• Sonuç bulunamadı

KLÂSİK TÜRK ŞİİRİNDE TİCÂRET

1. BAHŞİŞGEH

Farsça bir isim olan bahşiş bir ödeme türüdür. Yine bu kelimenin üzerine Farsça zaman ve mekân bildiren bir ek olan “-geh” eki gelmiş, Farsça birleşik isim olmuştur. Bahşişin verildiği yer bahşişgeh olarak adlandırılır. Aşağıdaki beyitte rastladığımız kelime de mekân olarak kabul edilebilir. Şâir Kâ’be’nin mânevî zenginliğinden bahseder ve bu kutsal mekânı lütuf zenginliğinin bahşişgâhı olarak nitelendirir:

Kalmak muhâl kîse-tehî kimse Nâbiyâ

Bahşişgeh-i ganiyy-i keremkâr Ka’be’dür (Nâbi, G.100-10) 2. BAKKAL

Arapça bir sıfat olan bakkal sebze, peynir ve zeytin gibi gıdaların ya da kumanya olarak adlandırılan bakliyatların satıldığı bir mekândır. Ayrıca bu satış işini yapan kimseye de bakkal denmektedir.

Hem bir mekân hem de bir meslek grubunu ifade eden bakkalın Türk toplum hayatında çok önemli bir yeri olmuştur. Zaten Klâsik Türk şâirlerinin yüzyıllar önce yazdıkları şiirlerde bile bu isme tesadüf etmemiz durumu daha da iyi ortaya koymaktadır.

İlk iki beyitte kelime satış yapan kimse anlamıyla kullanılmıştır. Ayrıca beyitlerden hareketle bakkal tarafından sirke ve kaşkaval türü peynir gibi gıda maddelerinin satıldığı da görülmektedir:

Bakkâl içürdi bana sarb sirke kâse kâse

Döndi hem iki gözüm kan ile tolı tâse (Tırsî, G. 183-1) Eskilerden Yorgi bakkâl kaldı yüz yıllık dükkân

Anda kurı elli yıllık kaşkaval eksük değül (Tırsî, G. 126-3)

Aşağıdaki beyitte ise mekân olarak ele alınmıştır:

Kışın peynir içün bakkâlları geşt eyledüm bir bir

Satılan kaşkaval ile tulumdur lur gördün mi (Tırsî, K. 2-31)

Aşağıdaki beyitlerde bakkal kelimesinin unvan veya meslek olarak kullanıldığı görülmektedir:

Nâmı Oruç Bâli'dür birisi bir bakkâldur Rûz-ı vaslı ol mehün ‘îd-ı mübârek-fâldür Ruhları gül sözleri şekker tudağı bâldur

79

‘Âşık-ı dil-hastesi olan ‘aceb hoş-hâldür

Hak budur bâğ-ı İrem’dür şehr-i İdincik ki var (Ravzî, Muhammes 3-21) Bir bakkâldur nâmı Bekir Şâh

Ana gâyet letâfet virmiş Allâh (Mânî, Şehrengîz 144)

Zâtî’ye ait beyitte ise sevgili bir bakkal olarak nitelendirilmiştir ve cinas sanatıyla onun güzelliği dile getirilmiştir. Ey Allah’ım! Bakkal olan sevgili melek gibi yüzüyle âşığın gönlünü almaktadır. Ey göz! Eğer güzellikten anlıyorsan onun güzelliğine bakıp da kal!:

Allâh ne melek-manzar olur dil-ber-i bakkâl

Ey göz nazar ehli isen eger yüzine bak kal (Zâtî, G. 856-1)

Bu mesleği yapanın işi terazi iledir. Yaptıklarında hassas olmalıdır. Dünya malı tarttıkları o terazide bugün bir hile yaparlarsa yarın ahrette kurulacak terazide kefelerinde günah daha ağır basabilir:

Terâzû ana gerek bakkâl ola

Ya bazirgân tâcir ü ‘attâr ola (Yunus Emre, G. 416-17)

3. BÂZÂR (PÂZÂR, PAZAR)

Farsça bir kelime olan pazar, ticâret veya alış-veriş maksadıyla alıcı ve satıcının haftanın belli zamanlarında bir araya geldikleri üstü açık mekânlara verilen isimdir.

“Anlam genişlemesiyle şehrin bir plana göre düzenlenmiş geleneksel iş bölgesini veya caddesini, bir sapağını yahut bunun belli meslek erbabınca işletilen dükkânlar kümesinin oluşturduğu kesimini ifade eder.” (Kallek, 2007: s. 194).

Şiirlerde pazar kelimesi çoğunlukla âşığın canının bela, sıkıntı, keder ve gam karşılığında satıldığı bir yer olarak ele alınmıştır. Aşk bir pazardır, sevgilinin yolu hep buradan geçer. Bazen can, cânânı almak ister. Bunun için tek geçer akçe âşığın canıdır. Sevgiliye kavuşmanın, pazarı revaçta bir yer yapmanın, orayı hareketlendirmenin tek yolu da budur. Âşık bir pervâne sevgili ise bir mumdur:

Nakd-i câna alalum kâle-i vasl-ı yâri

Şem‘ ü pervâne-sıfat germ idelüm bâzârı (Azmizâde Hâletî, Müfred 541) Bâzâra verip cânını cânân ala gör kim

80

Tâcir olarak nitelendirilen satıcı işinin ehli ve çevik olmalıdır. Ancak böyle olursa ticârette başarılı olur. Aslında tâcir âşıktır ve şâh ise sevgilidir. Onlar karşılıklı alışveriş içerisindedir. Burada satışa konu olan ise âşığın canıdır:

Tâcir çevügi şâh ile kılur satu bâzâr

Cân bey'ini biz şâh ile kılalum efendi (Kadı Burhaneddin, G. 278-3)

Âşık bazen de aşkın pazara banzetildiği bu mekânda sevgiliye kavuşmak ister. Bu uğurda yaptığı ticaretten ise dert ve sıkıntı nakdi kazanmıştır:

Talebkâr-ı visâlin olalı bâzâr-ı ‘aşk içre

Ne nakd-i derd ü mihnetler kazandım âh efendim âh (Şeref Hanım, G. 186-3)

Deher bir pazara banzer. Ancak âşık unutmamalıdır ki burada kendisi tek değildir. Onun ezeli düşmanı olan, sevgiliyle daima arasına giren “rakîb” yine karşısına çıkar:

Kati germ olmasun bâzâr-ı dehr içre rakîb-i seg

Hazer kılsun ki zîrâ ol çeker bir gün ziyân benden (Fâizî, G. 117-4)

Ancak onu uyarmaktan geri durmaz:

Yûsuf-ı Mısr-ı cemâle müşterîlenme Azîz

Kim kumâşı işbu dükkânun kamu bâzârıdur (Mesihî, G. 50-5)

Burası, pazar, ticâret yapılan bir yerdir. Ticâret erbabı her şeye hazırlıklı olmalıdır. Sevgili yüz vermez ve işler iyi gitmeyebilir:

Nakd-i cân sarf eylesen bir pula saymaz hûblar

Eylemez bunlar inen bî-zerle bâzâr ey gönül (Hayretî, G. 248-3) Dükendi nakd-i eşküm gitdi ‘aklum kalmadı sabrum

Bu bâzâr-ı belâda ben fakîre çok ziyân oldı (Yahya, G. 443-3)

Âşık bazen umutlanır:

El ele yan yana gül-geşt idelüm dirse o serv

Turma âşık vir elün bâzârlık senden yana (Nesîb, Kıt’a 3-1)

Bir Pazar yeri olan dünyada bazen ne kâr vardır ne de zarar:

Bu fâ’ide yetmez mi ki bâzâr-ı cihânun

Ne sûdını gördük ne ziyânına irişdük (Âgâh, G. 216-5)

Bazen hem kazanan hem de kaybeden olur:

Eyle bâzâr-ı cihana bir alur gözle nazar

81 Sevgili nazlanır, buna âşık dayanamaz:

Bilir bâzârını germ etmenin resmin ne kâfirdir

Gelir hem bezme tenhâ hem peşîman gösterir kendin (Nedîm, G. 97-2)

Âşık kızar kendine ve mâşuğuna, onu hakir görür; terk etmek ister orayı:

Adniyâ kıymetüni bilmedi çün terkini ur

Bî-vefâyıla ne lâzım satu bâzâr idesin (Adnî, G. 92-7) Sen sanursun ki seni biz severiz ey mehveş

Orta yerde dahi bîhûde yakarsın âteş Var yürü dengin ara hâsılı denginle güleş Böyle bâzâr-ı muhabbetde gezersin serkeş

Vâh zavallı fukarâ sen ne satarsın bilmem (Handî, Muhammes 23-2)

Fakat yine de sonunda kavuşma olmasa da en değerli metâı olan canını yok yere satsa da sevdiğinden vazgeçemez:

Derler ki yâr ile satu bâzâr eylemen

Vallâhi bana yâr ile bâzâr hoş gelir (Necâtî Bey, G. 166-4) Metâ’-ı ârzû bir şûh-ı sûdâgerde kalmışdur

Varup bâzârına Nâbî harîdâr ol dükânın bul (Nâbî, G.477-8)

Çünkü âşığın sevgiliyle olan alışverişi sadece bu dünyada olan bir şey değildir. O ezelden onun derdiyle dertlenmiştir:

Biz ezelden derdini cân ile alıp satmışız

Şimdi geldik sanma bizi aşkının bâzârına (Necâtî Bey, G. 504-6)

Tabi ki pazar sadece âşık, mâşuk ve rakîbin mücadelesine sahne olan bir mekân değildir. Bazen tasavvufi manada ele alınır. Dünyanın geçiciliğinden, kadir kıymet bilinmezliğinden dem vurulur:

Bey‘ ü şirâyı degmez iken kâle-i cihân

Bâzâr-ı ârzûya düşen hûy u hâyı gör (Kâtipzâde Sakıp Dede, G. 81-2) Cevheri nâdân elinden müşterî alır ucuz

Cevherî bilmez ne bilsin cevherin bâzârını (Nesîmî, G. 443-2)

Burası ilmin, irfanın ve marifetin mekânı da olur. Burada kadir kıymet bazen bilinir, bazen de cehâletin, ikiyüzlülüğün alıcısı çoğalır:

Kâlâ-yı ma‘ârif satılır sûklarında

Bâzâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır (Nedîm, K.21-8)

82

Buldı metâ‘-ı cehl u riyâ Kâmiyâ revâc (Kâmî, G. 23-7)

Burası nazm pazarıdır. Burada insanın eli ve eteği ilim ve marifet cevheriyle dolu olur. Ancak herkes bu konuda şanslı değildir. Kimisi iflas edip etrafında boş boş dönen müflis gibi burada eli boş döner:

Dest ü dâmen gevher-i ‘ilm ü ma‘ârifden tehî

Müşterî bâzâr-ı nazma müflis-i minkâleveş (Bursalı İffet, G. 55-5)

Klâsik Türk şâiri kasideyle memduhunu; gazelle, şarkıyla sevgiliyi; diğer türlerle hayatın her safhasını ele aldığı gibi fahriyeyi de asla ihmal etmez. Onun şiiri söz pazarında terazide en ağır basan cevherdir, eşi benzeri yoktur. Bunu derken asla büyüklendiğini düşünmez. Meydan da okur ve “İşte söz pazarı, işte bunu tartacak gözler!” der:

Var mı ey kâmil-i devrân sözümün noksânı

İşte bâzâr-ı suhan işte terâzû-yı nazar (Nâbî, K. 9-74) Sûk-ı 'irfânda n'ola bulsa revâyiş sühanüm

Güher-i nazm iledür germî-i rûz-ı bâzâr (Mezâkî, K. 10-60) Gerekdir ma’na yohsa tumturâk elfâza bakmazlar

Bu bâzâr-ı sühandır bunda kimse ihtişâm almaz (Hâzık, G. 113-10)

Ve tabi, bu dünya Yunus gibi ömrün çabuk geçtiği bir yer olarak da düşünülebilir. O burada yokluk ile alışveriştedir ve her şeyi mutlak sevgili yolunda terk etmiştir:

Bu dünyânun meseli bir ulu şâra benzer

Velî bizüm ömrümüz bir tîz bâzâra benzer (Yunus Emre, G. 69-1) Bizüm bâzârumuzda yokluk alur müşteri

Çün iş böyle harîdâr varını yagmâya virdük (Yunus Emre, G. 143-4)

Burası ben derdine düşenin asla kazanamayacağı, zarar edeceği bir yerdir. Sen değersizi değil kıymetli olanın peşinden koş, burada durma:

Menlik satanın çünki değal çıhdı kumâşı

Var anda metâ' iste bu bâzâra yapışma (Nesîmî, G. 387-7)

Nâbî aşağıdaki beyitte bu kelimeyi günümüzde de sıklıkla söylenen bir deyim içinde kullanmıştır: “ipliği pazara çıkmak”.

Deyimin hikâyesi şöyledir: “Çok eski devirlerde iplik büken tezgâhlar,

fabrikalar yok iken, yün ve pamuğu evlerde genç kızlar ve kadınlar eğirip büker ve bunlar yumak hâlinde pazarlarda satılırmış. Bu ipliği güzel eğirmek, her tarafını

83

aynı incelikte, kusursuz bükmek, düğümsüz, kopuksuz yumaklamak her kızın ve her kadının yapacağı iş değilmiş. Maharet isteyen bir işmiş. Yeni yetişen kızların ipliği, pazarda beğenildi mi ve çabuk müşteri bulup satıldı mı, bir övünme vesilesi olurmuş. Bu deyim günümüzde, hikâyesindeki mânânın bütün bütün aksine, “Hilesi hurdası belli oldu. Adı kötüye çıktı” anlamında kullanılır.” (Gündüzalp, 2003: s. 76-77).

Şâir deyimi günümüzdeki olumsuz mânâsıyla kullanmıştır:

Gelse mîzân-ı cemâl ortaya ey Yûsuf-ı hüsn

Katı çok kimselerün ipliği bâzâre çıkar (Nâbî, G.72-4)

4.BEDESTEN (BEDESTÂN-BEZZÂZİSTÂN-BEZZİSTÂN)

“Türkçe'de bedesten olarak yerleşmiş bulunan kelimenin bezzâzistandan veya bezistândan geldiği ileri sürülmüştür. Eski Osmanlı-Türk şehirciliğinin ana prensiplerinden biri şehirlerde dinî ve ticarî merkezlerin kurulması olmuştur. Ticaret hayatı da yeni Türkleşen her şehirde ilk kurulan tesislerden olan ve mimarisi bakımından Ulucamiye benzeyen bir bedesten etrafında ve yakın çevresinde gelişiyordu. Bütün ticaret bölgesinin merkezi olarak kurulan bedesten, sağlam ve kâgir yapısı ile tüccarların değerli mallarını koruyan bir çeşit iç kale oluyordu. Bedestenlerin kâgir ve sağlam yapılar olması, ahşap dükkânların dehşet verici bir âfet halinde yayılan yangınlarda yok olması göz önüne alınarak hiç değilse değerli malları koruyabilmek bakımından daha emniyetli olmasıyla izah edilebilir. Şu hâlde bedesten çarşı ve endüstri mahallelerinin bir nevi çekirdeği durumunda idi. Çarşılar bunun etrafında biçimleniyor, yakınına tüccar hanları yapılıyor veya evvelce yapılanlar gittikçe yayılan sınırların içinde kalıyorlar, aralarda iki kenarında dükkânlar olan sokaklar meydana geliyordu. Bu gelişme İstanbul Kapalı Çarşısı'nın doğuşunun nasıl cereyan ettiğini gösterir.” (Eyice, 1992: s. 302-303).

Aşağıdaki beyitte kelime gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Sahra, çöl demektir ve orada hayat yoktur. Ancak bedesten bir şehrin en önemli ticâret mekânıdır. Tüm canlılığıyla şehre de canlılık katar. Çünkü en değerli mallar orada bulunur. Bedestenin kurulduğu bu mekân alışveriş sayesinde değerlenmiştir:

Bir dâd-sitâd oldı ki tüccâr-ı zaferden

84

Bu beyitte ise şâir kasidede övdüğü kişiyle; bedestenin tüccarların değerli mallarını koruyan, asayiş içinde ve şehrin en önemli yerinde bulunan bir mekân olmasını ilişkilendirmiş ve kelimeyi ustalıkla kullanmıştır:

Muhâfız oldu ol şeh-bender-i emniyyet-i şehreyn

Miyân-ı beldeteyn olmuşken âsâyiş bedestânı (Lebîb, K.8-33)

Muhabbet bir bedestendir. Âşığın karşısına muhabbet bedestânında gezerken rakip çıkar. Âşığın gönlü sevgiliyledir; ancak sevgiliye olan arzusu sevgiliyi ona düşman etmiştir. Bahtının yıldızı pazarını aydınlatmıştır. Bu pazarda satıcı aşktır; alıcılar ise binlerce gam olmuştur:

Çârsû-yı gönlümün kâlâ-yı zevke yok yeri Gayre sat ey hâce-i gerdûn çok hâhişgeri Ben bedestân-ı mahabbetde gezerken serserî İtmiş a‘dâ zîb-i dükkân-ı dil o meh peykeri Şükr kim bâzârımı germ itdi bahtım ahteri

‘Aşk dellâlımdır etrâfımda bin gam müşterî (Şeref Hanım, Tesdis 8-1)

Şükürler olsun bu sene mutluluk pazarında gönlüm neşe, sevinç bedestânına döndü. Şâir istek ve arzularına kavuşmuştur:

Hamdü-li’llâh oldu sûk-ı kâm-rânîde bu sâl

Dil bedestân-ı şetâret hâme dellâl-ı safâ (Lebîb. K.13-36)

Kelime farklı yazım şeklinde de kullanılmıştır. Burada bezzâzsitân olarak karşımıza çıkar. Âşık gam bedesteninde bir aşk hocası, üstadıdır. Onun sararmış yüzü ve gözyaşı dirhem ve dinara benzer. Beyitte âşığın aşk acısı içerisinde olması ticârî unsurlarla birlikte ele alınmıştır:

Bugün bezzâzsitân-ı gamda ben bir hâce-i ‘ışkam

Ruh-ı zerd ile eşküm dirhem ü dînâr besbelli (Ravzî, G. 620-2)

5. BENDER (BENDERGÂH, BENDERGEH)

“Farsça liman demektir. Ticâret iskeleleri için kullanıldığı gibi şehir ve kasaba anlamında da kullanılmıştır.” (Ünal, 2011: s. 105). Kelime ticâret yeri

anlamında da kullanılır. Bender kelimesinin ayrıca “bendergâh, bendergeh” şeklinde Farsça yer bildiren “-gâh, -geh” ekini almış hali de vardır.

Şâir kelimeyi yeri gelmiş kendi şiiri ve yeteneğiyle ilişkilendirmiş. Burada bendergeh şairlerin toplandığı bir şiir meclisi olarak düşünülmüştür. Bu mekânda şiir metâının değeri kalmadığı için şâirin kendine boşuna alıcı aramasına gerek yoktur:

Kalmadı kadri bu bendergehde

85

Şâir bazen belâgat şehrinde taze nazım kumaşının kendini satmak için çok dükkânlar aradığını ancak bir alıcı bulamadığını belirtir:

Nedîm hak bu ki bendergeh-i belâgatda

Kumâş-ı nazm-ı terin gezmedik dükan mı kodı (Nedîm, G. 148-6)

Kelimenin tasavvufî olarak da kullanıldığına müşahede edilmektedir. Kişi bereket bendergâhının attârı olmak istiyorsa bu ancak fakirlikle ve her şeyi terk etmeyle olur. Zenginlik dükkânının güzelleşmesi terk metâı ile olur:

Aceb mi fakr ile attâr-ı bendergâh-ı feyz olsam

Metâ’-ı terk ile revnak bulur dükkân-ı istiğnâ (Leskofçalı Gâlip, G. 4-6)

Yokluk ikliminin liman tüccarı olmak istersen bu ticârette kullanılan malları kaybettiğinde sana vereceği perişanlığın sıkıntısını da zararı ve kazancı da göze alacaksın:

Tâcir-i bender-i iklîm-i fenâ ol bilesin

Renc-i husrân-ı metâ' u zarar (u) sûd nedür (Mezâkî, G. 66-3)

Bazen sevgili, onun güzelliği ve bu yolda çektiklerini anlatırken kullanılmıştır. Sevgilinin aşk satıcısı olabilmek için bu uğurda âşık her şeyini sevgiliye vergi olarak vermelidir:

Sûdâgerân-ı aşkın olur şâhbenderi

Ol kim bu yolda mâmelekin bâca verdi hep (Nâilî, G.16-3)

Ey güzellik kumaşını satan put gibi güzel sevgili! Zaten bu ticâret limanında senin güzelliğin gibi kendime uygun hiçbir metâ bulunmaz:

Görmedim hüsnün gibi hergiz bu bendergâhda

Ey büt-i kâlâ-fürûşum tab'ıma lâyık metâ' (Meşhûrî, Kıt’a 22-1)

Belgede Klasik Türk şiirinde ticaret (sayfa 81-88)