• Sonuç bulunamadı

Kitab’ın bazı kurallarına uyup bazılarına uymamak ve Allah’ın

2.3. Kur’an’a Göre Yasa ve Kadim Kutsal Kitapların Durumu

2.3.3. Kur’an’a göre kutsal kitaplar ve kitap ehlinin bu kitaplardan

2.3.3.3. Kur’an’a göre kitap ehlinin kutsal kitaplardan sapma noktaları

2.3.3.3.3. Kitab’ın bazı kurallarına uyup bazılarına uymamak ve Allah’ın

Yeni Ahit gibi Kur’an da Yahudilerin, kendinden başka bir Yasa Kitabı tanımadıkları Tevrat’ın (Tora’nın) kurallarını uygulamak konusunda samimi olmadıklarını çeşitli kereler dile getirir. Bu konudaki bir ayette pek azı hariç İsrailoğullarının, Allah’tan başkasına ibadet etmeme; anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik etme; herkese güzel söz söyleme; namazı kılma ve zekâtı verme konularında verdikleri sözden döndükleri ifade edilir (Bakara, 2: 83). Müteakiben, birbirlerinin kanını dökmemek ve birbirlerini yurtlarından çıkarmamak konusunda verdikleri kesin sözde de durmazken, yurdundan çıkardıkları din kardeşlerini kendilerine esir olarak geldiğinde fidyeyle kurtardıkları, yani bu konudaki hükme (bk. Levililer, 25: 47-49) uydukları ifade edilir. Böylece kasten bir kuralı ihlal etmeleri nedeniyle oluşan bir durumu telafi etmeye çalışmalarının anlamsızlığı vurgulanır ve bazı emirleri uygularken, bazılarını bile bile yok saymalarından dolayı, dünyada zillet, ahirette ise şiddetli azapla karşılaşacakları belirtilir (Bakara, 2: 84-85).

Kur’an’da diğer bir ayette, kendilerine kitap verilenlerin Hz. Muhammed (a.s.)’e indirilen Kur’an ile sevindikleri ve gruplardan, Kur’an’ın bir kısmını inkâr edenlerin de olduğu belirtilir (Ra‘d, 13: 36). Tefsirlere göre burada kitap verilenler, Kur’an vahyine muhatap olan müminler veya kitap ehlinden olup Hz. Muhammed (a.s.)’e inanmasalar da Kur’an vahyinin kendi kitaplarını ve peygamberlerini tasdik

etmesine sevinenlerdir.481

Hicr suresinde kendi kitaplarını parçalara ayıran kitap sahiplerinin, Kur’an’ı

da parça parça ettikleri ifade edilerek bu türlü yaklaşımlar da eleştirilir.482 Hicr

suresindeki bu ayetlerde geçen “ َنيِمِسَتْقُمْلا - bölücüler (kendi kitaplarını parçalara

ayıranlar)- ya da yeminliler” kelimesiyle; kendi kitaplarının veya Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayan kitap ehlinin veya Sâlih (a.s.) kavmi gibi

481 Taberî, a.g.e., XVI, 473-474; Nehhâs, I a.g.e., I, 225.

482 “Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik. Ki onlar, (bir kısmına

peygamberlerine karşı gelmek üzere aralarında anlaşanların/yeminlilerin kastedildiği

doğrultusunda izahlar vardır.483

Kur’an’da, kitap ehlinin ellerindeki kitaba tam anlamıyla iman edip hükümleriyle amel etme konusunda samimi olmadıklarını ifade sadedinde, eğer samimi iseler Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeleri çağrısı vardır. Bu mealdeki şu ayette, samimi inananların, zaten kutsal kitapların hepsininin gereğini yerine getireceğine işaret vardır: “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!” (Mâide, 5: 66) Ayette kitapların gereğini yerine getirmek konusunda kitaplar arasında bir farkın söz konusu olmaması ve kitap ehlinin kitaplara uymalarının yani Allah (c.c.)’la yaptıkları antlaşmanın gereklerini yerine getirmelerinin mükâfatı olarak, Tora ile muvafık bir şekilde dünyevî bir bolluk ve bereketten bahsedilmesi dikkat çekicidir. Kitap ehlinin aşina olduğu aynı üslup, ayetin sibakında Yahudilerin “Allah’ın eli bağlıdır” sözlerinden ötürü “kendi elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar” (Mâide, 5: 64) diye lanetlendikleri ifadelerde

de vakidir.484 Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili yaygın kanaate göre, Medine

Yahudileri Hz. Muhammed (a.s.)’e iman etmedikleri için kendilerine verilen bol rızıkları kesilince, içlerinden biri (Fenhâs b. Azurâ veya Nebbâş b. Kays) bu sözü

söyleyerek, “Allah nimetini esirgedi, Allah cimridir” demek istemiştir.485

Burada, Mâide, 5: 64. ayeti müteakiben gelen“Eğer kitap ehli iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık” (Mâide, 5: 65) ayetiyle uhrevî bir akıbetten de söz edildiği söylenmelidir. Tora’dan farklı olarak Kur’an’da va‘d ve vaîd (uhrevî mükâfat ve azap), tergîb ve terhîb (hayra teşvik ve kötülükten sakındırma) içeren konularda sıklıkla başvurulan bir üsluptur. Zemahşerî’nin tefsirine göre bu ifadeden, sözü geçen kitap ehlinin günah ve kötülüklerinin azami derecede olduğu, eğer bu zümre Hz. Muhammed (a.s.)’e ve getirdiği kitaba iman etselerdi Müslümanlarla

483 Taberî, a.g.e., XVII, 142-145. Işıcık, “ َني ِمِسَتْقُمْلا” lafzını, “yemin eden işbirlikçiler” anlamında ele

alarak ayeti şöyle tercüme etmiştir: “Nitekim biz (peygamberlerine karşı mücadele etmek üzere) yemin eden işbirlikçilere (azabımızı) indirmiştik” (bk. Işıcık, a.g.e., s. 267).

484 krş. Tesniye, 28. böl.

birlikte cennete girebilecekleri ve imanın tek başına değil ayette geçtiği üzere takva ile birlikte cenneti kazandıracağı anlaşılmaktadır. Cenneti kazandıran imanın dünyevî menfaatler için değil, takva ve itaat maksadıyla yapılan iman olduğu izahı da vardır.486

Mâide, 5: 66. ayette geçen “Rablerinden kendilerine indirilen” ifadesiyle, bir görüşe göre Kur’an vahyi kastedilmektedir. Bununla İşaya gibi Resulullah’ı müjdeleyen diğer peygamber kitaplarının kastedildiği görüşü de vardır. Kur’an’ın kastedildiği görüşünde olan Taberî, bu durumda akla gelebilecek olan, ahkâm konusunda aralarında bazı ihtilaf ve neshin söz konusu olduğu üç kitabın bir arada nasıl uygulanabileceği sorusunu, bunun kitaplarda ittifakla emredildiği üzere tüm peygamberlere iman etmek ve getirdikleri kitapları tasdik etmek ve bu şekildeki ortak emirleri yerine getirmek anlamına geldiğini söyleyerek yanıtlar. Bu durumda ayette “ ٌةَد ِصَتْقُم ٌةَّمُأ - orta yolu tutan zümre” olduğu belirtilen grup da Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi Hz. Muhammed (a.s.)’e iman eden Yahudiler olmaktadır. Bunların İsa (a.s.)’nın tabiat ve yaratılışı hakkında hakkı söyleyen veya Allah (c.c.)’ın emirlerine itaat eden, dinlerinde adil olan bir zümre olabileceği de

düşünülmüştür.487

Râzî, kitapları ikâme etmenin, Allah’ın ahitlerine vefa gösterip Hz. Muhammed (a.s.)’in nübüvvetiyle ilgili kitaplardaki delillerle amel etmek anlamına geldiği görüşünü daha güzel bulmakla birlikte bununla Tevrat’ın hüküm ve cezalarını tatbik edip uygulamanın kastedildiği şeklindeki izaha da güzel bir görüş olarak yer verir. Mevdûdî de Kitabı Mukddes’te Allah’ın emirleri veya İsa (a.s.) ile diğer peygamberlerin sözleri olarak geçen bölümlerin, her ne kadar çevirmen ve yorumcular tarafından başka tarafa çekilmiş olsa da Kur’an’ın öngördüğü hayata sevk edeceğini ve burada bunların gözetilmesinin istendiğini, bu şekilde davranan kitap ehlinin, Hz. Muhammed (a.s.)’e tabi olmakta zorlanmadan zaten ona uyacağını

ve böylece aynı yolda devam etmiş olacağını belirtir.488

486 Zemahşerî, a.g.e., I, 657; Râzî, a.g.e., XII, 398.

487 Taberî, a.g.e., X, 462-466; Begavî, a.g.e., II, 67-68; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 147-14; Kurtubî, a.g.e.,

VI, 241.

488 Râzî, a.g.e., XII, 398-399; Mevdûdî, a.g.e., Ebü’l-A‘lâ (ö. 1979), Tefhîmü’l-Kur’an (trc.

Muhammed Han Kayanî vd.), I-VII, İstanbul, 1997, I, 498. Burada Tevrat ve İncil’in ikamesiyle, onlarla amel etmenin kastedildiği hakkında Mücâhid’den gelen bir rivayet olduğu söylenmelidir.

Esasında elimizdeki bilgilere göre Musa (a.s.)’dan sonraki peygamberlerin Musa (a.s.)’nın şeriatını ilga etmediğini hatırlarsak yukarıdaki son görüş daha isabetli olabilir. Bu tefsir, “kendilerine indirilen” ifadesinde diğer peygamberlere indirilen

kitapların kastedilmesi durumunda söz konusu olabilir.489 Bu durumda bahsi geçen

kitap ehlinin elindeki tüm kitapların hepsiyle birlikte amel etmeleri bir sorun teşkil etmemiş olur, çünkü hepsi Kutsal Yasa’ya bağlılığı ister. Ne var ki Yahudiler, Tevrat’ı tasdik eden İncil’i de Kur’an’ı da inkâr etmişler ve böylece kitaplarının gereğini yerine getirme konusunda verdikleri ahdi yerine getirmemişlerdir. Üstelik İsa (a.s.)’ya yaptıkları gibi Hz. Muhammed (a.s.)’in sahte peygamber olduğuna halkı inandırmaya ve böylece sonuçta onu Yasa’da sahte peygamberlere öngörülen ölümle cezalandırmaya uğraşmışlardır. Öyle ki Mâide suresinde, kitap ehlinin birçoğunun, kitapların gereğini yerine getirmedikleri bildirildikten sonra gelen şu ifadede, Hz. Muhammed (a.s.)’in karşılaştığı kötülük ve tehditler karşısında korku hissettiği anlaşılabilir: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir” (Mâide, 5: 67). İfadelerin nüzul sebebiyle ilgili rivayetler çeşitli olmakla birlikte sonuç olarak genelde ayetin, Muhammed (a.s.)’in tebliğinden dolayı kendine kötülük yapmak üzere birleşen insanlara karşı hissettiği tedirginliği yatıştırmak ve onu görevine motive etmek gayesine matuf olduğu sonucuna

götürmektedir. 490

Mâide suresi 66. ayetten sonra, kitaplarda indirilenlerin gereğini yapma konusu şu şelilde yeniden vurgulanmıştır: “De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki

Semerkandî bu konuda, Kitap Ehli’nin Tevrat ve İncil’i ikrâr edip gizledikleri şeyleri açıklamalarının ve kitaplarında kendilerine indirilenle amel etmelerinin kastedildiği görüşündedir (Semerkandî, a.g.e., s. 405).

489 Zemahşerî de bu görüştedir ve zikredilen kitaplara uymanın, bunların içerdiği ahkâm, hudûd ve

Muhammed (a.s.)’in sıfatları hakkındaki delillere, yani mükellef oldukları herşeye uymak anlamında olduğunu söyler. bk. Zemahşerî, a.g.e., I, 658.

490 Allah’a dayanan Resulullah (a.s.)’ın, düşmanlarından korkmadığı görüşü de vardır. İlgili rivayetler,

hem Mekke dönemine hem Medine dönemine ait olup, Muhammed (a.s.)’e kötülük yapmak isteyenlere karşılık Allah’ın nebisini koruması hakkındadır. Ayetin, metinsel bağlamına göre düşünüldüğünde Medine’de inmiş olması daha uygun görünmektedir. İbn Kesîr de aksi rivayetlerin garîb nitelikte olduğunu belirtir (bk. İbn Kesîr, Tefsîr, III, 150-155. Ayrıca bk. Vâhidî, Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, s. 202).

sana Rabbinden indirilen (bu Kur’an), onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.” (Mâide, 5: 68). Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayete bakılacak olursa bazı Yahudiler, tıpkı atalarının İsa (a.s.)’ya yaptığı gibi Hz. Muhammed (a.s.)’in İsrailoğullarının peygamberlerine ve Kitabı’na iman ettiğine dair olan sözlerini sorgulamaktadırlar. Buna göre birkaç Yahudi, Muhammed (a.s.)’e gelip “Ey Muhammed! Sen, İbrahim milleti ve dini üzere olduğunu, bizim yanımızdaki Tevrat’a iman ettiğini söyleyip onun Allah’tan gelen bir hak olduğuna şehadet etmiyor musun?” demişler o da; “Evet öyledir. Fakat sizler sonradan birçok şeyler uydurdunuz, onda sizden alınmış olan mîsâkı inkâr ettiniz, onda insanlara açıklamakla emrolunduğunuz şeyleri gizlediniz. Ben, sizin bu sonradan uydurup meydana getirdiklerinizden beriyim” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Yahudiler, yanlarındaki Tevrat’ı alıp Muhammed (a.s.)’e iman etmeyeceklerini söylemiş ve hak üzere olduklarını iddia etmişler, bunun üzerine de

bu ayet nazil olmuştur.491

Mâide suresinde kitap ehlinin Tevrat, İncil ve kendilerine indirileni uygulamaları gerektiği ile ilgili ayetleri müteakiben gelen ayet, bunun ne anlama geldiğini açıklayıcı mahiyettedir: “Şüphesiz inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir)” (Mâide, 5: 69). Bu ayet Musa (a.s.) ve kavminden bahsedilen başka bir bağlamda da aynen geçmektedir (Bakara, 2: 62). Ancak zikri geçen grupların amellerinin ziyan olmayacağından bahseden bu ayetler, mealde parantez içinde görüldüğü üzere, her kitaptaki şeriatın kendi geçerlilik süresine, yani Muhammed (a.s.)’den önceki sürece hasredilerek tefsir edilmiştir. Bakara suresindeki ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayetlerde de ayetin hususen Selman-ı Fârisi’nin namaz kılıp oruç tutan ve Muhammed (a.s.)’in gelmesini

bekleyen, ancak ona yetişemeyen arkadaşları hakkında olduğu anlatılır.492 Bu

491 Taberî, a.g.e., X, 473-474; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, III, 120; Bedreddin Çetiner, Fâtiha’dan

Nâs’a Esbâb-ı Nüzûl- Kur’ân Âyetlerininin İniş Sebepleri, I-II, Çağrı Yay., İstanbul, 2013, I, 327.

492 Taberî, a.g.e., II, 147-149; Vâhidî, Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, s. 24-26; Süyûtî, Lübâbü’n-Nukûl

rivayetler, o dönemde ellerinde muteber bir kutsal kitap bulunan ve bunun gereğince amel eden Hıristiyanların varlığına delalet eder.

Bu ayetlerde görüldüğü üzere Kur’an ıstılahında Musa (a.s.)’ya iman edenlere “(Rablerine) tövbe edenler” anlamında “اوُداَه” veya “ ُدوُهَيْلا”, İsa (a.s.)’ya iman edenlere de “(birbirlerine veya Allah’ın dinine, İsa (a.s.)’ya) yardım edenler” anlamında veya İsa (a.s.)’nın doğum yeri olan Nasıra kentine nispetle “ى ٰراَصَّنلا” isimleriyle hitap edilir. Kur’an’da bu gruplardan olumlu veya olumsuz şekilde

bahsedildiği bağlamlarda durumun değişmemesi,493 bu isimlerin Musa (a.s.) ve İsa

(a.s.)’ya iman edenler içinde hususi zümreleri ifade etmediğini gösterebilir. Sabiîler ise “dinini bırakıp başka bir dine dönenler” demek olup tefsirlere göre Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bocalayan bir kavmi veya tek Allah’a iman eden ancak dinleri ve kitapları olmayan Musul civarındaki bir kavmi veya Zebur okuyup namaz kılan ve meleklere tapan bir kavmi veya kitap ehlinden bir grubu ifade

eder.494 Hamidullah, Irak’taki Sabiîler’in, Nuh (a.s.)’un dini üzere devam ettiklerini

iddia ettiklerini, eskiden onların yanında tam bir kitap bulunduğunu, ancak şu anda

bu kitaptan (sadece) ahlaki emirlerle ilgili birkaç satır kaldığını belirtir.495 Sonuç

olarak Sabiîlerin kitap ehlinden bir grup olduğu görüşü daha muteber görünmektedir ki Kur’an’da kitap ehliyle birlikte zikredilen bu grubun iman ve amellerinin boşa gitmeyeceği ifade edilmektedir. Ayetlerin başlangıcında mahzun olmayacağından söz edilen “iman edenler”in ise sıralanan diğer gruplardan olup Hz. Muhammed (a.s.)’e iman edenler veya geçmiş ümmetlerden iman edenler veya Muhammed

(a.s.)’in ümmeti olduğu düşünülmüştür.496

Sonuç olarak, elinde bulunan kutsal kitabın gereğini samimiyetle yerine getiren ve Kur’an vahyine ulaşamamaış olanların kurtuluşa ereceği söylenebilir. Ancak bu durum, Kur’an’ın nüzulü dönemindeki kitap ehlinin orta yolu tutan bir zümresi hariç çoğunluğu için söz konusu değildir. Çünkü Kur’an’daki ilgili ayetlerden anlaşıldığı üzere, kitaplarının gereğini yerine getirmedikleri gibi, şahit oldukları halde Kur’an vahyine de inanmamışlardır.

493 Nisâ, 4: 46, 160; Bakara, 2: 113, 120; Mâide, 5: 18, 41, 44, 51; Tevbe, 9: 30.

494 Mücâhid, a.g.e., s. 204; Ebû Ubeyde, a.g.e., I, 42-43; Taberî, a.g.e., II, 145-147; Begavî, a.g.e., I,

102-103; Zemahşerî, a.g.e., I, 146.

495 Hamidullah, a.g.m., s. 159. 496 Begavî, a.g.e., I, 103.

II. BÖLÜM

YAHUDİLİĞİN YASA KİTABI’NDAKİ KURALLAR: TARİHSEL AÇIDAN VE KUR’AN-I KERÎM İLE MUKAYESELİ OLARAK

Yahudiliğin kutsal kitabı olan Tanah’taki emir ve yasaklar, Musa (a.s.)’ya vahyedildiğine inanılan Yasa Kitabı/Tora’da, yani Tanah’ın ilk beş kitabında yer alır. Tanah’taki diğer kitaplar, Musa (a.s.)’dan sonraki vahiy sürecine ait olup şeriat konusunda bir yenilik içermezler ve İsrailoğullarının Yasa Kitabı’ndaki kurallara bağlı kalacakları konusunda Allah (c.c.)’a verdikleri ahdi koruyup hatırlatırlar.

Tora’daki emir ve yasak içeren kurallara, “mitsva” denir. Yahudi geleneğinde, İbn Meymun’un Tora’dan çıkarıp belirlediği 613 mitsva olduğu kabul

edilmiştir. Bunların 365 tanesi negatif-olumsuz, 248 tanesi pozitif-olumlu emirdir.497

Biz bunlara emir ve nehiy diyebiliriz.

Yahudi hukuk geleneğinde Tora’daki tüm kurallar, kanun ve hüküm olarak ikiye ayrılmıştır. Bunun nedeni, Tora’da, Tanrı’nın kanun (mişpat) ve hükümlerinin (huka) uygulanmasının ve gözetilmesinin, şu şekilde ayrı ayrı zikredilmek suretiyle istenmiş olmasıdır: “(Benim) Kanunlarım’ı uygulayın ve (Benim) Hükümlerim’i gözetin ve onları takip edin. Ben, Tanrınız Aşem’im. Hükümlerim’i ve Kanunlarım’ı gözetmelisiniz; zira insan sadece onları uygulaması sayesinde (gerçekten) yaşayabilir” (Levililer, 18: 5).498 Bu mitsvadaki “kanunlar” ifadesi, Tora

emretmeseydi bile mantıken türetilebilecek türden kurallar olarak anlaşılmıştır ki bunlar hırsızlık, ahlaksızlık, putperestlik, cinayet, Tanrı’ya küfür yasağı gibi sosyal kanunlardır. Bu kanunlar dünya hayatında anarşiyi önleyerek insanın yaşayabilmesini sağlayacaktır. “Hükümler” ifadesi ise insan zekâsı tarafından kavranamayan kurallar olarak açıklanır. Tora’daki yasak yiyecekler, yün ve ketenden dokunmuş bir giysiyi giyme yasağı gibi kurallar bu türden sayılır. İman edenlerin nedenini anlamadığı bu kuralları sorgulamadan, sırf Tanrı emrettiği için yerine getirmeleri gerekli görülmüştür. Bu kurallar özellikle gelecek yaşamda Tanrı halkına

497 Rodkinson, a.g.e., s. 50.

katılabilmeyi ve sonsuz yaşamı sağlayacak kurallar olarak yorumlanır.499 Ayrıca her

ne kadar akıl almaz olsalar da hükümlere itaat, kutsal ulus olarak diğer uluslardan ayrılmanın bir yolu olarak düşünülmüştür. Nitekim vahye dayanmayan sistemlerde

sadece kanunlar vardır.500

Tora’da, vazedilen kurallara genellikle nedensel-mantıksal açıklamalar getirilmemektedir. Bunun nedenini, bir antlaşmanın maddeleri olan Tora kurallarının, pek çok yönden bir hukuk metninin özelliklerini taşımasında aramak gerekir ki bu yönüyle ait olduğu dönemlerden kalma kanunnamelere benzer. Kanun maddelerinde sebepler, kuralları genel-geçer olmaktan çıkarıp hususileştirdiği için zikredilmez. Bu anlamda kuralların sebeplerinin zikredilmemesinin nedeni olarak, insanların bu sebeplerin kendileri için geçerli olmadığını düşünüp mitsvaların onları bağlamadığını

iddia etme eğilimi gösterilir.501

Tora’daki bazı kuralların nedeni akılla izah edilemese de İbn Meymun Delâletü'l-Hâirîn isimli eserinde, tespit ettiği 613 mitsvanın hepsinin bir illetinin bulunduğunu ileri sürerek bu illetleri açıklamaya çalışmıştır. Kuralların anlam ve hikmetini bilmemenin, dindar üzerinde olumsuz bir hava yarattığını düşünerek bu

çabayı önemsemiştir.502

Tora kuralları, uygulama yönüyle, Musa (a.s.)’ya Sina dağında Yazılı Tora’dan ayrı olarak vahyedildiğine inanılan Sözlü Tora’yı ve ona dayalı olarak geliştirilen yorumları içeren “sözlü gelenek/Talmud” aracılığıyla anlaşılır. Bu sözlü gelenekte, yerine göre emirlerin ne şekilde yerine getirileceği konusunda en ince

detaylar bile anlatılmaktadır.503 Bu durum, Tora’nın Mısır ülkesinin batıl inanç ve

törelerine göre yaşayarak yozlaşmış ve kölelikten yeni kurtulmuş bir haldeki muhatap kitlesinin ihiyaçları ve bu muhatapların vadedilen topraklarda ahde bağlı bir düzen kuracak olmalarıyla izah edilebilir.

499 TB, Yoma 67b, Rashi, a.g.k., Leviticus, 18: 4-5; Ibn Ezra, a.g.k., Leviticus, 18: 5; Rashbam,

a.g.k., Leviticus, 18: 5; Jacob ben Asher, a.g.k., Leviticus, 18: 4.

500 Nissim ben Reuven (ö. 1376), Darashos HaRan (transl. Rabbi Shraga Silverstein),

https://www.sefaria.org/Darashos_HaRan?lang=bi, (12.10.2006), 11: 5.

501 Tesniye, 17: 17; Farsi vd., a.g.e., V, 385-384.

502 Bu ve ayrıntılı bilgi için bk. Hatice Doğan, İbn Meymun’un Hayatı, Eserleri ve Delâletü’l-

Hâirîn Adlı Eseri Üzerinde Bir İnceleme (Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2009, s. 186-190.

503 Örneğin Tora’da yılın ilk ayında gerçekleştirilen ibadetlerle ilgili detaylı açıklamalar vardır. bk.

Bu bölümde Tora’daki kanun ve hükümler, konularına göre gruplandırılarak, Yahudi kaynaklarında yapılan açıklamalar çerçevesinde nedensel, tarihsel ve amaçsal açıdan incelenecektir. Ele alınan konular Kur’an’da geçiyorsa, mukayeseler yapılacaktır. Yasa Kitabı/Tora’nın kapsamındaki kanunların daha iyi anlaşılabilmesi ve ait olduğu dönemin beşeri teamülleriyle olan ilgisinin ortaya koyulabilmesi için, yer yer antik dönem kanunlarıyla da mukayeseler yapılacaktır.