• Sonuç bulunamadı

ELE T R

2.3.2. ATT LÂ LHAN

Sanatın u ya da bu biçimde, toplumdan etkilendi ini, ya da toplumu etkiledi ini söyleyen lhan’a göre sanat eseri, toplumsal olabildi i oranda yeni ve güzeldir. Sanatı kendi kendisiyle açıklamaya kalkı mak; sanat eserini, kendisine ve yaratıcısına göre de erlendirmek, bilgisizlikten ba ka bir ey de ildir. Sonuç olarak bir ele tirmenin herhangi bir sanat eserini de erlendirebilmesi için elindeki ölçünün toplumsal estetik bir ölçü olması arttır.283

Attilâ lhan, kendisini yenileri ve kendi tarafındakileri ele tirmekle suçlayanlara u yanıtı verir:

“Biz ki ileri, dostlukları öyle bir kenara koyup, problemin dibini kurcalıyor; elbirli iyle kurulacak yeni Türk sanat yapısına, kendi ta ımızı getirmeye sava ıyoruz. (…) Eskilerin sahneden çekilmi olması, herkesin gördü ü ve bildi i bir gerçek oldu una göre, yeni edebiyatın ‘ i irilmi adlarını’ köklü ve temelli bir ele tirmenin ı ı ı altına tutmak yanlı bir i , zararlı bir çaba sayılamaz.”284

Attilâ lhan, yapılması gerekenin dostlukları, ki ileri bir yana bırakıp “problemin dibini kurcalamak” oldu unun altını çizer. Yeni edebiyatı savunanların ele tirilmesinin eski edebiyatı savunanların ekme ine ya sürece ini dü ünenlere kar ı çıkar. Ona göre yeni edebiyat mücadelesini sürdürecek olanlar “de eri” olan sanatçılardır. Bundan dolayı

“yeni edebiyatın ‘ i irilmi adlarını’ köklü ve temelli bir ele tirmenin ı ı ı altına tutmak yanlı bir i , zararlı bir çaba” olarak görülemez. “Ciddi ve yöntemli ele tiri” yapılamadı ı için de ersiz, “beyhude” imzalar ortalı ı kaplamı tır:

“Bugün ba ımızın üstünde ta ıdı ımız Külebi gibi, Birsel gibi, Necatigil gibi, Aksal gibi, bilmem kim gibi ‘beyhude’ imzalar delice sarma ıklar misali ortalı ı ku atmaz; daha diri, daha canlı de erler meydana çıkmı olurdu.

Ele tirme, hem de kıran kırana ele tirme gereklidir. Zorunludur. Yapılacaktır. (…) Eskiler derseniz, onların duası çoktan okunmu .”285

Attilâ lhan, dergi ve gazetelerde çıkan ele tiri, inceleme yazılarının ço unun

“mahalle kahvesi a zıyla” yazıldı ını ileri sürer. Ona göre bu yazıları yazanlar, ele aldıkları yazarın neyi nasıl dedi ini, onun “enlemini boylamını” uzun uzun ortaya koymazlar. Yaptıkları kalıpla mı kimi görü ve sözleri ortaya koymaktan ibarettir. Bunlar

283 Attilâ lhan, “Ele tirme Üzerine”, Gerçekçilik Sava ı, Yazko Yayınları, stanbul, 1980, s. 34-47.

284 “Sanat Pazarı”, age., s. 92-95.

285 age., s. 96.

ele tiri ve incelemenin “yazılı dedikodu” olmadı ını bilmeyen, be endim/be enmedim’den ileri gitmeyen, bilimsel ve estetik yöntemden habersiz, bilgisiz ki ilerdir:

“Bu inceleme ve ele tirmelerde, ilkin yazarın adı, bundan önce çıkardı ı eserler anılır; sonra yeni eserinin neden söz açtı ı bir kalem geçilir; bu arada bir iki mısra da aktarılır; sonunda tutum yergi tutumuysa yazarın kopya çekti i, övgü tutumuysa unutulmıyacak bir eser verdi i açıklanır. (…) Ho uma gitti-gitmedi terazisi ellerinde; dostluklar, içki sofrası ahbablıkları, kıskançlıklar ve çıkar hesapları kafalarında, asıp kesiyorlar. (…) Ne bilimsel ve estetik bir yöntem, ne de düpedüz hakseverlik!... (…) Çünkü, bilmiyorlar. Okumamı lar, dü ünmemi ler.”286 Kuramda söyledi ini eylemde de yapar, Attilâ lhan. 1950’li yıllarda, özellikle Kaynak, Yeditepe ve Seçilmi Hikâyeler Dergisi’nde yazmı oldu u ele tiri yazıları bunun göstergesidir. O, yaptı ı ele tirileri genelde yukarıda da açıklandı ı gibi toplumcu gerçekçili in estetik ölçütleri içerisinde yapar. Yazarın, hem toplumsal kaygıları ta ımasını, hem ne yapılması gerekti ini ortaya koymasını, hem de sanatsal anlamda ‘iyi’

olmasını (orijinal bir deyi , özel bir biçimde kullanılan bir dil, toplumsal öz, image vb.);

sanatçının sınırlarını a masını (Oktay Akbal, lhan Berk) ister. Sonuç olarak bu türden eserler için söylenecek ey udur: “Ya murun altında hiçbir ey yok.”287

Attilâ lhan, Toprak Ana’yı Da larca’nın geli imi açısından inceler. Sivas’a gidip o yörenin insanlarını yazmasını olumlu bir geli me olarak nitelendirir. Ayaklarını yere basan Da larca, ça da bir sanatçı için gerekli olanı yapar. Ona göre Da larca, Toprak Ana’da Bizim Köy’ü airce görüp söyler. Da larca’nın yaptı ı nesnel gerçekçiliktir. O, olanı ortaya koymu tur. Onun yap(a)madı ı, eksik bıraktı ı eyse o insanların ne yapaca ını söylememesidir:

“Galiba, can alacak noktası da burada: acı çeken, geri kalmı bir halk görüyorsun. Sen sanatçısın. Sadece duydu un kahredici iniltileri, gördü ün tüyler ürpertici sefaleti yazıp geçiyorsun. Bu hiç bir ey de ildir demiyorum. Bu bir eydir. Ama bundan fazlası da vardır. Acı çeken bir halk mı? Evet! Gericilik mi?

Evet! Sıkıntı mı? Evet! Peki ne yapsın bu insanlar?Onlar Da larca’nın yeni ke fetti ini yıllardır, ne yılı be, yüzyıllardır ya ıyorlar. Hem de ne ya amak! Onlar da biliyorlar nasıl olduklarını. öyle olmak, böyle yapmak gerekli de! Öncü sanat

286 age., s. 91.

287 “Haldun Taner’in haneti ya da ‘Ya mur Altında Hiç Bir ey Yok’”, age., s. 214.

bu i te. Halk için gerçek sanat. Toprak Ana’da var mı bu? Fazıl Hüsnü acı ve çıplak bir gerçekçilik yapmı .”288

Attilâ lhan, Oktay Akbal’ı ve Bizans Definesi’ni “kaçı ” izle i çevresinde çözümleme e çalı ır. Akbal, bu öykülerde do rudan ya da dolaylı olarak çocuklu unun güzel günlerine kaçar. Attilâ lhan bunu, “batılı olmak, batılı duymak ve batılı yazmak isteyen sanatçılarımızda, öznel ve özel ko ulların gereklerine uygun olarak beliren bir eyilim” olarak görür. Sanatçının eseriyle avundu unu, eserinin içine saklandı ını söyler.

Bu gerçek kaçaklı ının toplumsal ve bireysel nedenleri de vardır.

Yazara göre Akbal’ın içinde ya adı ı gerçe i yadırgaması, toplumsal kökü bakımından, daha ba ka bir hayata hazırlanmı olmasındandır. Akbal, Batıyı en yakından, ama sadece biçim olarak, deyi ve esi olarak köklerine inmeksizin kurcalayan bir adamdır.

Bu kurcalama onu bizden, bizim gerçe imizden alıp götürür:

“Bizim gerçe imizin yabancısıdır, o ‘—Bütün bunlar niye olmu ’un, ‘neden ben bu memleketin havasına aykırıyım’ın a kınlı ı içindedir. Hikâyelerini dikkatle okuyun: bir film kahramanı beyaz perdeyi terketmi , stanbul’da dola ıyor, izlenimlerini yazıyor sanırsınız.”289

Akbal, Attilâ lhan’a göre edilgen bir ki idir. Öykülerinde ço unlukla kendi sorunlarına ve kendisine de indi i halde öykülerin kahramanı kendisi de ildir. Bir tanıktır o. Asıl kıyamet ba kasında kopar, asıl serüveni ba kası ya ar. Bunu gören yazar bu duruma

a ırır, epeyce hayran olur ve bunu okura aktarır:

“Toplumsal dola ıklı ın yanında, Oktay’ın ki i olarak çekingen ve yumu ak bir adam olması da, yırtıcı adamlar ve keskin eylemlerle dolu olan gerçekten kaçmak istemesine sebep oluyor. çinden onlara özendi i, gerçekle bo u anlara hayranlık duydu u, gerçe i zorlayanları be endi i söylenebilir. Zira kahramanları kendisi olmadı ı zaman çokluk böyle kimselerdir.”290

Akbal’ın aradı ı ey hayallerde de il, gerçe in ve de i melerin arasındadır:

“Ona yakı an bu korkak, kaçak ve hayalci romantisme’i bırakıp, kendisine, ya adı ı ko ullara çok daha uygun, çok daha elveri li içli bir realisme’e gitmektir.”291

Attilâ lhan, Orhan Kemal’in eksiklerini ortaya koyarken, ne yapması gerekti inin de altını çizer:

288 “Toprak Ana’nın Çilesi”, age., s. 147.

289 “Oktay Akbal’ın ‘Bizans Definesi’ Üzerine: Eksik Kaçak”, age., s. 206.

290 age., s. 206.

291 age., s. 208.

“Yalın bir dille yazaca ım diye, image’ı ve giderek atmosferi da ıtmak, edebi küçük hikâye yazmak isterken, taklidli röportaj hizasına dü mek sonucuna ula ıyor. Sorarım size imdi, Orhan Kemal o keskin diyalo larıyla, Türk toplumsal bünyesinin birinci derecede önemli sorunlarını i lemek kurnazlı ını göstermese, yazdı ı hikâyelerden kalacak olan nedir? Toplumsal olmak, ‘mücerret’ toplumsal olmak de ildir, aynı zamanda ‘güzel ve yeni’ olmaktır. O da hikâyede, bir atmosferin yaratılmasını icabettirir. Orhan Kemal hikâye yazarken, o hikâyeyi yapan maddi ve manevi image’ları ‘özel’ görü açısından görerek, zaman ve

‘mekân’ içindeki ba ıntıları ile birlikte tesbit etmek; dilin ve edebi sanatların zengin olanaklarından faydalanarak, iyice yo unla mı , sık dokumalı bir atmosfer yaratmak zorundadır. Ancak o vakit hikâyeleri aynı zamanda Humaine, toplumsal ve estetik bir etki yapabileceklerdir. Sanatın da, bir manada, amacı budur.”292 Ele tirmen, Demir Özlü’nün bunaltısını her türlü eylemin dı ında kalmı bir ev çocu unun iç sıkıntıları, kurguları, dü leri ve dü ündürdükleri olarak nitelendirir. Ona göre, Özlü’nün bunalımı bir ya antı sonucu ortaya çıkan bunalım de ildir. Biraz e reti, bir hayli de kurgusaldır. Bunaltı’daki hikâyeler, belki de bundan dolayı estetik bir bile imden çok, parça parça izlenim, duygu ve dü ünce yazıları özelli ini ta ır. Bu da, hikâyecinin yazacaklarını öz olarak içinde iyice halletmeden, oldurup erdirmeden kâ ıda aktardı ını göstermektedir. Bunaltıyı bir bilinç ı ı ında, bilerek, belirterek, A’dan Z’ye kurcalayarak i lemesi gereken Özlü, bunu yapamamı tır:

“Yapsaydı da herhalde yine yanılmı olacaktı; metafizik çıkmazı, toplumsal çıkmazı bir kerede olmu bitmi , de i mez ve halledilmez bir dü üm gibi alıyor, çünkü. Evrene ve topluma ba kaldırmayı ne yıkıcı bir karga alık olarak dü ünebiliyor ne de ilerlemeci haklı bir devrimcilik olarak. Kurulu de erler düzeni ile uyu amamak, onu her türlü de i me, de i tirme gerekircili i dı ında uyu uk bir çekimserli e ve toplumdı ı kuruntulara kaydırmı . Neden? Sorunu, bilimsel bir yöntemle ve gerçeklerin devrimsel geli mesini göz önünde tutarak, koymuyor da ondan.”293

Attilâ lhan, 1950’li yıllarda ele tiri deyince akla gelecek ilk adlardandır. O, bunu yazılarındaki tutarlılıkla, kuram ve uygulamadaki birliktelikle sa lar.

292 “ ‘Çama ırcının Kızı’ ya da Orhan Kemal’in Hikâyelerinde Zaman ve Mekân Problemi”, age., s. 170.

293 Attilâ lhan, “Bunaltı ve Ötesi”, “ kinci Yeni” Sava ı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996, s. 186-187.