• Sonuç bulunamadı

BİSMİLGÂH (BİSMİLGEH)-KURBÂNGEH

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 89-94)

KLÂSİK TÜRK ŞİİRİNDE TİCÂRET

7. BİSMİLGÂH (BİSMİLGEH)-KURBÂNGEH

Bismilgâh, Farsça birleşik bir isimdir. Sözlükte “sal-hâne, hayvan kesilen

yer” (Devellioğlu, 2012: 123) anlamlarına gelir ve günümüzdeki mezbahanın

karşılığıdır. Kurbangâh da aynı anlama gelen Arapça-Farsça birleşik isimdir.

Âşk kurbangâhına âşığın gönlü vakfedilir. Bu ezelden sevgiliye verilen bir söz gibidir. Daha ecel kasabının eli satır kabzası bilmezken gönül kendini aşk kurbangâhına vakfetmiştir:

Vakf-ı kurbângeh-i aşk idi gönül bilmez iken

Dest-i kassâb-ı ecel kabza-i sâtûr henüz (Nâilî, G.143-5)

Nâilînin bu beyti Defterdâr Ahmet Paşa için yazılmış bir kasideden alınmadır. Burada yazı ile ilgili kelimeleri kullanır ve övdüğü kişinin hışmını kötüleri yontup düzelten bir mezbahaya benzetir:

Tırâş eyler ise bedhânı bismilgâh-ı hışmında

Devâtında nümâyân ney-tırâş-ı tîz ü bürrânı (Nâilî, K. 36-5)

Bu beyitte tüm hengâmesi ve karışıklığıyla bir idam yeri anlatılmaktadır. Eskiden cezası idam olan bir suçlunun cazasını infaz edecek olan cellat suçlunun çevresinde elinde kılıcıyla dolaşır, suçluya o yokmuş gibi davranırmış. Suçlu olan kişi ise hem korktuğu için hem de idamı beklemenin verdiği acıyla cezasının bir an önce infaz edilmesi için suçunu itiraf edermiş.

Burada şâirin suçu, âşık olmaktır. Karşılıksız aşkta sevgiliye olan duygular sır olarak saklanır ve ona açıklanmaz. Bir sır ateşli hastalık anında, sarhoşken ya da işkence görülen durumlarda açıklanır. Buradaki gaflet ise insana uyku durumundayken çöker. Ayrıca celladın takındığı umursamaz tavır suçlu için tam bir işkencedir. Beyitte cellat öldürücü etkisiyle sevgilinin gözüdür. Göz yaptığı tüm işkencelerle aşığa sevgiliye olan aşkını söyletmiştir1

:

1

Bu beytin açıklanmasında Prof. Dr. Halûk İpekten’in “Nâilî, Hayatı, Sanatı, Eserleri” adlı kitabındaki açıklamalarından yararlanılmıştır. Prof. Dr. Halûk İpekten, “Nâilî, Hayatı, Sanatı, Eserleri. Akçağ Yay., Ankara 2011, s. 136.

87

Cürmüm ikrâr etdiren bismilgeh-i âşûbda

Haşyet-i cellâd-ı çeşm-i pür-tegâfüldür bana (Nâilî, G. 6-5)

8. ÇARŞI (ÇÂRSÛ, ÇEHÂRSÛ, CEHÂRSÛ)

Farsça birleşik isim olan kelime sözlüklerde şu şekilde tanımlanır: “Dört

taraf, dört tarafı olan şey; pazar, çarşı.” (Devellioğlu, 2012: s. 173). “İki tarafı dükkân ve üstü örtülü yahut açık ahz ü ita mahalli, pazar, sûk.” (Sâmî, 1989: s. 497).

Yukarıdaki tanımlar “çarşı” kelimesinin sözlük anlamıdır. Gerçek anlamı genelde tarih, kıt’a, kaside ve mesnevilerde kullanılmıştır. İlk beyitte şâir yapılan bir çarşıya tarih düşerken diğer beyitte ise ticârî bir gerçekten, yani çarşıda bir esnafın veya onun dükkânının bulunmamasının olumsuzluğdan bahseder:

Nedîmâ böyle tahrîr eyledi târîh-i itmâmın

Yapan bu çârsûyı cûd-ı İbrâhîm Pâşâdır (Nedîm, Kıt’a 17-11) Bulınmazdı buhûr u misk ü ‘anber

Bu çârsûlarda attâr olmayaydı (Tırsî, K. 1-19)

Ancak Klâsik Türk edebiyatında bu kelime alışveriş yapılan ve ticârî faaliyetlerin döndüğü yerden ziyade mecaz anlam yüklenerek kullanılır. Dünya, kalabalık ve karışık olması, herkesin bir isteğinin peşinde koşması gibi noktalardan çarşıya benzetilir. Dünyanın geçiciliği, aldatıcılığı ve boş olması anlatılırken anlamı güçlendirmek için kelimeden yararlanılmıştır:

Halk ider dâd u sited biz pür-telâş u bî-nisâb

Çâr-sûy-ı âlemün biz onmaduk dellâlıyuz (Nesîb, Müfred 19)

İnsan bu âlem çarşısında telaş içinde ömür geçirir. Dünyanın işleriyle uğraşır durur. Aslında bütün bunlar onun da değildir. Hiçbir şeyi yoktur. Aynı zamanda kişi burada gurur ve kibir sahibi olmamalıdır:

Bu gülistânda benümçün ne gül ne şebnem var Bu çârsûda ne dâd ü sited ne dirhem var Ne kudret ü ne tasarruf ne bîş ü ne kem var Ne kuvvet ü ne ta’ayyün ne zahm ü merhem var

Bu kâr-hânede bilsem neyüm benüm nem var (Nâbî, Tahmîs 1-1)

Çarşı bazen hüner ve marifetlerin sergilendiği bir mekân olarak kullanılmıştır. Nasıl ki insanlar kısım kısım değişik tabiatlara sahipse bu güzellikleri de her zaman anlamayabilirler. “Marifet iltifata tabidir. Müşterisiz metâ zayidir.” atasözünde olduğu gibi kadir kıymet bilinmeyen yerde bu hünerleri sergilemek anlamsızdır.

88

Marifet burada şâirin sözleri yani şiirleridir. Marifetin değerinin bilinemeyeceği gibi bazen marifet satanlar da bulunur. Bunların hünerimiz dedikleri günahtan başka şey değildir.

Nedir ol çârsû-yı pür-enver

Anda râyiç metâ‘-ı fazl u hüner (Nedîm, M. 2-1) Kadrin anlar yok bilür yok her dür i sencîdenin

Tartısızdır derd ü hecri bu dil i rencîdenin Câhile rüchânı yokdur zât ı ‘irfân dîdenin Boş hazefle farkı yokdur gevher i pâşîdenin

Çârsû-yı kâbiliyyetde terâzû kalmamış (Antepli Aynî, Tahmis 2-4) Bu çârsûda ma‘rifetin müşterisi yok

Zihnî mezâda verme metâ‘-ı belâgatın (Erzurumlu Zihnî, G. 210-6) Satılmaz anda metâ’-ı günâhdan gayrı

Diyâr-ı magrifetün çârsûların bilürüz (Nâbî, G.270-6)

Beyitte şâir çarşı ağzından bahseder. Pazarlarda satıcılık, esnaflık yapanlar günlük konuşma dilinden biraz farklı, argo dediğimiz ve herkesin hoşlanmayabileceği bir dil kullanabilirler. Nâbî, açıkça ifade etmese de, bu vadide söz söyleyen herkesi beğenmez. O, bu tarz sözlere tenezzül etmez. Çünkü marifet mallarının en güzellerini o satmaktadır. Bu konuda uyarıda bulunmayı da ihmal etmez. Ayrıca o kıymetsiz malların kıymetli gösterilmesineden de rahatsızdır:

Tenezzül eylemezüz çârsû-yı efvâha

Metâ’-ı ma’rifetün kâr-hânesin bilürüz (Nâbî, G.263-3)

Çarşı kelimesi şâirler tarafından bazen de tasavvufî manada kullanılmıştır. Klâsik Türk şâirleri kendilerine tasavvufu bir vasıta olarak görmüş, ona ait unsurlardan da yararlanmışlardır. Tabi ki bu etkileşimde şâirin fıtratını, sanatını ve dünya görüşünü de hesaba katmak gerekir. Bu beyitte tasavvufi bir terim olarak rızadan bahsedilir ve çarşıya benzetilir. Rızâ, Allah’tan gelen her şeye kabul göstermektir: “Rıza iki türlüdür: Allah’ın kulundan razı olması ve kulların Allah’tan

razı olmaları.” (Uludağ, 2012: s. 295). Şâir bir kul olarak acz ve fakirlik içinde

olduğunun farkındadır. Kendi iradesini Allah’a teslim etmiş ve ondan gelecek her şeye razı olmuştur.

Kâlâ-yı ‘acz alup virürüz nakd-i ihtiyâr

89

Cân tasavvufta Allah’ın tecelli ettiği insan ruhu anlamına gelir. İnsan can cevherinin çarşısındaki bir sermâyedir; yani her şeyiyle, tüm benliğiyle Allah’a aittir:

Reh-yâfte-i gevher-i gencîne-i esrâr

Sermâye-dih-i çârsû-yı cevher-i cânsın (Nâilî, K. 25-5)

Beden eski kabâ kumaşına benzetilmiştir. Bedenin istek ve arzuları Allah’ın rızası haricindeki şeyler olursa bu sonsuzluk âleminde insanı zarara uğratır. Beyitte şâir açıkça uyarıda bulunur:

Vücûd köhne kabâdır sen ana aldanma

Ki çârsû-yı bekâda ziyân eder bu kumaş (Necâtî Bey, Terk. B. 1-4)

Tasavvuf anlayışında asıl ve mutlak güzellik, sevgili Allah’tır. Bu âlemdeki her şey O’nun tecellisidir. Aşk bir şehir ve dünya bir pazardır. Buradaki güzellere ve güzelliklere bakıp mutlak sevgiliyi ayan beyan görüp mest olmamak mümkün değildir:

Mest olup gir şehr-i ışka gör Hakkı anda ıyân

Sûret-i hûbân-ı âlem çârsû bâzâr mest (Nesîmî, G. 22-25)

“Terk, bırakmak ve terk etmek demektir. Tasavvuf terimi olarak terk külah dilimine denir. Şâirler genellikle kelimenin her iki anlamını da kullanarak sanat yaparlar. Edhemî dervişlerinin tâc’ları dört terklidir. Bunlar dünyayı, ahreti, varlığı ve terk etmeyi simgeler. Bunu için terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk deyimleri ortaya çıkmıştır.” (Pala, 2000: s. 391) Beyitte terk kelimesi tasavvufi

manasıyla kullanılır. Terk ve kendini her şeyden tecrit etme bir çarşı olarak görülür. Bunu gerçekleştirende hiçbir şeyin endişesi olmaz:

Zihî feyz ü revâc-ı çârsû-yı terk ü tecrîdi

Ki bâzârında hiç endîşe-i dünyâ vü dîn olmaz (Hersekli Ârif, G. 69-4)

Çarşı kelimesi sadece yukarıda açıkladığımız anlamlarıyla kullanılmaz. Bir de bu kelimenin “âşık, maşuk ve rakip” arasındaki münasebeti anlatan, dünyevi aşka bakan boyutu vardır. Sevgili güzellik ve fitne çarşısında alışveriştedir; ancak bu pazarlıkları ağyar ile yapmaktadır:

Gamzeler dâd ü sitedde çârsû-yı fitnedür

Gayrılarla korkarum var gizlü bâzârun senün (Nâbî, G.434-2)

Çârsû-yı Mısr-ı meclisde işitdük dün gice

90

Bazen de şâir aşk çarşısında sıkıntılar çeker. Sevgilinin kapısında bir köledir ve kendini şiirleriyle anlatır, ancak şiirine rağbet yoktur:

Çârsû-yı ışkun içre bunca şi’riyle Münîr

Bir gedâdur sanki dervâze ider dîvân ile (Münîrî. G. 279-5)

Aşk derdiyle sararıp solmuş ve gözlerinden yaşlar revan olmuştur. Keder ve üzüntüden öyle ustalaşmıştır ki gam çarşısında bir sarraf olsa şaşılmaz:

Çihremi zer yaşumı sîm-i revân eyledi ‘ışk

Çârsû-yı gamun olsam ne ‘aceb sarrâfı (Sehâbî, G. 398-4)

Bülbül ve gül mazmunları da çarşı kelimesiyle ele alınmıştır. Bu gül bahçesi çarşısında gül, güzelliğini satmak ister ve satıcı olarak da bülbülü görevlendirir. Bu güzelliği satın almak için ne rekâbet olacak ne pazarlıklar yapılacaktır:

Bülbülü dellâl eder gül hüsnünü satmağ için

Çâr-sû-yi gülşen içre gör ne sûdâdır yine (Necâtî Bey, K. 23-5)

9. ÇİFTLİK

“Osmanlı toprak sisteminde ziraat yapılan belirli büyüklükteki araziye verilen ad. Çiftlik Farsça "cuft > çift" ile Türkçe "+lik" ekinden meydana gelmiş olup bir çift öküzle sürülebilecek büyüklükteki toprak parçalarını ifade eder. Önceleri timar sistemi çerçevesinde bir çiftçi aileye yetebilecek büyüklükte toprak birimi iken daha sonraları büyük ziraî işletmeleri ve mâlikâneleri ifade eden bir anlam kazanmıştır. Ayrıca Osmanlılar'dan önceki devirlerde de çiftçinin temel toprak ölçü birimini oluşturmuştur. Çiftçi-köylünün temel toprak birimi olduğundan çiftliğin parçalara bölünmesi yasaklanmıştı.” (İnalcık, 2011: 68).

Osmanlı insanının genel anlamda geçimini tarım ve hayvancılıkla sağladığını düşündüğümüzde çiftliğin önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Şâir beyitte kelimeyi genel anlamıyla kullanır ve çiftlikte hayvancılıkla uğraştığından bahseder. Burada öncelikle bir ticaretten, koyun satma işinden bahsedilir. Ayrıca takımıyla satmak deyimi bu işin uygulanış şekliyle alakalıdır. Günümüzde de Doğu Anadolu’da hayvanlar satılırken büyük başlar için çiftiyle satmak, küçük başlar içinse takımıyla satmak deyimi kullanılır ve bu toplu satımlarda geçerli bir terimdir. 18. Yüzyıl şâiri olan Tırsî’nin bu tabiri kullanması terimin kullanıldığı zamanın tespiti açısından önemlidir:

91 Çiftlik hevesi kalmadı Tırsî takımıyla

Satduk koyunı yok işümüz şimdi köpeklik (Tırsî, G. 116-7)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 89-94)