• Sonuç bulunamadı

2.3. Kur’an’a Göre Yasa ve Kadim Kutsal Kitapların Durumu

2.3.1. Kur’an’a göre ahit ve yasa/şeriat

Kur’an ıstılahında, İbranice’deki “berît- antlaşma” kelimesinin karşılığı olarak, “ahit” ve “mîsâk” kavramları kullanılmaktadır. Ahit mastar olarak, “bir şeyin

348 Muhammed (a.s.) kendinden önceki şeriatları tasdik ve tashih ederek tamamladığı için, Müslüman

âlimler Tevrat ve İncil’de küçük parçalar halinde olsa da ilahi metinden bölümler kalmış olma ihtimalini göz önüne alarak bu kitapları küçültücü davranışları yasaklamışlardır. bk. İbn Kesîr, Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsiri, I, 269-270.

korunmasını emretmek, vasiyet etmek, söz vermek, korumak” anlamlarında olup isim olarak, “korunması gereken sözleşme, antlaşma, vasiyet, yemin/verilen söz, eman” anlamlarındadır. Ahit, Allah (c.c.)’a verilen tüm sözleri, Allah (c.c.)’ın kullarına emrettiği ve onları nehyettiği herşeyi ve insanların aralarındaki her türlü

antlaşmayı ifade eder ve Kur’an’da349 bütün bu anlamlarda kullanılmıştır.350 Bu

nedenle İslam düşüncesinde “ahit” kavramı, diğer dinlerde olduğu gibi belirli sınırlara hapsedilmemiştir.

Mîsâk kelimesi ise “güvenmek, bağlanmak” anlamına gelen “قِثو” kökünden türemiş bir isim olup bir yeminle, antlaşmayla veya sözleşmeyle sağlamlaştırılmış

akit demektir.351 Kur’an’da, Allah (c.c.) ile iman eden kulları arasındaki emir-itaat

zincirinin ifade edildiği yerlerde genellikle, verilen sözün sağlamlığına işaret eden

mîsâk kelimesi kullanılmıştır.352 Örneğin, “Onlar, Allah’a verdikleri ahdi (sözü)

yerine getiren ve mîsâkı (tescilli sözleşmeyi) bozmayanlardır” (Ra‘d, 13: 20) ayetindeki sözleşme bahsi bu anlamda, hususen Hz. Muhammed (a.s.)’e iman edenlerin Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda verdikleri söz olarak açıklanır. Burada iman edenlerin kendi aralarında verdikleri sözlerden bahsedildiği

de düşünülmüştür.353

Kur’an’da, Allah’ın iman eden kullarından aldığı mîsâk konusunda, İsrailoğullarından emirlerine bağlı kalacaklarına dair aldığı mîsâk bahsi dikkat çekmektedir. Bu bahis çoğunlukla -Tanah’ta da sıklıkla geçtiği gibi- İsrailoğullarının

bu konuda verdikleri sağlam sözü korumadıklarını ifade sadedinde geçmektedir.354

349 ör. bk. Tevbe, 9: 4; İsrâ, 17: 34; Bakara, 2: 124-125; Tâhâ, 20: 115; Âl-i İmrân, 3: 77.

350 İbnü’l-Cevzî, Cemâlüddîn Ebü’l-Ferec (ö. h. 597), Nüzhetü’l-A‘yün (thk. M. Abdülkerîm Kâzım

er-Râzî), Müesssetü’r-Risâle, 1. baskı, Beyrut, 1984, “ahd” md., s. 446-448; İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem (ö. h. 711), Lisânü’l-Arab, I-XV, Dâru Sâdır, 3. baskı, Beyrut, h. 1414, “ahd” md., III, 111; İsfahânî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed er-Râgıb (ö. h. 502), el-Müfredât fî Garîbi’l- Kur’ân (thk. Safvân Adnân ed-Dâvûdî), Dâru’l-Kalem, 1. Baskı, Dımeşk, h. 1412, “ahd” md., s. 591-592.

351 İsfahânî, a.g.e., “vsk” md., s. 853; İbn Manzûr, a.g.e., X, 371. 352 bk. Ra‘d, 13: 25; Mâide, 5: 7.

353 Taberî, a.g.e., XVI, 419; Nesefî, a.g.e., II, 152; Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b.

Ebî Bekr (ö. h. 671), el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân (thk. Ahmed el-Berdûnî, İbrâhîm Atfiş), I-XX, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 2. Baskı, Kahire, 1964, IX, 307-308. Râzî Allah (c.c.)’ın kullarına olan üç çeşit ahdinden bahseder. Bunlardan ilki Âdem (a.s.)’in bütün zürriyetinden, Allah’ın, rububiyetini ikrar şeklinde aldığı ahittir (bk. A‘râf, 7: 172). Diğerleri peygamberlerden tebliğ görevini ikame edeceklerine dair aldığı ahit (Ahzâb, 33: 7) ve âlimlerden ayetleri insanlardan gizlemeyip açıklayacaklarına dair alınan ahittir (Âl-i İmrân, 3: 187). bk. Râzî, a.g.e., II, 374.

Kur’an’da Allah (c.c.)’ın İsrailoğullarıyla yaptığı antlaşma bahsi, “ahit”

kavramıyla da ifade edilir.355 Bir yerde, Allah (c.c.)’ın, İsrailoğullarından İsa (a.s.)’ya

tabi olduğunu söyleyip “Biz Nasarâyız”, yani Allah’a yardım edenleriz diyenlerden de sağlam söz aldığı fakat onların unutmamaları gereken şeylerden bir kısmını unuttukları bildirilir (Mâide, 5: 14). Bu sözün genel anlamda tevhid ve Allah’ın daha önce İsrailoğullarına farz kıldığı emirlerine itaat ve hususen de İncil’de müjdelenen peygambere, yani Hz. Muhammed (a.s.)’e iman etmek hakkında olduğu düşünülmüştür. Râzî de bahsi geçen sözün unutulan kısmının, Hz. Muhammed

(a.s.)’e iman olduğunu belirtir.356 Hıristiyan teolojisinin merkezindeki İsa (a.s.)’nın

insanlığa getirdiği kurtuluş müjdesi (İncil), İslam teolojisinde Hz. Muhammed (a.s.)’in gelişi olarak yer edinmiştir.

Kur’an’da İbranice’deki “tora” kelimesine karşılık, “şeriat” ve “şir‘at” kelimeleri kullanılmaktadır. Bu kelimeler Arapça’da, “açık olmak, bir yöne doğru uzayıp gitmek” anlamındaki “عرَش - şer‘ ” kökünden türemiştir. Bu kökün “ليعْفت - tef‘îl” babından mastarı olan teşri; “kanun koymak, yükseltmek, yol açmak, gemiye yelken yapmak” demektir. Şeriat ve şir‘at ise “dinin ilahi yolu; açık, belli olan yol; mezhep; metot; âdet; insanı bir ırmağa, bir su kaynağına ulaştıran yol” anlamlarına gelmektedir. Bu kelimeler zamanla açık ve doğru kurallar, Yahudi ve Hıristiyan şeriatı tamlamalarında olduğu gibi bir semavi dine dayanan hükümler bütünü

anlamlarında kullanılmıştır.357 Yani şeriat, dinin mücessem halidir.

Müfredât’ta, “…Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı…” (Mâide, 5: 48) ayetinde geçen “ ةَع ْرِش - şir‘at” kelimesi; Allah (c.c.)’ın insan için takdir ettiği ve ihtiyari olarak ardına düşüp talip

355 “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz ahdi yerine getirin ki ben de

size verdiğim ahdi yerine getireyim. Yalnız benden korkun” (Bakara, 2: 40).

356 Taberî, a.g.e., X, 135; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm (thk. Sâmî b. Muhammed Selâme), I-

VIII, Dâru Taybe li’n-Neşri ve’t-Tevzî‘, 2. Baskı, Beyrut, 1999, III, 67; Râzî, a.g.e., XI, 326; Nesefî, a.g.e., I, 435.

357 İbn Manzûr, a.g.e., “şr‘a” md., VIII, 175; İsfahânî, a.g.e., “şr‘a” md., s. 450; Zebîdî, Muhammed b.

Muhammed Abdürrezzâk el-Hüseynî (ö. h. 1205),Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs (thk. Mecmûatü mine’l-Muhakkıkîn), XL, Dâru’l-Hidâye, ys., ts., “şr‘a” md., XXI, 259-269; Talip Türcan, “Şeriat”, DİA, 2010, XXXVIII, 571.

olmasını emrettiği, şeriatların farklı farklı olduğu ve neshin358 gerçekleştiği din

olarak izah edilmiştir. Buna göre, “Sonra da seni din işi konusunda açık bir şeriata (yola) koyduk” (Câsiye, 45: 18) ayetinde geçen “şeriat” lafzı da bu anlamda Kur’an’ın getirdiklerini ifade eder. “Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de teşri buyurdu/din kıldı” (Şûrâ, 42: 13) ayetinde geçen “ َع َرَش - teşri buyurdu” lafzında ise marifetullah konusunda olduğu gibi bütün dinlerin kendisine eşit mesafede bulunduğu ve üzerinde neshin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı

esaslara işaret edildiği belirtilir.359 Yani şeriat kelimesi her ne kadar Batı

düşüncesinde genellikle İslam hukuku olarak tercüme edilse de360 Kur’an ıstılahında,

İslam’dan önceki şeriatları ifade etmek için de kullanılmıştır. Bu anlamda hem Allah’ın dininde (İslam) sabit kıldığı alanı hem de değiştirebildiği, artırıp eksiltebildiği alanı ifade edebilmektedir.

Kur’an ıstılahında din, millet ve şeriat kelimeleri bağlamına göre birbirinin yerine kullanılabilmiştir. Bunlardan, kullar hakkında kullanıldığında “taat, itaat”

anlamında361 umumi bir kelime olan “din” kavramı, şeriat anlamında kullanıldığında

şeriata itaat anlamını barındırarak kullanılır. Örneğin, Âl-i İmrân, 3: 19. ayette geçen

din; taat, boyun eğmek, millet olarak tefsir edilmiştir.362

Kur’an’da şeriat kelimesinin yerine kullanılabilen “millet” kelimesi ise din sözcüğüyle aynı anlamdadır. Ancak sözlükte “millet”in, tek tek şeriatları veya şeriatların parçalarını değil genelini ifade etmek için ve sadece kendisine isnat edilen

nebiye izafetle kullanıldığı belirtilir.363 Örneğin; “Kendini bilmeyenden başka

358 Sözlükte yok etmek, tebdil, tahvil anlamlarına gelen nesh ıstılâhta; şer‘î bir hükmün, şer‘î bir

hükümle kaldırılmasıdır. bk. Zürkânî (ö. h. 1367), Muhammed Abdülazîm, Menâhilü’l-İrfân, I-II, Matbaatü Îsâ el-Bâbî, 3. Baskı, ys., ts., II, 175-176; Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdullah, el- Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an (thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim), I-IV, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l- Arabiyye, 1. Baskı, Beyrut, 1957, II, 29-30.

359 İsfahânî, a.g.e., “şr‘a” md., s. 450; Taberî, a.g.e., X, 385; Nehhâs, Ebû Ca‘fer (ö. h. 338), İ‘râbü’l-

Kur’an (nşr. Muhammed Ali Beydûn), I-V, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, h. 1421, I, 270.

360 Jonathan E. Brockopp, “Shari‘a”, Encyclopedia of Islam and the Muslim World (ed. Richard C.

Martin), Thomson Gale, USA, 2004, s. 618.

361 ör. bk. Nisâ, 4: 125, 146.

362 Taberî, a.g.e., VI, 273; Kurtubî, a.g.e., IV, 43.

363 Yani örneğin, şeriatın bir parçası olan namaza “dînullâh” denir, ama “milletullâh” denmez. Yine

“benim dinim” denir, ama “benim milletim” denmez. Bu ve paragraftaki diğer bilgiler için bk. İsfahânî, a.g.e., “dyn” md., s. 323, “mll” md., s. 773-774.

İbrahim’in milletinden (dininden) kim yüz çevirir?...” (Bakara, 2: 130) ayetindeki, din olarak tercüme edilen millet kelimesi; hanîf islam, şeriat, tarikat, yol, menhec,

sünnet şeklinde tefsir edilmiştir.364

Son vahiy olarak önceki peygamberler ve şeriatlarının tarihine daha geniş bir açıdan bakma imkânını sunan Kur’an’a baktığımızda, insanlık tarihinin Allah (c.c.) ile yapılan bir “ahit” üzerine kurulduğu söylenebilir. Bu ahit, Âdem (a.s)’in yeryüzüne halife olarak seçilmesi ve karşılığında ağır bir yükü yüklenmesi ile

başlamış ve antlaşmanın şartı da “yasak ağaçtan uzak durma” emri olmuştur.365 Bu

ahit, sonraki süreçte gönderilen peygamberler ve onlara iman edenlerle sürdürülmüştür.

Kur’ân-ı Kerim’de, diğer kutsal kitaplarda olduğu gibi, Allah (c.c.)’ın Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların ortak atası olan İbrahim (a.s.) ile yaptığı ahit bahsi ve İbrahim (a.s.)’in milletine/şeriatına yapılan vurgu dikkat çekicidir. Bu konu, Allah katında makbul olan dinin ne olduğunu ve İslam’dan önceki iki din mensuplarının bu dinden ne şekilde saptıklarını anlamak için önemlidir.

2.3.2. Kur’an’a göre Musa (a.s.)’nın yasasına karşılık İbrahim (a.s.)’in