• Sonuç bulunamadı

1. SEMBOL HAKKINDA GENEL BİLGİ

5.5. Sembol Diliyle Renklerin Dünyası

5.5.2. Kızıl/Kırmızı/Al

Kızıl/kırmızı/al olarak farklı adlandırılmalarla kullanılan bu renk, birçok sembolik değere sahiptir. Rengin değişik adlandırmalarının olması ve tüm isimlerinin yaygınlıkla kullanılması, çokça benimsendiğinin bir göstergesidir. İnançlarda ve geleneklerde olduğu kadar çeşitli anlatmalarda da kırmızının geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır.

Kerem ile Aslı hikâyesinde kızıl/kırmızı/al renk, genel olarak sevgilinin tasvir edilmesinde kullanılmıştır. Bu kullanımlarda halk hikâye ve şiirlerinin kalıp söyleyiş özelliklerinin etkisi söz konusudur. Bu nedenle güle benzetilen sevgili, çoğu zaman gülün rengi olan kırmızıyla birlikte anılmaktadır. Sevgili tasvirinin yanında kızıl renk, canlılığı ve yaşam gücünü belirtmek amacıyla kullanılmıştır.

Türkmen varyantında Kerem, Aslı için “kızıl gül destesi, kızıl gülün goncası” demektedir. Aslı’nın yanaklarını “kızıl elma”ya benzetmektedir. Kerem ile Aslı birbirlerine “gül destesi gibi” sarılmaktadır. Kerem, Aslı’nın annesine dişlerini çektirmiş ve bir damla kan Aslı’nın üzerine dökülmüştür. Aslı ağlarken Kerem, onun kırmızı giyimine bakıp şu şiiri söylemiştir:

“Sevdiğim baştan ayağa,

Gül kırmızı giyinmiştir! Başım başına sadaka, Şal kırmızı giyinmiştir.

Ördeği var, sunası var, Mürüvvetsiz anası var, Elvan-elvan libası var,

Gül kırmızı giyinmiştir.” (Tulu, 2009: 151). Bu şiirde Kerem, diş

çektirdikten sonra ağzından akan kanla Aslı’nın giydiği kırmızı kıyafet arasında bir bağlantı kurmuştur. Kırmızı, bu şiirde kanla birlikte Kerem’in duyduğu acıyı ve çaresizliği simgelemektedir.

Kerem, Aslı ile arasındaki ikrardan bahsetmek için gülü kullanmaktadır: “Bir gül

verdim nazlı yârin eline”, “Canım çıkar gülün benden alınca” (Tulu, 2009: 112)

dizelerinde gül, aşkın sembolü olarak kullanılmıştır.

Aşk derdinin içinde çaresizlikle kıvranan Kerem, Hz. Ali’den medet ummakta ve;

“Ya Ali sen eyle medet,

Başıma koptu kıyamet, Kuluna eyle şefaat,

Kızıl rengim sarıya/zarda döndü” (Tulu, 2009: 111) dizelerinde aşk

yüzünden sararıp solduğunu anlatmaktadır. Kızıl renk, Kerem’in yaşam enerjisini, canlılığını ve mutluluğunu simgelerken sarıya dönmüş olmak da çaresizliği, hastalığı ve tükenişi ifade etmektedir.

Azerbaycan varyantında Keşiş, Aslı’ya kırmızı renkli, sihirli bir entari giydirip düğmeleri Kerem’in açmasını istemiştir. Kerem, Aslı’yı kırmızılar içinde görünce gönlündeki coşkuyu şu dizelerle ifade etmiştir:

“Sevdiğim baştan ayağa

Al kırmızı giyinmiştir, Yaraşır gül endamına Şal kırmızı giyinmiştir.

Bade doludur içmeye Gül, fidan, ağaç dikmeye, Vakti gelmiştir açmaya,

Gül kırmızı giyinmiştir.” (Öztürk, 2014: 290). Şiirde kırmızının cinsî

istekleri açığa çıkaran etkisini görmek mümkündür. Nitekim Kerem, Aslı’yı kırmızı kıyafetle görünce onunla cem olup vuslata ermeyi dilemiştir. Keşiş’in, Aslı’ya kırmızı entari yaptırarak Kerem’in bir an önce yanmasını istediği aşikârdır. Çünkü kırmızı rengin beşeri arzular üzerindeki etkisiyle Kerem, fazla beklemeden düğmelere el uzatacak ve sonunda yanıp kül olacaktır.

Aslı’nın elbisesinin kırmızı olması, ateşin simgeselliğini de ortaya koymaktadır.Çünkü kırmızı elbisenin düğmeleri, Kerem’in yanmasına neden olmuştur. Kırmızı elbise, gerdek odası ile bağlantılı olarak âşıkların birleşmesini temsil ettiği gibi yanma ile sonuçlandığı için ateşle birleşen ölümü de sembolize etmektedir.

Gerdekte kırmızı giymek, bir Türk geleneğidir. Dede Korkut hikâyelerinde de düğünlerde gelin ve güveyi kırmızı kaftan giymektedir (Duymaz, 2001: 168). “Dirse

Han Oğlu Boğaç Han Destanı’nda kızı olmayanın kızıl otağa oturtulması ile Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı’nda gelin olacak kızın yani Banu Çiçek’in kızıl otağda oturması ve gelin olurken kırmızı kaftan giymesi dirliği sağlayan kadının gücü, bereketi ve yaşam enerjisi ile birleşmektedir. Kırmızı kaftanını giyen Banu Çiçek’in kırmızı kaftan ile gelinlik, güç, namus, canlılık, yenilik, zenginlik, mutluluk, soyun devamı gibi pek çok kavram alanına işaret etmesi de sembolik göndergelerdendir. Kızı olmayan kimsenin kızıl otağa oturtulması, kızını evlendiremeyecek olmanın ve kızına kırmızı kaftan giydiremeyecek olan üzgün ve buruk babanın göstergesidir. Aynı şekilde Beyrek’in de kırmızı kaftan giymesi damat olmanın ve güçlü bir ailenin temellerini

atacak olmanın işaretidir.” (Çetindağ Süme, 2015b: 7). Bu geleneğin Kerem örneğinde

olduğu gibi halk hikâyelerine de taşındığı görülmektedir.

Bütün renklerin en canlısı olan kırmızı, ateşle ve dolayısıyla ışıkla bağlantılıdır. Romalılarda Jüpiter, kırmızı ile bağdaştırılmıştır. Eski Yunan’da Zeus adı; hayat, ısı ve ateş anlamlarını taşıyan sözcüklerle yakından ilgilidir. Tanrısal ululuğun rengi olan kırmızı, hem adaletin hem de tehlike ve korkunun; özde devingen bir renk olduğu için de eylemin ve hareketin simgesidir (Lings, 2003: 39, 40, 46).

Güneşin, tüm savaş tanrılarının ve zaferin rengi olan kırmızı; eril hareket ilkesini, ateşi, hükümdarlığı, aşkı, hazzı, evlilikle ilgili birtakım hususları vs. ifade etmektedir. Kırmızı aynı zamanda kuvvet, iktidar, şiddet ve yoğunluğu da simgelemektedir.

Türklerde al ile kızıl renkleri birbirinden farklıdır. Al, koyu turuncuya yakın, ateş alevine benzer bir renk iken kızıl, açığa yakın parlak kırmızı rengi ifade etmektedir. (Genç, 2009: 15). Ancak zaman içerisinde bu renkler birbirlerinin yerine kullanılır olmuştur.

Türkler kırmızı rengi daha çok kanla ilgili olan düğün ve gerdek için kullanmış, ancak kırmızıdan ziyade kızıl sözcüğünü tercih etmişlerdir. Kızıl renk, ilerleyen dönemlerde altınla ilişkilendirilmiş ve “ulaşılmak istenen yer, gaye” anlamında “kızıl elma” (altın küre) ülküsünün oluşmasında etkili olmuştur (Çoruhlu, 2012: 212-213). Kızıl renk altının yanında ateşle de ilişkilendirilmiştir.

Eski Türkler, ateşe duydukları saygıyı kırmızı renkle temsil etmişlerdir. Zerdüşt dininde ateş kutsal sayıldığı için Mazdekçiler ateş rengi olan kızıl başlık ve hırka

giymişlerdir. Şiî Bâtınilik’in bir kolu olan Kızılbaşlar da kızıl başlık taktıkları için bu adı almışlardır (Hançerlioğlu, 2013: 260).

Altay Şamanlarında kötü ruhu temsil eden Erlik, kızıl ve kanlı yemekle beslenir, ciğer kanını içer. Erlik’in yeme içme zamanı da akşam vakti gökyüzünün kızardığı zamandır. (İnan, 1998: 407). Erlik’in tüm bu eylemlerine, kırmızının kanı, şiddeti ve korkuyu yansıtan sembolik değerleri yüklenmiştir.

Eski Türklerde hami (koruyucu) ruh olan ateş ve ocak ilahesi Al, daha sonra kötü ruhlar arasında anılan Alkarısı veya Albastı’ya dönüşmüştür. Albastıların şaşırtıcı, hilekâr, yalancı olduğuna ve loğusa kadınlara zarar verdiğine inanılmıştır. Bu nedenle kırmızı renkten korkan Albastı’yı kovmak için loğusa kadına kırmızı tül bağlanması, kırmızı altın takılması ve kırmızı şeker hediye edilmesi âdet olmuştur. Bu yaklaşımların tam tersi olarak kadına kırmızı hiçbir şey gösterilmemesi şeklinde uygulamalar da olmuştur.

Türklerin en eski devirlerinden beri al bayrak kullanmalarında Al-Ateş kültünün etkisi olduğu söylenebilir. Şamanizm’de ruhlar şerefine bayrak dikmek gelenek sayılmış, dikilen bayrak da ateş rengine yakın bir renkte olmuştur (İnan, 1998: 261, 265). Kaşgarlı Mahmut’un “Ağdı kızıl bayrak-Togdı kara toprak” dizeleriyle tasvir ettiği bir savaş sahnesinde kızılın “savaş bayrağı” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır (Genç, 2009: 19). Ateş kültünün yanı sıra kırmızının savaşı, zaferi, hükümdarlığı ve gücü temsil eden renk olması da bayraklarda bu rengin tercih edilmesini sağlamıştır.