• Sonuç bulunamadı

ÇAYLAKÇI-BAYRAKÇI-BARDAKÇI-ÇANAKÇ

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 169-173)

TİCÂRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR, TERİMLER, MESLEKLER

59. ÇAYLAKÇI-BAYRAKÇI-BARDAKÇI-ÇANAKÇ

Bu mesleklere çok fazla rastlamadık. Ravzî’ye ait bu gazelde karşımıza çıktığı için hepsini bir başlık altında inceledik.

Şâir beyitte bardakçıdan bahseder. Sevgilinin la’l olan dudağının kâsesinde âşık bir katre su içememiştir. Ama onun şehrinde şimdi bir bardakçı dükkân açmıştır. Bu şehir sevgilinin kûyu ve bu bardakçı da rakîb olabilir. Bunu ticârî açıdan değerlendirirsek meslek erbabının bir dükkânı olur ve orada satıp para kazanmak için bir şeyler üretir:

167

Kâse-i la‘linden olmadı içem bir katre su

Şehrümizde şimdi dükkân açdı bir bardakcı var (Ravzî, G. 195-6)

Bu beyitte ise çanakçı sevgilidir. Parmağında fır fır dönen altın bir kâse ile İdincik şehrinde güzel bir çanakçı vardır:

Barmagında kâse-i zer Ravziyâ fır fır döner

Şehr-i İdincik'de bir garrâ güzel çanakcı var (Ravzî, G. 195-7)

Çaylak, “yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşları ve fareleri

avlayarak beslenen tavuk büyüklüğünde bir kuş” (Zavotçu, 2013: s. 190)tur. Bunu

satana da çaylakçı denmiştir. Şâir beyitte gönlünü bir kuşa, sevgiliyi de pâdişâha benzetmiştir. Âşığın gönül kuşunun kanadı sevgilinin eşiğinde bulunan nice çaylakçılar tarafından parçalanmıştır. Âşık sevgili karşısında gönlü kırıktır:

Pâre pâre eylediler bâl-i murg-ı bâlümi

Pâdişâhum âsitânunda niçe çaylakcı var (Ravzî, G. 195-5)

Âşık, eleminden âh çekmektedir ve onun bu inlemeleri feleğin burçlarına bir ‘alem gibi dikilmiştir. Burası muhabbet meydanıdır. Bu meydanda onun gibi nice bayrakçılar vardır. Bu beyitte âşık, sevgili ve rakîb ilişkisini anlatırken şâir bayrakçı tabirini kullanmıştır. Tabi ki bayrakçının işi ‘alem dikip satmaktır:

Burc-ı çarha kim ‘alem dikdi benüm âhum gibi

Gerçi meydân-ı mahabbetde niçe bayrakcı var (Ravzî, G. 195-4)

60. ÇENGÎ

Düğün ve eğlencelerde para karşılığında tutulan ve burada oynayan bayanlara verilen isimdir.

Beyitlerde bu anlamda kullanılmıştır. Özellikle Tırsî, çalgıcı takımının düğünlerde para karşılığı tutulduğunu, çengini de bu takımın içinde olduğunu ve odalara dolup insanları eğlendirdiğini anlatır. Ayrıca çengi de işret meclislerinin gûyende, tiryâki ve bengi ile birlikte vazgeçilmezlerindendir:

Akçe ile tutarlar takımıyla düğün olsa

Anda dahi bir otaya çengîleri toldur (Tırsî, G. 48-7) Kimi gûyende kimisi çengî

Kimi teryâki kimisi bengî (Said Giray, M. 4-22)

Klâsik Türk şâiri bu kelimeyi sevgiliyle ilgili kullanırken gök cisimlerinden bahseder. Beyitte sevgili Ay olarak düşünülmüş ve Zühre yıldızıyla Güneş onun

168

güzellik şahının meclisinde çengilik ve def-zenlik yapan iki güzel cariye olarak ele alınmıştır:

Zöhre-vü-hôrşîd ey meh bezm-i şâh-ı husnüne

Biri çengî biri def-zen iki hasnâ câriye (Zâtî, G. 1442-2)

Yine Sümbülzâde Vehbî’ye ait kasîde beytinde de fikir bir çalgıcı, şarkıcı olarak düşünülmüş ve Güneşle Ay onun elinde bir def olmuştur. Zühre yıldızı ise onun hayal meclisinin çengisidir:

Mutrib-i fikrin elinde def midir hurşîd ü mâh

Çengî-i bezm-i hayâlin Zühre-i zehrâ mıdır (Sümbülzâde Vehbî, K.31-3) 61. ÇİFTÇİ (DİHKÂN)

“Çiftlik, ziraat yapılan yer demek olup, umumiyetle ‘bir çift öküzün işleyebileceği arazi’ olarak tanımlanmıştır.” (Ünal, 2011: s. 170). Bu arazide çalışan

ve geçimini topraktan elde ettikleriyle sağlayan kimseye de çiftçi denir. Çiftçi anlamına gelen bir diğer kelime de Farsça dihkândır.

Osmanlı geniş topraklara sahip, tarıma dayalı bir toplumdur. Temel geçim kaynağı ise çiftçilik olmuştur. Bu toplumun her türlü yapısal unsurunu şiirine yansıtan Klâsik Türk şâiri şiirinde çiftçilikten de yararlanmıştır. Bu kavramı da şâirler yeri gelmiş genel anlamıyla kullanmış, yeri gelmiş sanatlar yoluyla farklı anlam ilişkileri içinde ele almıştır.

Çiftçinin geçin kaynağı ekip diktiği topraktan elde ettiği mahsuldür. Bazen ürün istediği gibi olmaz ve zarar edebilir. Nâbî de bu beyitte değerinin çiftçi elinde zarara uğrayan bir arazi gibi olmasının önemli olmadığını; çünkü kıymet toprağının sadece bir yerden değil, binlerce farklı topraktan bir araya geldiğini ve bunun kıymetine zarar veremeyeğini söyler:

‘Aceb ki kıymetümüz zâyi’ eylese dihkân

Hezâr mezra’adan cem’ olınma hırmeniyüz (Nâbî, G. 311-5)

Şâir Tırsî yine kendine has alaycı üslûbuyla kelimeyi ilk beyitte genel manasıyla kullanır. Dülgere burg, keser gerekirse çifçiye de yoprağı işlemesi için sığır gerekir. İkinci beyitte ise şâir şiirini çiftçi eline düşmüş bir doğana benzetmiştir:

Dülger olsam bana bir burgu keser mi bulınur

Çiftçi olmak dilesem bana bakar mı bulınur (Tırsî, G. 57-1) Toğan-ı nazmumuz çiftçi eline düşmişe döndi

169

Hayâlî burada sâkîye seslenir ve kendini bu dünyada, zühd mezrasında kazancı olmayan bir çiftçiye benzetir. Çünkü bu mezraya dolu vurmuş tüm ürünleri yanmış ve toprak da kara bir yer olmuştur. Yaptığı ibadetlerden Allah katında bir kazanç elde etmediği hissine kapılan şâir bunu dihkân, mezra, dolu vurmak, bî-hâsıl ve kara yer kelime ve kelime gruplarını tenâsüplü kullanarak anlatmaya çalışmıştır:

Sâkî ol dihkân-ı bî-hâsıl benem dünyâda kim

Mezra-ı zühdün dolu urdu kara yir eyledi (Hayâlî, G. 608-4)

62. ÇİL

Kelime şiirlerde genelde çil akçe veya çil para şeklinde karşımıza çıkar. Bu tabir de ayarı tam olan mâdenî para için kullanılır.

Tırsî kelimeyi genel anlamıyla kullanır ve insânî bir gerçeği, yani kişinin bu dünyada sahip olduğu parayı harcamanın zevkini ve mutluluğunu dile getirir. Bu durum ticâret erbabı için ayrı bir zevk olabilir:

Çil pâre girerse elüme bende efendüm

Sarf eylemenün var bilürüm zevk u safâsı (Tırsî, G. 185-12)

Beyitte erba’în çekmek terimi kullanılmıştır ki bu da “tarikat mensuplarının

40 günlük halvete kapanıp ibâdet ve pergizle vakit geçirmeleri” (Pala, 2000: s. 128)

demektir. Çile kelimesiyle aynı anlama gelmektedir. “Edebiyatta şâir, sevgiliden

dolayı çektiği ızdırapları bu çile dönemine benzetirdi.” (Pala, 2000: s. 96) Şâir

zâhide seslenir ve bu çileyi çekmekle gümüş tenli sevgiliye kavuşamayacağını, eğer çil akçesi varsa bunun olabileceğini söyler. Bu vuslat için gerekli olan mânâ değil maddedir:

Erba‘în çekmek ile vasl olımazsın zâhid

O şeh-i sîm-tene olmayıcak akçan çil (Emrî, G. 304-4)

Aynı tâbir çil akçe ile birlikte bu beyitte ise doğa ve tabiat unsurları için kullanılmıştır. Burada da bahar tasvîri yapılmaktadır:

Saçıldı âleme çil akçe erba‘în içre

Ki toldı ceyb-i cibâl ile dâmen-i sahrâ (Mânî, K. 3-5)

63. ÇORBACI

Yeniçeri ocağında subaylardan bir kısmına verilen isimdir. Beyitte genel anlamıyla kullanılmıştır. Bu beyitte ayrıca çorbacı ve ırgat örneğinden hareketle mesleklerin zorluk derecesi ve kazançları da kıyaslanmaktadır. Subay olan

170

çorbacının durumu mamur olarak, geçimini bedeniyle çalışarak sağlayan ırgatın durumu ise berbat olarak nitelendirilir. Tabi ki yaptığı işin hem konumu hem de kazancı çorbacıyı bu halde gösterir:

Kimi çorbacı kimisi ırgâd

Kimi ma‘mûr kimisi ber-bâd (Said Giray, M. 4-27)

64. DÂD U DİHİŞT

Satmak ve vermek anlamına gelen farsça bir kelime grubudur. Ayrıca ticâret

anlamında kullanılan bir kelimedir. Şiirde benzer anlam içerir. Güzellik çarşısında gamze dellâldır. Bu çarşıda alışverişte sürüm çoktur ve işler yolundadır. Gamzenin sattığı karışıklık kumaşının alıcısı çoktur. Beyitte şâir âşıklar arasında yan bakışın çıkardığı fitne ve karışıklığı pazar tasviri yaparak anlatır:

Dâd ü dihişde çârsû-yi hüsni bî-kesâd

Dellâl-i gamze kâle-i âşûb ider mezâd (Esad, G. 31-1)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 169-173)