TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER
82. DEYN-DUYÛN
Deyn Arapça “borç” anlamında bir kelimedir. Duyûn ise bunun çoğuludur. Kelimenin genel anlamına bakacak olursak birisine ait bir emanetin kişide bulunması boyna borçtur. “boynuna borç olmak” günümüzde de kullanılan ve “yapılması gereken bir görev, yük” gibi anlamlara gelen bir deyimdir. Bir emanet gerdanlık misali, ehline, sahibine verilmesi gerekli boyna borç olan bir yüktür:
Deyndir boynına mânende-i tavk
Ki emânâtı ide ehline sevk (Nevizâde Atâyî, M. 1206)
Klâsik Türk şiirinde âşık sevgiliye can borcu olan kişidir ve bu vereceğini hemen ödemek ister. Ey gümüş tenli ve put gibi güzel olan sevgili! Sana benim can vermek borcumdur. Hemen bu borcumu teslim edeyim ki zaten Peygamberimiz (s.a.v.) “Borç dinin kusurudur.” demektedir:
190
Sana cân virmek ise borcum ancak ey büt-i sîmîn Hemân kabz ile teslîm ideyin “e’d-deynü şeynü’d-dîn”
(Hasan Ziyâ’î, G. 337-1)
Âşık ruhların yaradıldığı elest meclisinde sevgilinin dudağını öpmek karşılığında can nakdini vermeyi taahhüd etmiştir. Onun da sevgiliden alacağı vardır. Ey gönül! Söyle sevgiliye, verdiği sözü unutmasın ve bana olan dudağından alacağım bûse borcunu artık ödesin:
Ezelden bûse-i la‘lün alup cân nakdin etmiş ‘ahd
Gönül şimden-gerü teslîm etsün çünki deynidür (Vusûlî, G. 66-4)
Nâbî ise dünyayı bir çarşı olarak görür ve burada insanın borç senedi olduğunu söyleyerek insanın Allah’a olan can borcunu dile getirir:
Sûk-ı devrânda biz ol deyn temessükleriyüz
Hep bizüm hâtemümüzdür basan ikrârumuza (Nâbî, G.798-5)
Şâirler bazen kendilerini överken de bu kelimeyi kullanır. Nâilî, kendisini mânâ hakanlarının sultanı olarak görür ve sözündeki zenginlik sermâyesinin nakdiyle borçluların kendilerine yük olan borçlarından kurtulacağını söyler:
Benim ol husrev-î hâkânî-i ma’ni ki olur
Nakd-ı ser-mâye-i feyzimle girânbâr-ı duyûn (Nâilî, K. 17-55)
83. DÎBÂ
İpekli bir kumaş olan dîbâ Klâsik Türk şiirinde şâirlerin bahsettiği değerli kumaşlardandır. Nasıl ki kumaşlar içerisinde ipekli olanların ayrı bir yeri varsa âşığın varlık sebebi olan sevgili de altın ve gümüşle işli ipek kumaşlara layıktır.
Âşığın sevgiliye olan aşkından sadece benzi değil tüm bedeni sararıp solar. Bu beden üzerinde çıkan yaralar aslında birer yara değil; cevherlerle süslenmiş kıymetli dîbâ kumaşından bir elbisedir. Nasıl ki üzeri taşlarla süslenmiş dîbâ kumaştan bir elbisenin ticârî anlamda değeri çok fazladır, âşığın aşkından dolayı vücudunda oluşan yaralarda sevgisinin ispatı olarak o denli kıymetlidir:
Görinen cism-i zerdüm üzre yir yir dâğlar sanma
Cevâhirle müzeyyen giydüğüm kıymetlü dîbâdur (Enverî, G. 39-4)
Bazen de bu sevgilinin siyah saçlarının örtüldüğü dîbâ bir külah olur. Misk gibi değerli bir koku nasıl ipek içinde saklanırsa, sevgilinin saçı da dîbâ bir külah tarafından örtülür:
191
Zülf-i siyehün çıkmadı dîbâ külehünden
Zîrâ ki harîr içre olur misk-i ter ey dost (Ahmet Paşa, G. 15-4)
Sevgili pâdişahtır. O, nasıl böyle değerliyse onun giydiği şeyler de baştanbaşa süslü birer atlas ve dîbâ kumaştan elbise olur. Zaten ona ne giyerse de hep yakışır:
Geyersen pâdişâhum gey yaraşur
Ser-â-ser atlas u dîbâ-yı zîbâ (Hasan Ziyâ’î, G. 15-4)
Sehâbî’de olduğu gibi sevgili bazen mâh yani ay olarak değerlendirilir. Âşığın gönlü yârin köyünün etrafını çevreleyen bir şu’ledir. Ay’a benzeyen sevgilinin üstündeki kıyafet yani dîbâ elbise de altın işlemeli sanılır:
Şu‘le-i dil kûy-ı yâr etrâfın aldı şöyle kim
Mâhımun egnindeki dîbâyı zer-keş sandılar (Sehâbî, G. 142-2)
Bazen kelime kasîde beyitlerinde övgü maksatlı kullanılır. Behiştî gamı kendisi için dîbâdan daha değerli bulur. Çünkü himmet ehline dünyanın süsü değerli görünmez:
Gelmez ey dil gam palâsından bana dîbâ ‘azîz
Himmet ehline görinmez zînet-i dünyâ ‘azîz (Behiştî, G. 195-1) 84. DİNAR
İlk İslâm devletlerinden beri kullanılan altın paraya denir. Osmanlı Devleti’nde de kullanılan bir para birimi olmuştur.
Klâsik Türk şâiri şiirlerde kelimeyi hem genel anlamıyla hem de âşığın gözyaşı, yüzü ve gözüyle ilişkilendirip kullanmaktadır. Âşığın sararmış yanağı ve buradan akan gözyaşı bir nakittir. Sevgili nezdinde bu paranın geçerliliğinin olmaması, dirhem ve dinarın değerinin azalması ve piyasa değerinin kaybolması gibidir:
Kaldı nukûd-ı eşk-i ruh-ı zerd geçmeden
Gitdi revâcı dirhem u dînârı bozdılar (Yahya, G.75-4)
Yine âşığın kanlı yarasıda kızıl renginden dolayı dinara benzemektedir: Dâg-ı hûnînüm kızıl dînâr ü eşküm akçedür
Bana yüz sürmek cemâlün Ka‘besine oldı farz (Süheylî, G. 146-3)
Şâir bu beyitte ise sevgiliye olan sevgisinden dolayı âh ettiğinde ağzından çıkan ateşin parlaklığının ona sunduğu dinarlar olduğunu söyler. Burada gözyaşı
192
veya sararmış yanaktan farklı olarak âh ettiğinden çıkan alev rengi itibariyle bir para birimine benzetilmiştir. Bu benzetme orijinal olması hasebiyle dikkate değerdir:
Sanmanuz kim görinür âh idicek şu‘le-i nâr
Dehenümden iderem dil-bere ‘arz-ı dînâr (Nev’îzâde Atâyî, G. 50-1)
Yüzünün güzelliğiyle gümüşe benzeyen şuh sevgili, bütün güzellik unsurları ile bir hazîne gibidir. Onun gözleri de bu hazinede benzeri dünyada bulunamayacak saf ve ayarı tam dinar gibidir:
İki dînâr-ı hâlisdur bulunmaz ‘âynı ‘âlemde
O gözler genc-i hüsninde o şûh-ı sîm-sîmânun (Zâtî, G. 736-5)
Dinar para biriminin kullanıldığı beyitlerde Mâlîk-i Dînâr, Klâsik Türk şiirinde telmih yoluyla adı geçen kişilerdendir. “Âlim ve zâhitlerin
meşhurlarındandır. Basra’da yaşamıştır. El emeğiyle geçinip Mushaf-ı şerîf yazarak ücretiyle teayyüş ederdi. Mâlîk-i Dînâr sözü has isim olmakla beraber zengin ve kâmrân manasına da gelir.” (Onay, 1996: 512)
Mâlîk-i Dînâr gibi mâlik-i dînâr iken
Jende-pûş oldı giyüp bir hırka-i sad-pâre gül (Âşık Çelebi, K. 4-8)
Bu beyitte de zenginliğiyle ünlü olup Allah’a (C. C. ) şirk koştuğu için yerin dibine batırılan Kârûn’a ve Hz. Îsâ’ya telmihte bulunulmuş ve dinara düşkün olmanın insana verebileceği zarar anlatılmıştır. Buna olan düşkünlük haddinden fazla olursa cehennemde kişiyi azap bekleyebilir:
Yirün eflâk ola ‘Îsî gibi terk it ki dünyâyı
Nice geçdi yire Kârûnı gör dînâr sevmekden (Zâtî, G. 1197-6) Dirheme kılma heves kim var anun sonında hem
Eyleme dînâra meyli âhırında nâr var (Zâtî, G. 488-6)
Yine bu mesnevî beytinde de kelime genel anlamıyla kullanılmaktadır:
Alup dirhem-i nakd ü dînârunı
Soyar câmeni belki destârunı (Cinânî, M. 2238)
85. DİRHEM
Araplar tarafından kullanılan gümüş sikkenin Osmanlı Devleti’nde aldığı isimdir. Dirhem aynı zamanda bir ağırlık ölçüsü olarak da kullanılmıştır.
Şiirlerde hem para birimi hem de ağırlık birimi olarak kullanılmıştır. Bu beyitte Tırsî dükkânda sattığı mürekkebin ağırlığı için kelimeyi kullanır:
193
Dükkânda satardum koyı yârâna mürekkeb
Dirhemciği bir pâreye ammâ ne mürekkeb (Tırsî, G. 22-1)
Şâir burada da ticârî bir gerçeği, yani bir malın piyasada azalması durumunda fiyatının artacağını ifade eder. Dirhem burada da ağırlık ölçüsüdür:
Kaht olursa dirhemin üç pâreye çıksa alur
Ehl-i keyfi taş ile çakmak konan hemyâne kav (Tırsî, G. 161-4)
Bu beyitlerden ilkinde yapılan iyiliğin karşılığında alınacak sevaptan bahsedilir. Allah için ne kadar dirhem harcanırsa bunun karşılığı kişiye on sevap verileceği söylenir:
İtmez ol hayrı varanlar Yemen'e Yazılır dirhemine on hasene (Nevizâde Atâyî, M. 1478)
Tasavvuf da işlenen konulardan biri olur. Burası gam köşesi ve yokluk pazarıdır. Burada maddi değeri olan para gibi şeyler geçerli değildir.
Fenâ bâzârıdur bu gûşe-i gam
Degül ser-mâyesi dînâr u dirhem (Behiştî, M. 163)
Klâsik Türk şiirinde sık yapılan benzetmelerden biri de âşığın döktüğü gözyaşlarının dirhem veya dinara benzetilmesidir. Dünyaya değer verenler gerçek dinar ve dirheme bakarken onun asıl kazancı gözünden döktüğü ve dirheme benzeyen gözyaşlarıdır:
Gam çeker gönlüm gözümdür keffe-i mîzân ana
Sîmden dirhemler oldı eşk-i dür-efşân ana (Emrî, G. 15-1) Hâsılum oldı benüm sîm-sirişk ü rûy-ı zerd
Ehl-i dünyâ dirhem ü dînâre bakup eglenür (Nevizâde Atâyî, G. 29-8)
Sevgilinin güzelliği ile Hz. Yusuf’un güzelliği de Klâsik Türk şiirinde her zaman kıyaslanmış ve sevgili daha üstün tutulmuştur. Yusuf’un dirhem dirhem satılması da sevgilinin ona denk olmasındandır:
Satar kendüni dirhem dirhem ey dil Yûsuf-ı Mısrî
Diyelden ol nigârı Yûsufa mânend ü hem-tâdur (Gelibolulu Sun’î, G. 53-2)
Âşıkın vücudunda sevgili yüzünden açılan gönül yaraları da dirheme benzer ve âşık bu dirhemlerle muhabbet pazarında çok kârlı bir alışveriş yapar:
Ne gerek eyler isem dirhem-i dâğı îsâr
194 86. DİRLİK
Osmanlı tarih terminolojisinde devlet görevlilerine verilen maaş ya da devlet arazilerinin gelirlerine verilen isimdir. Ayrıca kelimenin “hayat, sağlık, varlık,
geçim, huzur” gibi anlamları da vardır.
Devlet tarafından verilen dirlik bir maaş veya kazanç kapısıdır. Kişiye bu dünyada bir anlamda dirlik verir. Şâir için ise sevgilinin ayağının toprağı dünyalara değişilmeyecek, iki dünyada da âşığa dirlik arazisi olarak yetecek kadar değerlidir. Kişi açin asıl zenginlik budur:
Virmegil dünyâya yârün ayağı toprağını
Ey gönül iki cihânda yiter ol dirlik sana (Şem’î, G. 8-6)
Kelimenin şiirlerde kullanımına baktığımızda ikinci verdiğimiz anlamlarıyla kullanıldığını görmekteyiz. Bu dirlik bazen sevgilinin kendisiyle bazen de onun dudağı, gözleri ve onunla ilgili düşüncelerle elde edilir. Sevgilinin dudağı bazen Hz. Îsâ’nın ölüleri dirilten nefesi gibi âşığa can, damarına kan (dayanak) verir.
Dostum sensüz ne dirlik bana cânumsun benüm
Sıhhatüm ‘ömrüm hayât-ı câvidânumsın benüm (Zâtî, G. 880-1) Lebün dirlik dile virürse tan mı
Dem-i ‘İsâ virür şiryâna heylâc (Karamanlı Aynî, G.88-2)
87.DOĞRAMACI (TOĞRAMACI)
Dülger, neccâr ve marangoz anlamında kullanılan bir kelimedir. Kelime tespit ettiğimiz beyitte genel anlamıyla kullanılmıştır. Bu meslek erbabının yaptığı iş ve kullandığı malzemelerden bahsedilen beyitte onun kış için ocak yaparken demir çivi bulamayaıp tahta çivileri kullandığı söylenir:
Şitâ içün iki tennûr yapsa toğramacı
Demür çivi bulamazsa şecer kırar geçürür (Tırsî, G. 45-4)
88. DOLANDIRMAK
Ticârette asla hoş karşılanmayan ve haksız kazanç elde etme yolu olarak görülen bu fiil, şâirler tarafından da ele alınmıştır.
Beyitte ise Haşmet kelimeyi genel anlamında kullanır ve evrakta sahtecilik olarak nitelendirebileceğimiz, bazen karşılıksız çek bazen de senet sahteciliği diye adlandırılan bir durumdan bahseder. Esnafı dolandırmak için alacağı olan esnafın borç senedine sahte mühür vurulmaktadır:
195
Hâtem gibi nâm ister isen semt-i sehâda
Bas mührü temessüklere esnâfı dolandır (Haşmet, K. 23-47)
Öncelikle âşık sevgiliyle girdiği aşk alışverişinde her zaman ziyanda olan taraftır ve sevgili onu çeşitli şekillerde aldatmaktadır. Bu ticâret heves, istek pazarında yapılmaktadır. Gönül ile zülüf alışverişin taraflarıdır. Ancak sevgilinin zülfü kendini güvenilir bir satıcı olarak göstermiş ve âşığın gönlünü dolandırmıştır:
Bâzâr-ı heves içre kalb idi gönül ammâ
Nâziklik ile zülfün anı da dolandırdı (Necâtî Bey, G. 576-3)
89. DÜĞME (DÜGME)
Giyeceklerin iliklenmesine yarayan veya süs olarak giyeceklere dikilen kemik, metâl, sedef gibi sert maddelerden yapılan yassı, yuvarlak küçük parçalarına denir. İncelediğimiz şiirlerde düğmenin altın ve yâkût gibi maddelerden yapıldığnı görmekteyiz.
Beyitte çarşı-pazarda satılığa çıkarılan bir dilberden veya cariyeden bahsedilir. Onun daha fazla fiyat etmesi için saçları açılıp saçılmış, kıyafetinin düğmeleri açılmıştır. Özene bezene süslenen bu dilberin değerini arttıran bir ayrıntı olarak da kıyafetinin düğmesinden bahsedilir:
Düşüp bu keyf ile sünbül çözüldü dügmeleri
Edip tekellüfü târh oldu şâhid-i bâzâr (Şeyh Gâlip, K.16-3)
Nâbî, bu kasîde beytinde övgüde bulunurken güneşin ikbâl yağmurunda altın bir düğme; yuvarlak olan ayın ise makam mutfağında gümüşten bir kevgir olduğunu söyler:
Mihr barânî-i ikbâline zerden düğme
Kurs-ı meh matbah-ı câhında gümüşden kef-gîr (Nâbî, K. 8-32)
Zâtî, beytinde sevgili karşısında kendini bir köle olarak görür. Sevgili bir şâhtır ve âşık onun için döğünürken kabaran yerleri bir düğme gibi olur. Süheylî ise gümüş bedenli sevgilinin naz ile düğmelerini çözse onun sînesinde parlak bir ay ve yıldızlar görünür:
Ol dögünmekden kabarmış yirler ana dügmeler
Cism-i zerdün bendene şâhum libâs-ı zer yiter (Zâtî, G. 307-4) Nâz ile dügmelerin çözse o sîmînberümüz
196
Neşâtî de sevgiliyi bir şâh olarak niteler. Âşık, sevgilinin altın sırmalı düğmelerini çözmesinden sonra açılan elbisesi sonrası nâzik bedenini seyretmiş ve bunun karşısında mest olmuştur. Bursalı Rahmî ise kasîde beytinde gül ve karanfilden bahsederken bu kelimeyi kullanır. Gülün her goncası yâkût bir düğmeye dönmüştür. Karanfil bunu gömleğinin yakasına eğer dikerse şaşolacak bir şey değildir. Bu goncalar o kadar değerlidir:
Seyr it beden-i nâzükini çâk-i kabâdan
Mestâne o şeh dügme-i zer-târ güşâde (Neşâtî, G. 110-2) Her goncası bir dügme-i yâkûta dönüpdür
Dikse nola ger anı girîbâna karanfül (Bursalı Rahmî, K.12-4)
90. DÜNYÂLIK
Maddi anlamda elde edilen servet ve zenginliğe denir. Kelime bir beyitte karşımıza çıkmış ve burada da genel anlamıyla kullanılmıştır. İnsan bu dünyada geçinmek için bir işle meşgul olmak zorundadır. İnancımıza göre rızık Allahtandır.
Şâir bu gerçeğe vurgu yapar ve geçim ya da kazanç için başını kimseye eğemeyeceğini, bunun için sadece Allah’tan istekte bulunacağını söyler:
Ser-fürû eyleyemem herkese dünyâlık içün
Serimi secde-geh-i bezm-i ha(s)sân eyleme yâ Rab
(Mehmet Sıdkî, G. 23-2)