• Sonuç bulunamadı

2.3. Fransa

2.3.4. Fransa yarı başkanlık sisteminde Yargı

Fransa’da yargı organı, Anayasa Konseyi ve Yüksek Mahkemeden oluşur. Anayasa Konseyi hem siyasi hem de bir yargı kurumu olarak görev yapar. Anayasa Konseyi, kanunların Anayasaya uygunluğunu denetler ve gerektiğinde cumhurbaşkanına danışmanlık görevi yapar. Bu organın üyelerinin üçü cumhurbaşkanı, üçü Millet Meclisi Başkanı ve üçü de Senato Başkanı tarafından seçilmektedir. Ayrıca eski cumhurbaşkanları

363 Eroğul, 2010, 188–189.

364 Gürbüz, 1987, 132.

365 Göze, 2011, 638-639.

da Konseyin doğal üyesidir. 366 Anayasa Konseyi üyelerinin görev süresi dokuz yıl olup, üyelerinin üçte biri üç yılda bir yenilenmektedir. Yüksek Mahkeme ise, 24 asil ve 12 yedek üyeden oluşur. Bu kurum üst düzey kamu görevlileri ile devletin varlığı aleyhine suç işleyenleri yargılama görevini üstlenmiştir. Verdiği kararlar kesin olup, bunların bir başka üst mercide temyiz edilme imkânı yoktur.367 Fransız yargı sistemi içinde yönetimin denetlenmesini sağlayan diğer bir yapıda Ombudsmanlık Kurumudur. Ombudsmanlık Avrupa Birliği sürecinin etkisiyle oluşturulan bir yapılanmaya sahiptir.368

366 Gözübüyük, Ş. (2011). Anayasa Hukuku. (On sekizinci baskı). Ankara: Tuhan Kitapevi, 47.

367 Tosun, G. E. ve Tosun, T. (1999). Türkiye’nin Siyasal İstikrar Arayışı Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri. İstanbul: Alfa Yayınları, 109.

368 Parlak ve Caner, 2005, 42.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE UYGULANAN HÜKÜMET SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

3.1. Türkiye’nin anayasal ve siyasal yapısı

Batılılaşma ve gelenek arasında tarihsel süreçte şekillenen Türk siyasal hayatı, Osmanlı’nın modernleşme çabalarından Cumhuriyet Dönemi’ne uzanan bir seyirde, zaman zaman darbelerle bölünen bir demokratikleşme süreci içerisinde gelişmiş ve bugünkü şeklini almıştır. Türkiye’deki siyasal yapıyı anlamak için üzerine inşa olduğu Osmanlı’nın kültürel, ekonomik ve bürokratik yapısını anlamak gerekmektedir. Günümüz Türkiye’sinin siyasi ve bürokratik yapısı, Osmanlı’dan günümüze belirli bir süreç içerisinde oluşmuş ve kökleri Osmanlı İmparatorluğu’na kadar giden patrimonyal devlet geleneği içerisinde şekillenmiştir.369

Osmanlı Devleti’nin siyasal yapısı 16.yüzyıla kadar devlet ve toplumun birliğine dayalı ve iç içe geçmiş bir görünümdedir. Osmanlı toplumunda padişahın Tanrı’nın yeryüzündeki yansıması olarak algılanması toplumun hayat alanlarının, tercihlerinin ve beklentilerinin tek belirleyicisi olarak devleti toplumun üstünde belirleyici bir konuma yerleştirmiştir. Toprak üzerindeki mülkiyet haklarının padişaha ait olması ve sosyal sınıfların batılı anlamda emek ve sermayeye dayalı ve aristokrasiye karşı bir mücadele ile birlikte gelişmemesi, ekonomik hayatı devletin kontrolüne bırakmıştır. Bu durum serbest ticaretin gelişimini engellemekle birlikte Osmanlı’nın batılılaşma sürecinde ihtiyaç duyduğu burjuva sınıfının ortaya çıkmasını engellemiştir. Osmanlı Devleti’nin toplumsal ve ekonomik yapısı toplumsal sınıf özelliğini tam olarak yansıtmayan toplumsal gruplara dayanmaktadır. Bu gruplar; asker, ulema, tüccar ve zanaat grubu ve köylülerden oluşmaktadır.370

Osmanlıda her ne kadar batıdakine benzer bir sınıfsal yapı gözlenmese de belirli oranda olgunlaşmış bir sosyal tabakalaşma mevcuttu. Örneğin, Koçu Bey, risalesinde üç

369 Kalağan, G. (2009). Türkiye’de 1980 Sonrası Bürokratik Dönüşüm: Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü (SYDGM) Örneği. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı,102.

370 Kongar, E. (1999). 21. Yüzyılda Türkiye 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. İstanbul: Remzi Kitabevi, 56.

sınıftan söz eder: sıradan vatandaş (reaya), ulema ve askerî sınıf (seyfiye).371 Genel olarak İmparatorluğun seçkinler ve halk kitlelerinden oluşan iki tabakadan oluştuğuna ilişkin algı içinde ulemaya özel bir köşecik ayrılmış olmasını, din adamlarının İmparatorluk içindeki ayrıcalıklı konumu ile alakalıdır. Koçu Bey'in bugün "meslekî tabakalar" olarak tanımlayabilecek topluluklardan "sınıf” adı altında söz etmesi ise tesadüf değildir. Bu kullanım Osmanlı İmparatorluğu'nda var olan tabakalaşma bilinci konusunda önemli bir ipucu vermektedir. 17. yüzyılda toplumsal mücadelelerde rol alan kişilerin kendi konumlarını belirlemek için "yeniçerilik şuuru", "kulluk şuuru" gibi deyimleri kullanmaları bu yüzdendir.372

19. yüzyıl ile birlikte devletin kurumsallaşma sürecine girmesiyle bu geleneksel yapı değişmeye başlamış ve güçlü, merkezi ve bürokratik bir sınıf, devlette söz sahibi olmuştur.373 Türk siyasal hayatında batılılaşmanın taşıyıcıları ve uygulayıcıları olan bu bürokrat-aydın grup, Cumhuriyet sonrası döneme de miras kalan bir süreçte devlet ve toplum hayatındaki köklü değişimlerin hazırlayıcısı olmuştur. Farklı yollardan bu hedefe gitme noktasında fikri ayrılıklar olmakla birlikte temelde bu aydın-bürokrat sınıfın temel güdüleyici felsefesi Osmanlı’nın kurtuluşu ve daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden inşası hedefi olmuştur.

Tanzimat’la birlikte batılılaşma süreci, bürokrasi eliyle gelen bir dizi standartlaşma hareketine dönüşmüştür. Bu dönemin felsefi arka planında ise Tanzimat’la birlikte Osmanlıda ortaya çıkan “Genç Osmanlı” hareketi vardır. Bu yeni Osmanlı intelijansiya’sı374 genellikle İtalyan Mazzini Hareketi’nden375 etkilenmiş ve aydın–

bürokrat grup tarafından temsil edilmiştir.376 Bu dönemde Osmanlı bürokrasisi batının üstünlüğünü kabul etmiş ve kurtuluş için reform arayışlarına başlamıştır. Bernard Lewis bu

371 Koçi Bey Risalesi. (1985). Z. Danışman. (Sadeleştiren). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 8-10.

372 Mardin, Ş. (2006). Türkiye’de Toplum ve Siyaset. (On üçüncü baskı). İstanbul: İletişim Yayınları, 99.

373 Çaha, Ö. (2007). Aşkın Devletten Sivil Topluma. İstanbul: Plato Yayınları, 141-142.

374 Batı dillerine Rusçadan geçen bu kavram bir ülkedeki aydın topluluğunu ifade etmektedir. (Bknz: Meriç, C. (2005). Mağaradakiler. (On ikinci baskı). İstanbul: İletişim Yayınları, 64-70.)

375 19 yüzyıl İtalya’sında ortaya çıkan bu hareket Fransız devriminin düşüncelerini milliyetçi bir tonda dile getirerek tarihsel Kutsal Roma İmparatorluğu’na vurgu yapan bir akımın liderliğini yapmıştır. Bu akım İtalya dışında yeni uluslaşan birçok devleti etkilemiştir. Mazzini Kutsal Roma’nın kuruluşu için 1831’de kurduğu Genç İtalyanlar Derneği (Giovine İtalia) daha sonraları Osmanlıda hayat bulan Genç Osmanlı hareketine de ilham olmuştur.

376 Meriç, C. (2004). Sosyoloji Notları. (Dokuzuncu baskı). İstanbul: İletişim Yayınları,286.

durumu şöyle açıklamaktadır: “İlk kez Osmanlılar batıdan bir şeyler öğrenebileceğini kabul etmişti,… artık seyahatler doğudan batıya doğru olmaktadır”.377

Osmanlı Devletinin 19. yüzyılda başlayan bu batılılaşma hareketi toplumsal hayattan devlet örgütlenmesine uzanan genişçe bir yelpazede bir dizi hukuksal ve anayasal değişikliği de beraberinde getirmiştir. Bu dönem aynı zaman da ilk siyasal gruplaşmaları ve partileri de ortaya çıkarmıştır.

a. Tanzimat Fermanı

Osmanlı’da II. Mahmut’la birlikte başlayan reform hareketleri 3 Kasım 1839 tarihinde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın hazırlayarak okuduğu Tanzimat Fermanı ile yeni bir döneme girmiştir. Bu ferman, devletin maliyesinden, hukukuna, toplumsal yapısından, eğitim anlayışına ve devlet örgütlenmesine kadar uzanan geniş bir değişim başlatmıştır. Ferman, o güne kadar gerçekleştirilen reformlardan farklı olarak siyasal ve kültürel haklara yönelik bir yazılı metindir. Ferman, Osmanlı tebaasını meydana getiren herkese mal, can ve namus güvenliği sağlamayı ve vergi sisteminde, askeri ve adli alanlarda bazı reformlar yapılacağını taahhüt etmekteydi. İçerdiği “eşitlik ilkesi”

çerçevesinde çağdaş anayasalarda bulunan temel haklara yer vermekte ve Batı hukukunun temel kavramlarını Osmanlı hukuk ve yönetim sistemine dâhil etmekteydi.378

Ferman, İmparatorluğun egemenlik anlayışında bir değişiklik yaratmamış, yalnızca, padişahın isteği ve iradesiyle, kişiliğinde toplanan yasama, yürütme ve yargı erklerinin kullanımı, hükümet ve Meclis-i Vâlâ arasında paylaştırılmıştır. Bu bölüşüme daha sonrasında yasama işlevini yürütmek üzere 1854 yılında kurulan Meclis-i Tanzimat da katılmıştır. Tanzimat Fermanı’nı izleyen dönemde yayımlanan 1845 Fermanı, 1856 Islahat Fermanı ve 1861 Fermanı temel nitelikleri itibariyle benzer ilkeleri içeren ve teyit eden anayasal belgeledir.r. Diğer taraftan bu fermanlar benzer şekilde yaptırım gücünden yoksundur. Padişah sistemin en güçlü karakteridir. Dolayısıyla mutlak monarşi açısından köklü bir değişim süreci bu fermanlarla yaşanmamıştır. Ancak 1839’da başlayan bu süreç

377 Lewis, B. (2002). What Went Wrong? Western Impact and Middle Eastern Response. London: The Orion Publishing Group’s, 28.

378 Karpat, K. H. (2010). Türk Demokrasi Tarihi, Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller. İstanbul: Alfa Yayınları,34.

devletin mutlak monarşi yapısını değiştirmese de, meşruti monarşiye geçisin hazırlayıcısı niteliğinde olmuştur.379

b. 1876 Anayasası ve I. Meşrutiyet

1876 Kanuni Esasi ile parlamenter sistem açısından ilk ve Osmanlı dönemindeki en önemli gelişmelerden biri yaşanmıştır. Kanuni Esasi, içeriği bakımından padişahın yetkilerini seçilmiş bir parlamento ile kısıtlaması, başbakan (sadrazam) ve bakanlar kurulu (Heyet-i Vükela) gibi organları oluşturması nedeniyle parlamenter bir yapıyı çağrıştırmaktadır. Ancak Anayasa’da parlamenter yapıya uygun görünen birçok madde mevcut olmasına rağmen, bu maddeler Anayasa’da belirtildiği şekilde uygulanamamıştır.

Dolayısıyla uygulamadaki durumun devlet anlayışında önemli bir değişikliğe sebep olduğu söylenemez. Bu açıdan bakıldığında hükümdarın durumunda özlü bir değişiklik olmadığı, Kanuni Esasi’ye kadar yazılı anayasası bulunmayan imparatorlukta egemen olan padişahın, bundan böyle yazılı bir anayasal düzen içinde aynı egemenlik haklarına sahip olmaya devam ettiği görülmektedir.380

1876 Anayasası, birincisi, üyeleri seçimle halk tarafından seçilen Heyet-i Mebusan;

ikincisi de, üyeleri padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan olmak üzere iki meclisli bir parlamento kurmuştur. Anayasa’ya göre kanun yapma yetkisi parlamentoya aittir. Ancak padişahın kanunları veto etme ve parlamentoyu fesih etme yetkisi bulunmaktadır. Yani padişahın iradesi parlamentonun üstündedir. Yürütme yetkisi ise, padişah ve bakanlar kuruluna (heyet-i vükela) aittir. Bakanlar kurulu padişah tarafından atanan bakanlardan oluşur. 1876 Anayasası, yargı yetkisini ise bağımsız mahkemelere vermiştir. Anayasa’da geniş yetkilerle donatılan ve halifelik sıfatı bulunan padişah mutlak bir sorumsuzluğa sahiptir. 381

379 Tunaya, T. Z.(2010). Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri. (İkinci baskı). İstanbul:

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,30–33.

380 Heper, M. (2010). Türkiye’de Devlet Geleneği. (Üçüncü baskı). Doğu Batı Yayınları,80–82.

381Tanör, B. (2009). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri.(On sekizinci baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 135–138.

c . II. Meşrutiyet dönemi

Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyetinin faaliyetleri sonucu, 24 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve 1876 Anayasası tekrar yürürlüğe konmuştur. Aralık 1908’de yapılan seçimlerle de İttihat ve Terakki Fırkası mecliste çoğunluğu elde etmiş ve Meclis-i Umumi yeniden açılmıştır. Bu tarihten sonra meclisin açılmasına rağmen ülkede ki huzursuzluk devam etmiş ve 31 Mart Vakası ile İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları padişahı devirerek, V. Mehmet Reşad’ı tahta geçirmişlerdir. İttihat ve Terakki Cemiyeti daha sonra da meşrutiyet rejimini güvence altına almak ve padişah karşısında meclisin durumunu güçlendirmek için Ağustos 1909’da Anayasa’da geniş ve önemli değişiklikler yapmıştır.382

Kanuni Esasi’de yapılan değişikliklerle parlamenter sistem anlamında önemli adımlar atılmış ve en azından parlamenter sistemin anayasal çerçevesi oluşturulmuştur.

1909 tarihinde, 1876 Anayasası’nın 21 maddesi değiştirilmiş, bir maddesi kaldırılmış ve Anayasa’ya 3 yeni madde eklenmiştir. 1909 değişiklikleriyle yasama, yürütme ve yargı güçleri birbirinden ayrılmış, bu fonksiyonları yerine getirecek organlar tanımlanmıştır. Bu değişiklikle yasama yetkisi Meclisi Mebusan’a, yürütme yetkisi devlet başkanı ve bakanlara verilmiş ancak bu organlar kesin ve kati bir şekilde birbirinden ayrılmamış, aralarında bir işbirliği öngörülmüştür. Böylece parlamenter sistemin yumuşak kuvvetler ayrılığı prensibi oluşturulmuştur.383

1909 değişiklikleriyle artık Osmanlı rejimi bir “meşruti monarşi” haline gelmiştir.

Böyle bir sistem esas itibariyle de demokratiktir. Ancak hürriyet vaadiyle gelen İttihat ve Terakki Fırkası kısa sürede otoriter bir yönetime dönüşerek ülkeyi işgalin eşiğine getirmiş ve bu süreçte partinin birçok mensubu yurt dışına kaçmıştır. Bu yüzden de Anayasa’daki köklü değişikliklere rağmen uygulamada sınırlı bir monarşi varlık göstermiştir.384

382 Akkurt, H. ve Pamuk, A.(2008). Yüzüncü Yılında II. Meşrutiye. İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi,59–61.

383 Akkurt ve Pamuk,2008,92-93.

384 Gözler,2011,171.

d. 1921 Anayasası dönemi

1921 Anayasası Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü şartlarında hazırlanmış ve geçiş döneminin yapısına uygun olarak kurgulanmış pragmatik ve meclis üstünlüğünü öngören bir anayasadır. Bu özellikleri sebebiyle de modern batılı bir anayasada olması beklenen birçok konu 1921 Anayasası’nda düzenlenmemiştir. Ayrıca 1921 Anayasası’nda 1876 Anayasası’nın kaldırıldığına dair hiçbir hükme de yer verilmemiştir. Buna paralel olarak Meclis, mevcut anayasaya bağlı bulunduğunu kabul ederek çalışmalarına başlamıştır.

Dolayısıyla 1876 ve 1921 Anayasaları aynı anda yürürlüklerini korumuşlardır.

1921 Anayasası temel hak ve özgürlükler ile yargı alanlarına yönelik olarak neredeyse hiçbir bir düzenleme getirmemiştir. 1921 Anayasası saltanat ve hilâfet makamlarına, 1876 Anayasası’nın düzenleme alanı içindeki mahkemelere, Şeriat Mahkemelerine, Ser’i ye ve Evkaf Vekâleti gibi birçok kurum ve yapıya dokunmamıştır.385

1921 Anayasası ile Millet Meclis’ine yasama, yürütme ve bir ölçüde yargı yetkisi verilmiştir. Yasama organına tanınan yürütme yetkisi açısından çıkarılan Büyük Millet Meclisi icra Vekilleri’nin Suret-i İntihabına Dair Kanun ile Meclise, kendi üyeleri arasından ve yine üye tamsayısının salt çoğunluğu ile hükümeti seçmesi yetkisi tanınmıştır.

Ayrıca bakanlar arasında çıkan uyuşmazlıkları çözme yetkisi de yasama organına aittir.386

e. 1924 Anayasası dönemi

1924 Anayasası, 1921 Anayasası’ndan gelen meclisin üstünlüğü ilkesini devam ettirmekle beraber, parlamenter sisteme uygun hükümlere de yer vermiştir. Anayasa yasama ve yürütme gücünü mecliste toplamış, meclisin hükümeti her zaman düşürebileceğini öngörmüş, buna karşılık hükümete meclisi feshetme yetkisi tanımamıştır.

Bu yönüyle 1924 Anayasası’nın meclis hükümeti sistemini benimsediği söylenebilir.

Ancak Anayasa’nın meclisin yasama yetkisini kendi kullanacağını belirten 6 ncı maddesi ile yürütme yetkisinin meclisin seçeceği cumhurbaşkanı ve onun atayacağı bir bakanlar kurulu eliyle kullanacağını belirten 7 nci maddesi aslında yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden ayrıldığını, farklı organlara verildiğini göstermektedir.387

385 Parla, T.(2007). Türkiye’de Anayasalar. (Dördüncü baskı). İstanbul: İletişim Yayınları, 23.

386 Soysal, M. (1997). 100 Soruda Anayasanın Anlamı. (On birinci baskı). İstanbul: Gerçek Yayınevi,43.

387 İnternet: https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa24.htm adresinden 20/5/2017’de alınmıştır.

Yukarıdaki belirtilen anayasal maddeler çerçevesinde, meclisin yasama yetkisi yanında yürütme yetkisine de sahip olduğu eksik bir iddiadır. Çünkü uygulamada bu yetki tıpkı parlamenter sistemlerdeki gibi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanılmaktadır. Üstelik parlamenter sistem lehindeki maddeler bunlarla da sınırlı değildir. Hükümetin kuruluş yöntemiyle ilgili de parlamenter sisteme uygun bir model benimsenmiştir.

Anayasanın 31 inci maddesine göre; cumhurbaşkanı bir seçim devresi için meclis tarafından kendi üyeleri içinden seçilir. Başbakan ise cumhurbaşkanınca meclis üyeleri arasından tayin olunur. Bakanlar başbakanca, meclis üyeleri arasından seçilir ve tamamı cumhurbaşkanınca onandıktan sonra meclise sunulur. 1924 Anayasası parlamenter yapıya uygun olarak hükümetin görevde kalabilmesi için yasama organının güvenine dayanması şartını da getirmiş ve hükümetin güvenoyu almak üzere meclise sunulmasını öngörmüştür.

1924 Anayasası’nın hükümet sistemini parlamenter sisteme yaklaştıran bir diğer hükmü de anayasanın 39 uncu maddesidir. Buna göre, cumhurbaşkanının çıkaracağı bütün kararlar başbakan ile birlikte ilgili bakan tarafından imzalanmaktadır. Bu da cumhurbaşkanını yürütmenin sorumsuz kanadı, başbakan ve bakanlar kurulunu da yürütmenin sorumlu kanadı yapmaktadır. Karşı imza kuralı denilen ve cumhurbaşkanının sorumsuzluğunu temin eden bu kural parlamenter sistemin temel bir özelliğidir.388

1924 Anayasası, parlamenter sisteme yakın bütün bu hükümleriyle 1921 Anayasası’nın benimsediği saf meclis hükümetinden, 1961 Anayasası’nın benimsediği klasik parlamenter sisteme geçişi kolaylaştırmıştır. Bu özelliklerinden dolayı 1924 Anayasası’nın katı bir güçler birliği sistemi ile bu ilkenin yumuşatılmış biçimi olan güçler ayrılığı sistemi arasında bir sistem kurduğunu söylemek mümkündür. Bu ikili yapısı nedeniyle doktrinde 1924 Anayasası’nın kurduğu hükümet sisteminin karma bir sistem olduğu görüşü hâkimdir.389

f. 1961 Anayasası ve benimsediği hükümet sistemi

Bir başlangıç bölümü, 157 madde ve 22 geçici maddeden oluşan 1961 Anayasası o tarihe kadarki Osmanlı-Türk anayasalarının en uzunudur. 1961 Anayasası yürütme

388 Gözler, 2001,235-237.

389 Parla, 2007, 25.

yetkisini parlamenter sistemin yapısına uygun olarak ikili bir yapıda inşa etmiştir.

Anayasaya göre, yürütme yetkisi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu tarafından kullanılmaktadır. Cumhurbaşkanı ise yürütmenin sorumsuz kanadını oluşturur. Anayasa’da cumhurbaşkanının tarafsızlığını ve sorumsuzluğunu sağlayacak hükümlere ise özellikle yer verilmiştir.

Anayasanın 95 inci maddesine göre; cumhurbaşkanı, meclis tarafından kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış kendi üyeleri arasından, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun gizli oyuyla, yedi yıllık bir süre için seçilmektedir. Bir kimse arka arkaya iki defa cumhurbaşkanı seçilemez ve cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişiği kesilir ve meclis üyeliği sona erer. Bu hükümlerin hepsi cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamaya yönelik hükümlerdir. Görev süresinin hükümetlerle çakışmaması, meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla seçilmesi, bir kimsenin arka arkaya iki defa cumhurbaşkanı seçilememesi cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak ve bir daha seçilme kaygısıyla politik davranmasını engellemek amacıyla getirilmiş hükümlerdir.

Diğer taraftan, 1961 Anayasası parlamenter sisteme uygun olarak cumhurbaşkanına sembolik yetkiler tanımıştır. Anayasanın 97 nci maddesine göre; cumhurbaşkanı devletin başıdır ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetinin ve milletin birliğini temsil eder.

Cumhurbaşkanı gerekli gördükçe bakanlar kuruluna başkanlık eder, yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyet’inin temsilcilerini gönderir ve Türkiye’ye gönderilen yabancı devlet temsilcilerini kabul eder, milletlerarası anlaşmaları onaylar ve yayınlar, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletebilir veya kaldırabilir. Yine parlamenter sistemin yapısına uygun olarak cumhurbaşkanının sorumsuzluğu ilkesi kabul edilmiş ve cumhurbaşkanının yaptığı bütün işlemlerden dolayı başbakan ve ilgili bakanın sorumlu olması öngörülmüştür. Cumhurbaşkanının siyasi açıdan sorumsuzluğunun tek istisnası vatana ihanet ile suçlanması durumudur. 390

1961 Anayasası’na göre yürütmenin diğer kanadı yani sorumlu kanadı başbakan ve bakanlar kuruludur. Bakanlar kurulu meclis içerisinden çıkar ve ona karşı sorumludur.

1961 Anayasası hükümetin meclisten güvenoyu alması şartını gerekli kılmıştır. Başbakan başkanlığındaki bakanlardan oluşan bakanlar kurulu uyguladığı ortak politikadan millet

390 Tanör, 2009, 387.

meclisine karşı birlikte sorumlu olduğu gibi, her bir bakan da kendi yetkisi içerisindeki işlerden dolayı meclise karşı sorumlu tutulmuştur.391 Anayasa, yasama organına, hükümete karşı hem güvenoyu mekanizmasını öngörmüş hem de yasama organının bakanlar kurulunu denetleyebilmesine ilişkin parlamenter usulleri benimsemiştir. 1961 Anayasası’na göre; yasama yetkisi meclise verilmiştir. Yasama organı da, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olmak üzere iki meclisten oluşmaktadır. Yargı yetkisi bakımından ise 1961 Anayasası, yargı bağımsızlığını sağlama hususunda oldukça titiz davranmıştır ve yargılama yetkisi bağımsız mahkemelere verilmiştir. Anayasa’da, yürütme bile bir yetki değil, bir görev olarak nitelendirilirken, yargı yetkisi temel bir yetki olarak belirtilmiştir.

Yine bu dönemde Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi yüksek mahkemeler kurulmuştur.392