• Sonuç bulunamadı

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

50. CÂN-BÂZ

Canını tehlikeye atarak sirklerde tehlikeli gösteriler yapan kimseye denir. Klâsik Türk şiirinde ise âşık sevgili karşısında canbaz özellikleri gösterir.

Şiirlerde ip üstünde oyunlar oynayan ip canbazlığı yapan âşıktır. Beyitte âşık sevgilinin ipe benzeyen saçlarında akıl terazisini kaybetmiş ve canbazlık yapmaktadır. Zaten sevgili başka türlüsünü kabul etmez:

Düşürmeyince terâzû-yı ‘aklı oynatmaz

Ne turfadur resen-i zülf-i dost cân-bâzı (Hamdî Çelebi, G. 157-3) Kelimenin bir de ticâret hayatını ilgilendiren anlamı vardır. Buna göre ise

canbaz hayvan alışverişiyle uğraşan kimseye denir. Aşâğıdaki beyitte şâir kelimeyi ticaretteki anlamıyla kullanır:

On iki guruş ile gelüp at pazarında

At beygir alup satıcı cân-bâz olamazsın (Tırsî, G. 155-4)

51. CÂRÎ

Kelimenin sözlükte “akıp devam eden geçerli olup yürürlükte bulunan anlamlarına gelir.

Ekonomi terimi olarak da cârî hesap kavramına bakacak olursak “İki mâlî

kuruluş veya iki kimse arasında fâiz ve sermâyeleri hesaplanmak üzere tutulan karşılıklı hesap, alacak verecek hesâbı.” (MEB, 1995: s. 1328) olarak tanımlanır.

Şâir bir anlamda insanların bulunduğu pazarda, bu aslında Osmanlı toplumudur, geçerli olanın sadece kuru bir iltifat olduğundan şikâyetçidir. Kendisi bie şâir olarak yazdıklarının karşılığını maddî olarak alamamaktan dertlidir. Eğer sultânı sevgili olarak düşünürsek de bu sevgilinin âşığa yüz vermemesidir:

Şimdi sûk-ı nâsda cârî olan bir iltifât

Gûyiyâ dirhem-i meskûk-i sultân kalmamış (Meşhûrî, G. 63-3)

Kelimenin şiirde ticârî anlamdan ziyâde diğer anlamlarıyla kullanıldığını görürüz. Fuzûlî ciğer kanı ve gözyaşını kıyaslar. Sevgili için ciğer kan ağlar, göz

158

kanlı yaş akıtır. Bir vakit ciğerim kanı gözüm yaşını geçmişti. Ama aşk eski âdetin devâm etmesine hükmetti:

Sebkat etmişti ciğer kanı gözüm yaşına bir vakt

Aşk hükm etti yine cârî ola âdet-i sâbık (Fuzûlî,G.151-6)

Nehcî’ye göre parmaklarının ucundan akıp giden bu güzel mânâlı şiirler sevgilinin güzelliğinin mucizesindendir:

Cemâlün mu’cizindendür ki NEHCÎ

Benânından olur cârî bu ma’nâ (Nehcî, G. 15-9)

Fuzûlî Kânûnî’yi övdüğü bu kasîdede onun hilâfeti ve saltanatının devâm ettiğini anlatmaktadır. Nef’î ise bu kasîdede övgüsünü yaparken, onun devrinde kendisi gibi bir gönül ehline nasıl olur da pâdişâhın değil feleğin fermânının geçerli olacabileceğini sorar:

Hem hilâfet hükmünü hem saltanat fermânını

Bundan etmiş âleme cârî mürûr-i rûzgâr (Fuzûlî, K.11-5) Ne revâ sencileyin pâdişehin devrinde

Böyle cârî ola ehl-i dile fermân-ı felek (Nef’î, K. 25-3)

Biraz da şâirlerin tasavvufî içerikli şiirlerine bakmak gerekir. Ahmet Nâmî, Allah’ın var olan her şeye lutf ve kahır hükmünün geçerli olduğunu ancak gerçek mânâda O’nun kahrının da bir güzellik barıdırdığını söyler. Hulûsî ise Hakk’ın tüm isim ve sıfatlarının yarattığı şeylerde hâkim olduğunu, insana ders olarak da O’nun birliğini söylemenin yeteceğini anlatır:

Mümkinâta gerçi hükm-i lutf u kahrı cârîdür

Kahrı da ma’nîde ammâ iltifâtıdur yine (Ahmet Nâmî, G. 97-4) Ey Hulûsî zikr-i Hak eşyâda cârî mutlak

Sana olsun bu sebak tevhîd edelim tevhîd (Hulûsi, G. 20-5)

52. CEB (CEYB)

Gömlek yakasında bulunan açıklığa cep denir. Kelime beyitlerde karşımıza bazen “kese” kelimesiyle birlikte çıkar. Nâilî’ye ait beyitte bu örneği görürüz. Şâir, gururlu insanların kendine verdiği zarar yüzünden kendisine dönüp kimsenin bakmamasını iflas etmiş kişinin kesesinin ve cebinin boş olmasına benzetir:

Kalmışdı ceyb ü kîse-i müflis gibi tehî

159

Şâirler yeri gelir söz söyleme kabiliyetlerini överken de bu kelimeden yararlanır. Nef’î bu kıt’a beytinde marifet ve hüner denizinin cebinin ve kenarının incilerle dolu olduğunu; bu denizdeki tüm sahilinin gösterişli sözlerin çöpünden uzak ve tertemi olduğunu söyler. Ahmet Nâmî de kendi nazmını temiz bir inciye benzetir ve gülün cebine aldığı şebnem gibi görür:

Kulzüm-i ma’rifetim ceyb ü kenârım pür-dürr

Sâhilim pâkdir âlâyiş-i hâşâkimden (Nef’î, Kıt’a 8-8) Dürr-i pâk-i âbdâr-ı nazm-ı Nâmî zann idüp

Aldılar ceybine güller bî-nihâye şebnemi (Ahmet Nâmî, G. 385-7)

Kelime bu kasîde beytinde ise terazi kefesi ile birlikte kullanılmıştır. Şâir kîse kelimesiyle birlikte kullanmış ve şikâyet etmektedir. Bu hayatta istek ve arzu nakidi kesesine hiç girmemiştir. Onun cebini ağzına kadar malla dolduran ise hep vesvese ve kuruntular olmuştur:

Girmedi kîsemize gerçi nukûd-ı âmâl

Mâlihulyâdır eden ceybimizi mâl-â-mâl (Sünbülzâde Vehbî, G. 175-1)

Vahyî ise bu gazel beytinde sevgiliden bahseder ve gönlü bir cebe benzetir. Lutuf kokusu gönül cebinden haşre kadar ayrı olmaz. Saçın, yakıcı olan güzel kokulu anber tarafından kıskanılsa buna lâyıktır. Sevgilinin kâkülü anberden daha güzel kokar:

Bûy-ı lutfı ceyb-i dilden haşre dek olmaz cüdâ

‘Anber-i sûzâna reşk itse revâdur kâkülün (Vahyî, G. 165-4)

53. CELLÂD

Verilen idam cezasını infaz etme görevini yerine getiren görevliye denir.

“Eskiden cellâdlar genellikle kara tenli(renkli) olur ve çoğunlukla Çingenlerden seçilirdi. Ölüm emrini yerine getirecekleri vakit ise kırmızı elbise giyerlerdi. Böyle günlerde pâdişâh da kırmızı kürk (kaftan) giyerdi. Cellâd, ölüm emrini (infâz) önce suçlunun çevresinde, kızarmış gözleri ile öfke ile dolaşıp ani hareketler yapar suçluya kırgın gibi davranırmış. Cellâdın ilgisiz davranışı şâirin söylemiyle idâm yerinde suçluya suçunu itirâf ettiren bir yaptırım işlevi görür.” (Zavotçu, 2013: s.

152-153)

Klâsik Türk şiirinde cellâdlık sevgiliye has bir özelliktir. Sevgili özellikle gamzesinin kan dökücülüğü cellâddır. Âşık sevgiliyle girdiği alışverişte bir kâr elde etmek ister. Nasıl ki sultan yazdığı yazıyla suçlunun idam fermanını yazarsa sultan

160

olan sevgili de yanağının güzelliğiyle âşığın idam fermanın imzalar. Cellâd olan gamze de bu hükmü uygular. İşte âşık için tek kazanç budur:

Gamze-i cellâdın etdi âşıkın kârın tamâm

Ey şeh-i bî-dâd hattın dahı fermân almada (Nedîm, G. 136-3)

Sevgililer binlerce büyü yapıp fitne ve karışıklık çıkarırlar. Sevgilinin cellâd olan gamzesi ancak kan döker:

Ey neden fitne güzeller bin füsûn eyler bana

Hançer-i cellâd-ı gamzen arz-ı hûn eyler bana (Handî, G. 36-1)

Ümmî Sinan ise Allah aşkının olduğu bir meydanda şehit olmayı ister ve canını alacak olan da cellâddır:

Bugün meydân-ı ‘aşkında şehîd olmak murâdımdur

Buyur cellâd gerek mahfî gerek âşkâre kılsunlar (Ümmî Sinan, G. 56-6)

54. CERRÂH

Eskiden doktora verilen isimdir. Günümüzde ise ameliyet yapan operatör doktora denir.

Klâsik Türk şâiri kolay kolay cerrâhtan kendisine, derdine devâ bulmasını ve yaralarını iyileştirmesini istemez. Çünkü onun âşığa vereceği merhem ona fayda etmez. Nâbî de ister merhem olsun ister olmasın sînesinin sıkıntılarla dolu olduğunu ve mutluluk dükkânının cerrâhının merhemini başkasına vermesini ister:

Gayre satsun merhemin cerrâh-ı dükkân-ı neşât

Zahm ile pürdür derûnum merhem olsun olmasun (Nâbî, G.603-4)

Klâsik Türk şiirinde özellikle sevgilinin derdiyle hasta ve yaralı olan âşığı iyileştirmeye çalışan; fakat bunda başarılı olamayan bir tip olarak karşımıza çıkar. Şâir mübalağalı bir söyleyişle sevgilinin aşkı karşısındaki dert ve ızdırabını, yaralı hâlini anlatır. Benim sînemdeki yaraları cerrâhlar dikse; bir yandan yarayı diken ip, diğer yandan da derdim yaralanır, mecrûh olur. İkisi de benim bu halim karşısında kanlı gözyaşı döker:

Dikse sînem zahmını cerrâhlar mecrûh olup

Rişte kan ağlar bana bir yana sûzem bir yana (Hayâlî, G. 21-3)

Yine bu beyitte de âşığın sıkıntı dolu gönlünü cerrâhın dikmesinin faydasızlığı ve bu yüzden ona duyulan sitem anlatılır. Çünkü sevgilinin peykânı, yani oka benzeyen kirpikleri onun gönlünü gamla doldurur; ancak âşık bu durumdan

161

hoşnuttur. Bu okları gönlünden almasını, onlara göz dikmesini istemez. Âşığı asıl bu incitir:

Ben nice incinmeyem zahmum diken cerrâhlara

Göz diker peykânına ki bu dil-i pür-gamdadur (Gelibolulu Sun’î, G. 46-3)

Ahmet Paşa’da olduğu gibi bazen de sevgiliye ait bir güzellik unsuru cerrâh olarak düşünülür. Âşık sevgilinin yüzüne bakınca onun aklı başından gider. Sevgilinin gamzesi bir cerrâhtır. Âşığın gönlüne gamze cerrâhı gam oklarını gönderir:

Dilde gam peykânı var aç yüzünü al aklımı

Kim çeke cerrâh-ı gamzen sîneden ol temreni (Ahmet Paşa, G. 347-5)

Bu beyitte ise kelime genel anlamıyla kullanılmış ve hüner dolu, akıllı ve hacamatta onun benzeri bulunmayan bir cerrâhtan bahsedilmiştir:

Nedür ol pür-hüner cerrâh-ı dânâ

Hıcâmetde bulınmaz ana hemtâ (Vahyî, Lugaz 23-1)

55. CERRÂR

“Dilenci” anlamına da gelmektedir. Her ne kadar resmî anlamda bir meslek

olmasa ve ticâret hayatının içinde yer almasa da çeşitli anlam ilişkilerini görmek açısından bu maddeye dâhil ettik. Tırsî kelimeyi genel anlamıyla kullanır. Dilencilikten kazandığı paralarla bir çadır almış fakat bunu yüklemek için beygir almaya parası olmadığından şikâyet eder:

Cerrârlık ile gerçi ki bir çader idindüm

Yükletmeğe beygir alacak sîm ü zerüm yok (Tırsî, G. 109-5)

Şâir ne Rum ve Hint’ten gelen ticâret sonucu elde edilen para keselerine sahip olmuş ne de Çin’den gelen değerli kâseleri istemiştir. Eski bir testi ile mey-hâne kapısında içki dilencisi olmuştur:

Ne nâ’il-i kîsehâ-yı Rûm u Hindem Ne mâyil-i kâsehâ-yı Çîn ü Sindem Bir köhne sifâl ile der-i meykedede

Cerrâr-ı meyem hemân ki rindem rindem (Nehcî, Rubâ’i 102)

Klâsik Türk şiirinde ayrıca âşık sevgiliden bir şey istemesi bakımından, dudağından bûse istemektedir, bir cerrâr olarak ele alınır ve şâir bunun ayıplanmamasını ister:

Bûse cerr itse lebünden Şem’iyi ayb itme kim

162

Sevgili aya benzer ve onun kadar parlaktır. Ey ay yüzlü sevgili! Felekler senin olduğun yerde elinde çerâğ ile gezen bir dilenci; ay ev yıldızlar ise burada senin dinar ve dirhemindir:

Çarh kûyunda çerâg ile gezer cerrârdur

Mâh u encüm anda ey meh dirhem ü dînârdur (Emrî, Kıt’a 80-1)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 160-165)