• Sonuç bulunamadı

BÂĞBÂN (BAĞÇEVAN)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 133-144)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

22. BÂĞBÂN (BAĞÇEVAN)

Klâsik Türk şiirinde bağın bekçiliğini ve bakımını yapan görevlidir. Bahçıvan bazen bağda yetiştirdiklerini satmaktadır. Burada bâğbân âşığın güzel yaradılışıdır. Ona yüzlerce kez aferin ki seni methetmekle gülleri çok ucuza verdi. Onun methi karşısında yetiştirdiği güllerin değeri düştü ve onlar bedavaya gitti:

Bu bâğbân-ı tab’uma sad âferîn kim

Virdi cihâna medhün ile râygân gül (Revânî, K. 16-31)

En önemli kullanım şekli sevgili ve gül bahçesi ile ilgilidir. Revânî kadehi, sevgilinin güzellik meclisinde güller bitiren güzelliğin gülbaçesinin bahçıvanı olarak niteler:

Güller bitürdi bezm-i cemâlinde dil-berün

131

Meşhûrî ise rakîb ile âşık arasındaki meseleye bağbânı da dâhil eder. Nasıl ki âşık sırf sevgiliye kavuşmak umuduyla ağyâra katlanırsa bâğbân da dikenin sıkıntısına bir gül için katlanır. Yoksa âşık rakipten hiçbir zaman haz almaz. Beyitte “Gülü seven dikenine katlanır.” atasözünü de bulabiliriz.

Çeker bir gül içün hârın cefâsın bâğbân yoksa

Olur mu âşık âyâ bir zamân ağyârdan mahzûz (Meşhûrî, G. 68-6)

Nâilî sevgiliyi yeni yetişmiş taze bir fidan ve gül olarak niteler. “kim bilir” diye sorarak da onun yetiştiği bağı ve onu yetiştiren bahçıvanı merak eder:

Nahl-i nev-resdir o şûhun bâğbânın kim bilir

Tâze bir güldür açılmış gülsitânın kim bilir (Nâilî, Müfret 28)

Aynı anlama gelen bahçıvan kelimesi de vardır. Kelime aslen Farsçadır ve geçimini sağlamak maksadıyla ürün yetiştirip satan kimseye denir. Beyitte, bu anlamıyla kullanıldığını görmekteyiz:

Hep bağçevanlarun gözi yazlarda açılur

Burnında çiçeği o hıyarun güzelliği (Tırsî, G. 198-4)

23. BAHÂ (DEĞER-KIYMET)

Bu kelimeler yakın anlamlı sözcüklerdir. Ticârete konu olan bir malın maddî değerini ifade etmek için kullanılırlar.

Beyitte ticârî bir gerçekten bahsedilir. Bir ürün piyasada az olursa onun fiyatı yüksek olur. Tıpkı sevgilinin çok değerli olan bûsesi için kendisine verilen bir âşığın canını az bulması gibi:

Bin câna virmese nola bir bûsesini yâr

Az olıcak metâ olur anun bahâsı çok (Yahya, G.174-3)

Yine ticârette kurallardan biri bir ürünü fırsatçılık yapıp değerinin üstünde bir bedele satmamaktır ki bu durum hoş karşılanmaz. Sevgili de onun güzellik kumaşına tâlip olan âşıktan hakkı olandan fazlasını istemektedir:

Olduksa harîdârı hemân kâle-i hüsnün

Satmak ne revâ gâlî-bahâya değerinden (Meşhûrî, G. 97-2)

Şiirlerde de genellikle sevgilinin değeri, güzelliği, eşsiz olması, ona ulaşmanın güçlüğü gibi konularda kullanılır.

Sevgilinin kaşı gibi unsurları yok yücedir ve bu yüzden buna sahip olmak çok büyük bedel gerektirir. Âşığın bunları elde etmek için yeterli dirhemi yoktur, çünkü o

132

fakirdir. Zaten sultan olan sevgili de onun bu fakirliğiyle böyle bir işe kalkışmasına ancak gülüp geçer:

Şehün kaşını görmekde behâçun oldı çok dirhem Ne haddün var fakîr anda bahâlıdur yüri ebsem

(Karamanlı Aynî, Muammâ 26)

Sevgili Klâsik Türk şiirinde güzellik bakımından Yûsuf-ı sânî yani ikinci Yûsuf olarak adlandırılır. O terâziden iner ve kavuşma metâı için bu yüzden ağır bahalar ister:

Bu gün o Yûsuf-ı sânî iner terâzûdan

Metâ‘-ı vasla anunçün agır bahâ ister (Nevizâde Atâyî, G. 55-2)

Şâir kendi kıymetini de unutmaz. Sevgili onun gözünde can metâının en kıymetlisidir. Onun dudağının değerini, değersiz bir köle gibi görünse de, ferâsetiyle anlayacak bahâdadır. Ayrıca kendisi gibi bir kölesi olduğu için, sevgili tarafından kıymeti bilinecek ve iltifat edilecek bir âşıktır:

Kıymet-i metâ‘-ı câna hemân la‘lün anlaruz

Bir bende-i kemîneyüz ammâ bahâlıyuz (Behiştî, G. 210-3) İltifât it dil-berâ dünyâya virme hâtırun

Kıymetin bil çünki Yahyâ gibi var bir çâkerün (Yahya, G.196-5)

Özellikle değer ve bahâ kelimelrinde sevgiliyle ilgili unsurları ele aldık. Bunlarla yakın anlamlı olan kıymet kelimesinde ise daha ziyâde diğer kullanımlarına bakalım istedik. Özellikle şâir Âgâh’a ait aşağıdaki “kıymet” redifli gazel konuyu daha iyi anlamamıza, kelimenin değişik anlamlardaki kullanımını görmemize yardımcı olacaktır. Bir şeyin kıymeti onun değerinden anlayan, onun ehli ve erbâbı olan insanlar tarafından bilinir. Şâir bunu her beyitte farklı bir konuya değinerek, uygun benzetmeler kullanarak açıklayıcı bir şekilde anlatmıştır:

Kimse bilmez ben kadar zevk u temâşâ kıymetin Lâle-i dil-hûn bilür dâmân-ı sahrâ kıymetin Ehl-i tecrîd oldugum çün i‘tibârum kalmadı Hayf bilmezler bu kâfirler Mesîhâ kıymetin Gark-ı bahr-ı hicrden sor lezzet-i dîdârını Sâkin-i sâhil ne bilsün dürr-i yektâ kıymetin Pençe-i küstâh-ı ‘ismetdür girîbân-gîr olan Yoksa Yûsuf sanma bilmezdi Züleyhâ kıymetin

133

Tavf iderken gird-i kûyun didi Âgâh ol sanem

Ka‘be kadrin bilmeyen bilmez kilîsâ kıymetin (Âgâh, G. 286)

Bu kelimeleri ele alıp da şâirlerin kendi şiir veya nazımlarının değer, kıymet ve bahâsına değinmemeleri düşümülemezdi. “Mârifet iltifâta tâbidir.” sözünde olduğu gibi iltifat gören bir hüner, sahibine daha da bir iştiyak verir ve onun daha başarılı olmasını sağlar. Ayrıca bir iş erbâbının kendi yaptığı işin ustalığını beğenmesi kadar doğal bir şey de yoktur. Mâkul ölçüler de olduğu müddetçe bu durum da motive edici ve başarıyı arttırıcı bir faktördür. Buna uygun olarak şâirler yer yer kasîdelerde yer yer gazellerde ve diğer nazım şekillerinde kendilerine ve şâirliklerine değinmişlerdir.

Şâirler kendilerine bu övgüyü yaparken biraz da kıymet bilinmemezlikten şikâyet ederler. Değer verilecek şey yeri gelir söz olur yeri gelir fikir olur. Kıymet bilinmesi de yeri gelir sevgiliden, yeri gelir devirden beklerler. Anlayan kimse olmadığında ise söz cevherleri olduğu yerde durur:

Suhan kıymetin fehm ider kimse yokdur

Kanı şimdi ‘âlemde sarrâf-ı mâhir (Mânî, K. 1-15) Derûn-ı dilde tursun çünki yokdur kıymetin anlar

Sebebsiz gevherim taşa urup hussâdı lâl etmem(Sümbülzâde Vehbî, G. 177-8)

Dünyanın kendisi de hiçbir kadri ve kıymeti olmayan bir kumaştır. İnsanın temiz olan nakdini yani ömrünü bu yolda tüketmemesi gerekir:

Kâlâ-yı gîtî bî-kadr-i kıymet

Ol nakd-i pâki gel itme efşân (Ayşe Teymûrî, K. 2-14)

Bazen fikir kazmasını ele alan şâir onunla derinlerde cevher dolu hazineler bulur. Bu hazînelerin en ufak parçası bie tüm dünyanın malına bedeldir:

Tîşe-i fikr ile bir kân-ı güher buldum ben

Ki değer her güheri nice cihân mâl ü menâl (Nef’î, K.36-47)

Değerinin bilinmesi istenen şey bazen, vakti saati geldiğinde tüm güzelliği görülecek bir yer olmuş:

Gerçi kim vardır onun her demde başka ziyneti Rûze eyyâmında da inkâr olunmaz hâleti Şimdi anlanmaz hele bir hoşça kadr ü kıymeti

Seyr-i Sa‘d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör (Nedîm, Şarkı 17 Bend 3)

Yeri gelmiş ehli elinde değer bulan ve erkeklik elbisesi olan ve çobanlrın kullandığı bir eşyâ, kepenek olmuş:

134

Ne bilür kıymetini zen-sıfat olan kişiler

Oldı ‘âlemde hemân kisvet-i merdân kepenek (Karamanlı Aynî, G.299-4)

Yeri gelmiş bu sevgilinin dudağına değince cana can katan, her damlası cevhere benzeyen şarap olmuştur:

Mey gibi kanı bir güher her katresi cânlar değer

Hakkâ ki câna cân katar yâr ile olsa leb-â-leb (Nef’î, K.62-4)

Ayrıca kasîdelerde de kendine yer bulmuş ve övülenin yüceliği, onun en ufak bir hareketinin veya bir adımının bile insana neler kazandırdığı ve hatta sabâ rüzgârının istek ve arzuları bile anlatılmıştır:

Bahâdur Hândur u sultân u ânun

Yolınun tozı cânlara bahâdur (Ahmedî, K. 30-22) Lutf idüp hâk-i hakîrün yüzine bassan kadem

Kadr ü kıymet buluban gerdûn gibi a’lâ olur (Revânî, K. 5-8) Almak için kiymetiyle sebzeden şeb-nem dürün

Yâseminden sîm dökmüş yâ semenden zer sabâ (Fuzûlî, K.5-2)

Dînî, tasavvufî ve ahlâkî durumlar da ihmâl edilmez. Yunus Emre, diliyle aşk diyenlere seslenip aşkın izzetinin maddî değer olmadığını anlatmış; Fuzûlî ise âriflere seslenmiş, değerinin çok olmasını isteyenin öfkeyle değil sükûnetle hareket etmesi gerektiğini anlatmaya çalışmıştır:

Diliyile ‘ışk diyenler bilmediler ‘ışk neydügin

Benüm cevâbum sen eyit ‘ışka ‘izzet midür bahâ (Yunus Emre, G. 2-4) Bin iken kadr ü kıymetin bir olur

Muztarib olsa kalbin ey ârif Eyle teskîn-i kalb hâsıl kim

Elfi tahrik-i kalb eyler elif (Fuzûlî, Mukattaat 17)

24. BAHŞİŞ

Bahşiş, yapılan bir iş karşılığında kişiye hakettiğinin haricinde verilen paradır. Ayrıca tarihimize baktığımızda birçoğumuzun bilebileceği “cülûs bahşişi” tabiri vardır. Bu bahşiş, “Osmanlı pâdişahlarının tahta çıktığı zaman sadrâzamdan

başlayarak devlet ileri gelenlerine, âlimlere ve kapıkulu ocaklarına, kanuna göre belli miktarlar üzerinden verdiği para” (MEB, 1995: s. 229)dır.

Anlatıldığı kadarıyla da eskiden Karadeniz’de adına “keser bahşişi” denilen bir hediye geleneği varmış. Yörenin ileri gelen, zengin insanları, toprak sahibi ağalar

135

kendilerine “konak” yaptırdıklarında işi yapan ustaya işi bitirdiği gün bir bahşiş verirmiş. İş bitince ustabaşı hâne sahibinin huzuruna çıkar ve sembolik olarak elindeki usta âleti olan keseri onun önüne atarmış. Konağı yapılan kişi de zenginliğine yakışır bir şekilde hatırı sayılır miktarda bir araziyi veya parayı bu ustabaşına verirmiş. Belki günümüzde bu şekilde yüklü ödeme yapılan bahşiş verme hasletimiz yok ama bazen taksicilere, bazen de evimize bir iş yapmaya gelen işyeri sahibinin ustalarına az da olsa para veriyoruz.

Bahşiş, özellikle kasidelerdeki kullanımıyla karşımıza çıkar. Burada mübalağa sanatı yapılarak ihsan ve bağış demek olan kerem bile mumduhun ocağındaki sofranın bağımlısıdır. O, çalışıp kazandıklarını cömertliğiyle insanlara bahşiş olarak verir:

Kerem ki sofre-keş-i dûdmân-ı himmetdir

Eder atiyye-i cûduyla kesb-i sâmânı (Nef’î, K. 31-34)

Şâir övdüğü kişiyi ve onun üstün özelliklerinin anlatırken maddî anlamdaki zenginliğini, eli açıklığını bu kelimeyi kullanarak ifade ediyor. Yeri gelir memduh, bahşiş vermenin ne olduğunu herkese öğretir; yeri gelir onun az bir bahşişi dünyanın tüm servet ve mülklerinden daha fazla olur:

Bahşiş-âmüz-ı kerem hazret-i sâlih paşa

Ki der-i devletidir mesken-i erzâk-ı butûn (Nâilî, K. 17-15) Cûdı anun az bahşiş itdüginde hergiz yitmeye

Mâl u genc ü Mısr u Şâm u mülk-i İsfâhân ana (Ahmedî, Kaside 6-31)

Şâirler sevgiliyi ve kendilerini de unutmazlar: Sevgili hesapsız bahşişiyle mutluluk veren bir sultandır:

Eyler o şâh-ı kâm-yâb bahşiş-i şevk bî-hisâb

Keçgül alup ele rebâb gelmiş olup gedâ-yı ney (Şeyh Gâlib, G. 305-14)

Onun kalemi hep yeni sözler söyler. Tüm dünyaya bu sözleriyle başak başak büyük inciler hediye eder:

Ol kilk-i ter-zeban kim güftârı bahşiş eyler

Dünyâya hûşe hûşe lü'lü-i şehvârı (Nedîm, K.38-15)

Yine kasidelerde tabiat tasviri yapıldığı durumlarda da kelimenin kullanımını görmekteyiz:

Zer-i hurşîdini mîzân ile sarf eyler çarh

136

Şiirimizde bahşiş anlamına gelen in’âm u ihsân, kerem, cûd, sehâvet, lütuf,

atiyye gibi kelimeler de vardır. Bunlarla ilgili verdiğimiz örnek beyitlerde de

“bahşiş” kelimesiyle aynı anlamlarda kullanıldığını görürüz:

Yem-i in’âm u ihsânunla ‘âlem şöyle gark oldı

Hicâb idüp yüzine kef tutar bahr ey kerem kânı (Vecdî. K. 27-8) O kim kilk-i ezel evsâf-ı pâkinde rakam kılmış

Sehâvet ma‘deni cûd u ‘atâ bahrı kerem kânı (Mânî, K. 2-11) İkişer yüz guruş mâhiyye ihsân eyledin hakkâ

Şeref bir akçeye şâyân degilken ey kerem kânı (Şeref Hanım, K. 57-2) Dirîğ etme gedâyân-ı derinden nakd-i ihsânın

Zamân-ı devlet-i hüsnünde âlem kâm-yâb olsun (Nedîm, G. 113-3) Kapundan itdiler her lütfa maksûd

Tapundan tutdılar ihsâna ümmîd (Karamanlı Aynî, G.127-2) Hele Şeyhî şu kapıdan gözet ihsân u kerem

Ki kemîn bendesidir mülk-i cihân pâdişehi (Şeyhî,G.197-7) Var mı bir kîse tehî şimdi çemen mülkinde

Cümle ezhârı ganî eyledi ihsân-ı nesîm (Yahya, G.236-3)

Son olarak da ilâhî bahşişten bahsedebiliriz. Şâir zahid ile ilgili eleştiri yaparken özellikle ilk mısrada “Allah’ın ihsânını isterken insanın elinin O’nun cömertliği karşısında dilenci olması” anlamı bu konudaki tüm gerçekliği gözler önüne sermektedir:

Deryûze elin hâhiş-i ihsân-ı Hudâda Ey zâhid-i huşk eyleme bîhûde küşâde Yagdırmayıcak aşk ile nîsân-ı sirişki

Gevher bulamazsın sadef-i dest-i duâda (Şeyh Gâlip, Rubai 43)

25. BAKIR

Kırmızı renkte olan bakır insanoğlunun ilk kullandığı madendir. “Esmer kırmızı renkte bir madendir. Özellikle kolay işlenebilme özelliği olduğu için altın- bakır alaşımı para basımında yaygın olarak kullanılımaktadır. Hem altın ve gümüşle olan ilişkisi hem de Türk kültüründe bakır işlemeciliği sanatı ve bakırcılık mesleğiyle kendine yüzyıllar boyunca önemli bir yer edinen bakır şiirlerde de çeşitli şekillerde kullanılmıştır.

137

Klâsik Türk şâirleri bakırı genellikle değerinin düşüklüğü, insanın değerinin azlığı, sahtekârlık, kuyumculuk ve altın gibi değerli madenlerle kıyaslama konularında ele alırlar.

Niyâzî Mısrî, beyitte sahtekâr bir kuyumcunun bakır ve demiri altın ve gümüş olarak satmasını ele alırken insanın mânevî anlamdaki yetersizliğinden bahseder:

Kuyumcısın kalpazan usta görsin iş bozan

Altun gümüş satarsın bakır-ıla demiri (Niyâzî Mısrî, G.191-6)

Tırsî ise ilk beyitte kendisi gibi değerli bir insanın süprüntü olarak görüldüğünü ve insanlar nazarında kıtmetinin anlaşılmadığını anlatır. İkinci beyitte ise değersiz bir insanın konuştuklarının dedikodu olmasını, içinden değeri çok olmayıp bakır çıkarılan bir madene benzeterek anlatır:

Süpründilikde kalmış Tırsî gibi cevâhir

Çıkdı bakır ayârı kahrından oldı hâmûş (Tırsî, G. 91-6) Ma‘deninde pîç gibi bakır çıkar külçe gelür

Böyle mahlût olduğından kîl ü kâl eksük değül (Tırsî, G. 126-4)

Ravzî; arkadaşı hırsız, kendisi de onun suç ortağı olan birinin değerini düşürmesini “altın adını bakır kılmak” deyimiyle anlatır. Tıpkı rakîb ile arkadaş ve onun yanında olan sevgilinin kendi değerini düşürmesi gibi:

Hem-demi luss kendüsi düzd ortagı

Kıldı altûn adını bakır gidi (Ravzî, K. 15-15) İgende olmasun agyâra hem-ser

Sakınsın altun adın bakır eyler (Mânî, Şehrengîz 128)

Akçe, Osmanlı’nın gümüşten üretilen temel para birimidir. Devletin zayıflamaya başladığı ve ekonomik yönden kötüye gittiği dönemlerde ayarı ve içindeki gümüşü düşürülüp içine bakır katılırmış. Bakırı çok olanın ise değeri fazla olmazmış. Şâir de beyitte, ellerin yârin güzelliğini seyrederken onun kendisini görmemesini onun için gözlerinden akıttığı gözyaşı akçesinin bakır olmasına bağlıyor:

İl cemâlün seyr ider cânâ görünmezsin bana Yohsa pür-hûn gözlerümün akçesi bakır mıdur (Zâtî, G. 174-3)

26.BALIKÇI

Balık tutan ve bunu satarak geçimini sağlayan kimseye balıkçı denir. Tırsî aşağıdaki beyitte şâirlerden bahsederken balıkçı esnafını benzetme unsuru olarak

138

kullanır ve onları çiroz olarak niteler. Çiroz, yumurtasını bıraktıktan sonra zayıflayıp güçsüz düşen uskumru balığına dendiği gibi bu benzerliğinden dolayı halk arasında çok zayıf kimselere de denir. Kelime sanatlı bir şekilde kullanılmıştır. Kendisi hüner denizinde çiroz bir şâirdir. Balıkçılar olarak nitelediği ise devrin büyük şairleridir. Şiir yazılan bu ortam hünerlerin sergilendiği bir denizdir. Kendisine bir düzen yapabileceği konusunda dikkatli olmalıdır:

Ey şâ‘ir-i çiroz hazer it kim balıkcıyân

Bahr-i hünerde itmeyeler bir düzen sana (Tırsî, G. 13-2)

Burada ise şâir için mahlas neyse teknesiyle fırtınaya yakalanan bir balıkçı için de kayık-hâneye sığınmak odur:

Çırnık-ı balıkçı ile furtınaya olsa düş

Hîç kayık-hâne kadar mahlas mı var deryâb ana (Tırsî, G. 14-2)

27. BAŞMAKÇI

Ayakkabıcı demektir. Ravzî, İdincik’i anlattığı bu bendinde ayakkabıcı olan bir esnaftan bahseder. Onun boyunun düzgünlüğünden, yüzünün güzelliğinden ve ona gönül veren kalplerin onda hikmet bulup hizmetine meyletmek istediğinden bahseder:

Biri bir başmakcı dil-ber kaddi mevzûn şekli hûb Ayağa saldılar işin yoğ iken hergiz ‘uyûb

Çekdürürken dâ'imâ ‘uşşâka envâ‘ı görüp Hıdmetine meyl ider hikmet budur kim her kulûb

Hak budur bâğ-ı İrem’dür şehr-i İdincik ki var (Ravzî, Muhammes 3-101)

Yine aynı şâir bu beyitte gönle seslenir ve aşk derdine her gördüğü güzele meylederek çare bulamayacağını; kendi hâlindeki gibi olan nice ayakkabıcı olduğunu söyler:

Derd-i ‘ışka çâre sor her gördügünden ey gönül

Başına gelmiş benüm hâlüm niçe başmakcı var (Ravzî, G. 195-3)

28. BATMAN

Geçmişte Türkistan’da yaşayan Türk toplulukları, İran ve Anadolu’daki Türkler tarafından kullanılan 2 ile 8 okka arasında ağırlığı değişen bir ölçü bürümüdür. Büyü, ağır gibi anlamları vardır. Ayrıca arazi ölçüsü olarak da kullanılmıştır. Günümüzde İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da bazı şehirlerde hem ağırlık hem de arazi ölçü birimi olarak kullanılmaktadır. (Kallek, 1992: 199-200).

139

Bu iki mesnevi beytinde de kelime ağırlık birimi olarak kullanılmıştır. İlk beyitte bin batman altından bahsedilir. İkinci beyitte ise bahsedilen kişinin eli kantara benzetilmiş ve bu ağırlığı kendi tartmaktadır:

Ki bin batman zer-i surh-ıdı sâfî

Yıkardı bir uruşda kûh-ı Kâf’ı (Câmi’î, M. 3234)

Destesi gürz-i Nerimân kendi Şekl-i kantâr ile batman kendi (Nevizâde Atayi, M. 1930)

29. BAY

Kelime sözlükte zengin (Dilçin, 2009: s. 40) manasına gelir. İncelediğimiz şiirlerde genellikle zıt anlama gelen “fakir, gedâ, yoksul” gibi kelimelerle birlikte kullanılmıştır.

Yunus Emre olaya dinî açıdan yaklaşır. Zenginlik kişinin sahip olduklarıyla ölçülür. Esnaf olanın dükkânında yeterli mal ve sermâyesi olmalıdır. Ayrıca insanın zenginlik veya fakirliği sorgulanmamalıdır, çünkü kişinin bu durumu Allah’ın tasarrufundadır:

Bana gelsün yohsul olan bay ola

Bu mâl u ser-mâye dükkân benümdür (Yunus Emre, G. 31-5) Kimi baydur kimi yoksul dime kim

Eger baydur eger yoksul ol eyler (Yunus Emre, G. 95-9)

Şâirler ağırlıklı olarak Allah karşısındaki fakirliği ifâde ederken ya da sevgiliyi anlatırken bu kelimeyi kullanırlar. Yunus’a ait ilk beyitte Allah’ta bir olmaya insanları davet ederken ikinci beyitte ise zenginliği de yoksulluğu da O’nun verdiğini söylüyor:

Bana gelsün yohsul olan bay ola

Bu mâl u ser-mâye dükkân benümdür (Yunus Emre, G. 31-5) Kimi baydur kimi yoksul dime kim

Eger baydur eger yoksul ol eyler (Yunus Emre, G. 95-9)

Bu beyitte ise şâir günümüzde de geçerli olan bir durumu anlatıyor. Yazın yoksul olsun zengin olsun insanların gezip dolaştığı yerler, kışın fakr ehlinin hoşça oturduğu yerler olur. Gerçekten de bir şehrin halka açık mesire yerlerinde zengin fakir demeden insanlar özellikle de yazın gezip dolaşır ve piknik yaparlar. Kışın ise bu mekânlar genellikle evsiz barksızların veya alkol ve uyuşturucu bağımlısı gibi toplumun hor baktığı insanların uğrak yeri olur. Fakr ehli de kendini yoksuldan daha

140

yoksul görür ve onların asıl zenginlikleri insanlar tarafından anlaşılmaz. Burada şâir gerçek anlamı söyleyip aslında uzak olanı kastetmiştir:

Yazın yohsul u bayun geşt-gâhı

Kışın fakr ehlinün hoş külhenidür (Dede Ömer Rûşenî, G. 21-3)

Burada aya benzetilen sevgiliyle yoksul ve bay kelimeleriarasında bir ilişki kurulmuş ve sevgili bay ile eşleştirilmiştir:

Eksikliğini yüzüne urma kamerin kim

Yoksula itâb eyleyicek bayı kınarlar (Necâtî Bey, G. 155-2)

Zâtî ise burada ömrün biteceği ve ecelin zengin fakir ayrımı olmadan herkese geleceği gerçeğini anlatır:

‘Ömrünün peymânesi pür olıcak Zâtî ecel

Bir tutar bay-ü-gedâyi sana bir sahbâ satar (Zâtî, G. 376-7)

Sevgili pâdişâhtır. Ey pâdişâhım! Nasıl ki gül zengin ya da fakir herkes içinaynı değerdeyse senin güzelliğine de herkes deli gibi tutulmuştur. Sevgili herkesin nazarında değerli görülür:

Hüsnünün âşüftesidür her gedâ vü her ganî

Pâdişâhum bir degül mi yohsul ile baya gül (Revânî, G. 231-6)

30. BÂYİ’

Günümüzde bir malın satış hakkını elinde bulunduran işletme ve bu satışı gerçekleştiren kimse anlamına gelen Arapça bir kelimedir. İlk beyitte âşık sevgiliye kavuşmanın müşterisidir. Aşk pazarında bâyi’lik yani satıcılık ancak böyle olur:

Müşteri ol bu nigârun vaslına

‘Işk bâzârında bâyi’ bundadur (Karamanlı Aynî, G.171-3)

Bâyi’nin sattığı ürün karşısında alıcı olan müşteri elindeki parasını vermek zorundadır:

Cevâhirin dökegör çün senin durur bâzâr

Zamâne bâyi’ ü cân müşterî cihân dellâl (Şeyhî, K.3-54)

Bazen muhabbet çarşısında satan da satılan da, zarar da kâr da bir olmuştur. Burada ilâhî aşktan bahsedilmektedir:

Bu çâr sûy ı mahabbetde nakd ı sûd u ziyân

141 31.BAYTAR/BÛRİYÂ-BÂF/ZER-DÛZ

Baytar, hayvanlara bakan hekim veya veteriner demektir. İncelediğimiz eserlerde bir beyitte karşımıza çıktı. Bu beyitte ayrıca “hasırcı” anlamına gelen

bûriyâ-bâf ve “sırma işleyicisi” anlamına gelen zer-dûz meslekleri de karşımıza

çıkmaktadır. Bunlarla ilgili fazla örnek olmadığı için bu üç mesleği aynı başlık altında ele aldık.

Ahmedî, beytinde dört farklı mesleği saymış; Nef’î ise kendini övdüğü bir gazel beytinde bu meslekleri kullanmıştır. Şiiri “bûriyâ-bâf”, şâiri ise “zer-dûz”

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 133-144)