• Sonuç bulunamadı

DÂD Ü SİTÂD DÂD Ü SİTED

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 173-186)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

65. DÂD Ü SİTÂD DÂD Ü SİTED

Farsça olan kelime grubu “alışveriş” anlamına gelir. Gerek gerçek gerekse mecazî anlamda alışverişin işlendiği beyitlerde kullanıldığı görülmektedir.

Bazen hikemî içerikli bir beyitte kullanılır. Felek: Gökyüzü, çarh; tâli’, baht, devir. “Klâsik Türk şiir ve nesrinde genellikle olumsuz sözcükler ile birlikte sunulan

felek olumsuz temsîlî (hayâlî, tasavvûrî) kişiliğiyle âşığın (dolaylı olarak da yazar ve şâirin) karşıtı bir duruş sergiler. Tâli’, baht olarak alındında âşığın sıkıntı ve güçlükleri ilk akla gelen sorumluluklarındandır.” (Zavotçu, 2013: s. 237-239)

Burada da olumsuz bir durumda kullanılır ve bu sefer hüner erbâbının karşısında onunla olan alışverişin muhatabıdır:

Ehl-i hünerle dâd u sited etme ey felek

Bir pûla verse cevher-i ‘irfân alır mısın (Sümbülzâde Vehbî, G. 209-4)

Yine Klâsik Türk şâirinin bu kelimeyi de en kullandığı durumlardan biri sevgiliyle olan münasebetlerdir. Beyitlerde sevgilinin saçı ve gamzesiyle âşık ticârete girişmek ister. Ancak bu genelde sonu zarar edilen bir ticârettir. Ayrıca kavuşmak da bir alışveriş olarak görülebilir. Şâir burada buna engel olanlara karşı çıkar:

‘Ayniyâ sûd u ziyânı seherî zâhir olur

Şeb-i târîkdedir dâd u sitâd-ı gîsû (Antepli Aynî, G. 173-7) Vir nakd-i cânı la‘line sanma bahâsı çok

171 Dâd u sited-i vuslat işârâtına mevkûf

Bâzâr-ı pes-perdenin ibrâzına söz yok (Haşmet, G. 141-2)

Arsadan kasıd bu dünyadır. Bu dünyadaki nasîbimiz kazanç, mal-mülk değildir. Biz hikmetli sözler söyleyerek çoşkun olmuşuz:

Yok durur dâd u sitedden behremiz bu ‘arsada Şi‘r ü hikmet söylemekle böyle pür-cûş olmuşuz

(Mehmet Sıdkî, Tercî‘-i Bend 1-5)

Klâsik Türk şâirlerinin meyhâne anlamında kullandığı kelime virâne, yıkık ve harâb olmuş yerler için kullanılır. Beyitte kelime mey-hâneyle irtibatlı kullanılmıştır:

Bu demde olur zînet-i bâzâr-ı harâbât

Ednâsı bu dâd u sitedün ratl-ı girândur (Kâmî, K. 23-8)

İnsan bazen dünyanın maddiyat ve dedikodu gibi tüm sıkıntılarından kurtulup rahatlamak ve huzura ermek ister. Beyitte Nâbî bunu ifade eder:

Ne kayd-ı dâd u sited var ne kâl ü kîl-i hisâb

Bihişt zevki ki var kûşe-i ferâgatdür (Nâbî, G.87-5)

66. DAGAL

Farsça bir isim olan bu kelime hîle veya sıfat olarak hileci anlamlarına gelir.

“Geçmez akça manasında da kullanılır.” (Nâcî, 2009: 103) demektir ki ayarı düşük

olan, hileli paralar için kullanılır.

Beyitte sevgilinin âşığa karşı merhametsizliği anlatılırken onun kalbi taşa ve gözyaşı da değersiz paraya benzetilmiştir.

(Ey sevgili!) Ayarı tam olan gümüş, taşı deler diye söylerler ancak benim erimiş gümüşe benzeyen gözyaşlarım senin taşa benzeyen gönlüne kâr etmedi, onu yumuşatamadı. Çünkü benim bu alışverişte kullandığım paranın değeri düşüktü:

Yaşlarum sîm-i müzâbı gönlüne kâr itmedi

Gerçi kim dirlerdi sîm-i bî-dagal taşdan geçer (Münîrî, G. 71-4)

Klâsik Türk şiirinde para birimleri insan fıtratı ve kişiliğiyle yer yer bağlantılı kullanılmıştır. Bu beyitte de saf ve ayarı tam olan altın para samimi ve iyi niyetli insana, hâin olanlar da içinde bakır olan dagal, değeri düşük mangıra benzetilmiştir:

Hâlisîn makbûl olurlar şübhesiz

Hâ’inîn bir dagal mankûrdur (Mehmet Sıdkî, G. 94-10)

Yine bu kaside beytinde Ahmedî’de aynı durumdan bahseder. İnsanın nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu anlamak için değerli madenler gibi mihenk taşı bulunmaz.

172

Bunun için tecrübe gerekir, yani insan sarrafı olmak lazımdır. Kendini ayarı tam olan altına ve içinde hile bulunmayan değerli paraya benzetir:

Var mı mehek ki tecribe gösder ki göresin

Kim kâmilü’l-‘ayâram ü nakdümde yoh dagal (Ahmedî, Kaside 55-25)

Aynı şekilde Klâsik Türk şâirinin olumsuz bir kişilik olarak ele aldığı zâhid sahtekâr, vâiz de hileci kişilerdir:

Zer-i ‘irfânı sarf itmek ne mümkin

Ki zâhid kalbazan vâ‘iz dagaldır ( Nigârî, G. 245-7)

67. DÂMEN (DÂMÂN)

Etek demektir. Klâsik Türk edebiyatında etek namus ve iffetin sembolü olmuştur. “Nitekim “eteği temiz olmak” deyimi iffetli anlamında kullanılmıştır.

“Eteği kirlenmek” ise namusuna dokunulmak anlamı taşır. Sultanların eteği lutuftur. Onun için sultanların eteği öpülür. İhtiyaç sahipleri yardım talep edecekleri zaman sultanın veya yetki sahibinin eteğini öpmeleri, isteklerinin olduğuna delâlettir. Onun için şâirler “Düşkünlerin ümit eli, sultanın (sevgilinin) himmet eteğindedir” derler.”

(Öztoprak, 2010: s. 125).

Klâsik Türk şiirinde bu kelime sevgiliyle ilgili çok sık kullanılır. Nigârî’nin aşkı pazara benzettiği beytinde olduğu gibi tasavvufî mânâda kullanılır. Burası aşk pazarıdır ve buradaki alışverişte biraz uyanık olmak, işin hilesini bilmek gerekir. Bu yüzden burada nâmûsun yeri yoktur. İsmet perdesi bırakılıp rezillik eteği tutulmalıdır ki daha çok kazanç elde edilsin:

‘Aşk bâzârında nâmûs âr kâr itmez belî

Perde-i ‘ısmetden el çek dâmen-i rüsvâya bah (Nigârî, G. 129-4)

Beyitte Necâtî Bey, âşığın gözlerini sevgilinin eşiğine ermek için yüz binlerce inci ve mercan döken bir eteğe benzetir. Zâtî de yine aynı konuya değinir. Necâtî Bey diğer beytinde ise sevgilinin olduğu yâri kâbe olarak düşünür ve âşığa kâbeye gidenlere dikenler sarılacağı için aşk köyünün kervânının eteğini bırakmamasını öğütler. Bu bir ticâret kervanıdır. Bu dikenlerde yolda tüccarın karşısına çıkan eşkıyadır. Beyitte etek sığınılacak ve güvenli bir yerdir:

Eşiğine ermek için dide-i ter-dâmenim

Göz yumup açınca yüz bin dürr ü mercân arz eder (Necâtî Bey, G. 119-6)

Dâmenüm hecründe itdi dürlü gevherlerle pür

173

Koma elden kârbân-ı kûy-i aşkın dâmenin

Ka’beye gidenlere har-ı mugaylân sarmaşır (Necâtî Bey, G. 194-5)

Nâbî ise kelimeyi farklı bir anlam ilişkisi içinde kullanır. Onun sözleri bir cevherdir ve o bu sözleri hazineler dolusu olarak saçmasa varak yani kâğıtlar etekler dolusu cevherlere sahip olamazdı. Nef’î ise memdûhuna, onu medh etme eteğini nazım incileriyle doldursa da ona olan borcunu ödeyemeyeceğini söyler:

Biz nisâr eylemesek gevheri mahzen mahzen

Nâ’il olmazdı varak gevhere dâmen dâmen (Nâbî, G.643-1) Muhassalı dür-i nazmımla dâmen-i medhin

Pür eylesem yine mümkün değil edâ-yı düyûn (Nef’î, K.58-42)

Nâilî’ye ait bu beyitlerde “dâmen-âlûde” ve “ter-dâmen” ifadelerini görürüz. Bunları iffetsiz ve namussuz anlamlarında kullanır. İlk beyitte âşık, ikinci beyitte ise sevgili için bu ifadeleri kullanır:

Dâmen-âlûdeliğim aşka ederdim ta’lîk

Verse âlâyişe ruhsat nazar-ı pâk bana (Nâilî, G.4-2) Mestâneliğim bir büt-i sîmîn-ten içindir

Kan ağladığım bir gül-i ter-dâmen içindir (Nâilî, G.42-1)

68. DAMGA (TAMGA)

Türkçe bir isimdir ve kişilerin imzası, mührü olarak kullanulır. Ayrıca vergi anlamı da vardır. Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan damga bayrak, silah, kumaş vb. şeylere de vurulmuş; bir anlamda sembol olarak da kullanılmıştır.

Damganın ayrı bir özelliği de gümrüklerden vergi alınan mallar üzerine

vurulup gümrük vergisi anlamında kullanılmasıdır. Bu vergi çeşidi Osmanlı’da büyük bir öneme sahipti. Bu amaçla kumaşlara da vurulmaktadır.

Şiirlerde bu kullanımı karşımıza çıkmaktadır. Bazen âşığın vücudundaki yara ile damgalı kumaş arasında bağ kurulur. Âşığın derisi kumaş, üzerindeki yara ise kanlı olup kırmızı renkli olmasından dolayı al damga olarak düşünülür. Ayrıca damga vurulmamış kumaş ticârî anlamda değere sahip olmaz. Kumaşa vurulan damga bu ürüne bir anlamda resmiyet kazandırmaktadır:

Kolumda dağ ile kocsam miyânın ictinâb etme

174

Ele girmez metâ‘ı gavgâsız

Akçe etmez kumaşı tamgasız (Nedîm, Mes.2-2)

Damga sadece kumaş üzerine vurlmaz. Çeşitli eşya veya belgelere de vurulurdu. İlk beyitte tasa benzetilen gönle vurulmuş damgadan bahsedilir. Klâsik Türk şiirinde sevgiliye kavuşmak veya onun vuslatı için bu kelime kullanılmıştır. Aşk cevheri kimyâ ilmi ile elde edilen bir kâr, kazanç olmazsa gönül tası kabul damgasının işlenmesine uygun olmaz:

Tas-ı dil olmaz sezâ-yı nakş-ı tamga-yı kabûl

Cevher-i ‘aşk eylemezse anda kâr-ı kîmiyâ (Nevizâde Atâyî, G. 1-2)

69. DAVAR (TAVAR)

Kelime günümüzde büyük baş hayvanlar için kullanılmakla birlikte eskiden koyun ve keçi sürülerine bu isim verilirdi. Şiirlerde tavar şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Osmanlı döneminde tarım ve hayvancılığın önemi düşünüldüğünde dönem ticâretinde koyun ve keçinin önemi daha iyi anlaşılır. Tırsî de kelimeyi genel anlamıyla bu önemi doğrultusunda kullanmıştır. İki beyitte geçen Dobruca Osmanlı döneminde Silistre eyaletine bağlı bir yerken günümüzde çoğu Romanya’da, bir kısmı ise Bulgaristan sınırları içinde bulunan bölgenin adıdır. Beyitlerden hareketle bölgede hayvancılığın önemli olduğunu görmekteyiz. İlk beyitte şâir pazarda yaptığı alışveriş sonucu ettiği zarardan bahseder:

Gelürse Dobrıca beygirleri bu bâzâra

Bizüm de hissemüze bir çürük tavar düşer (Tırsî, G. 47-7) Rûm ili beygirleri tenbel olur sanma sakın

Dobrıca etrâfınun eşkin tavarın görmişüz (Tırsî, G. 79-7)

Mal veya davar dünyalık diye adlandırılan, canın karşılığı olmayan ve fazla değer verilmemesi gereken şeylerdir:

Bahâsı cânum anun mâlıla tavar degül

Sevdük mi ele girür sevdükler virmeyince (Yunus Emre, G. 297-5)

70. DEFÎNE

Türkçe karşılığı gömü veya gömme, Farsçası genç demek olan; yer altına gömülmüş para anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Eski devirlerde kişilerin elde ettikleri kazançlarını emniyetli bir şekilde saklayacakları banka gibi kurumlar

175

bulunmadığı için para veya değerli madenler çeşitli kaplarla toprağa gömülmüştür. Bazen bu değerli şeyleri gömen yerini söylemeden ölür ve bunlar daha sonra meraklıları tarafından aranıp bulunabilirdi. Hatta günümüzde bile bu defineler çeşitli büyülerle tılsımlanır ve bulmaya çalışanlara cin musallat olabilir düşüncesi hakimdir. Eskiden de bu tılsım dolayısıyla defineyi bulan kişinin yılan gördüğüne inanılırdı. Bu nedenle şiirde define yılanla birlikte anılmıştır.

Beyitte kav kelimesi geçmektedir ki bu ağaçların gövdelerinde oluşan ve ateş yakmak için kullanılan bir maddedir. Keyf ehli kibrit veya çakmak olmasına rağmen sigara tablaları yanında kav ve çakmak taşı da taşır, sarma tütünle yaptıkları sigaralarını bununla yakarlardı.

Bu nedenle kav, keyf ehli olan yani tütün tiryakisi olanlar için bir definedir. Bu definenin tılsımını açacak olan ise akçedir:

Akçedür anun tılısm-ı a‘zamî ol feth ider

Bir defînedür ki ehl-i keyf olan yârâne kav (Tırsî, G. 161-5)

Şâirler şiirlerinde tılsım ve yılanı define ile birlikte sık sık kullanmışlardır. Bazen gönül cevheri ten toprağında gömülü bir define olur ve onu elde edebilmek için tılsımlı bir yılana benzeyen nefsi yok etmek gerekir; bazen aşk, şiir tılsımı açıldığında ortaya çıkan bir define olur ve bunun karşısında Kârûn’un definesi yerlere geçer; bazen de kav gibi bir madde keyif ehline define olur:

Defn itdi hâk-i tende kazâ cevher-i dili

Mâr-ı tılısm-ı nefsi helâk it defîne aç (Emrî, Kıt’a 42-3) Tılısm-ı şi’r açılup genc-i ‘ışk olalı ‘ayân

Utandı yirlere geçdi defîne-i Kârûn (Âşık Çelebî, G. 65-4)

Yine aşk, âşığın vîrâne olmuş bedeninde kendini tende oluşan yaralarla belli eden bir define olur:

Cism-i vîrândadur defîne-i ‘ışk

Dâg yetmez mi ‘Âşık ana nişân (Âşık Çelebî, G. 49-5)

Şâirler ilâhî duyguları da ifadeyi ihmal etmezler. Defîne yeri gelir Ka’be yeri gelir kelîme-yi tevhîd olabilir ki bu gönlü süsleyen bir defînedir:

Sandûka-i cevâhir-i esrâr Ka’be’dür

Gencîne-i defîne-i âsâr Ka’be’dür (Nâbî, G.100-1) Niçe zîbâ defînedür dilde

176 71. DEFTER

“İslâm ve Türk devlet bürokrasisinde çeşitli kayıtların tutulması için kullanılan evrakın bir araya getirilmiş şekli. Malî teşkilâtı başlangıçta İlhanlı tesirinde gelişen Osmanlı Devleti'nde de sistemli bir şekilde defter tutma usulü mevcuttu.” (Göyünç, 1994: s. 88-89).

Beyitte ömür bir nakide benzetilmiş ve hayat sanki bir ticâret ilişkisi gibi düşnülmüştür. İnsan dünyada bir alışverişte gibidir ve aldıklarının karşılığındaki borcunu ömrünü vererek kapatacaktır. Bu hesap da mahşerde önüne konacak defterle anlaşılacaktır:

Nakd-i ‘ömrün neye sarf oldı hisâb eyle diyü

Rûz-ı mahşerde şehâ önüne defter korlar (Behiştî, G. 162-3)

Klâsik Türk şâirleri defter kelimesini öncelikli olarak aşk ve sevgili ile ilgili konularda kullanmıştır. Âşık kendini parçalanmış ve çoğalmış yaralarıyla aşkın hesapsız defteri olarak görür. Bazen sevgilinin yüzü yazılı bir defter olur. Eşi benzeri olmayan bu yüzün, naz hesâbını nazar ehli muhâsibe verir:

Nokta-i dâg u medd-i şerha ile

Defter-i bî-hisâb-ı ışkız biz (Haşmet, G. 103-3)

Erkâm-ı defteri yüzünün iy naziri yok

Ehl-i nazar muhâsibe virür hisâb-ı nâz (Karamanlı Aynî, G.210-7)

Sevgili burada ise beylerbeyi olmuştur. O, tımar sisteminin kaydını deftere tutar. Gönül de eğer bu tımardan isterse bu deftere adını yazdırmak zorundadır:

Açtı gördü defterin hüsn ile ol beğler beği

Sen de timâr ister isen ey gönül geç deftere (Necâtî Bey, G. 449-5)

Bu beyitte “defteri dürülmek” deyimi vardır ki öldürülmek anlamındadır. Hayâlî de kendini, Mecnûn’un defterini felek dürdüğünden beri aşk ülkesinin pâdişahı olarak görür. Usûlî ise bu dünyanın sultanlarına ölümü hatırlatır ve sahip olduklarına yuf der:

Düreli dest-i felek defterini Mecnûnun

Kişver-i aşka seni sâhib-i tuğra biliriz (Hayâlî, G. 208-5) Dürülür çün kamu defterleri tômâr gibi

Dehr sultânlarının defter ü dîvânına yûf (Usûlî, G. 57-3)

Defterinin dürülmesinden rakîb de payını alır. Bazen de gönül bir defter olur. Âşığın gönül defterinde; sevgilinin yaptığı nazın, verdiği eziyetin ve başına açtığı

177

belâların sığacak yeri yoktur. Hatta bunlar sevgilinin olduğu illerde kitaba sığmaz ve hesâba gelmez derecede çoktur:

Çün ki arz itdün Münîrî nâme-i ikbâlüni

Defter-i ömr-i rakîbi âhir-i kâr ol dürer (Münîrî, G. 122-5)

Dil defterinde nakd-i belâ çok hisâbı yok

Sıgmaz kitâba cümlesinün fasl u bâbı yok (İshak Çelebi, G. 137-1) Didüm hisâb ile cevr it didi bizüm ilde

Ne nâza defter olur ne cefâ hisâba girür (Hamdî Çelebi, G. 27-4)

İslâm inancına göre insanların dünyada yaptıkları her türlü olumlu-olumsuz fiillerin-amellerin yazıldığı ve kendilerine kitap şeklinde sunulacak Kur'ân-ı Kerîm’de de belirtilen amel defteri vardır. (bk. el-İsrâ 17/13-14).

Klâsik Türk şâirleri defter kelimesi olunca bu konuya da değinmişlerdir. Gelibolulu Sun’î, çektirdiklerinin çokluğu yüzünden sevgiliye hesap gününün elemini hatırlatır ve bugünü bilsen cevr defterini Aslıyla yakardın der. Nef’î ise dertlerinin hesaba ve kitâba gelecek olduğunu bilse hesap günü ve amel defterine râzı olduğunu söyler. Sevgilinin verdiği dertler çok fazladır:

Aslıyla yakardun oda sen defter-i cevri

Fi’l-cümle bileydün elem-i rûz-ı hisâbı (Gelibolulu Sun’î, G. 184-4) Rûz-ı şumâr u defter-i a’mâle kâ’iliz

Ger derdimiz bilinse hisâb u kitâb ile (Nef’î,G.106-4)

72. DEFTERDÂR

Osmanlı devletinde hazineden sorumlu olan kişiye defterdâr denmiştir. Devlet hazinesine girip çıkan her türlü paradan o sorumlu olmuştur.

Bu kasîdede şâir bahar tasvîri yapıp gül ve nevrûzdan bahsederken defterdârı kullanır. Defterdâr defteri sultana sunar. Şâir de övdüğü kişinin bu mertebede olduğunu ve kırmızı yapraklarıyla gülün onun defterdârı olduğunu, kapısına nevrûzun gelip defter arz ettiğini söyler. Mâlî hesaplar da bu defterlerde tutulmaktadır. Deterdâr aslında sultan adına bu defteri tutar. Bir anlamda devletin alacağı olan vergi gibi girdiler bu deftere işlenir. Bu bağlamda beytin ticâretle ilgisini kurabiliriz:

Al evrâk ile gül olmasa defterdârun

178

Burada ise Ahmet Nâmî, o devrin defterdârının çocuğuna ait düğüne tarih düşmüştür. Nedîm ise Ali Bey adlı bir defterdârın bu göreve atanma tarihini düşer:

Sûr-ı mîrzâlarına hazret-i defterdârun Nâmî dîvân-ı hâtırdan idince fâli

Geldi bu mısra’-ı ferhunde vü düşdi târîh

Hak mübârek ide sûr-ı dü-murâd ikbâli (Ahmet Nâmî, T. 18) Dedim târîhini sadr-ı güzîne harf-i mu‘cemle

Ali Begle efendim buldu defterdârlık izzet (Nedîm, T.43-7)

73. DEĞİRMEN (DEGİRMEN)

Tahılları öğütmek için kullanılan araç veya yapılardır. Frınların olmadığı ve herkesin ekmeğini evinde pişirdiği dönemlerde un elde etmek için kullanılan değirmenler günümüzde daha ziyade sembolik anlamda ve turistik amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Yunus Emrenin şiirlerinde karşılaşılan kelime dünya yerine kullanılmıştır ve dünya, insanları gaflet sepetinde tane misali öğüten bir değirmendir. Burada unu öğüten değirmenci ise Azraildir. Öğüne ise insanların kendisi veya ömürleridir:

Bu dünyânun misâli benzer bir degirmene

Gaflet anun sepedi bu halk ögünen dâne (Yunus Emre, G. 313-1)

Degirmene varursun degirmenci sorarsın

‘Azrâîl dirlerimiş ol unı ögüdene (Yunus Emre, G. 313-2)

74. DELLÂK

Halk arasında tellâk da denir ve hamamlarda müşterileri keseleyerek yıkayan kimseye verilen isimdir. Kelime şiirlerde genel manasıyla kullanıldığı gibi çok farklı anlam ilişkileri içierisinde de kullanılmıştır.

Bu beyitlerde dellâk kesesinden ve onun boşluğundan bahsedilir. Yapılan işin karşılığında bu işle uğraşanlar belli bir ücret almaktadır. Nâbî istek ve arzularının hiç olmamasını, Süheylî ise iyilik ve güzelliği faydasız, boş insanlardan beklemeyi dellâk kesesiyle anlatmıştır. Çünkü bu yorucu olmakla birlikte kazancı fazla olmayan bir iştir:

Ser-engüştümdeki nâhundan özge nukre girmez hîç

Benüm cîb-i ümîdüm kîse-i dellâke dönmişdür (Nâbî, G.66-5) İstemek nakd-i kerem her ebter ü Etrâkden

179

Bu kelime kullanılırken “halvet, müşteri, külhan, peştemâl, germâbe, kîse, hammâm” gibi kelimelerle tenâsüplü olarak ele alınmıştır ve özellikle sevgili bir tellâk olarak düşünülmüştür. Bazen de âşık, sevgili ile hamamda bir araya gelemezse güzel bir dellâkla hem-halvet olmak ister:

Olmadım germâbede yek-ten o cism-i pâk ile

Bârî hem-halvet olaydım bir güzel dellâk ile (Sümbülzâde Vehbî, G. 232-1)

Haşmet ise onu put gibi güzel olarak niteler ve o sîmîn bedenlidir. Şâir ticârî unsurları da kullanmayı ihmal etmez ve onunla bir arada ve yalnız olamamasını müşterisinin çokluğuna bağlar. Eğer onu yalnız bulup da onunla baş başa kalabilse peştemelin altındaki güzellikleri de görecektir:

Külhan etdi dilimi bir büt-i dellâk çi sûd

Kesret-i müşterîden halvete nevbet gelmez (Haşmet, G. 114-3) Mihekke urdum ol sîmîn beden dellâki halvetde

Gümüş gibi neler gördüm o zîr-i peştemâlinde (Haşmet, G. 224-3)

Bazen de sevgili peri gibi güzel bir dellâk olur. Bedeni tertemizdir ve âşık ona kavuşamamanın verdiği çaresizliği yaşamaktadır:

Bir perîyi sevüp ol dilber-i dellâk yine Taş sokmış beline ol beden-i pâk yine Gögsini bagrına basmışdur olup hâk yine N’ideyin çâre nedür veh basayım bagruma taş

(Gelibolulu Sun’î, Murabba 6-7)

Dellâk yeri gelir sevgilinin anber kokulu saçına elini dolamış bir rakîb olur ve bu âşığı perişan eder.

Dest-i dellâki görüp ol zülf-i ‘anberfâmda

Başuma kaynar sular koydı duşa hammâmda (Behiştî, Matla’ 31)

Dellâk burada ise hasetten ölen gönlü yıkayan bir gassâl olmuştur. Behiştî de Ehrimenden bahseder. “Zerdüştlerin inandıkları kötülük ve karanlık tanrısına bu ad

verilir. Şeytanlar ordusunu yönettiğine inanılan Ehrimen aynı zamanda bir çirkinlik sembolüdür.” (Pala, 2000: s. 125) Şâir onun görüntüsüne, çirkinliğine atıfta bulunur

ve böyle bir dellâkın hamamda canını alacak bir Azrâil gibi olacağını söyler:

Dil hasedden öldi tâ dellâk degdi cismüne

Ölmezin sanurdı bu bî-çâre degme derd ile (Zâtî, G. 1470-2) Beni yatursa ogsa Ehrimen sûretlü bir dellâk

180

Beyitte ise şâir tasavvufî bir anlamı ifade etmektedir. Burada sîne hamama benzetilir ve Allah yolunda yürümeye çalışan sâlik kendini buranın dellâkı olarak görür. Nasıl ki dellâk hamama gelenleri yıkayıp temizlerse Hak âşığı olan da kalbini mâsivâdan temizlemenin derdindedir. Aşk yolu her zaman çetin ve zorludur. Bu yolda çile, ızdırap ve gözyaşı vardır. Gönül aynı zamanda bir çocuktur ve saf, masumdur. Onu gece ve gündüz gözyaşıyla temizlemeye çalışır:

Sîne hammâmında dellâk olmaga meyl eylerüz

Âb-ı çeşm ile o tıflı rûz u şeb gasl eylerüz (Mehmet Sıdkî, G. 104-1)

75. DELLÂL

Alışverişte alıcı ile satıcı arasında aracı olan ve satılacak malı satan kimseye denir. Halk arasında tellâl şeklinde teleffuz edilen sözcük günümüzde daha çok “Herhangi bir şeyi, olayı veya bir şeyin satılacağını halka duyurmak için çarşıda, pazarda yüksek sesle bağıran kimse, çağırtmaç” manasıyla meşhur olmuştur.

“Dellâl, Klâsik Türk şiirinde adı anılan meslek erbâbı arasındadır. Hakîkî ve mecâzî olarak ticâretin işlendiği ve ticârî öğelerin anıldığı, çarşı ve pazardan (bâzâr) söz edilip alım-satımın işlendiği beyitlerde bir ilgi kurularak dellâl sözcüğü de zikredilebilir. Eski çağlarda çarşı ve pazarlarda bir dellâl mutlaka bulunur, satıcı ile alıcıyı bir araya getirir, alışverişin hareketlenmesini sağlardı. Satılacak mala müşteri bulur, satışta önemli rol oynardı. Bu bağlamda aşk bir meydan ya da pazar,

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 173-186)