• Sonuç bulunamadı

BEZİRGÂN (BÂZERGÂN BÂZÂRGÂN)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 145-152)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

33. BEZİRGÂN (BÂZERGÂN BÂZÂRGÂN)

Farsça bir kelimedir. Bunlar özellikle büyük şehirlerin ihtiyacı olan ürünleri uzak diyarlardan ve şehir dışından sağlayan satıcılardır. Kelime daha sonraları

hilekâr ve tefeci tacir için de kullanılmıştır. XVII. yuzyıldan sonra ise gayri müslim ve özellikle Musevi ticaret erbabına delalet eder olmuştur. Osmanlı ülkesinde ticaret yapan beratlı Avrupa tüccarına da bazen bezirgân denilmiştir. Ortacağ'lardan beri bezirgânların şehirden şehire, ülkeden ülkeye aylarca süren seyahatleri, karşılaştıkları çeşitli olaylar, surlarla çevrili Türk-İslam şehirlerinin kapılarından giriş çıkışları, uzak ülkelerde gördükleri ve duydukları acayip şeyler özellikle halk edebiyatı için zengin ve ilgi çekici bir malzeme olmuş, halk arasında şifahi olarak dilden dile dolaşmıştır. Ayrıca, "Korkak bezirgân ne kâr eder ne ziyan"; "Bezirgân züğürtleşince eski defterleri karıştırır" gibi ceşitli atasözlerine de konu olmuştur.”

(İpşirli, 1992: s. 103).

Aşağıdaki beyitlerde sevgili bezirgâna benzetiliştir. Gönlün sahibi olan sevgilinin güzellik gibi çok kıymetli bir sermâyesi, satacağı bir malı vardır. O bezirgân olsa buna şaşılır mı?

‘Aceb mi olsa bâzergân o dildâr

Güzellik gibi bir ser-mâyesi var (Mânî, Şehrengîz 106)

Gerek tasavvuf edebiyatının gerekse Türk edebiyatının en büyük şâir ve gönül insanlarından Yunus Emre’ye ait dîvândaki gazellerden alınan aşağıdaki beyitlerde bezirgân, daha çok Allah aşkını anlatırken kullanılmıştır. Yunus, kendini bir bezirgân olarak niteler. Çıktığı bu yol çetindir, kimse de kendine özenmemelidir. Zîrâ bu yolculukta çok tüccâr zarar etmiştir.

Aynı zamanda bu işle uğraşan satıcı kararlı olmalıdır. Elinde bulunan metâları satmak ve kâr etmek için bu önemlidir. Bunun içinde uzak diyarlara gitmek veya pazar pazar gezmek gerekir:

Yûnus'ı ‘âşık diyüben zinhâr özenüp gelmenüz

Çok bezirgân ziyân ider varıcagız ırak çava (Yunus Emre, G. 2-9) Benüm bunda karârum yok ben bunda gitmege geldüm

143

Ümmî Sinan da mutasavvıf bir şâirdir. O da Yunus gibi kendini bezirgân olarak görür. Onun alışverişi de ilâhî aşkın pazarıdır:

Der Sinan Ümmî bâzergânam bâzâra gelmişem

Müşterî olanlara alım satım budur hemân (Ümmî Sinan, G.125-7)

Anlamını açıklarken kelimenin hilekâr ve düzen-bâz satıcılar için de kullanıldığını söylemiştik. Beyitte sevgili böyle kötü, alçak bir satıcıdır. Ancak âşık bunu en iyi kendi bilmesine rağmen yine de onun bazarına gitmekten kendini alamaz:

Niye geldin dedirmekden bezirgân-ı leîmâna

Ne gelmezsin bize çokdan dedirmek daha evlâdır (Meşhûrî, Müfred 17)

34. BEKÇİ

Osmanlı Devleti’nde “sancak-ı şerif”in koruyuculuğu yapan ve hizmetinde bulunan görevlilere bekçi denirdi. Genel anlamıyla ise bir şeyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimsedir. Ayrıca toplumuzda bahalleyi geceleri bekleyen kolluk görevlisi de gece bekçisi olarak adlandırılmıştır.

Sevgilinin yanağı bir hazinedir. Ona kimse el uzatamaz. Çünkü buranın bekçiliğini ejderhâlar yapar. Tırsî ise kelimeyi kendine has üslûbuyla gece mahalleyi koruyan kolluk kuvveti anlamıyla kullanır. Kendini bekçiye benzeten şâir sabaha kadar mahallede bekçi gibi gezdiğini, ancak kendine samimi ve tanıdık bir dost olarak mahallenin köpeklerinden başkasını bulamadığını söyler:

Genc-i ruhuna kim el suna kim

Bekçilerin ejdehâdır ey dost (Ahmet Paşa, G. 19-5)

Gicelerde subha dek gezmekdeyüm bekçi gibi

Bulmadum kelb-i mahalle gibi özge âşinâ (Tırsî, G. 15-5)

Şâir, bu beytinde sevgilinin güzellik bağının bekçilerinden bahseder ve buraya fitne ile hilenin bekçi olduğunu söyler. Sevgilinin benleri ise bu bekçileri aşıp çabuk bir şekilde gülbahçesine girmiştir. Sevgilnin güzelliği bir bağa ve onun bakışları, gamzesi, saçları gibi güzellik unsurları da aşığı bu bağa sokmayanayyâr u fitneye benzetilen bir bekçiye benzetilmiştir:

Ayyâr u fitne bekçiyiken bağ-ı hüsnüne

144 35. BERÂT

Diğer adı nişandır. Devlet memurluğunda tayin, bir şeyin kullanım hakkı, bir gelirden elde edilen pay gibi durumlarda bir ayrıcalığı ve izni ifade edip padişahın mührünü taşıyan belgeye denir. Berat verilme nedenleri çok çeşitli olmakla birlikte bunlar arasında ticârî nedenlerde bulunurdu. Kırım hanları, Eflak ve Boğdan

voyvodaları tayinlerinde, yabancı devlet konsoloslarının Osmanlı topraklarındaki vazifelerinin kabul edildiğini belirtmek üzere, elçilik ve konsolosluklarda tercümanlık yapacak olanlarla Osmanlı tebaası olup Avrupa tüccarı ve hayriye tüccarı adıyla özel statüde ticâret yapacak olanlara da berat verilirdi.” (Kütükoğlu, 1992: 472)

Resmî anlamda berat padişah tarafından verilen bir belgedir. Klâsik Türk şiirinde ise sevgili sultan veya şâh olarak anıldığından berat onun tarafından verilir. Verilen bu berat ile padişâhın emri yerine gelmiş olur. Kadı’nın emri altında bulunup esnafı denetlemekle görevli bir memur olan akıl muhtesibine bu hükümden sonra gerek kalmadı:

Hükm-i berât u emr-i hümâyûnı işledi

Kalmadı bunda muhtesib-i ‘akla rûy u râh (Nehcî, G. 268-3)

Eğer sevgiliye güzellik beratı verilecekse bu da ancak kâtib-i kudret olarak nitelendirilen Allah (c.c.) tarafından verilir. Onun gerdanındaki beni ise, Allah tarafından güzellik beratına mühür vurulurken kalemden dökülen bir damladır:

Berât-ı hüsnüne tugrâ çekerken kâtib-i kudret

Düşürmiş hâmeden bir nokta cânâ gerden-i nûra (Nehcî, G. 284-3)

Sevgili seçilmiştir. Onun güzelliği, güzellik şâhının dîvânında sunulması için ona beratla verilmiş bir ayrıcalıktır:

Hatt ile virildi sana ey mâh melâhat

Dîvân-ı şeh-i hüsnde var anı berât it (Yahya, G.24-1)

Bazen de sevgilinin anber kokulu yanağı ona güzellik beratı olarak yazılan bir yazıdır:

Hat ‘azl-i hüsn virmedi ey nâzenîn sana

Oldı berât-ı tâze hat-ı ‘anberîn sana (Nâbî, G.4-1)

Yukarıdaki beyitlerde beratın hat, tuğra, nokta, azl, kâtip, dîvân gibi kelimelerle tenâsüplü bir şekilde kullanıldığını da görmekteyiz.

145

Nedîm ise kelimeyi padişah için yaptığı övgüde genel anlamıyla kullanır. Sultan için bastırılan sikke ve okutulan hutbe onun adıyla şeref bulur, izzet ve şan beratı ise değerini onun tuğrasıyla elde eder:

Olup nâm-ı şerîfiyle müzeyyen sikke vü hutbe

Vere tuğrâsı ârâyiş berât-ı izzet ü şâna (Nedîm, K.16-39)

Beratın geçerliliğinin padişahın tahtta olduğu müddetçe olduğunu ve padişah değişikliği olduğunda da geçerliliğini koruyabilmesi için tecdid olduğu belirtilen yenisinin verildiğini yukarıda belirtmiştik. Nâbî bu beytinde tecdid-i berât terimini kullanarak bu konuya ne kadar vâkıf olduğunu bizlere gösterir. Kişinin nakde benzettiği gözyaşını Allah’ın huzurunda dökerek makbul bir Müslüman olması konusunda sürekli niyazda bulunmasını ve kabul beratını yenilemesini söyler:

Dîvân-ı İlâhide döküp nakd-i sirişkün

Ma’mûre-i İslâmuna tecdîd-i berât it (Nâbî, G.27-3)

Klâsik Türk edebiyatında sadece sevgili hususunda değil diğer konularda da beratın Allah tarafından verileceği dile getirilir. Şâir Nâşid de irfan tekkesinin himmet sahibi bir pîri olabilmek için şiir beratını Allah’a sunmak gerektiğini, çünkü ilahi sırlara ancak O’nun izniyle ulaşılabileceğini söyler:

Nâşidâ tevfîk’a ‘arz eyle berât-ı şi‘ri kim

Tekye-i ‘irfânun oldu pîr-i sâhib-himmeti (Nâşid, G. 100-9)

36. BERBER

Saç ve sakal kesen, tarayan meslek erbabına ve bu işin yapıldığı ticârî mekâna berber denir. Ayrıca tarih terimi olarak ordu esnafı arasında sayılan ve askeri traş eden kimselere de berber denmiştir.

Şiirlerde sevgilinin berbere benzetildiğine rastlanmaktadır. Zâtî sevgiliyi büyük bir istekle, tutkuyla sevdiği ay yüzlü bir berbere benzetir. Müşteri kelimesiyle şâir söz oyunu yaparak onu hem dükkâna gelen müşteri, hem de müşteri yıldızı olarak düşünür. Bu berbere de güneş ayna olmuş, müşteri ise bu duruma kızmıştır:

Sevmişem yüz şevk ile bir berber-i meh-peykeri

Ana hôrşîd âyine olmaga kızkın müşterî (Zâtî, G. 1579-1)

Beyitte Pazar ve dükkân gibi alışverişle ilgili kavramları berberlik mesleğiyle birlikte çeşitli anlam ilişkileri içinde görmekteyiz. Nergis elinde altın gibi sarı bir tâs ile çemen pazarında dükkân süsleyen bir berberdir:

146

Tâs-ı zerrînle ârâyiş-i dükkân itdi

Oldı bâzâr-ı çemende yine berber nergis (Bursalı Rahmî, K.9-7)

Bu beyitlerde ise ise şâir Tırsî, semt berberinde ve onun dükkânından bahseder. Yeri gelir o dükkâna, sevgiliye seslenip, kendi gittiğini söyler; yeri gelir o mekâna tıraşsız olan ağyârı yani rakîbi gönderir:

O semtün kâr-gâh-ı berberi meşhûr iken cânâ

Tirâşum hâtırıy-çün anda pûyân olduğum yerdür (Tırsî, G. 49-2) Nâ-tirâş olduğın ağyârun işitdük bilürüz

Bir tirâş olmag içün gözleri berberde midür (Tırsî, G. 67-7)

Şuh olan sevgili aynı zamanda âşığı parlaklığa düşüren, onu aydınlatan bir berberdir. Aynı zamanda onun güzellik aynası nurlar yansıtır. Gümüş olan sînesinde ise bambaşka haller vardır ki âşık ona batlıkça onun gözlerine aydınlık gelir:

Revnak-fügen ey şûh sana berberlik Âyine-i hüsnünde ne bu enverlik Var hâlet-i dîger o gümüş sînende

Bakdukca gelür dîdeme rûşen-gerlik (Said Giray, Rubai 24)

Abdal kelimesi tasavvufta “dünyadan habersiz kalacak kadar kendini ahrete,

gönlünü Hakk’a veren saf derûn insanlar, ermişler” (Uludağ, 2012: s. 19)

anlamındadır. Abdalların bir özelliği de çâr-darb denilen saç, sakal, kaş ve bıyık traşı yapıp bu şekilde halkın içinde baş açık ve yalın ayak dolaşmalarıdır. Beyitte şâir kendini böyle bir abdâl olarak görür. Beyitte bu mazmun açık olarak söylenmese de biz bunu berber ve diğer ifadelerden anlamaktayız. Kendisi böyle bir berberin abdâlıdır:

Pâ-bürehne baş açuk abdâlıyam bir berberün

Şeyh Câmî görse olurdı trâş ol dil-beri (Zâtî, G. 1579-3)

Baht ve tâlihin kubbesi bir berber dükkânı gibidir. Güneş bu dükkânın içine parlak bir ayna asmıştır:

Sanki bir berber dükânıdur sipihrün kubbesi

Asmış içinde anun mir’ât-ı rahşânı güneş (Hasan Ziyâ’î, K. 4-19)

37. BEY’

Satma veya satın alma anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Klâsik Türk

şiirinde Hz. Yusuf’a telmihte bulunulduğunda ticârî kavramlar çok sık kullanılmıştır. Bu durum bey’ kelimesi için de geçerlidir.

147

“Kardeşleri tarafından yok pahasına satılan Yûsuf’u alan kervancıbaşı onun değerini anlar ve bir söylentiye göre onu Mısır’da, köle pazarında satarken ağırlığınca altına satışa çıkarır.” (Zavotçu, 2013: s. 796). Şâir, bu olaya telmihte

bulunur.

Yusufum! Sana sâhib olup da seni satmaya kalkan akılsız, senin güzelliğinin zevkini ne bilsin. Bunu ancak senin değerini anlayan bilir:

Seni mâlik olup iy Yûsufum bey‘ eyleyen nâ-dân

Ne bilsün zevk-i hüsnün kendüyi ‘İbrî-fürûş anlar (Süheylî, G. 81-4)

Burada ise âşık İlâhî sevgili olan Allah’a kendini satmak ister:

Alursan yoluna cânım fedâ olsun senün yâ Rab

Hıyâlin câna bey‘ eyler bâzârın zevkı hôş geldi (Ümmî Sinan, G.184-2)

38. BEYTÜLMÂL (BEYTÜ’L-MÂL)

Devlet hazinesi anlamına gelen bir terimdir. Hem bir mali kurum hem de fiziki bir mekânı ifade etmektedir. İlk olarak İslam devletinde oluşturulmuş bir kurumdur. Başlangıcı Hz. Muhammet’in Medine dönemine kadar gitmekle birlikte asıl düzenli kuruluşu Hz. Ömer zamanında olmuştur. Osmanlı Devleti’nde ise devlet hazinesi adını almıştır.

Özellikle kaside beyitlerinde kelime karşımıza çıkar. Şâirler övdükleri kişinin yaptıklarıyla devlet hazinesini yani beytülmâli cennete dönderdiğini söyler ve bir anlamda güçlü bir devletin sağlam bir mâliyeyle olabileceği gerçeğini bize hatırlatır:

Behişte döndi anun sa’yi ile beytü’l-mâl

Ki oldı hep der ü dîvârı hışt-ı sîm ü zer (Âşık Çelebi, K. 14-164)

Kelime bu genel anlamının dışında farklı anlam ilişkileri içinde de kullanılmaktadır. Yukarıda beytülmâlin hem bir mekân hem de burada bulunan mallar için kullanıldığını söylemiştik. Nâbî beyitte kelimeyi dediğimiz ikinci anlamıyla kullanır. Hicran çarşısında ticârî değeri olan ürün olarak gam beytülmâli satılmaktadır:

Sûk-ı hicrânda mezâd olmakda beytü’l-mâl-i gam

148 39.BEY Ü ŞİRÂ’

Arapçadır ve alış-veriş anlamına gelir. Klâsik Türk şiirinde eğlence meclisine neşe ve canlılık katan en önemli unsurlardan biri olan sâkî satıcı olarak karşımıza çıkar. O meyhanede kadeh verir ve içki sunar.

Klâsik Türk şâiri zamanda aklın karşısında gönlün yanındadır. Ayrıca akıl gitsin baştan, mest olalım da demektedir. Ey sâkî, şarap kadehini ver elime; karşılığında akıl nakdimi al. Bırak alışverişimiz aracısız, elden ele olsun:

Sun destüme ayağı ele nakd-i ‘aklı al

Olsun ko sâkî bey‘ u şirâmuz yed bi-yed (Vusûlî, G. 22-2)

Bilü; “bilgi, ilim, irfan, idrak, malumat” (Dilçin, 2009: s. 45) anlamlarına gelir. Beyitte gönül ile akıl ince bir yolda yürür. Yaptıkları aşk ticâretidir; yoksa kazanç için bir alışveriş değildir:

Bilün ile gönülüm yörir idi ince yol

Işk ticâretleri bey' ü şirâdan degül (Kadı Burhaneddin, G. 1300-11)

Bu ticârette dînî ve âhlâkî konular unutulmaz. İlk beyitte Kur’ân-ı Kerim’den bir âyetten alıntı vardır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı

zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a 62-9). Beyitte geçen “zeru'l-bey'” ifâdesi “alışverişi

bırakın” anlamındadır. Şâir bu ifadeyle insanlara bazı gerçekleri hatırlatır:

Kıyâmet koptu iy tâcir zeru'l-bey'

Ki yohdur ol günün bey' u şirâsı (Nesîmî, G. 425-9)

Tevfik; “Allah’ın, kulun fiilini rızasına ve muhabbetine uygun kılması ve

iradesine ve rızasına muvafık işler yapmayı ona nasip etmesi” (Uludağ, 2012: s.

358)dir. Allah’ın tevfiğini kazanmak para sarfetmekle değil, samimiyet nakdiyle olur:

Sarf-ı ser-mâye-i sâmân ile der-dest olmaz

Nakd-i ihlâsla olur bey u şirâ-yı tevfîk (Haşmet, K. 14-3)

Dünya değersiz bir kumaş ve dünyevî istekler de bir pazardır. Dünya bu ticârete değmezken onu elde etmek için kopan yaygaraya bak:

Bey‘ ü şirâyı degmez iken kâle-i cihân

149 40. BEZZÂZ

Kelime aslen Arapçadır ve günümüzdeki manifaturacının karşılığıdır. Bez veya manifatura ürünleri satan kişiye denir.

Şem’î ise nesîm rüzgârını bezzâz olarak ele alır. İlkbahar rüzgârı gülün güzelliğinin bohçasını açmış, bu çemen pazarında ise bu güzelliğin satıcısı bülbül olmuştur:

Açdı gül hâcesinün tengini bezzâz-ı nesîm

Oldı bâzâr-ı çemende yine bülbül dellâl (Şem’î, K. 8-8)

Bu beyitte Mânî mesleği genel anlamıyla kullanır. Gümüş tenli, güzellikte eşi ve benzeri olmayan Hasan adlı bir bezzâzdan bahseder:

Biri bezzâzlar içre Hasan’dur

Güzeldür bî-bedeldür sîm-tendür (Mânî, Şehrengîz 120)

Âşığın teni üryân olur ve onun cebinde ancak gam nakdi bulunur. Aşk meydanında âşıklar cânlarını verirler. Cübbe ve destar ehli vâiz, müftü, müderris gibi tiplerdir ve bunlar akıllarıyla hareket ettiği için aşkı bilmezler. Tıpkı bez tâcirlerinin dükkânlarında ateşin olmayacağı gibi her şeyi terk etmeyen kimse aşkı bilemez:

Nakd-i gam olur ceyb-i ten-i ‘uryânda ‘Uşşâkun olur kelleleri meydânda ‘Aşkı ne bilür cübbe vü destâr ehli

Âteş mi olur dükkân-ı bezzâzânda (Nevizâde Atâyî, Rubâ’î 57)

Bazen de şâirler kasîdelerde doğa ile ilgili tasvirler yaparken bu meslekten yararlanır. İlk beyitte zemin bir bezzâzdır ve bu bahçeye çok güzel, renkli elbiseler dikmiştir:

Açtı anber hokkasın sahrâda attâr-ı sabâ

Düzdü rengin câmesin bostânda bezzâz-ı zemîn (Amet Paşa, K. 23-2)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 145-152)