• Sonuç bulunamadı

2.1. MODERNİTEDEN POSTMODERNİTEYE KİMLİK

2.1.2. Kolektif Ayrışmalar: Kimlik Türleri

Kimliğin inşa sürecinde ele alınan kimlik kuramları çerçevesinde en temelde iki farklı kimlik türünden söz edilebilir: kişisel ve kolektif kimlik. Bunlardan birincisi daha çok bireyin benliğine ve kişilik özelliklerine göndermede bulunurken, ikincisi bireyin toplumsallığına, sosyal bir varlık olmasına atıf yapmaktadır. Kişisel kimlik bilincinin ön koşulu, ben olmayanlarla etkileşim ve iletişim; kültürel-toplumsal kimliğin temeli ise buna ek olarak değerler, ortak ritüeller, temsiller ve yaşantılardır (Zıllıoğlu, 2008: 13). Dolayısıyla kişisel kimlikler, bireyin ait olduğu gruplar ile bu gruplardan elde ettiği ortak değerler ve toplumsal pratiklerle birlikte kolektif bir kimliğin parçası haline gelmektedir. Bireysel kimlikler grup içerisinde farklılıklara göndermede bulunurken, kolektif kimlik ise grup içerisinde benzerliklere, grup dışında da farklılıklara işaret eden bir alana dönüşmektedir.

Bilgin, kolektif kimliğin temel özelliklerini şu şekilde sıralamaktadır (1999: 61): Kolektif kimlik, grup üyeleri tarafından sübjektif olarak algılanır ve yaşanır; diğerine karşıtlık içinde, bir kontrast ve diğerlerinden fark olarak tanımlanır; gruba aidiyet bilincinden kaynaklanır; çeşitli temsillerin bir sistemi içinde kavranır, bu temsiller içinde bir takım negatif ve pozitif nitelikler bulunur, pozitif nitelikler etnosentrik tutumlar oluşturur; ve son olarak bu tutumlar ve yanlar, oldukça tutarlı fikirler sistemi veya ideoloji içeren bir söyleme dönüşür.

Toplumsal gruplar, boyutları ne olursa olsun kendisine özgü bir kolektif kimliği kaçınılmaz bir şekilde üretir. Bu üretimin üç temel yapı taşı olduğu ifade edilebilir: benzerlikler, farklılıklar ve bu ikisi arasındaki etkileşim. Kolektif kimliklerin bu üç temel ögesinin ilki kimliğin bütünleştirici; ikincisi ayrıştırıcı; üçüncüsü ise diyalojik yapısını ortaya koymaktadır. Kolektif kimliklerin bu bakımdan diğer kolektif kimlikleri temsil eden bireyler ve bu bireylerin ait oldukları toplumsal gruplarla etkileşim içerisinde olması onun kaçınılmaz olarak hem diğerini/ötekini adlandırmasını ve

konumlandırmasını, hem de diğeri/öteki tarafından adlandırılmasını ve konumlandırılmasını içermektedir. Bu durum genellikle kendine ilişkin adlandırmanın olumlu/pozitif, diğerine/ötekine ilişkin adlandırmanın ise olumsuz/negatif olmasıyla sonuçlanır. Etnosentrik bakış açısının özünü de bu “biz merkezci” bakış açısı oluşturmaktadır.

Etnosentrik bakış açısının egemen olduğu kolektif kimlikler, kendi içerisinde belli nüans farklılıkları barındıran bir sınıflandırmaya tabi tutulabilirler. Bunlar; milli/ulusal kimlik, etnik kimlik, kültürel kimlik ve dini kimlik olarak sınıflandırılabilir. Bunların yanına özellikle siyasi kimlik, sınıf kimliği ve medeniyet kimliği gibi bazı eklemeler de yapılmaktadır. Burada, ifade edilen ilk dört kolektif kimlik türüne değinilecektir. Değerlendirmeye alınan kolektif kimliklerin, etki ve boyutları farklı olan çeşitli aidiyet bağlarıyla ilişkili olduğu da vurgulanmalıdır.

Milli/Ulusal Kimlik

Kolektif kimlikler içinde en önemli ve etkin olanı ulusal kimliktir. Çünkü ulusal kimlik, bütün sınıfları ve bireysel kimlikleri tek bir kolektif kimlik altında birleştirmeyi hedefler. Ulusal kimlik doğası gereği etnik kimliklere de meydan okur (Akca, 2007: 6). Ulusal kimlikler, özellikle günümüz çokkültürlü toplumları içerisinde vatandaşlık ekseninde bir üst kimlik olarak kurgulanmakta ve toplumsal bütünlüğün inşasında önemli simgesel değerlere atıfta bulunmaktadır.

Ulusal kimliğin modern-ulus devlet ile bütünleşik bir bağı vardır. Yasalar ve kurumlarla bağlantılı ulus kavramı kökeni itibariyle Batılı bir kavramdır. Çünkü yeni bir siyasal yapı olan devlet ve bu yapının içinde yaşayan teritoryal halk ilk kez Batıda ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Batılı ulus kavramı ilk önce alana bağlı yani teritoryal bir nitelik göstermektedir. Bu anlayışa göre toprak ve halk birbiriyle bütünleşmiş ve ayrılmaz bir özellik kazanmışlardır (Uzun, 2007: 139-140).

Anderson’a göre (2011: 20-22) ulus, hayal edilmiş bir siyasi topluluktur. Ulusun hayali olmasının en temel nedeni; ulusun üyelerinin diğer üyelerini asla tanımayacak olması, tanışmayacak olması ve çoğu hakkında hiçbir şey işitmemiş olmasıdır. Bu sebeple ulusun her bir üyesinin zihninde, ancak toplamlarının hayali yaşar. Ulus aynı zamanda sınırlı olarak hayal edilir, çünkü hiçbir ulus kendisinin insanlığın tamamıyla örtüştüğünü iddia etmez. Bu yüzden sınırlı bir tahayyüldür. Ulus ayrıca egemen olarak hayal edilir. Çünkü ulus kavramı, Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile yakından bağlantılıdır ve egemenlik, egemen bir devlet bünyesinde halka atfedilmiştir. Son olarak

ulus bir cemaat olarak tasavvur edilir; çünkü her ulusta fiilen geçerli olan eşitsizlik ve sömürü ilişkileri olsa da, ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanır. Vincent’e göre de (2006: 381) ulus kavramı, genellikle, bağlılık ve sevgi odağı olarak şekillenen, ortak bir soya, tarihe, kültür ve dile sahip bir insanlar grubuna işaret eder. Ulus, etnisite tanımlaması olarak da kabul edilebilir; ancak bu onun her zaman etnisiteye işaret etmesi gerektiği anlamına gelmez. Balibar da (2007a: 119) hiçbir ulusun etnik bir temele dayanmadığını ancak toplumsal oluşumların ulusallaşmasıyla, içerdikleri toplulukların da giderek etnikleştiğini, yani kendiliğinden bir kimliğe sahipmiş gibi göründüğünü ifade etmektedir.

Bilgin’in belirttiğine göre tarihsel süreç içerisinde iki tip ulus anlayışı belirmiştir (Bilgin, 1999: 7): Birincisi, yasa önünde eşit vatandaşların iradi katılımıyla serbestçe oluşan kontrata dayalı ulus anlayışıdır. İkincisi ise bir tarihin ürünü, anıların ve geleneklerin tezahürü olan kolektif ruha dayalı ulustur. Kontrata dayalı ulus anlayışında ulus, yurttaşlar topluluğu olarak tanımlanmakta, tarihsel veya kültürel topluluk biçimlerinden ayırt edilmektedir. Bu mantığa göre, dünyada pek çok politik rejim olduğu için pek çok ulus vardır; ulusların arasındaki fark politiktir, olgusaldır, ama doğal, yani aşılamaz değildir. Romantik ulus olarak da adlandırılan ikinci anlayışta ulus, tarihin ürünü, topluluğun kolektif ruhunun ifadesi olarak kavramsallaştırılır. Bu anlayış, çeşitli ulusların birbirlerine indirgenemez bir heterojenliği olduğunu, ulusların arasında en iyi halde aşılamaz bir türlülük, en kötü halde yatıştırılamaz bir çatışma olduğunu öngörür.

Milli kimliğin; toprak, vatan, yasal eşitlik ve ortak fikir/kültür/hissiyat gibi dört temel unsuru bulunmaktadır (Smith, 2010: 25-27). İlk unsura göre milletlerin iyi tanımlanmış ülkelere, topraklara sahip olması gerekir. Ama söz konusu toprak parçasının herhangi bir yer olması mümkün değildir; o herhangi bir toprak parçası değil, tarihi bir toprak, yurt, halkın beşiği olmalıdır. İkinci unsur olan vatan ise yasaları ve kurumlarıyla tek siyasi iradeye sahip bir topluluğu ifade etmektedir. Bu topluluğun fertleri arasındaki yasal eşitlik ise milli kimliğin bir diğer unsurudur. Sivil ve yasal haklar, siyasi haklar ve görevler ve sosyo-ekonomik haklar da dahil olmak üzere muhtelif yurttaşlık türleri bunun tam ifadesidir. Son olarak milletleri bir arada tutan ortak fikirler, hissiyat, ideoloji ve kültür, milli kimliğin bir diğer unsurlar bütünüdür. İfade edilen tüm bu unsurlar Batılı millet düşüncesinin standardı ve oluşturucuları olarak kabul edilmektedir.

Smith, milli kimliğin dayanak noktalarını ve temel özelliklerini şu şekilde sıralar (2010: 31);

1) Tarihi bir toprak/ülke, ya da yurt; 2) Ortak mitler ve tarihi bellek; 3) Ortak bir kitlesel kamu kültürü;

4) Topluluğun bütün fertleri için geçerli ortak yasal hak ve görevler;

5) Topluluk fertlerinin ülke üzerinde serbest hareket imkânına sahip oldukları ortak bir ekonomi.

Milli kimlikler salt bir toprak parçasıyla sınırlı değildir, milli kimliğin oluşabilmesi için; aynı zamanda bu toprak parçasının tarihsel ve sembolik anlamları taşıması gerekir. Bunun yanında ortak bir tarihsel hafızanın varlığı, toplumun geneline yayılmış ve geneli tarafından kabul edilmiş bir kamu kültürü, üyelerinin her biri için geçerli ve bağlayıcı hukuki ve ekonomik düzen gerekmektedir. Milli kimliğin işlevlerini dışsal ve içsel olmak üzere ikiye ayıran Smith’e göre (2010: 34-35) dışsal işlevler; teritoryal, ekonomik ve siyasi olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Milli kimlikler toplulukları mekânsal olarak ayrıştırır ve bu mekânları milletlerin moral coğrafyası olarak kurgular. Ekonomik bakımdan ise insan gücü de dahil olmak üzere teritoryal kaynaklar üzerinde denetim oluşturulur. Mensubiyetin, sınırların ve kaynakların belirlenmesi suretiyle milli kimlik, milli otarşi (kendi kendine yetme) idealine bir rasyonellik verir. Milli kimliğin siyaseten en belirgin işlevi; ortak yasal hakların ve yasal kurumların görevlerinin meşrulaştırıcısı olmasıdır. Milli kimlikler, topluluk içindeki bireyler için içsel işlevler de yerine getirirler. İçsel işlevlerden en bariz olanı fertlerin uyruklar ve yurttaşlar olarak toplumsallaştırılmasıdır.

Toplumsallaşmanın, yurttaşlık düzleminde gerçekleştirilmesi ulus olmanın ve ulusu oluşturmanın en temel gereklerinden biridir. Bir toplumsal oluşumun kendini ulus olarak yeniden oluşturabilmesi, ancak bireyin doğumundan ölümüne dek bir gündelik pratikler ve aygıtlar ağıyla, bir homo nationals olarak kurulabilmesiyle mümkündür (Balibar, 2007a: 115). Ulusal insanın ya da ulusal kimliklerin inşasının önemli ölçüde bu yönde bir toplumsallaşma sürecine dayandığı düşüncesinden hareketle ulusal kimliğin inşa edilmiş, yani kurgulanmış olduğu, dışarıdan yönlendirilmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.

Ulus-devletlerin inşası, karmaşıklığın ortadan kaldırılmasını, ulusal bağların berraklığını sekteye uğratacak ögelerin bir kenara atılmasını içermiştir. Bu süreç mekân ve kimliğin arılaştırılmasına yönelik olarak kurgulanmıştır. Bu bakımdan ulus-devletin,

farklılıklara kolay kolay hoşgörü göstermediği (Morley ve Robins, 2011: 46) görüşü yaygın bir kanaati ifade etmektedir.

Ulus fikri ve ulusal kimliklerin, milliyetçilik ideolojisiyle yakından bir bağı vardır. Milliyetçilik ideolojisinin temel dayanak noktaları; millet, organik toplum, kendi kaderini tayin ve kimlik siyaseti olarak ifade edilmektedir (Heywood, 2010: 171-180). Milliyetçi yaklaşımın millet tanımı, Heywood’un vurguladığı gibi ortak olarak paylaşılan değerler ve geleneklerin bir arada tuttuğu insanlardan oluşan kültürel varlıklar olarak ifade edilmektedir ve milletin dayandığı temel argümanlar; dil, din, etnik/ırksal birlik olma duygusu, ortak tarih ve gelenekleridir. Ortak bir tarihe ve geçmişe sahip olmak, milletlerin en belirgin özelliklerindendir. Çünkü geçmiş, Wallerstein’ın ifadeleriyle (2007: 97) insanları aksi takdirde davranmayabilecekleri şekilde davranmaya ikna eden bir kiptir. Geçmiş, bireylerin toplumsallaşmaları, grup dayanışmasının korunması, toplumsal meşruiyetin oluşturulması ya da ona meydan okunması için merkezi bir ögedir.

Ulusun organik bir toplumu ifade etmesi, üyeleri arasında duygusal bir bağın olduğunu varsayar. Kendi kaderini tayin etme, belirleme yetkisi ise ulusun ve ulus devletin egemenlik ilkesiyle örtüşmektedir. Burada önem kazanan bir diğer konu ise milliyetçiliğin ve dolayısıyla ulus fikrinin, içerisinde bir kimlik siyasetini barındırmasıdır. Milliyetçi düşüncenin istisnasız her şeklinin kimlik meselesiyle ilintili ve bağlantılı olduğu görülmektedir. Bu bakımdan milliyetçilik, sadece siyasi hedefler öne sürmekle kalmaz, aynı zamanda insanlara kim olduklarını da empoze eder: bu yolla milliyetçilik insanlara bir tarih verir, insanlar için sosyal bağlar ve kolektif bir ruh uydurur ve bireysel varoluşun ötesinde bir ortak kader duygusu yaratır (Heywood, 2010: 179). Ulus ve ulusal kimlikler de topluluğun ortak bir kaderi paylaştığını ve bu kaderin ulusun elinde olduğunu sürekli bir biçimde vurgular.

Bu vurgu, ulusun da “ötekiler”ini oluşturan en temel vurgulardan biridir. Ulus, hem dışarıdakilere yönelik, hem de içeridekilere yönelik bir “öteki” algısına neden olmaktadır. Bu noktada, özellikle milliyetçiliğin kaynağı olarak kabul edilen Avrupa milliyetçiliği ön plana çıkmaktadır. Avrupalı milliyetçilik formları aslen “içeriden olan” kadar “yabancı olanın” açıkça tanımlanması üzerine inşa edilen ve siyasi vatandaşları bu statüye sahip olmayanlardan kesinkes ayıran yapılardır (Canefe, 2007: 10). Avrupa’nın oldukça belirgin, dışarıdaki “ötekileri” genellikle Avrupa dışında kalan, tarihi, dini ve kültürleriyle farklılaşan uluslar iken, belirgin olmayan ve içerideki

“ötekileri” teşkil eden unsurlar ise azınlıkta kalan kültürleri ifade etmektedir. Yeni Avrupa’da da aynı dışlayıcı ilkeler işlemeye devam etmektedir ve Avrupa kimliği - içeride ve dışarıda- gene aynı Avrupa-dışı ya da Avrupa-karşıtı olanlara bağlı olarak inşa edilmektedir. Bugün Avrupa idealini en fazla tehdit ediyor görünenler belki de Japonlar, Müslümanlar ya da yoksullardır (Morley ve Robins, 2011: 43). Özellikle göç yoluyla, Müslümanların ve yoksulların giderek Avrupa içerisinde genişlediği düşünülürse bu durum Avrupa nazarında sadece dışarıdan değil, aynı zamanda içeriden de gelen bir tehdide dönüşmektedir.

Ulusal kimliğin günümüzde belli bir oranda anlam kaybına uğradığı ifade edilmektedir. Özellikle küreselleşme süreciyle birlikte ulus devletin gözden düşmesi, zaman ve mekân sıkışması gibi süreçlerin ulusal bağları ve kimlikleri etkilediği düşünülmektedir. Kültürün gizli bir şekilde küreselleşmesi olarak değerlendirilen (Larrain, 1995: 213) bu süreçte kültürel homojenleşmenin ulusal kimlikleri yok etmekte etkili olduğu da iddia edilmektedir.

Etnik Kimlik

Etnisite kavramı, Yunanca halk anlamına gelen ethnos ve ethnikos kelimelerinden türetilmiştir. İnsanların kendileri hakkındaki kolektif bir bilinci karakterize etmekte kullanılan şemsiye bir kavramdır. Bu kavram; kimlikler, kategoriler, gruplar, kolektivite ve ilişkileri ifade eder. Etnisite kolektif bir kimliktir. Bireyler için hem duygusal hem de bilişsel açıdan önem arz etmektedir. Etnisite, aidiyet hissiyle de ilişkilidir, çoğu durumda ortak dil ile gelenekler ve bazı durumlarda da toprakla bağlantılıdır (Westin, 2010: 11). Etnisite, ait oldukları ve içinde özgün davranışlar sergiledikleri bir toplumda kendilerini diğer kolektif yapılardan farklılaştıran ortak özelliklere sahip olduğunu düşünen ya da başkaları tarafından bu gözle bakılan kişileri tanımlayan bir terimdir. Etnisite terimi ırk terimine karşı olarak bulunmuştur. Çünkü etnik bir grubun üyeleri ırksal özelliklerine göre tanımlanabilecekleri halde, bunun yanında din, meslek, dil ya da politika gibi başka kültürel özellikleri de paylaşıyor olabilirler (Marshall, 1999: 215).

Etnik bir grup, soya ait mitlerin rolünü ve tarihi anıları vurgulayan, din, gelenek, dil ya da kurumlar gibi bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve ayırdedilen bir kültürel kolektif tiptir (Smith, 2010: 41). Bu bakımdan etnik bir topluluk ya da gruptan bahsedildiğinde kültürel farklılıkların ön plana çıktığı ifade edilmektedir. Etnik grupların farklılıklar üzerine inşa edildiği düşünülürse, bu farklılıklar içerisinde

din, gelenekler ve dil önemli bir yer tutmaktadır. Hatta bazı yaklaşımlar içerisinde, sosyo-dilsel açıklamalarda olduğu gibi, etnik kimlik dilsel farklılıklara dayalı bir kimlik türü (Sözen, 1999: 15) olarak nitelendirilmektedir.

Smith, etnik bir topluluğun altı temel niteliği olduğunu ileri sürmektedir (2010: 42). Bu özellikler şu şekilde sıralanabilir;

1) Kolektif bir özel ad, 2) Ortak bir soy miti, 3) Paylaşılan tarihi anılar,

4) Ortak kültürü farklı kılan bir ya da daha fazla unsur, 5) Özel bir yurtla bağ,

6) Nüfusun önemli kesimleri arasında dayanışma duygusu.

Etnik topluluklar, genellikle azınlıkta kalan toplulukları ifade eder. Etnik grupların geniş toplumsal yapı içerisinde, toplumun genelini yansıtmayan, sahip oldukları bazı kültürel değerler, ritüeller, semboller ve dilsel özellikleriyle farklılaşan toplumsal gruplardır. Bu bakımdan etnik toplulukların kendilerini farklılaştırmalarının ilk aşaması, farklılıkları vurgulayan özel bir isme sahip olmalarıdır. Bu noktada bu özel ismin dayandığı özel bir geçmişin ve soy anlayışının da olması gerekmektedir. Etnik topluluklar toplumun bütününe uyum sağlamış olsalar da dominant kültürden farklı olarak bazı özelliklere de sahiptirler. Özellikle göçmenlerin oluşturduğu etnik grupların, özel bir yurtla bağlarının olduğu, vatan algılarının bu yurtla ilintili olduğu da bilinmektedir. Azınlıkta kalan ve bazı durumlarda toplumdan dışlanan ve eşit görünmeyen etnik grupların kendi içinde dayanışma ve yardımlaşma duygularını pekiştirdiği de bilinmektedir. Bu yüzden etnik topluluklar, ismen ve cismen farklı oldukları kadar kültürel özellikleri ve geçmişleriyle de toplumun genelinden farklılaşmaktadır.

Rex (2008: 251-253), etnisite kavramının anlaşılması için onun ırk, sınıf, statü ve zümreden nasıl ayrıldığının ortaya konması gerektiğini belirtmektedir. Irksal farlılıklar biyolojik kalıtımın eseri olan fiziksel farklılıkları temsil ederken, etnisite, kültürel farklılıkları temsil eder. Toplumsal sınıflar ise bireylerin ortak çıkarlarını korumak için bir araya geldikleri kolektivitelerdir. Bu bakımdan ortak çıkarlar etnisitenin temel belirleyici özelliklerinden biri olmadığı için ikisini birbirinden ayrı düşünmek gerekmektedir. Statü grupları ise sahip oldukları kültürel özelliklerini, diğer gruplarla aralarına düşmanca bir set olarak çekmeleriyle etnisiteden ayrılmaktadır. Statü grupları, mensubunu onurlandırarak farklı kılma esasına dayalıdır. Zümreler ise aralarında bulunan yasal ve siyasal eşitsizliklerle ifade edilen farklı bir sosyal

örgütlenme biçimidir. Bütün bu farklılıklar ekseninde etnisite, Rex tarafından şu şekilde ifade edilmektedir (2008: 252); etnisite ve etnik gruplaşmalar bireylerin kültürel anlamda farklılık arz etmesine ve ortak bir kültürü paylaşanlar arasında sosyal bir bağın kurulmasına dayanmaktadır. Bu açıdan etnik grupların, milletlerden daha küçük, daha yaygın, aidiyet bakımından daha özel ve daha eski olduğu düşünülür (Vincent, 2006: 383). Bu özellikleriyle etnik topluluklar, milletlerden de ayrışmaktadır.

Etnik kimlikler ise etnik toplulukların bu özellikleri ve ayırıcı unsurları etrafında şekillenmektedir. Bir millet ya da ulus içerisinde çok sayıda etnik topluluk olabilir, bu topluluklara mensup olan bireylerin etnisite ilişkileri çerçevesinde farklı bir kimliğe sahip oldukları, bu kimlikleri temsil ettikleri ifade edilebilir. Etnik kimlikler, belirli bir topluluğun üyelerinin kendilerini, diğer topluluk üyelerinden ayırdeden, farklılaştıran bir aidiyet duygusudur. Bu duygu, topluluk üyelerinin kendilerini belirli bir “biz”in mensupları olarak “onlar”dan farklılıklarını vurgulayarak kendi içlerinde birleştirmektedir. Bu kapalılık etnosentrizme zemin hazırlamaktadır; çünkü kendini kapatan grup, kendi değerlerini, temsillerini, düşünce kalıplarını yüceltmektedir (Bilgin, 1999: 65). Etnosentrizm bir taraftan kendini yüceltme ve kayırmanın kaynağını oluştururken, diğer taraftan ötekine ilişkin algının olumsuzlanmasına neden olmaktadır. Bu şekilde etnik topluluklar arasında zaman zaman gözle görülmeyen sembolik sınırlar; bazen de somut, mekânsal sınırlar ortaya çıkmaktadır. İnaç’a göre (2005: 35) etnik sınırların karakteristiğinin temel göstergeleri, üyelerinin zihinlerindeki harita ve sembollerdir. Bir etnik gruptan diğerine ya da aynı gruba dahil üyeler arasında iletişim, sembollerle taşınır; etnik sembolik etkileşim, etkin ve yaygın bir iletişim tarzı olarak, yaşayanları ve ölüleri kapsayacak şekillerde ortaya çıkar. Sembollerin sürekliliği, geçmişte var olan kökenlerinin orijinal olarak korunmasıyla mümkündür. Etnik sınırlar coğrafi bölünmelerden ziyade grup davranışlarını ve bu davranışlar arasındaki farklılıkları belirgin kılar.

Etnik kimlikler; farklı siyasal, dinsel ve kültürel grupların karşılaşmalarıyla oluşan sosyo-kültürel ilişkiler sonucu, karşılıklı olarak kurulan ve kurgulanan etiketlerdir. Bu etiket ve damgalamalar, “dahil etme” ve “dışlanma” süreç ve eylemleriyle belirginleşip sorun haline gelebilmektedir (Özmen, 2009: 196). Günümüzde etnik toplulukların veya kavramsal olarak etnisitenin olumsuz bir içeriğe büründüğü söylenebilir. Bu olumsuzluğun temelinde eski sömürge ülkelerinde yaşanan çatışmaların sürekliliği ve Komünist rejimlerin yıkılması, eski Yugoslavya

topraklarında yaşanan olayları anlatan etnik temizlik, köktenci bir ulusçuluk anlayışını yansıtan etno-ulusçuluk ve dünyanın hemen her yerinde yaşanan gruplararası çatışmaları tanımlamakta kullanılan etnik çatışma gibi kavramların (Sağır ve Akıllı, 2004: 5) etkisi olduğu açıktır. Bu açıdan günümüzde artık “etnik sönme”lerden sıklıkla bahsedilebilmektedir. Tam anlamıyla bir etnik sönmenin iki ana türü vardır (Smith, 2010: 55-57); birincisi soykırım (jenosid), ikincisi ise zaman zaman kültürel soykırım olarak ifade edilen, etnik kırımdır (etnosid). Her ikisinde de etnik sönmenin belirtisi, siyasi iktidar ile bağımsızlığın kaybedilmesidir ancak sönmeyi nihayete erdiren genellikle kültürel olarak yutulma ve etnik kaynaşmadır.

Kültürel Kimlik

Kültürel kimlik, genellikle göç ve göçmen yazınında kullanılan bir kolektif kimlik türüdür. Çünkü özellikle kültürel farklılıklar ekseninde şekillenen ve kültürlerin karşılaşması esnasında önem kazanan bu kimlik türü, göçmenlerin yeni sosyal