• Sonuç bulunamadı

Osmanlı padişahlarının ilk defa Yıldırım Bayezid döneminde vermeye başladıkları cülûs bahşişi, Fatih Sultan Mehmed veya II. Bayezid döneminde kanun haline getirildi.126 III. Mustafa da buna binaen 2 Kasım 1757’de (19 Safer 1171) yazdığı iki hatt-ı hümayun ile cülûs bahşişinin dağıtılmasını ve beraberinde “dört kıst serhadât-ı mansûre kal’aları mevâcibleri” nin kendi hazinesinden verilmesini istedi.127 Bu

doğrultuda 8 Kasım 1757 (25 Safer 1171) Salı günü cülûs bahşişinin dağıtımı gerçekleştirildi. Nitekim o gün Divan-ı Hümayun katılımcılarının yanı sıra Defterdar Efendi tarafından davet edilen topçu, top arabacı ve tersane ocakları neferleri de ulufe divanı tertibiyle sarayda yerlerini aldırlar. Ayrıca III. Mustafa bu debdebeli törenin yabancı ülke temsilcileri tarafından da görülmesini istemiş olacak ki, Venedik Balyosu’nun getirdiği nameyi yine bugün teslim etmesini istedi. Bu amaçla Çavuşbaşı Ağa tarafından Kireç İskelesi’nden alınan balyos, Alayköşkü altında tutuldu ve kendisine bahşiş töreni için saraya giden Ragıb Paşa’nın geçişi izletildi. Ardından Orta Kapı’ya getirilerek Feth-i Şerif kıraatinin tamamlanmasıyla divana alınıp iskemleye oturtuldu. Bir süre sonra Sadrazam Ragıb Paşa’nın da Divan-ı Hümayun’a girmesiyle herkes ayağa kalktı, selamlaşmadan sonra yerine geçen Ragıb Paşa, divan tercümanı vasıtasıyla balyosa hatırını sordu. Bu karşılanmanın ardından balyos dışarı alınarak divana başlandı, halkın işleri görüşülüp divanın tamamlanmasıyla cülûs bahşişi keseleri, Mehteran-ı Hassa çadırlarına taşınmaya başlandı. Bu sırada Reisülküttab Efendi, gerek keselerin dağıtımına başlanması gerekse Venedik Balyosu’nun mektubunu arz etmesiyle ilgili telhisi hazırlayıp Ragıb Paşa’nın huzurunda bağlayarak mühr-i hümayun ile mühürledi.

124 Ragıb Paşa, Rikâbdar Ağa’nın yanındaki sandıkdaşına 500 kuruş, Rikab-ı Hümayun Çukadarı’na 250 kuruş, Kollukçu Ağa’ya 250 kuruş, Baltacı Ağa’ya 100 kuruş ve hizmetlilerine 500 kuruş verdi. BOA, BEO, Sadaret Defterleri, nr. 350, vr. 7b.

125 BOA, BEO, Sadaret Defterleri, nr. 350, vr. 7a-7b; Yıldırım, Osmanlılar’da Cülûs…, s. 35-37; Hâkim Efendi, Tarih, s. 475-476.

126 Abdülkadir Özcan, “Cülûs”, s. 112. 127 TS.MA.d 2402.0048.007.

36 Kapıcılar Kethüdası vasıtasıyla III. Mustafa’ya arz edilen telhisin cevabı olarak gelen hatt-ı hümayun Ragıb Paşa tarafından Divan-ı Hümayun kapısında karşılandı. Ragıb Paşa, öperek aldığı hatt-ı hümayunu divandaki yerinde ayakta durarak açtı ve içinden okudu. Ardından tekrar öpüp koynuna koyarak makamına oturmasıyla cülûs bahşişinin dağıtımına başlandı. Öncelikle Yeniçeri Ocağı’nın teslim aldığı bahşiş keselerini müteakiben diğer ocak neferleri de Ruznemçe-i Evvel Efendi’nin okuduğu dağıtım defterindeki sırasına göre aldı.128

Cülûs bahşişinin tamamlanmasıyla yemekler geldi ve Venedik Balyosu Sadrazam Ragıb Paşa’nın sofrasında, on kişilik beyzade ve muteber adamları Defterdar Efendi ve Tevkiî Efendi’nin sofralarında yemeklerini yediler. Ardından arza girmeden önce balyos ve adamlarına kürk ve hil’atler giydirildi. Yeniçeri Ağası, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri, Sadrazam ve diğer vezirlerin III. Mustafa’nın huzuruna girmesinin ardından balyos ile sekiz beyzadesi de huzura kabul edildi. Balyos getirdiği nameyi Mir-alem Ağa’ya, o da Vezir Kaptan Paşa’ya ve o da Sadrazam Paşa’ya takdim etti. Ragıb Paşa aldığı nameyi tahtın kenarına koydu. Divan-ı Hümayun tercümanı tarafından takrir edilen name sonrası III. Mustafa’nın konuşması ve Sadrazam Paşa’nın izahı yine tercüman vasıtasıyla çevrilerek aktarıldı. Ardından elçi dışarı çıkarılarak geldiği gibi Kireç İskelesi’ne kadar götürüldü. Elçi sonrası Sadrazam Ragıb Paşa da III. Mustafa’nın huzurundan ayrıldı.129

Nihayetinde hem cülûs bahşişi hem de elçi kabulünün yapıldığı gün III. Mustafa, kendi hazinesinden “1.194.039 kuruş / 2.388 kese” cülûs bahşişi dağıtmış oldu.130 III.

Osman’ın verdiği “692.000 kuruşluk / 1.384 keselik” cülus bahşişi göz önüne alındığında bunun cömertçe bir miktar olduğu anlaşılır.131 III. Mustafa, 7 Kasım 1757’de (19 Safer

1171) ayırdığı bu cülûs bahşişi yanında yine kendi hazinesinden “dört kıst serhadât-ı mansûre kal’aları mevâcibleri için 2.503.483,5 kuruş / 5.006 kese” tahsis etti. Böylece 2

128 Yıldırım, Osmanlılar’da Cülûs…, s. 37-38; Hâkim Efendi, Tarih, s. 482-483.Cülûs bahşişi bahsi, Teşrifatçı Mehmed Âkif Bey tarafından tutulan teşrifat defterinde (Sadaret Defteri nr. 350) ve yine onun tarafından kaleme alınan Târih-i Cülûs-ı Sultan Mustafa Han-ı Sâlis adlı eserde hemen hemen aynı şekilde anlatıldığı için burada Üzeyir Yıldırım tarafından tercümesi yapılan 350 numaralı Sadaret Defterini kullanıyoruz. Bkz. Teşrifatçı Mehmed Âkif Bey, Târih-i Cülûs…, vr. 12b-14a.

129 Yıldırım, Osmanlılar’da Cülûs…, s. 38. 130 TS.MA.d 2402.0048.007.

131 Bununla birlikte III. Osman, yeniçeri ocağı emeklilerine de “atıyye-i cülûsiye” olmak üzere yine kendi hazinesinden “250.000 kuruş / 500 kese” ihsan etti. Ayrıca gönderdiği bir hatt-ı hümayunuyla “Rumeli’nde

vaki serhadlerde olan kapı kullarının” 1167 (1753-1754) senesi mevâciblerinin de aynı şekilde kendi

hazinesinden ödenmesini emretti ve bu maksatla “743.000 kuruş / 1.486 kese” verdi. TS.MA.d 2399.0003.003.

37 Kasım 1757’de (19 Safer 1171) kendi hazinesinden ocak neferlerine toplamda “3.697.522,5 kuruş / 7.395 kese” aktarmış oldu.132 Bu miktar hazinenin o dönemdeki

varlığını yansıtması açısından da önemli bir işaret olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan dağıttığı bahşiş dışında III. Mustafa’nın cülûsu sonrası memnuniyet uyandıran bir diğer icraatı da malikâne, zeâmet ve timar sahipleri ile “cihat ve taşra” kaleleri neferlerinin ve erbâb-ı vezâif denilen vakıf çalışanlarının ellerindeki beratlarını yenilemek için verdikleri “resm-i cülûs” u affetmesi oldu. Zira beratlar, üzerinde tuğrası bulunan hükümdarın hakimiyeti süresince geçerli olduklarından tahta çıkan yeni padişah döneminde de kullanılabilmesi için tecdid edilir ve üzerine yeni padişahın tuğrası çekilirdi.133 Berat sahipleri de bu işlem için âdet üzere “resm-i cülûs” denilen bir ücret

öderlerdi.134 III. Mustafa’nın cülûsundan sonra da benzer bir işlem yapılacakken

Defterdar Efendi sunduğu bir takrirde; mukâtaa muaccelelerinin yani peşinatlarının sabıklarına nazaran birkaç kat artması sebebiyle mukataa sahiplerinin resm-i cülûs ödemede “mustaribü’l-ahval olacaklarına binâen” III. Osman’ın, cülûsu sırasında mâlikâne ve zeâmet sahiplerinden, erbâb-ı vezâif ile cihat ve taşra kale neferlerinden resm-i cülûs almadığını belirtti. Benzer şekilde yapacağı bir affın devlete ve hükümdarlığına hayır dualar edilmesine vesile olacağını ifade etti. III. Mustafa da Defterdar Efendi’nin bu takririnin üzerine “afv-ı hümâyunum olmuştur” şeklinde bir hatt- ı hümayun yazarak bu ödemeyi kendisi de almadı.135 Böylece III. Mustafa’nın cülûsu

sırasında mâlikâne, zeâmet ve timar sahipleri, erbâb-ı vezâif ile cihat ve taşra kale neferleri resm-i cülûs ödemeden beratlarını yenilediler.

Diğer taraftan dönemin vakanüvisi Hâkim Efendi, III. Mustafa’nın cülûsundan kaynaklı memnuniyeti daha farklı bir şekilde anlatır. Ona göre III. Mustafa’nın tahta çıkmasıyla beraber halkta büyük bir memnuniyet ve mutluluk oluşmuş, cülûsu haber veren tellalların nidaları “kulûb-ı halkta bir sürûr-ı rûhânî mâlî ve cibâh-ı cümle-i enâm nûr-ı hubûr ile mütelâlî” olmuştur.136 Dahası Hâkim Efendi, III. Mustafa’nın cülûsunu

aktarırken O’nu, şerleri def eden bir tür kurtarıcı olarak gösterme çabasına girer ve bunu,

132 TS.MA.d 2402.0048.007.

133 Mübahat S. Kütükoğlu, “Berat”, DİA, C. 5, İstanbul 1992, s. 472; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı

Belgelerinin Dili, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2013, s. 136.

134 Nitekim işlem için malikane sahipleri muaccele olarak verdikleri ücretin çeyreğini verirken, gerek zeamet ve timar gerekse “cihat ve taşra” kaleleri neferleri birer aylıklarını bu işleme verirlerdi. BOA. A. AMD. 12-62.

135 BOA, A.AMD. 12-62; Hâkim Efendi, Tarih, s. 483. 136 Hâkim Efendi, Tarih, s. 452.

38 III. Osman dönemini felaket ve sıkıntı yılları şeklinde ifade etmek suretiyle yapar. Nitekim Hâkim Efendi, III. Osman’ın tahta geçtiği 1754 (1168) yılından vefat ettiği 1757 (1171) yılına kadarki üç senede, üç yüz yıldır görülmemiş garip olayların meydana geldiğini; Bahr-i Sefid’in donup misli görülmemiş zelzelelerin yaşandığını, İstanbul’da iki büyük yangının meydana geldiğini ki bu yangınların ikisi bir yerde toplansa tüm İstanbul’u yakacak büyüklükte olduklarını, bunların üzerine büyük bir de veba salgınının yaşandığını söyler. Meydana gelen bu olaylarla “te’dîbât-ı ilâhiyye” nin yani ilahi uyarının “üç sınıfı ile temâm” olduğunu belirterek yaşananları ilahi bir ikaz olarak aktarır. Hemen ardından Allah’a şükrederek III. Mustafa’nın cülûsuyla hayatın yeniden başladığını, herkeste büyük bir ferahlık ve mutluluk yaşandığını, halkın “ol geçen günler ne idi ve ne gûne ıztırâblar idi” diyerek yüz binlerce şükür ettiğini belirtir.137

Son olarak III. Mustafa’nın cülusuna tarih düşmek maksadıyla pek çok manzum eser yazıldığını söyleyebiliriz. Esasında Arap harfleri kullanılarak ebced hesabına göre önemli olayların tarihini belirten şiirler yazmak doğu dünyasında kadim bir ananeydi.138

Bu tür manzum eserleri dönemin çeşitli kaynaklarında, tarih kitaplarında ve hatta mimari eserlerinde sıkça görmek mümkündür. III. Mustafa’nın çocuklarının doğumlarına ya da yaptırdığı mimari eserlere dair düşülen birçok tarih manzumesi olduğu gibi O’nun cülusuyla ilgili de yazılmış çokça tarih manzumesi mevcuttur. Hatta III. Mustafa kendisine sunulan bu gibi tarihleri genellikle ihsanlar vererek mükafatlandırırdı.139 O’nun cülûsuna dair yazılan manzumelerin bir kısmı Topkapı Sarayı’ndaki bir yazma eserde toplanmıştır. Yirmi varaktan müteşekkil eser, nesih hatla oldukça güzel yazılmış ve tezhiplenmiştir.140

137 Hâkim Efendi, Tarih, s. 470-471. Tezin ikinci bölümündeki farklı noktalarda da ifade edileceği gibi Vakanüvis Hâkim Efendi, III. Mustafa’yı ilahi yardıma ve hayra mazhar olmuş bir padişah olarak gösterme gayreti içindedir ve onun bu girişimleri, III. Mustafa’nın yani efendisinin toplumsal imajını inşa etme noktasındaki çabaları olarak değerlendirilebilir.

138 Bu türlü eserler XII. yüzyılda önceleri İran edebiyatından görülmeye başlanmışken oradan Türklere sonra da Arap edebiyatına geçmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Turgut Karabey, “Tarih Düşürme”, DİA, C. 40, İstanbul 2011, s. 80-82.

139 III. Mustafa’nın tarih sunanlara verdiği ihsanlara dair birkaç örnek vermek gerekirse; 8 Kasım 1757’de (25 Safer 1171) Sepetçiler Kasrı’na biniş yaptığında kendisine tarih veren “Silahşor-i Şehriyârî

Altuncuzâde Mehmed Ağa kullarına” 150 adet zer-i mahbub-ı tam verdiği görülür. TS.MA.d

2402.0048.008. 20 Kasım 1757’de “tarih arz eden Yavuz Bey kullarına 20 adet zer-i mahbub-ı tam” ve “tarih arz eden Abdullah kullarına 20 adet zer-i mahbub-ı tam” ayrıca “tarih arz eden Kilerlizâde Abdullah

Bey kullarına 20 adet zer-i mahbub-ı tam” verdiği kayıtlıdır. TS.MA.d 2402.0049.004. 28 Ocak 1758’de

ise (18 Cemaziyelevvel 1171) Bağdat Köşkü’nde “tarih veren kullarına 60 adet zer-i mahbub-ı tam” verdiği görülür. TS.MA.d 2402.0051.002.

39