• Sonuç bulunamadı

CEVHER-MÜCEVHER (GÜHER, GEVHER, CEVÂHİR)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 165-168)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

56. CEVHER-MÜCEVHER (GÜHER, GEVHER, CEVÂHİR)

Arapça rübâî bir masdar olan cevher, elmas ve değerli taşlar için kullanılan bir sözcüktür. Cevher ve mücevher kelimeleri değerli taşların geneli için kullanılan bir kavramdır. Ama tanım yapacak olursak: “Pırlanta, elmas, inci, zümrüt gibi

değerli taşlara, bu taşlarla yapılmış küpe, bilezik, iğne, kolye gibi takılacak süs eşyalarına mücevher denir.” (Yeni Hayat Ansiklopedisi, 1990: s. 2423)

Klâsik Türk edebiyatında da akîk, la’l, yakût, inci, zümrüt vs. değerli taşlar cevher ve mücevher olarak adlandırılır.

“Gevher, güher, cevâhir” kelimeleri de cevher ve mücevher anlamlarına

gelir. Bu yüzden bunlar için ayrı bir başlık açmayacağız.

İnsanlar hayatlarını devam ettirmek ve para kazanmak için bazı işlerle uğraşırlar. Bu uğraşlardan biri de ticarettir. Bazen o kadar çok kazanç elde edilir ki deyim yerindeyse kişinin kapısı ve bacası zer ve gevher yani para dolar. Bu kazanç sanki dünyanın tüm kazancı gibidir:

Zer ü gevher o kadar var ki der ü bâmında

Masraf-ı ma’den ü yemm hâsıl-ı dünyâdır bu (Şeyh Gâlip, Tarih 34-2)

Ancak Klâsik Türk şâirlerinin dünya malına bakışı her zaman böyle değildir. Şâirler dünya malının, tâcın, tahtın ve saltanatın hiç kimseye bâkî kalmayacağı gerçeğini de bazen değerli taş manasında cevher veya mücevher kelimesini kullanıp hatırlatırlar:

Mücevher tâc-ı devlet kimseye sûd itmez ey Nâbî

Nice şâh-ı cihânun çeşmi ol efserde kalmışdur (Nâbî, G.240-5) Başuna tâç-ı mücevher isteme ey bagrı taş

Kân delüp la‘le irişmek fikrin it dilden tırâş Pâdişâh olsan dahi ol la‘l olur bagrunda baş

‘Âkil oldur kim komaz bir taş bir taş üstine(Gelibolulu Sun’î, Murabba 10-3)

Kelimenin bir de tasavvuftaki anlamı vardır ki “İlahi (rahmanî) nefes, küllî

163

88) demektir. Aşağıdaki beyitlerde bu ilâhi cevherden, ruh olan cevherden bahsedilir. İnsan bu nurdan oluşmuştur. Bu sır her yerde herkese açılmaz:

Bak ne cevherden olunmuş terkîb

Gör ne gevherden olunmuş tertîb (Erzurumlu Zihnî, M. 1-27)

Cevherîler katında kâ'ide böyle durur

Kadrini bilmezlere göstermedi gevherin (Yunus Emre, G. 254-7)

Zaten bu yolda can gevheri verilmezse kavuşmak imkânsızdır. Sen deniz gibi ol ki gönül sedefine Güher gerekmektedir:

Sarf olmayınca gevher-i cân vasla çâre yok

Bahr ol gözüm ki dil sadefinde güher gerek (Çâkerî, G. 70-2)

Bazen cevher kelimesinin, Horasan ve Şam’da üretilen kılıçlardaki siyah ve beyaz dalgalı benekler anlamında kullanıldığı da olmuştur:

Varını hep şâhid-i şemşîre çaldurdı 'adû

Cevher-i tîğün yolına virdi âhir nakd-i cân (Mesihî, K. 5-18)

Yeri gelir sevgilinin güzelliğini anlatmada kullanılır. Sevgilinin saçı, dişi, yüzü, yanağı ve buradaki beni, ayağının tozu cevher veya mücevhere benzetilmiştir. Âşığın gözü sevgilinin ayağının tozuyla mücevher bir kadehe döner. Bazen de gamze ipine dizilmiş gözyaşı incileriyle gönül, aşk çarşısındaki cevher dükkânı gibidir:

Ruhun ‘aksi ile yaşum mey-i gülfâma dönmişdür

İzün tozı ile çeşmüm mücevher câma dönmişdür (Emrî, G. 164-1) Rişte-i gamzemde lü'lü'-i sirişkümle yüzüm

Çâr-sû-yı ‘ışkda cevher dükânıdur gönül (Şâhî, G. 86-7)

Ayrıca yukarıdaki beyitte Necef şehrinden bahsedilir ki burası Bağdat’ta, Hz. Ali’nin türbesinin bulunduğu ve nüfusunun çoğunun Şiilerden oluştuğu bir şehirdir. Şiiler tarafından bu türbenin olduğu yerin toprağı şifalı olarak kabul edilir. Bu olaya sevgiliyle bağlantı kurulurken telmihte bulunulur.

Güzelliğin ve aşkın kıymetini ancak cevhere âşina olanlar bilir. Sevgilinin saçı, yanağı ve beni Necef işi bir mücevher gibidir:

Kıymetin ancak bilir cevher-i şinâs hüsn ü ‘aşk

Bir Necefkârı mücevherdir o zülf ü hâl ü ruh (Kazım Paşa, G. 10-4)

Şâirler bazen de kendi söylediği sözün değerini cevâhir ile ifade eder ve sözleri mana saçan cevher olur. Ayrıca onların kelâmları, sözleri gönül ile alakalıdır ve hepsi güzel kadar değerlidir:

164

Bu feyz-i şevk ile bir genc girdi destüme kim

Zebân-ı hame cevâhir-nisâr-ı ma’nâdur (Neşâtî, K. 15-27) Şâirleriz alâka-i dildir kelâmımız

Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız (Şeyh Gâlip, G. 110-1)

Ravzâ, Peygamberimiziz kabrinin olduğu yerdir. Gece ve gündüz ayın ve güneşin O’nun ravzasını aydınlatması gibi, yıldızlar da mücevherden kandiler gibi, Allah’ın bir lutfu olarak, bu güzel mekânı aydınlatır:

Mihr ü meh gibi o vâlâ ravzâda rahşân olup

Zib-bahş olmuş kanâdîl-i mücevher rûz u şeb (Neşâtî, K. 2-19)

Kelime bazen yetenek ve hüner mânâsında da kullanılmıştır. Gönül hazinesi hüner madeniyle doludur. Ne kadar kazılırsa o kadar Güher çıkar. Böyle olanın Allah kemâlâtına zarar getirmez:

Bilsem ne ma’den-i hüner oldı bu kân-ı dil

Kazsam ne denlü ol kadar âlâ güher çıkar (Nehcî, G. 130-4) Egerçi sen gühersin gevherün pâk

Kemâluna ziyân itmez senün hâk (Hümâmî, M. 1830)

Bazen bir devlet büyüğü övülürken onun kereminin feyziyle her yerin nisan yağmuru gibi cevhere boğulacağı söylenir:

Bulaydı feyz-i nem-i cûdun ebr-i nîsânî

Ederdi gark-ı cevâhir muhît-ı zehhârı (Nef’î, K. 46-37)

Nâilî’ye ait bu kasîde beytinde ise düşman için bedgüher kelimesini kullanır. Kötü tabiatli düşmanın küçük hileleri senin azminin doğruluğunun yolunu kesemez:

Olur mu râh-zen-i râstkârî-i azmin

Adû-yı bedgüherin hîle-i çeb-endâzı (Nâilî, K. 8-17)

Kasîdelerde bir din büyüğü övülürken onun değeri ifade edilir. Uğruna can cevâhiri verilir. Ayrıca Nâbî, Mevlânâ için söylediği bu kasîdede onun ağzının cevherle dolu olduğunu ve onun da hikmet hazinesinin kilidi olduğunu ifade eder. Mevlânâ’nın cevher saçan toprağının verdiği mutluluk, insanların bakışlarına cevÂHİr gibi sürme olur ve onlara değer katar:

Yüz dili ile cevâhir-i cân eyleyem nisâr

Çün hâk-i pây-i hazret-i sultâna ermişem (Şeyhî, Terkîb-i Bend1-3) N’ola cevâhir ile olsa Mesnevî memlû

165

Revâc-ı kühl-i cevâhir mi kor nazarlarda

Safâ-yı hak-i cevâhir-feşân-ı Mevlânâ (Nâbî, K. 6-3)

57. CÜZDAN

Özellikle para, kâğıt vb. şeylerin konulduğu küçük çanta veya taşıma kabına denir. Beyitte gülün bülbüle nazını anlatılırken cüzdân kelimesini de kullanır. Gonca açılmaz ve yaprağını bülbüle göstermez. Bunu yaparken de yapraklarını cüzdânda saklar:

Goncalar şöyle kavuşdurdı girîbânı ucın

Güllerün bülbüle göstermedi cüzdânı ucın (Nevizâde Atâyî, K. 29-1)

Nâbî ise ümidi cüzdâna benzetir. Harmandan kasıt olarak bu dünyayı düşünebiliriz. Bu dünya harmanında elde edilen nakit, kazanç bir kul için Allah katında karşılığı beklenen şeylerdir ve bunların ümidini insan içinden eksik etmez:

Kanı ol gün ki ola dest-zed-i kîse-berân

Toldı nakdîne-i hırmân ile cüzdân-ı ümîd (Nâbî, G. 52-7)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 165-168)