• Sonuç bulunamadı

1.2. GÖÇÜ AÇIKLAMAK: TEMEL YAKLAŞIMLAR

1.2.4. Kapitalist Dünya Sisteminin Merkez ve Çevre Ülkeleri

Bu kuram Wallerstein’ın, modern dünya sistemi kavramsallaştırması (Wallerstein, 2004) çerçevesinde şekillenmiş ve bu yaklaşımda dünya; merkez, yarı- çevre ve çevre ülkeler olmak üzere üç ayrı düzlemde değerlendirilmiştir. Tarihsel yapısalcı yaklaşım olarak da anılan (Castles ve Miller, 2008) bu kuram, göç kuramları

içerisinde Marksist bakış açısına sahip bir kuramdır. Bağımlılık kuramı olarak da adlandırılan bu kuramın en önemli temsilcileri Samir Amin, Immanuel Wallerstein, Andre Gunder Frank gibi düşünürlerdir (Çağlayan, 2006: 78). Kurama göre, kapitalist ekonomide merkezde yer alan ülkeler ile bunların çevresinde yer alan ülkelerin birbirlerine, karşılıklı bağımlılıkları söz konusudur. Her ne kadar merkez ülkelerin de çevre ülkelere bağımlı olduğu ifade edilse de, bu bağımlılık ilişkisinin asimetrik bir ilişki olduğu açıktır.

Dünya sistemleri teorisi, kapitalizmin sömürü eleştirisinden güçlü bir şekilde etkilenmiştir; sermaye birikimi işçilik ve malzeme rezervlerine bağlı olduğundan, bazı ülkelerde gelişmişlik, diğerlerinde de az gelişmişlik teşvik edilir. Merkez ülkeler az gelişmiş ya da çevre ülkelerin emek gücünü ve hammaddesini istismar ederek sermaye birikimini inşa eder (Brown ve Bean, 2005: 357). Çevre ülkelerden merkez ülkelere doğru gelişen uluslararası göç, Toksöz’ün ifadesiyle (2006: 19) ucuz emeğin sermaye için harekete geçirilmesinin bir sonucudur.

Gelişmemiş veya az gelişmiş çevre ülkeler açısından bağımlılığın birkaç boyutu vardır (Yalçın, 2004: 36). Öncelikle mevcut ekonomik altyapı ve artan nüfuslarıyla bu ülkeler istihdam sorunlarını çözmeden merkez ülkeleri bir çözüm yolu olarak görmüşlerdir. Bu ise bağımlılığın önce ortaya çıkmasında sonrasında ise devam etmesinde etkili olmaktadır. Diğer bir boyut ise yine altyapı eksikliği nedeniyle ellerinde bulunan hammaddeyi değerlendirmekten yoksun olmalarıdır. Bu açıdan çevre ülkelerin ellerindeki hammaddeyi en kolay şekilde değerlendirmenin bir yolu olarak, merkez ülkelere hammadde akışının sağlanmasıdır. Bu sebeple çevre ülkeler hammadde değerlendirme hususunda merkeze bağımlı hale gelir. Bir diğer boyut ise ucuza giden hammaddenin aksine, bu hammaddelerden elde edilen ürünlerin daha pahalıya satın alınmasıdır. Bu ise bir kısır döngüye neden olmaktadır. Dünya sistemi kuramı, gelişmişlik düzeyi farklı seviyelerdeki ülkeler arasındaki tarihi ve güncel bağlantıların önemine ışık tutmakta ve göçün genellikle kolonyal bağlara sahip ülkelerle ilişkili olduğunu vurgulamaktadır (Arango, 2000: 291). Teoriye göre işgücü göçü, çift taraflı bir yararlanma boyutuna sahip değildir. Yararlanma –hatta sömürü- tek taraflıdır. Sürekli hareket halinde bir yedek işgücü ordusu ‘yeni alt proletarya’ hüviyetindeki yabancı işçiler yerlilerce istenmeyen ağır ve ücreti nispeten düşük tutulan işlerde çalıştırılırlar. Ayrımcılık egemendir (Gezgin, 1991: 38).

Kapitalist dünya ekonomisinin kökenlerinin 16. yüzyılda ortaya çıktığı ifade eden Wallerstein’e göre Avrupa ve Amerika’da başlayan dünya-ekonomi zamanla bütün yer küreyi kaplamıştır. Dünya-ekonomi; içinde bir iş bölümü olan ve bu yüzden temel ya da asli malların dikkate değer bir büyüklükte içsel mübadelesinin yapıldığı ve sermaye ve emek gücü akışlarının gerçekleştiği büyük bir coğrafi alandır (Wallerstein, 2005: 45). Modern dünya sistemi ve ekonomisinin temel özelliği içerisinde mal, sermaye ve işgücü mübadelesinin yapıldığı bir alan olmasıdır. Modern devletin egemenlik üzerine inşa edildiğini belirten Wallerstein, bu egemenlik tesisinin hem içeride hem de diğer ülkeler üzerinde gerçekleştiğini belirtir. Dolayısıyla bu akışlar modern ulus-devlet tarafından kontrol edilir.

Kişilerin sınır ötesi hareketi en sıkı biçimde takip edilen hareket olmuştur ve kuşkusuz işçileri ilgilendirdiği için firmaları da ilgilendirmektedir. Genel olarak eğer kısa vadeli bir arz talep modeli kullanılacak olursa, işçilerin bir ülkeden diğerine akışı işçileri alan ülkenin girişimcileri için bir pazar artısı, işçileri alan ülkede halihazırda ikamet etmekte olan kimseler içinse bir pazar eksisidir (Wallerstein, 2005: 77).

Çevre ülkelerden, merkez ülkelere olan akışın kapitalist ekonomi içerisindeki önemi, bu bağımlılık ilişkisini kontrol eden merkez ülkelerin bu ilişkiden kâr sağlamasında ortaya çıkmaktadır. Uluslararası göçün, hem kaynak ülke hem de göç alan ülke açısından olumlu birçok sonucu doğurduğu ifade edilir. Ancak bu kurama göre, uluslararası göç sürecinden olumlu sonuçlar, göç alan ülke için geçerliyken, göç veren ülkeler bu süreçten olumlu açıdan istifade edemez. Merkez-çevre teorisi taraftarlarına göre, yurtdışında istihdam imkânı sağlayan işçi göçü, daha ziyade kalifiye ve yarı kalifiye işçileri kapsamaktadır. Nitelikli işçiler yurtdışına gittiğinden kaynak ülkede nitelikli işgücü açığı doğar. Bu da ekonomik gelişmeyi olumsuz etkiler. Yani ekonomik gelişmeyi hızlandırmak bir yana geriletir. İşçi göçünün oluşumunu ve gelişimini dünya kapitalist sisteminin bir parçası olarak görmek gerekir. İşçi göçü, kapitalist büyükler ile sömürülmeye müsait küçükler arası bir eşitsizlik ilişkisidir (Gezgin, 1991: 37).

Dünya sistemi kuramına göre göçün, kapitalist gelişim sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bozulma ve yerinden edilme süreçlerinin doğal bir sonucu olduğunu ifade eden Massey ve arkadaşları (1993: 447-448) dünya sistemi kuramının altı temel hipotezi içerdiğini belirtir; (1) Uluslararası göç, gelişen dünyada kapitalist pazar anlayışının doğal bir sonucudur. (2) Uluslararası emek akışı, uluslararası ürün ve sermaye akışını takip etmektedir, ancak bu akış tersi yöndedir. (3) Uluslararası göç özellikle geçmişte ortaya çıkan kolonyal ülkeler ile onların eski sömürgeleri arasındadır.

(4) Uluslararası göç, piyasa ekonomisinin küreselleşmesi nedeniyle ortaya çıktığı için, hükümetlerin göç oranlarını etkilemesinin yolu, denizaşırı yatırım faaliyetlerini ve uluslararası sermaye ve ürün akışını kontrol altına almasıdır. (5) Kapitalist ülke hükümetleri, dışarıda yaptıkları yatırımları korumak için politik ve askeri müdahalelere başvurur. Bu müdahaleler başarısızlıkla sonuçlandığında merkez ülkelere yönelen sığınmacılar ortaya çıkar. Bu ise uluslararası göçün başka bir boyutunu oluşturur. (6) Uluslararası göç, ülkeler arasındaki ücret oranları ile istihdam durumundan çok az etkilenmektedir, bu durum, pazar oluşumunun dinamiklerini ve küresel ekonominin yapısını takip etmektedir.

Merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki eşitsiz, asimetrik ilişkiye odaklanan bu kuram, özellikle küreselleşme çağında belirginleşen uluslararası göç akımlarının kapitalist gelişim süreciyle doğrudan doğruya ilişkisine değindiği için önem taşımaktadır.