• Sonuç bulunamadı

BİLEZİK-DEMLÜC

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 153-160)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

42. BİLEZİK-DEMLÜC

Bayanların çok sık kullandığı ve Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan bileziğe şiirlerde az da olsa rastladık. Tespit ettiğimiz bu beyitte şâir bir atasözü şeklinde kelimeyi kullanır. Kendi bedenin halka şeklinde altın bir bileziğe benzetir. Sevgili âşığa daima cefâ eder. Sanatın altın bilezik olduğunu bildiği için sevgili

151

bedenimi cefâ ile yoğurur ve sararmış bedenim halka şeklinde altın bir bileziğe döner:

Çü bildi san‘at altun bilezikdür

Cefâdan cism-i zerdüm halka eyler (Gelibolulu Sun’î, G. 32-4)

Beyitte geçen demlüc kelimesi de bilezik anlamına gelir. Burada da kelime genel anlamıyla kullanılmıştır:

Aldı ol demlüci ‘Arab eline

‘Azm kıldı gitdi kendü yolına (Şeyyad Hamza, M. 680)

43. BİLLÛR

“Gayet parlak ve şeffaf (saydam) taş veyâ pek saf ve temiz beyaz cam, kristal” (Devellioğlu, 2012: s. 119) demektir.

Asırlık zâhidler bugün yüz taneli teşbihin bir tanesi karşılığında billûr kadehi sattılar. Beyitte zâhit tipi eleştirilmektedir. Zâhitler her zaman böyledir:

Câm-ı billûrun bu gün bir dânesine satdılar

Sübha-i sad dânesini zâhid-i sad-sâleler (Gelibolulu Sun‘î, G. 15-4)

Klâsik Türk şiirinde özellikle sevgilinin sînesi parlaklığı, saf ve temizliği dolayısıyla billûr olarak düşünülür. Âşığın gözüne aydınlık veren o ince, narin vücudu nurdan yaratılmıştır. Ayrıca sevgilinin bâzûları, kolları da bazen billûr olarak değerlendirilir. Bu haliyle bezme sâkî ancak sevgili olur:

Rûşen oldu çeşmime bu sîne-i billûrdan

Kim vücûd-ı nâzenînin halk olunmuş nurdan (Sümbülzâde Vehbî, G. 208-1) Ben mi sâki olayım bezme dururken sevdiğim

Böyle sîmin saklar billûr bâzûlarla sen (Nedîm, G. 103-4)

Zâtî’de olduğu gibi peri gibi güzel olan sevgili bazen de cennet bağı içindeki billûr bir şimşir ağacına benzetilir. Nâilî ise güneşi billur bir şişeye benzetir. Güneşin olduğu yerde hava aydınlıktır ve keder bulutlarıda bu havalarda olmaz. Eğer beyitte âfitâb kelimesini sevgili olarak düşünürsek, sevgilinin olduğu yerde âşığa sıkıntı ve keder olmayacağı anlamı da çıkarılır:

Bir perîye germ olub hammâmda didüm ana

Bâg-ı cennet içre bir billûrdan şimşâdsın (Zâtî, G. 1064-5) Misâl-i şîşe-i billûr-ı âfitâb olamaz

152

Atâyî ise bu beyitte kış mevsiminin soğukluğu ve sertliğini şahne denilen memurun soğuk sözleriyle ilişkilendirmiştir. Onun bu sözleri billûr kadehi kırmış, lâ’l taşını da toz haline getirmiş ve döküp saçmıştır:

Dönüp bârid kelâmı şahnenün bâd-ı zemistâna

Kırıldı câm-ı billûr oldı rîzân la‘l-i rümmânî (Nevizâde Atâyî, G. 222-6)

44. BİNÂ

Yapı ve ev gibi anlamlarının yanında “yapmak, kurmak, inşa etmek, bir

düşünce sistemine göre yapmak” gibi anlamları da vardır.

Kelime aşağıdaki beyitte genel anlamıyla kullanılmıştır. Müsemmen kelimesinin sekizgen anlamı olduğu gibi “kıymet biçilmiş veya biçilen kıymet karşılığında satılmış şey” (Devellioğlu, 2012: 866) anlamına da gelir. Burada daha ziyade sekizgen şeklinde mermerden yapılmış bir bina olan havuzdan bahsedilir:

Müsemmen havz-ıdı mermer binâsı

Suyı şîrîn latîf idi havâsı (Câmi’î, M. 4996)

Klâsik Türk şâiri vefâsız sevgiliye seslenir ve ona uyarıda bulunurken güzelliğinin güvenilmemesi gereken bir binâ olduğunu söyler:

Pâdişâhum bu binâ-yi hüsne itme i’timâd

Kasr-ı ‘ahd-i bî-vefâlar gibi bî-bünyâd olur (Zâtî, G. 297-3)

Aşk da temelinde belâ olan bir binâdır. Âşık ise bu belâya rızâsı olan kişidir. Yine de âşık, akan gözyaşı dünyayı sele verse bile bunda endişelenecek bir durum olmadığını çünkü gönlünde aşkının sağlam bir binâ gibi durduğunu söyler:

‘Işkun binâsını çü belâ-y-ıla urdılar

‘Âşık kim ola ol ki belâya rızâsı var (Ahmedî, G.254-3) Cihânı seyl-i sirişküm harâba virse ne ğam

Binâ-yı hâne-i ‘ışkun çü dilde muhkemdür (İshak Çelebi, G. 56-3)

Âşığın sabrı da ne kadar sağlam yapılırsa yapılsın, aşk derdinin zelzelesiyle yerle bir olan bir binâ olur:

Sabrum binâsını ne kadar muhkem eylesem

Eyler harâb zelzele-i ıztırâb-ı ‘ışk (Emrî, G. 249-2)

Vücûd içinde gönül gibi sağlam bir nakdi barındıran hikmetli sırlarla yapılmış bir binâdır. Bazen de ömür tükenen her günü duvarından bir taşın eksildiği binâ olarak düşünülür:

153

Vücûd bir binâ durur sırr-ı hikmet içinde

Gönül bir bünyâd durur nakd ol bünyâd içinde (Yunus Emre, G. 295-1) Günde bir taşı binâ-yı ömrünün düşdü yere

Can yatır gaafil binâsı oldu vîran bî-haber (Niyâzî Mısrî, G. 132-2)

Mutasavvıflar için suret, yani görünen şekil ve biçimler pek önemli değildir. Asıl önemli olan sırların saklı olduğu hazînelerdir. O, asıl hazînelerin saklı olduğu yıkık yerlerde en güzel hâlini bulur. Bu yüzden binaya benzettiği sureti harâb etmek onun için önemlidir:

Fahrdur sûret binâsını harâb itmek bize

Kenz-i mahfî birle biz ma‘mûr olan vîrânlaruz (Behiştî, G. 197-4)

Şiir de binâya benzetilebilir. Şiir, mânâ âleminin avlusunda görünen, kimsenin söylediğine benzemeyen ve yepyeni şeyler ifâde eden bir binadır:

Binâ-yı şi’r Nâbî öyle ‘âlîter gerekdür kim

Nümâyân ola sahn-ı ‘âlem-i ma’nî zemîninden (Nâbî, G.563-9)

45. BİTMEK

Türkçe olan bitmek fiilinin birçok anlamı olmakla birlikte biz şiirlerde geçen ve değer ifade eden “sona ermek, tamamlanmak, tükenmek, hiç kalmamak” anlamları üzerinde duracağız.

Sevgilinin yakuta benzeyen dudağı tükenmez bir hazinedir. Hiçbir şekerci dükkânı da onun tatlı dudağı gibi olamaz:

Bitmez lebi yâkûtı gibi kânlar içinde

Yokdur şeker agzı gibi dükkânlar içinde (Hamdî Çelebi, G. 131-1)

Şâir, âşığa sevgilinin gönlüne giden yolu tarif eder. Eğer âşık onun gönlünü almak isterse altın gibi sararmış bir yüz ve gümüş gibi gözyaşlarının para etmeyeceğini, bunun ancak gerçek altın ve gümüşle olacağını söyler:

Ruh-ı zerd akçe itmez nukre-i eşk ile iş bitmez

Cevânun kalbini almak dilersen sîm ü zer göster (Yahya, G.96-3)

Âşık için alışverişin en güzeli sevgiliyle olan, kârın en tatlısı da bu ticâretten elde edilendir. Âşık bu yolda sıkıntılar çeker ve yarasına kavuşma merhemini sevgilinin sürmesini ister. Fakat o buna karşılığı gamze ile verir ve hep o kârlı çıkar:

Zahmuma merhem itmedün vaslun

154

Allah, O’nun yolunda sarfedilen paraları bitirmez. Sanki kudret eli varmış gibi onların değerini arttırır:

Bir akçenin bitirdiğin bitirmez yüz kişi varsa

Aziz etmiş anı Allâh hemânâ dest-i kudretdir (Necâtî Bey, Kıt’a 20-1)

Nâbî beyitte mânâ ve Allah’ın hazinelerinden bahseder. Her şeyi veren O olduğu için, Ganî olan O olduğu için hazineleri tükenmez ve tüm bu dünyanın nimetleri O’nun elindedir ve tüm bu nimetler mutlak hazineleri yanında sınırlıdır. Kur’ân’da bu konuyla ilgili “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri yanımızda olmasın; biz

onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (Hicr 15-21) (DİB, 2007: s. 262).

buyurulmaktadır. Şâir, tüm bu gerçeklerin bir mânâ hazinesi olduğunu, eğer insanın eşyanın bu hakikatinden nasibi varsa alması gerektiğini; aynı zamanda insanın elindeki servetin harcandıkça bittiğini ancak O’nun servetinden hiçbir şey eksilmediğini anlatır.

Hissen var ise hazâ’in-i ma’nâdan Âgeh olagör hakâyik-i eşyadan Herkes yir içer döker saçar kârı biter

Eksilmez o şey hazîne-i Mevlâ’dan (Nâbî, Rubâ’î 171)

Beyitte geçen mühürdâr, “eskiden devlet erkânının mühürlerini muhafazaya

ve onun emriyle icap eden evrakı mühürlemeye memur olan kimseye verilen isim. Beylerbeyinin iç ağalarından olup paşanın evraklarına mühür basan ve yazışmalardan sorumlu olan memur” (Ünal, 2011: s. 498)dur. Mühürdarların

değerini arttıran asıl şey divitindeki kalemdir. Eğer o olmazsa sadece bir parmak ve ona yazarken sürdüğü tükrük ile hiçbir değeri kalmaz. “Âlet işler, el övünür.” (Türk Atasözleri ve Deyimleri (MEB), 1997: s. 21) tam da bu beyte göredir:

Sâde engüşt ü büzâk ile biter kârları

Kalem olmazsa devâtında mühürdârlarun (Nâbî, G.420-5)

46. BORÇ

Genelde daha sonra ödenmek koşuluyla alınan para veya maddı değeri olan bir malı ifade eder. Ayrıca bir kişiye karşı yerine getirmek zorunda olunan söz ve yükümlülük de borç kelimesi ile ifade edilir.

Klâsik Türk şâirine göre borçlu olan âşıktır. Âşığın ödemek zorunda olduğu bu borcun alacaklısı sevgilidir. Sevgilinin bazen her türlü felâketi satın alınır. Senin

155

belân karşılığında sana can borcum var. Ödemeye geldim, ama bu borcunu almazsın. İşte asıl belâ budur:

Can nakdi borcum idi belâna ana ne söz

Geldim edâya borcum alınmaz belâ budur (Hayâlî, G. 179-2)

Bazen satın alınmak istenen ise onun bûsesidir. Dil nakdini vermiş, karşılığında alacağı olan bûsesini almaya gelmiş; fakat o gonca ağızlı alacaklısından kaçar:

Nakd-i dil almış-durur bir bûse borcı vardur

Anun içün Emrîye görinmez ol gonca-dehen (Emrî, G. 366-6)

Şâir bazen de ölüme borçludur. Ey ölüm sana can borcum var bilirim. Ancak ben ömür nakdimi sevgilinin gamına verdim. Sana ise verecek sözümden başka bir şey kalmadı:

Nakd-i ‘ömri gama virdüm sana cân borcum var

Benden ey merg alacagun senün ikrârumdur (Emrî, Kıt’a 135-3)

Ey Emrî bu vefâsız dünya için gözyaşı ökme. Güneş ona bir şey borç vermedi; ama şemnem gözyaşını döktü. Sonunda eline ne geçti (senin de eline bir şey geçmeyeceği gibi:

Sîm-i eşki dökme Emrî bî-vefâ dünyâ içün

Mihr ne borç eyledi nakdini şebnem n'eyledi (Emrî, G. 551-5)

Yunus da dünyadan borçlu gitmemek gerektiğini anlatır ki bu kul hakkıdır. Ey hakkı görmeyen, bilmeyen kişi! Öfkelensen de, söğsen de, tahkîr etsen de sana derim ki bu dünyadan öbür âleme kul hakkıyla gitme!

İnileyin eydürisem gel boynunda borç kalmasun

Kakır söger buşar bana eydür ki iy Hakk'ı görmez (Yunus Emre, G. 104-7)

47. BOSTANCI (BÛSTÂNCI)

Bağ ve bahçe işleriyle uğraşıp ürün yetiştiren kimseye bostancı denmektedir. Bu meslek erbâbı elde ettiği ürünleri pazara götürüp satmaktadır. Günümüzde bu iş daha ziyade toptancılar eliyle yapılmaktadır.

Tarım ve bağ-bahçe işleriyle uğraşmak beden gücü gerektirir ve zordur. Üreticiler bazı sıkıntılarla karşılaşır. Aşağıdaki beyitlerde bu durumdan ve nasıl ürün elde edebileceklerinden bahsederler.

Bostancıların kuraklıkta kederlenirler ancak yağmur yağdığında sebzeler çoşar ve bol ürün elde edilir. Aynı durum sebzeler sulandığında da geçerlidir:

156

Kurak olsa mükedderdür bütün bûstâncılar ammâ

Kudurur sebzeler yağmur yağup bûstâne düşdükçe (Tırsî, G. 173-6) Çıkup yerden sarımsak anı bamya gördi büzildi

Suladukça dibin bûstâncılar oldı semer peydâ (Tırsî, G. 12-5)

48. BÖREKÇİ (BÖREKCİ)

Börek yapıp bunu satan kimsedir. Karşılaştığımız beyitte şâir, aklını başından alan İdincikli bir esnaftan bahseder:

Bir börekcidür biri sevsem ‘aceb mi anı ben Dâ'imâ ‘âşkı furûnında yanar cân ile ten Bağrumı gerçi kıyar nâz ile ol nâzük-beden Hoş gelür cevri bana ammâ miyâne itmeden

Hak budur bâğ-ı İrem’dür şehr-i İdincik ki var (Ravzî, Muhammes 3-23)

49. BURKA

“Peçenin Arapçası. Eskiden yüzünü gizlemek isteyen erkekler de burka ile gözleri açıkta bırakacak şekilde giyerlermiş. Günümüzde Afgan kadınlarının giydikleri göz yerine gelen kısmı dantelâlı bütün vücudu örten bir dış örtüsü.” (Ünal,

2011: s. 132).

Hamdî Çelebi bir kasîde beytinde kelimeyi övdüğü kişi için kullanır. Burada ticâretin kurallarından biri olan arz kelimesi geçmektedir ki bir ürünün piyasaya sunulmasıdır. Memduh burada cemâlini arz eder ki bunun için de burkasını kaldırmaktadır. O, yücelik ve büyüklük burkasını yüzünden kaldırıp cemâlini gösterdiğinden beri bu dünyada kavga ve karışıklık olmamıştır. Övdüğü kişinin cihâna düzen vermesinden bahseder:

Celâli burka’ın açup cemâl ‘arz ideli

Cihânda olmadı kem ‘ışk u şûriş ü gavgâ (Hamdî Çelebi, K. 1-14)

Münîrî beytinde sevgiliyi âftâb olarak niteler. Bu âftâbın yüzünü siyah bulut bir perde şeklinde, burka gibi kapatır. Sevgilinin mutluluk sahibi, mutluluk veren yüzünü bu burka yüzünden âşık göremez. Bursalı Rahmî ise sevgiliye sitem etmektedir. Seher vakti gönlünü alan yârin kaşlarını seyrettiğini ve bunun üzerine sevgilinin yüzüne burka örtüp kendinden yüzünü sakladığını söyler. Aslında ona bir şer yapmadığını ve kendisinin niye böyle davrandığını sorar:

Âftâbun yüzine ebr-i siyâh olur hicâb

157

Seher nezzâre-i ebrû-yı yâr-ı dil-sitân itdüm Nihân itdi yüzin burka’ salup bilsem ana nitdüm Bir âh-ı sûz-nâk idüp cihânı pür-duhân itdüm Yüzüme dest-mâlüm ebrveş dutdum figân itdüm Hilâl-âsâ bugün bir şâhid-i mahcûb sevmekden

(Bursalı Rahmî, Muhammes 16-3)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 153-160)