• Sonuç bulunamadı

DÂD U SİTEDGÂH

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 94-99)

KLÂSİK TÜRK ŞİİRİNDE TİCÂRET

10. DÂD U SİTEDGÂH

Alışveriş yapılan mekânlardan biridir. -gâh, Farsça yer bildiren bir edattır. Alışveriş anlamına gelen “dâd u sited” kelimesine eklenerek bu işin yapıldığı yer anlamı kazanmıştırv ebirleşik kelime oluşturmuştur.

Beyitte geçen fenâ, kelime anlamı olarak yokluk ve hiçlik demektir. Tasavvufî mânâ da ise bir kulun kendi fiillerini görmemesidir. Klâsik Türk şiirinde ise dünya yaşantısı anlamında kullanılmıştır. Bu dünyada açgözlü olanların istedikleri hep daha çok kazanmak olursa gelecekleri ziyan olmuş demektir:

Ehl-i tama‘un dâd u sitedgâh-ı fenâda

Âgâzı eger sûd ise encâmı ziyândur (Sâkıb, G. 97-4)

11. DESTGÂH

Günümüzde tezgâh şeklinde kullanılan kelime Farsça birleşik isimdir. Bazen bir atölye anlamında bazen iş yapılan alet anlamında kullanılmıştır.

Tezgâh eskiden özellikle halı ve kumaş dokumacılığı denince ilk akla gelen, fabrika üretimine geçmeden önce üretimin geleneksel yöntemlerle yapıldığı bir mekân olmuştur. Direk alışverişin yapıldığı bir yer değildi belki ama ticâret hayatının canlılığına katkı sağlayan en önemli unsurlardandı. Günümüzde büyük fabrikalarda, modern aletlerle ve kalabalık işçi gruplarıyla bu tarz üretimler yapılmakla birlikte, yine de “merdiven altı” diye tabir edilen ve daha küçük çapta üretimin olduğu, makinaya bağımlılığın daha az olup insan gücünün biraz daha ön planda tutulduğu atölyeler de mevcuttur. Hele hele buralarda büyük markaların “fason üretim” diye tabir edilen şekilde üretim yaptırım, buradan aldıkları ürünlere kendi markalarını damgaladıktan sonra satışa sunmaya devam etmeleri aslında bu tezgâhların önemini hiç de yitirmediğinin en önemli kanıtıdır.

Genelde Türk tarihinde, özelde ise Osmanlı döneminde kumaş ve halı dokumacılığı büyük önem arz etmiştir. Osmanlıda dokumacılıkla uğraşan esnafa “cullâh” adı verilmiştir.

“Cullâh genel adı altında anılan dokumacılar coğunlukla kaba bez, astarlık, alaca, tulbent, makrama, gömleklik cinsi bez ve kumaşlar dokurlardı. Cullâhların bez dokudukları tezgâhlar değişik ebatta ve büyüklükte olabilirdi. Bunların

92

dokunacak kumaşın cinsine göre tarak veya mekik ölçüleri de değişebilirdi. Tezgâhlar cullâh tarafından veya ısmarlama olarak yapılabildiği gibi hazır olarak pazardan da alınabilirdi.” (Emecen, 1993: s. 83-84)

Şiirlerde bu kelime değişik şekillerde kullanılmıştır. Bu beyitte kumaş çeşitlerinden olan “çiçekli hıtâyî” ve “zerî dîbâ”dan bahsedilir. Ekmeğini kalemiyle kazanan bir kişi vardır ve bir tezgâhtan nasıl türlü güzel kumaşlar dokunup çıkarsa şiir tezgâhından da memduh güzel yazılar üretmektedir:

Bu destgâhda me’kûlü hâmesi çıkarır

Kimi çiçekli hıtâyî kimi zerî dîbâ (Lebîb, K. 3-18)

Şâir, “Allah; lutfedip bir kuyumcu gibi titizlikle, özene bezene güzel vasıflarla yarattığı bu beden kumaşından öyle sözler çıkarsın ki bunlar şiir ve inşa tezgâhını aydınlatıp doldursun.” diye dua eder.

Hemîşe tâ kumâş-ı zer-keş-i vasf-ı keremkârın

Ede lebrîz-i revnak destgâh-ı şi‘r ü inşâyı (Nedîm, K. 9-48)

Burada ise sevgiliye duyulan arzu bir tezgâh olarak düşünülmüştür. Onun dudağı ve çenesini arzuladığı için düştüğü hallari anlatırken bu kelimeyi kullanır:

Lebin aksi gözüm yaşını mey tek lâle-gûn etti

Zenahdânın murâdın destgâhın ser-nigûn etti (Fuzûlî, G. 283-1)

Şâir, bazen dünya tezgâhında kadir ve kıymetinin bilinmediğinden ve güzellikleri tadamadığından bahseder:

Bu destgâhda bir kâh-danda bî-kadrüm

Cihânda câzibe-i kehrübâ nedür bilmem (Fâizî, G. 90-1)

Bazen, bu tarih beytinde olduğu gibi, yapılan binaya tarih düşerken onu övmek için:

Birer mensûc-ı dil-keşdir der ü dîvârı kim gûyâ

Dokunmuş her biri bir destgâh-ı zevk-ı â'lemde (Nedîm, Tarih 38-15)

Bazen de muhatabına ikazda bulunup amel tezgâhında gururlanmamasını söylerken bu kelimeyi kullanır:

Cümle tedbîr-i ser-i kârda üstâdundur

93 12.DÜKKÂN, DÜKKÂNÇE

Arapça olan dükkân genelde küçük ve orta boy esnafın mekânı olmuştur. Çeşitli malların ve öte berinin satıldığı bir yer olmuştur. Dükkançe ise küçük dükkân anlamına gelir.

Kelime burada genel anlamıyla kullanılmış ve dükkânına müşterilerin kadayıf yemek için akın ettiği bir tatlıcıdan bahsedilmiştir. Beyitte müşterilerin yoğun şekilde akın ettiği kadayıf dükkanından bahsedilmiş ve bu durum sinek gibi üşüşmek deyimiyle anlatılmıştır:

Katâyıf yimege ilde heves var

Üşer dükkânına ‘âlem meges-vâr (İshak Çelebi, Şehrengiz 1-102)

Bazen ticârî bir gerçek dile getirilir ki o da sermâyesi tam olmayan, alacaklarını tahsil edemeyen esnafın düştüğü haldir. Şâirler de bu gerçeği zaman zaman dile getirmiştir. Bunlardan biri de Tırsî’dir. Beyitte geçen cibre, “sıkılıp suyu

alınan üzüm veya başka meyvaların posası” (TDK, 1998: s. 405)demektir. Şâir boş

dükkânda sinek avlamaktan bahseder. Mizâhî bir üslupla işleri iyi gitmeyip dükkânı boş olan bir esnafın müşteri yerine ancak üzüm posasıyla yemleyip sinek avlayacağını söyler. Gerçekten de üzümün tatlı olan suyuna sinekler gelir:

Dükkân-ı tehîde oturup gâhî sinek tut

Hem cibre-i engûr ile gel yemleyerek tut (Tırsî, G. 25-1)

Aşağıdaki beyitlerde çeşitli meslek gruplarından olan kuyumcu, attar, boyacı, şekerci ve bezzâz yani manifaturacıyı görmekteyiz. Şâirlerin ticâri hayatın temel taşı olan esnaflardan ve mesleklerden bahsetmemesi düşünülemezdi.

Kara boya gök çivîd idüp metâ’ın müşteri

Rengzer dükkânına dönmişdi târ olup zemîn (Âşık Çelebi, K. 11-6)

Nakd-i gam olur ceyb-i ten-i ‘uryânda ‘Uşşâkun olur kelleleri meydânda ‘Aşkı ne bilür cübbe vü destâr ehli

Âteş mi olur dükkân-ı bezzâzânda (Nev’izâde Atâyî, R. 57) Gülzâr-ı melâhatda dil kâkül ile oynar

‘Attâr dükkân açmış darçın höl ile oynar (Nigârî, G. 178-1) Cânîsin cânuma lîkin sen cânumun cânısın

La'l kânıdur tutağun sen şeker dükkânısın (Kadı Burhaneddin, G. 1041-1) ‘Aks-i la‘lünle gören der çeşm-i pür-eşküm benüm

94

Bu beyitte ise dükkânçe kelimesi kullanılmıştır. Şâir, külçe ile ifade edilecek kadar çok olan nazım kumaşının çok değerli olduğunu ancak bunun unutkanlık dükkançesinde kaldığını, buradan alıp bu mallarının pazarda değerlenmesinin memduhu sayesinde gerçekleştiğini belirtir:

Kâlemin külçesi dükkânçe-i nisyânda idi

Sen çıkardın anı bâzâr-ı revâca ammâ (Erzurumlu Zihnî, K. 18-64)

Şiirlerde dükkân bazen değerli sözler, marifet ve hüner satılan bir mekân olur. Şâirler bu durumlarda genellikle kendi şiirlerinin değerinden ve insanlar tarafından bunun kıymetinin bilinmemesinden bahseder. Şâirler, nasıl ki bir dükkân içinde değerli mallar olsa bile bunlara müşteri bulunmadığında bu mekân kapanırsa nazım cevherinin satıcıları olarak alıcıları olmadığından kendi dükkânlarını kapattıklarını söylerler:

Hâletîveş bir zamân gevher-fürûş-ı nazm idük

Müşteri yokdur diyü bend eyledük dükkânumuz(Azmizâde Hâletî, G. 308-6)

Sîne, gönül dükkâna benzetilmiştir. Sîne dükkânında marifet incileri hüzünlü bir şekilde beklemektedir. Ne bunları ortaya koyacak güç ne de bunları satacak bir dellâl bulunur:

Ma’ârif dürleri mahzûn yatur dükkân-ı sînemde

Ne nazma iktidârum var ne bir dellâlımuz vardur (Vecdî, G. 18-3)

Yeri gelir sevgilinin uğradığı ve tüm güzellik unsurlarını gizlice sattığı yer olur. :

Ögrendi ki gizlü sata gevherini la'lün

Ya'nî ne kılınur k'anı dükkâna getürmez (Kadı Burhaneddin, G. 362-3)

Çarşı ve pazar kelimelerinde olduğu gibi dükkân kelimesi de ahlâkî ve tasavvufî manada kullanılmıştır. Bu dünya bir gurbettir, insan burada geçici kalacaktır. Bu yüzden dünya malıyla âdemoğlunun oyalanmaması gerekir. Dükkân burada ayrıca maddî anlamda bir şeyin olmamasını ifade eder:

Diyâr-ı gurbete düşdüm gam u derd oldı yârânum Bu fânî ‘âlem içre ne serâyum var ne dükkânum

(Hasan Ziyâ’î, Terc. B.-1 Bend 1-1) Kesgil harâmdan elün kesgil gaybetden dilün

95

Bunlardan başka kelime deyim şeklinde de karşımıza çıkmaktadır. “sinek avlamak” ve “dükkânı yağmaya vermek” deyimlerini örnek gösterebiliriz:

Dükkân-ı tehîde oturup gâhî sinek tut

Hem cibre-i engûr ile gel yemleyerek tut (Tırsî, G. 25-1) Geçdim ben ad u sandan çıkdım ben o dükkândan

Hep ırz ile vakaarım yağmadır alan alsın (Mısrî Niyâzî, G. 114-3)

Bu beyitte sonbahar mevsiminde yaprakların sararıp dökülmesi anlatılır. Sonbahar rüzgârı güneşi altın varaklarla süslemiş, gülbahçesi sanki ince altın yaprakları işleyen zerkûb dükkânına dönmüştür:

Gülşene altun varaklar zeyn idüp bâd-ı hazân

Güyiyâ zer-kûblar dükkânı oldı gülsitân (Bâkî, K. 22-1)

Dükkân kelimesinin çoğulu ise dekâkîndir. Dükkân kelimesiyle aynı anlam doğrultusunda şiirlere konu olmuştur. Bu kelimeyle ilgili kelimenin genel anlamıyla kullanıldığı örnek beyitte çarşı ve Pazar yerinde yapılan dükkânlardan ve bedestenden bahsedilir:

Hazâ'in sarf edüp sular getirdüp sûk u bâzâra

Dekâkîn ü bedestân ile tezyîn etdi ser-tâ-pâ (Nedîm, Kıt’a 47-11)

13. GÜMRÜK

Gümrük aslında ticâretin direk alım-satım şeklinde yapıldığı bir mekân değildir. İthalât ve ihrâcat sırasında gümrüklere gelen mallardan alınan bir verginin adı gümrük vergisidir. Aynı zamanda bu işlerin idâre edildiği sınırlardaki binanın da adıdır. Yine de ticâretle uğraşan büyük tüccarların bir nevi devletle olan alışverişini ifade ettiği için mekân bahsinde ele alınmıştır. Gümrük kelimesi Nâbî Dîvânında vergi vergiyi alan memur anlamlarında kullanılmaktadır:

Bu ‘asrda adı mahrûsalarda gümrükdür

O gâretün ki beyâbânda reh-zenânun idi (Nâbî, G.838-6)

Bu devri yansıtan, belki de ticari anlamda devlet tarafından ticarette yaşatılan sıkıntıları anlatan en güzel örneklerden biridir. Burada gümrük uygulaması, vergisi bir nevi yağma ve çapula benzetilmiştir. 17. asırda çölde yağma ve çapul yapan eşkıyanın adının büyük şehirlerde gümrük olduğu anlatılmaktadır. Şair eleştirel bir tarzda bunu ifade etmiştir.

96

Bu destgâhun urmada gümrükçî-i kazâ

Tamgâ-yı lâ-sebât en a’lâ metâ’ına (Nâbî, G.730-2)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 94-99)