşılması mümkün bir olgu olarak kabul edilebilir. Ancak farklılıkların kültür üzerinden vurgulandığı ve belirginleştiği bir iletişim ortamında, kullanılan dil aynı da olsa, bakış açısındaki farklılıklar kültürlerarası iletişimin seyrini olumsuz yönde etkileyecektir (Göker vd. 2011: 68). Pershina’ya göre (2010: 85) kültürlerarası deneyimler iyi gitmediğinde

psikolojik endişeler, ana vatana erken dönüş, duygusal bunaltı, kültür şoku, depresyon, gerginlik, iş performansında düşüş ve beşeri ilişkilerde sıkıntılar yaşanmaktadır. Uç noktadaki durumlarda ise anti sosyal davranış ve hatta intihara da rastlanmaktadır.