• Sonuç bulunamadı

1. SEMBOL HAKKINDA GENEL BİLGİ

5.1. Varlığa Bürünmenin İlk Evresi/Doğum ve Ad Alma ile İlgili Semboller

5.1.2. Fidan/Ağaç

Ağaç, yaratılış mitlerinden bu yana bir kült olarak var olan en önemli inanç odaklarından biridir. İnsanların ağaçlar etrafında çeşitli inanç ve ritüeller geliştirmeleri, ağaçların temsil ettiğine inanılan kutsal içeriklerin zenginliğinden kaynaklanmaktadır.

Köklerinden dallarına ve yapraklarına kadar her noktasının sembolik bir değer taşıdığı ağaçlar, bu yönüyle kutsal metinlerde, destanlarda, masallarda, modern anlatmalarda ve sanatın birçok alanında oldukça fazla kullanılmıştır. Ağacın metinlerde kullanımı halk hikâyelerinde de görülmektedir.

Kerem ile Aslı hikâyesinde ağaç sembolüyle bağlantılı olarak geçen fidanlar, hikâyenin ana motiflerinden olan çocuk sahibi olmada işlevsel bir rol üstlenmiştir.

Hikâyenin S1 varyantında padişahla Keşiş, hanımlarıyla birlikte pazardan dönerken yaşlı bir adamın fidan sattığını görür ve ihtiyardan birer elma fidanı alır. Fidanlar ağaç olur ancak yedi sene meyve vermez. Bunun üzerine padişahın karısı: “Yarabbi, dünyada her elime attığım kuru çıḫtı, yedi sene oldu, bir tek elması daḫi nasip

olmadı.” (Akay, 1973: 56) diyerek üzüntüyle bahçede gezinirken ihtiyar bir adam gelip

ağacın bir elma verdiğini müjdeler ve elmadan olacak çocukların adlarını da koyarak onları birbirleriyle evlendirmeleri söyler.

Y2 varyantında ise şahın karısı yolda, elinde iki tane fidan olan ihtiyar bir adamla karşılaşır. Fidanlardan biri elma diğeri ayvadır. Elmayı şahın karısı, ayvayı Keşiş’in karısı diker. Fidanlar bir müddet meyve vermez. Bir gün Hanım Sultan rüyasında fidanları aldığı adamı görür. İhtiyar adam ona: “Ağlama senin fidanın meyve

virdi. Anı yiyesin muradın hasıl olur.” (Karabacak, 1970: 1-2) der. Bahçeye bakan

Hanım Sultan elmayı Keşiş’in karısıyla paylaşıp yedikten sonra çocukları olur.

Ağaç, çok yaygın bir rüya imgesidir. Rüyadaki ağaç imgesi bazı yorumlarda çocuğa, bazı yorumlarda ise erkeğe işaret etmektedir (Schimmel, 2005: 78). Hanım Sultan’ın rüyası, çocuk sahibi olacağına işaret ettiği gibi çocuğun cinsiyeti hakkında da ipucu vermektedir.

Ağaç, mağara gibi ana rahmini sembolize etmektedir (Şenocak, 2013: 2527). Ağaçların çocuk sahibi olmadaki işlevselliği, “kutsal ağaç” vasıtasıyla Tanrı kutunu elde etme düşüncesinin olduğu çok eski devirlere kadar uzanmaktadır. Çocuksuzluğu Tanrı kargışı ya da kutsuzluğu sayan Türk toplumu, bu durumu kutsal ağaçlar aracılığıyla ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Çünkü her bahar yeniden yeşeren ağaç ile doğurganlık arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır (Ergun, 2012: 338-339). Anadolu’da

çocukların bir ağacın meyvelerine benzetilmesi de bu bağlantıdan kaynaklanmaktadır. Hikâyemizde de ağaç meyve verdikten kadınlar çocuk sahibi olmuş, böylece ağacın meyvesiyle kadınların doğurganlığı arasında sembolik bir ilişki kurulmuştur.

Hikâyenin Azerbaycan varyantında Aslı’nın gittiğini öğrenen ve bahçenin boş kaldığını gören Kerem servi ağacına:

“Doğru söylemezsen kaddin eğilsin,

Dilerim Mevladan belin bükülsün, Bir ah çeksem yaprakların dökülsün

Servi senin güzel maralın hani?” (Öztürk, 2014: 181) şeklinde seslenir.

Ağaca yönelik eski mitolojik ve ritüel menşeli “haberleşme”ler, aşk hikâyelerine dönüşerek ağaç kültünün izlerini yaşatmaktadır (Alizade, 2014: 217). Kerem’in ağaca serzenişinde de diğer tabiat unsurlarında olduğu gibi ağacın kültleştirildiğini görmek mümkündür.

Ağaçlar, ölüp dirilmeyi ifade eden yaşam döngüsünün sembolüdür. İlkbaharda yeşillenip yazın meyve veren, sonbaharda solup kışın yaprak döken ağaçlar, ilkel zamanlardaki insanlar için büyüsel bir etki yaratmıştır. Bu döngüden yola çıkarak birçok toplumda ve dinde ağaçlar mukaddes kabul edilmiştir. Sümerler evreni ağaç biçiminde tasarlamışlardır. Yahudiler ve Müslümanlar cennette bir hayat ağacı bulunduğuna inanmışlardır. Antik Çağ’ın Yunan ve Roma mitolojilerinde ise ağaçlar, tanrıların barınakları olmuş; örneğin meşe Jüpiter’le, defne Apollon’la, zeytin Minerva’yla özdeşleştirilmiştir (Hançerlioğlu, 2013: 17-18). Ağaçlar ifade ettikleri sayesinde dinsel ve kökensel bir nesne özelliği kazanmıştır.

Türk mitolojisine bakıldığında kahramanları doğurması ve beslemesi ile onlara hayat veren ağaçlar, soyun koruyucusu ve son aşamada dünya direği rollerini üstlenmiştir. Hakas Türkleri; kendi soyunun kemiklerinin ağaçtan, etinin ise kilden yaratıldığına inanmaktadır. Çünkü ağaç, hayatın simgesi ve soyun mutlu yaşamının garantisidir. Birçok Türk boyunun ağaçla ilgili merasimlerinde ağacın hükümdar sülalesini simgelediği görülmektedir (Bayat, 2012: 180-181). “Evlatlarını koruyan,

besleyen ve şefkatle büyüten ağaç/ana/ata, bir milletin soy ağacını, kendi köklerine tutunarak büyüyecek olan toplumun besleyici, koruyucu ve oluşturucu mekânını

sembolize etmektedir.” (Şenocak, 2013: 2528). Bu nedenle soy ağaçları ile soyun

bireyleri arasında yakın bir ilişki vardır ve her insanın hayatı onun ikinci beni sayılan ağaçla da ilgilidir. Göktürklerin devlet merkezinin ormanlık bölge olan “Ötüken yış”

olması da kutsanmış vatan sembolü olan ağacın kutsal merkeze yerleştirildiğini ve ağaçların soyun ata ruhlarını barındırdığını göstermektedir (Bayat, 2012: 180, 182). Ağaçların ata ruhlarını barındırmasının yanında doğrudan ata olarak görülmesinin örneklerine Dede Korkut kitabında da rastlanmaktadır.

Türk geleneğinin kutsal simgelerinden olan ağaç, hem Dede Korkut’ta hem de Anadolu Türklerinin dilinde “ulu ağaç, kaba ağaç, gölgeli kaba ağaç, baş ağaç, tek ağaç, ata ağaç, baba ağaç, hayat ağacı, vs.” gibi çeşitli adlarla anılmaktadır (Alizade, 2014: 211). “Basat’ın Tepegözü Öldürdüğü Destan”da Tepegöz, Basat’a ak sakallı babasının adını sorunca Basat: “Babamın adını sorar olsan koca ağaç” (Ergin, 1969: 181) diye cevap verir. “Basat’ın cevabı İslâm öncesi Oğuz-Türk düşüncesindeki mitik katmanları

(Dünya ağacına ait inançlar) göstermenin yanı sıra, geçit aşamasındaki arkaik

unsurların faal iştirakini de yansıtmaktadır.” (Alizade, 2014: 216). Basat’ın cevabında

ayrıca Oğuzların, ağacı soy/aile ile ne şekilde bağdaştırdıklarını görmek mümkündür. Çünkü “Oğul ve kardeş, ‘kaba ağacın, dal budağı’ idi. Bu da semboliktir. Ancak kütük

ile soykütüğü’nün sembolü, bir kaba ağaç idi. Bu da soyun, köklü, büyük ve eski olduğunu gösteriyordu. Bunlar dilde kalmış mecâzlar ile sözler ve onların

sembolleridir.” (Ögel, 2014: 615). Dede Korkut’taki ağaç ifadesine en güzel

örneklerden biri “Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Esir Olduğu Destan”da yer almaktadır: “Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç

Mekke ile Medinenin kapısı ağaç Musa Kelimin asası ağaç

Büyük büyük suların köprüsü ağaç Kara kara denizlerin gemisi ağaç

Erlerin şahı Alinin Düldülünün eyeri ağaç Zülfikarın kını ile kabzası ağaç

Şah Hasan ile Hüseyinin beşiği ağaç Eğer erdir eğer avrattır korkusu ağaç Başına doğru bakar olsam başsız ağaç Dibine doğru bakar olsam dipsiz ağaç Beni sana asarlar çekme ağaç

Çekecek olursan yiğitliğim seni tutsun ağaç Bizim elde olmalıydın ağaç

Seni para para doğruyalardı ağaç” (Ergin, 1969: 44). Uruz Bey’in ağaç ile söyleşmesi, Türk kültürünün muhteşem ve görkemli bir ağaç kasidesi gibidir (Ögel, 2014: 623). Ancak bu şiirde sembolik açıdan çok değerli ifadeler de bulunmaktadır. Uruz’un ağaca söylediklerinde animist dünya görüşünün izleri bulunmaktadır. Müslümanlığın etkisiyle ağaca önce mukaddes bir varlık olarak yaklaşan Uruz, daha sonra kendisini asmasına izin verirse “yiğitliğim seni tutsun” diyerek açık bir biçimde ağacı tehdit etmektedir. Bu söylemde doğa güçlerine canlı bir varlık olarak yaklaşıldığı İslâm öncesi inançların etkisi görülmektedir.

Şiirdeki “başsız ve dipsiz ağaç” ifadesi ise çeşitli mitolojilerdeki “kozmik ağaç”ın Türk kültüründeki yerli söyleyişi gibidir.

Dikey boyutuyla kutsal güçleri temsil eden, yer ile bağlantılı olan, sayısız kez kendini yenileyebilen ağaç, insanüstü gerçeklikleri taşıyan bir güç olması nedeniyle kutsal varlıklardan biri olmuştur. Çünkü ağaç, kendi yapısında tüm kozmosu yenileyebilen bir kaynaktır. Bu nedenle de ağaç aynı zamanda bir evren simgesidir. İlkel zihniyette de ağaç evrendir ve evren olmasının sebebi evrenle ilgili olanı yinelemesiyle birlikte varlığını da taşımasıdır (Eliade, 2009: 270). Eliade’nin bahsettiği “kozmik ağaç”ların ya da “hayat ağaçları”nın belli özelliklerinin olması gerekmektedir.

Kozmik ağaçların temel özellikleri arasında dünyanın merkezinde bulunmaları, köklerinin yer altı dünyasına, zirvesinin göğün en yüksek katında olan Tanrı’nın mekânına ulaşması, kozmik âlemi birleştirmesi, gövdesi ve gölgesinin oldukça büyük ve geniş olması, yapraklarını dökmemesi, yaz-kış yeşil kalması vs. (Ergun, 2012: 27-28) gibi birçok unsur sayılabilir.

Dünya modelinin dikey yapılanmasını simgeleyen ağaç, “dünya ağacı” adıyla da bir yapılanma geçirmiştir. Eski göçebe toplulukların inanışlarında üç dünyayı eksen gibi tutan ağaç, evrenin merkezinde bulunmakta ve “axis mundi” olarak da adlandırılmaktadır. Aslında kozmosun kendisi olan bu dünya ağacı; köküyle yer altı dünyasını, gövdesiyle orta dünyayı, dal ve yapraklarıyla da yukarı dünyayı sembolize etmektedir (Bayat, 2012: 187).

Türkler arasında özellikle kutsal sayılan kayın, ardıç gibi bazı ağaçlar, ayin törenlerinde kullanılmasının yanı sıra bizzat kendisine tapınılan mukaddes varlıklar olmuştur. Kayın ağacı, koruyucu Ana-Tanrı Umay ile birlikte Ülgen tarafından yere indirilmiştir. Bu nedenle Altaylıların dualarında da bu ağacın adı zikredilmektedir (İnan, 2006: 64-65). Yakutlarda ise kayın gibi karaçam da önemli bir ağaç sayılmıştır. Yakut

Şamanlarının her birinin “Turuu” dedikleri bir ağacı vardır. Gençler Şaman olmak istediklerinde bir ağaç dikmekte ve bu ağaç büyüdükçe rütbeleri de ilerlemektedir. Şamanın ölmesi ile ağaç da yok edilmektedir (Ögel, 1993: 93). Çünkü ağacın varlığı, insanın yeryüzündeki varlığını simgelemektedir.

Şaman dünya görüşünün benimsediği ağaç kültü, zamanla Şaman ağacı şeklinde bir gelişme geçirmiştir. Dallarında kuş yuvalarına benzer oyuklar olan ve her oyukta da Şamanların kuş şeklindeki ruhlarının terbiye aldığı Şaman ağacı, kozmik bir ev olarak tasarlanmıştır (Bayat, 2012: 188-189). Bu kozmik ev aynı zamanda Şamanın ruhunu göğe taşıyan bir merdiven işlevi de görmektedir.

Türk boylarının menşeleri hakkında söylenen efsanelerde de ağaç önemli bir yere sahiptir. Uygur hakanlarının ağaçtan türemeleri, Oğuz Kağan’ın ikinci karısını ağaç kovuğunda görmesi, Kıpçakların atasının bir ağaç kovuğunda doğması gibi birçok örnekte ağacın soy kökleriyle bağlantısı vardır (Ögel, 1993: 82-83). Türklerin etnik ve kültürel geleneğinde menşe ile kutsallaşan ağaç, kozmogoni eyleminde genel olarak dokuz dallı ağaç olarak yer almaktadır. Bu ağacın dallarından yaratılmış olan insanlar Tanrı’nın simgeleridir (Alizade, 2014: 206). Bir soyun ilk atalarının ya da Tanrı tarafından “kut”lu sayılan kişilerin Tanrı simgesi olan ağaç aracılığıyla gönderilmeleri, menşe sorularına bir cevap niteliğindedir.

“Menşe mitlerinde ağacın rolü ölen adamların mezarı yanında ağaç ekmek ve

biten ağaçların, ölünün ruhunu simgelemesi” (Bayat, 2011: 181) ağaçtan türeme ile

ilgili olduğu gibi mezar başlarına ağaç dikme, zaman içerisinde yaygın bir gelenek haline gelmiştir. Bu geleneğin oluşmasında ağaçların ruhların barınağı olduğuyla ilgili ilkel inanışların izleri vardır.

Kökleriyle yere bağlı olan ağaçlar, yerin temsil ettiği tükenmez yaşamın ve gerçekliğin bir parçasıdır. Topraktan veya bitki atadan/ağaçtan gelmeyle ve yeni doğan üzerinde bir koruma sağlamayla ilgili tüm inançların altında yatan nihai gerçek, hayatın kaynağına yani tüm biçimlerin çıktığı “rahim” kuramına işaret etmektedir. Toprak ya da ondan çıkan ağaç, canlıdır, sürekli ürer ve daima bir yeniden doğum süreci içinde bulunur. Bu nedenle yere dokunmak gibi ağaçlara dokunmak/yaklaşmak da yararlı, üretici ve etkin bir eylemdir (Eliade, 2009: 303). Bu eylemlerin tezahürlerini çocuk sahibi olma ya da farklı dileklerle ilgili birçok uygulamada görmek mümkündür.

Kutlu sayılan ağaçların dibinde yuvarlanma, meyvesini ya da yaprağını yeme, ağacı kucaklama, ağaç dikme, ağaca beşik asma, ağacın dibinden böcek alıp yeme vd.

çocuk dileği için sık karşılaşılan uygulamalardır. Bunlarla birlikte ağacın yakınında kurban kesme, ağaca bez bağlama, dua etme ve namaz kılma da yerine getirilmesi şart olan uygulamalar arasındadır (Ergun, 2012: 349). Yapılan tüm uygulamaların temeli; ağacın yeniden doğuşu, üretici gücü ve hayat kaynağını simgelemesine dayanmaktadır.

Ağaç; hayat kaynağı olma, üretkenlik, doğurganlık, sonsuzluk, soy, hükümdarlık vs. gibi birçok sembolik anlam içermektedir. Bununla birlikte birçok ağaç türü etrafında ağacın meyveli/meyvesiz veya yaprak döküp dökmeme özelliklerine göre farklı ritüel ve uygulamalar da gerçekleştirilmektedir. Ağacın zürriyete olan etkisi, halk hikâyelerinde özellikle elma ağacı ile simgelenmektedir. Kerem ile Aslı hikâyesinde de çocuksuzluk motifine bağlı olarak elma fidanları yer almakta, bir varyantta ise ayva fidanının adı geçmektedir. Ancak ayva fidanı meyve vermemiş, doğurganlığı sağlamada yine elma etkili olmuştur. Bu nedenle özellikle elmanın taşıdığı sembolik değerler ayrı bir öneme sahiptir.