• Sonuç bulunamadı

DEMİR-HADÎD-ÂHEN

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 186-192)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

76. DEMİR-HADÎD-ÂHEN

İnsanlık tarihi açısından önemli bir yere sahip olan ve sanayide de kullanıma en elverişli element olarak kabul edilen demirin Arapçası hadîd, Farsçası ise âhendir. Bu maddede üç kelime birlikte değerlendirildi.

Demirin çeşitli alanlarda kullanılması medeniyetin daha hızlı gelişmesini sağlamıştır. Türk tarihi açısından da demirin büyük bir önemi vardır. Gerek demir işçiliği ve gerekse demirden ürün yapımı Türkistan’da oldukça yaygındır. Demir ile olan ilişki edebî eserlere de yansımıştır. Millî destanlarımızdan Ergenekon’da demir dağdan ve bilge tipli bir demirciden bahsedilmesi bunun en somut örneklerindendir.

Şiirlerde ise altın ve gümüş gibi değerli madenlere kıyasla daha ucuz olması, sevgilinin taş kalpliliği, askerî gücü temsil eden kılıçla ilişkilendirilmesi gibi noktalarla ele alınmıştır.

Kalpazan ayarı düşük, sahte para basanlara denir. Burada işini hakkıyla yapmayıp bakır ve demiri altın ve gümüş diye satan bir kuyumcuda bahsedilir. Aynı zamanda altın ve gümüşle bakır arasındaki ilişkiyi de beyitte görmekteyiz:

Kuyumcısın kalpazan usta görsin iş bozan

Altun gümüş satarsın bakır-ıla demiri (Ümmî Sinan, G.191-6)

Dinî açıdan baktığımızda Kur’ân’da bir sûrenin adı da “hadîd”dir. Allah burada demiri insanların yararlanması için yarattığını bildirir: “Kendisinde müthiş bir

184

güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar).” (Hadîd 57-25) (DİB, 2007: s. 540).

Gerçekten de insanlar, yüzyıllar boyunca demiri silah yapımında kullamışlar ve ülke savunması açısından çok faydasını görmüşlerdir. Şeyhî de bu beyitte gökten inen demirden yani bir ülkenin düzenini sağlamadaki en önemli unsurlardan biri olan askerî güçten bahseder. Bunu da kılıçla sembolize eder:

Gökden hadîd indiği be’s-i şedîd ile

Ya’nî kılıc k’ucunda bulur mülk-i dîn sebât (Şeyhî, Terk. B., Bend 1-1)

Şâirler tıpkı çelikte olduğu gibi demiri de sevgiliyle ilişkilendirerek kullanmışlardır. Âşığın âhı taşı, demiri deler fakat sevgilinin nazik bedenindeki taşa ve demire benzeyen kalbine tesir etmez. Bazen de âşığın gönül sıkıntısına devâ sevgilinin okun ucundaki sivri demir gibi olan kirğikleridir. Âşık gam hazinesinin kapısının da demirden yapılma bir kapısı olmasını ister ki devâ bulsun:

Seng ü âhenden geçer âhum sana itmez eser

Kalbün ey nâzük-beden taşdan demirden pek midür (Yahya, G.118-3) Gönlümün zahmına peykânını ettim merhem

Genc-i gamdır n’ola ger böyle demir kapılıdır (Fuzûlî, G. 93-6)

Bazen dilber olan sevgili demircidir ve yüreği taştandır. Âşık gönlüne seslenir ve çektiğinin nasıl bir zahmet olduğunu sorar. Çünkü sevgilinin soğuk demir gibi sert olan kalbine âşık ne nasihat ederse etsin hiç fayda etmez:

Sevme gel ol demirci dil-berini

Yüregi taş Kaya’yı n’eylersin (Ravzî, G. 428-2) Eder mi pend o mehin kalb-i âhenîne kâr

Soguk demir ne dökersin gönül nedir bu ‛anâ (Lebîb, K. 5-26)

Manevî anlamda “âh”, “âşığın iç âlemindeki ateşin ve elemin ifadesi olan bir

nida” (Uludağ, 2012: s. 26)dır. “Allah kelimesinin ilk ve son harfi bir araya getirilirse ‘âh’ meydana çıkar. O halde âh, Allah demektir. Âşığın âh demesi, O’na sığınması anlamına gelir.” (Uludağ, 2012: s. 26). Tabi ki Allah kendine sığınanı asla

yalnız ve karşılıksız bırakmaz. Yunus da bu gerçeği ifade eder ve Allah yolunda ermiş olanların âhına kimsenin dayanamayacağını, bu sözün demir bir kalkan gibi onları koruduğunu ifade eder. Bu yüzden onlara atılacak olan oklar da boşunadır:

Erenlerün âhına tag-taş katlanımadı

185 77. DENK (DENG)

Yük hayvanları tarafından her iki yanlarına konulan ve birbirine eşit olan yüklere denir. Ayrıca tüccarların kar maksatlı taşıdıkları eşyaya da denmektedir.

Bu kelimeyi çok fazla tespit edemedik. Bu beyitte de yük kelimesiyle birlikte gerçek anlamıyla kullanıldığını görmekteyiz. Şâir uzak mesafeye, kâr elde etmek amacıyla ve binek hayvanıyla yük taşımadan bahsederken kendine seslenir:

Yol uzun işlemez merkeb yükün agır olursın deng

Bu kâr-ü-bârı ey Zâtî yüri var târ-ü-mâr eyle (Zâtî, G. 1237-5)

78. DERBÂN

Kapıcı anlamına gelen bir kelimedir. Beyitte hekimler bir derbân olarak

düşünülür. Ey Ravzî! Tabîb derbânları olsa ve âşık onlardan dermân istese bu bile inleyen âşığın derdine yine de ilaç olmaz. Ticârî manada düşünecek olursak doktorların kapısında kapıcı olan âşık derman talep etmekte ve ilaç istemektedir. Tabi bu tedavinin maddî bir de karşılığı vardır:

Olsa derbân-ı etibbâ eylese dermân taleb

Ravziyâ derdine olmaz ‘âşık-ı zârun ‘ilâc (Ravzî, G. 151-5)

Klâsik Türk şiirinde en önemli kapı sevgilinin bulunduğu yerin kapısıdır. Âşığın karşısına bu kapıda çıkan engellerden biri de ağyar ile birlikte derbândır ve onu bu kapıdan men eylerler:

Gehî derbânı men’ eyler gehî agyâr olur mâni’

Bize bu bâbda elbette bir bedkâr olur mâni’(Sümbülzâde Vehbî, G. 143-1)

Sevgili şâhtır ve onun en yakınındakilerden biri derbândır. Âşık şâh olan sevgiliye hâlini anlatmak ister ancak karşısına onu çaresizlik içinde bırakan derbân çıkar. Bu durum karşısında o, ne yapıp onları kime şikâyet edeceğini bilemez:

Menzil ‘ışk oldı dile gayret komazmış anda fer

Nitekim olur harîm-i şâh derbân ile zabt (Bursalı Rahmî, G. 105-2) Bilmezin nic’ideyin kime şikâyet ideyin

Şâha ahvâlümi ‘arz itmedi derbânları (Ravzî, G. 650-3)

Bazen de kasîde beyitlerinde şâir, övdüğü kişinin büyüklüğünü ve cömertliğini belirtmek için derbândan yararlanır. O cömertik sahibi şâhların en büyüğüdür. Öyle kerem sahibidir ki meşhûr Hâtem-i Tâyî bile onun kapısında derbân olur:

186

Sen şehenşâh-ı kerîmi vasf eden vassâflar

Hâtem-i Tâyî kapında hâcib ü derbân eder (Meşhûrî, K. 8-33)

79. DESTÂR

Sarık veya tülbend anlamına da gelen destâr eski zamanlarda kullanılan bir kıyafettir. Özellikle sevgilinin saçlarından bahsedildiği durumlarda destâr önemli bir giyim malzemesi olarak karşımıza çıkar. Tasavvufî anlamda ise tarîkat ileri gelenlerinin sardıkları sardıkları çeşitli renk ve şekillerdeki sarıklara denir.

Osmanlı toplumunu düşümdüğümüz ise eskiden günümüzdeki gibi mağazalar veya alışveriş merkezlerindeki dükkânlar bu denli yaygın değildi. İnsanların çoğu ihtiyaçlarını pazarlardan karşılıyordu. Şâir hem elbisenin hem de bu destârın insanoğlunun ihtiyaç vaya talebi doğrultusunda pazarın süsü ve vazgeçilmez bir ticâret metâı olduğunu söyler:

Oldı ser-cümle câme vü destâr

İktizâ ile zînet-i bâzâr (Nâbî, M. 7-249)

Şehrî’ye ait beyitte sevgilinin perçemiyle ilgili kullanılmıştır. Sevgilinin saçı misk kokulu sünbül gibidir. Şâh olan sevgilinin, bahar vakti misk kokulu sünbülün çıkması gibi, perçemi destârın altından sabredememiş ve kendini âşığa göstermiştir. Sun’î’ye ait beyitte de destârı bu kez dellâk olan sevgilinin kirpik kılıcına baş eğip kendini ona teslim eden âşık takar:

Çıkdı şâhından bahârun sünbül-i müşgîn-demi

Sabr ider mi zîr-i destârında yârün perçemi (Şehrî, G. 126-1 ) Görüp müjgân tîgin Sun‘î bir mahbûb dellakin

Tıraş oldı mûyın ana bî-destâr baş egdi (Gelibolulu Sun’î, G. 215-12)

Münîrî ve Sehâbî Klâsik Türk şâirlerinin olumsuz baktığı sûfî ve muhtesib tiplerini beyitlerinde ele alır. Şâirler bu beyitlerde destârı ayrıca şarap ve sarhoşlukla birlikte kullanır. Bir beyitte destâr şaraba karşılık rehin verilmiştir, diğerinde ise âşufte olarak değerlendirilmiş ve sarhoşluğun bir alâmeti olmuştur:

Kıldum şarâba cümle-i destârını girev

Sûfî benümle düşdügiçün taylesânda çep (Münîrî, G. 20-4) Muhtesib bilmezdi ser-mest oldugum veh kim bu gün

187

Hamdî Çelebi ise destârı tâc u devlet gibi dünyaya olan düşkünlüğün sembolü olarak görür. İzzet o tecrîd ehli olan insanların bu dünyalıklara gönüllerinde meyil bulunmaz.

Tâc u devlet hil’at-i ‘izzet o tecrîd ehline

Kim dilinde ragbet-i dîbâ vü destâr olmadı (Hamdî Çelebi, G. 168-2)

80. DESTMÂL

El bezi anlamına gelen kelime Klâsik Türk şiirinde mendil karşılığında kullanılmıştır. Türk kültüründe eski devirlerden beri mendilin önemli bir yeri vardır. Birbirini seven aşıkların sevgilerini ifade etme vasıtalarından biri olan mendil özellikle gönül verdiği delikanlıya genç kızlar tarafından sevgi nişânesi olarak işlenip oyalanıp verilmiş ya da gönderilmiştir.

Ravzî beyitte sevgiliye seslenir ve silerken mendilin elini okşamasını bir ticâret erbâbının eline mâlını alıp okşamasına benzetir. Nasıl ki tüccar için eline servetini almak, ona dokunmak bir mutluluksa; sevgili de eline aldığı bu mendili aynı mutlulukla okşamaktadır. Ayrıca destmâl de bir ticâret ürünüdür ve çarşı-pazarlarda özellikle bayanların rağbet gösterdiği bir maldır:

Silerken destüni gördüm ki cânâ dest-mâl ohşar

Hemân ol hâceye benzer ki almış deste mâl ohşar (Ravzî, G. 264-1)

Dest-mâl kelimesinin kullanıldığı beyit veya bentlerde de kırmızı kelimesi çokça geçmektedir. Kırmızı mendilin de Klâsik Türk edebiyatında sevgiliyle ilgili kullanılan bir güzellik unsuru olduğunu görmekteyiz. Bu murabbâ bendinde sevgili süslü bir gül, âşık bir bülbül, sevgilinin güzelliği ise bir gül bahçesidir. Sevgilinin berrak gerdanı üstündeki gül renkli, yani kırmızı mendil ise âşıkların gönüllerine binlerce hile ile tuzaklar kurar:

Bir gül-i zîbânun oldum cân ü dilden bülbülü Gülşen-i hüsn içre bitmiş ya‘ni kim sakız gülü Rengler eyler dil-i ‘uşşâka yüz bin al ile

Gerden-i berrâkı üzre dest-mâl-i gülgülî (Nâşid, Murabba 10)

Yine Ahmet Paşa da bu beyitte sevgilinin kırmızı dudağı ve kan ilişkisi mendilin rengiyle ilişkilendirilip kullanılmıştır:

Ne lâ’l olur ki yâ Rab lezzetinden

188

Bu kasîde beytinde de kırmızı zanbak kına yakılmış bir el gibi düşünülür. Gül ise ele altın sırmalı kırmızı bir mendil sunar. Yine burada da kırmızı rengi görmekteyiz:

Muhannâ pençeye döndi çemende kırmızı zanbak

Sunar gül destine bir dest-mâl-i al-i zer-târı (Nevizâde Atâyî, K.8-11)

81. DEVLET

Kelime sözlükte mutluluk, zenginlik, talih, rütbe, makam, talih gibi anlamlara gelir. Şâirler de yeri gelmiş konumuza uygun olarak kelimeyi “zenginlik” anlamında kullamışlardır.

Kasîdelerde kişi övülürken onun zamanının saaâdet, zenginlik, şan ve şeref zamanı olmasına şükredilir. Onun devleti aynı zamanda yaşanılan devletei burada yaşayan halka güvenlik, eminlik ve koruyuculuk sermâyesi olur. Nasıl ki bir tâcirin sermâyesi ne kadar çok olursa kendini o kadar güvende ve emin hisseder, aynı durum memdûhun ülkeye sağladığı bu sermâye için de geçerlidir:

Bihamdillah yine ikbâl ü devlet ‘izz ü şân buldı

Zemîn ser-mâye-i re’fet zamân emn ü emân buldı (Nevizâde Atâyî, K. 20-1)

Kelimeyi sadece zenginlik anlamıyla kullanılmıştır dersek yanlış ifade etmiş oluruz. Genellikle saadet ve zenginlik anlamlarını içermektedir. Şâir beyitte gözünden dökülen la’l ve inciyi gözyaşıyla birlikte sevgilinin ayağının toprağına onun saadet ve zenginliği için atması gerektiğini söyler. Zaten sevgilinin gönlünün isteği ona hizmetçi olacak ve sıkıntı çekecek bir gönüldür. Yoksa onu şerefinin zenginlik ve makama ihtiyacı yoktur:

Devletine her ne la’l ü dür ki cem’ etti gözüm

Yüz suyula hâk-i pâyine nisâr etsem gerek (Şeyhî, G.96-2) Murâd-ı hâtırı cebr-i dil-i halâyıkdır

Fütuvetinde ne devlet ne câh lâzımdır (Nâilî, G. 63-12)

Bu beyitte de “Meyveli ağacı taşlarlar!” (MEB, 1997: s. 91) atasözüne telmih yapılmış; bu bağdaki her ağacın, tabi ki mecaz anlam içeriyor, devlet ve şeref meyvesinin sahibi olduğu söylenmiştir:

O bâğın her dırahtı mîvedâr-ı izz ü devletdir

Atarlar taşı elbette dıraht-ı mîvedâr üzre (Nedîm, Kıt’a 82-2)

Memduhun zenginliğini güneş, altın bir iple ölçmeye kalksa da kıyamete kadar onun bu zenginliğinin genişliğini ve derinliğini bulamaz:

189

Rismân-ı zer ile haşre dek ölçerse güneş

Bulmaya devletin bahrına umk u sâhil (Necâtî Bey, K. 14-19)

Bu tarih beytinde Nâbî, yaptırak kişiye ona uzun ömür ve zenginlik getirmesi, avlusunda mutluluktan başka bir şey olmaması yolunda dua etmektedir.

Sâhibine ola ser-mâye-yi cömr ü devlet

Bulmaya sahnına yol cıyş u safâdan gayrı (Nâbî, Târih 62-2)

Şâir burada ise Osmanlı toplumundaki önemli dînî eğitim kurumlarından olan tekke ve medreselerden bahseder. Buraya devam eden kişilerin Allah’a şükür ve senâ etmesini büyük bir nimet ve zenginlik olarak görür:

Ne ni’metdür ki erbâb-ı savâmi’ şükr-gûyâsı

Ne devletdür ki ashâb-ı medârisdür senâ-hânı (Âşık Çelebi, K. 3-38)

Dünya makamı, bunun telaşı insanı çaresiz kılar. Bu bir zenginlik gibi gözükse de kişiyi kendine mahkûm eder. Kişinin elde ettiği makamlar öyle olmalı ki her bir mertebede ona zenginlik versin. Çünkü bu zenginlik ve makama güvenilmez. Eğer düvenilirse sonu adeta bir kuyuya düşmek olur. Her şey yerle bir olur:

Acaba dağdağa-i câha düşen bîçâre

Terk-i âsâyişi ser-mâye-i devlet mi sanır (Şeyh Gâlip, G. 73-6) Devlet-i dünya seni bir rütbeye muhtâc eder

Devlet oldur kim sana her rütbeden vere gınâ (Niyâzî Mısrî, G. 14-2) Ey hâce böyle devlet ü câha dayanma kim

Bu devletin sonu let ü bu câh çâh olur (Ümmî Sinan, G. 17-7)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 186-192)