• Sonuç bulunamadı

GENEL OLARAK EDEB YAT

3. B Ç M- ÇER K

Biçim mi önemlidir, içerik mi? Hangi öz biçimi, hangi biçim özü tamamlar? Biçim ve içerik ayrı ayrı bir ey ifade eder mi? Genelde sanat için sanatı ye leyenler biçimi, toplum için sanatı ye leyenler ise özü niçin ön plana alırlar? Biçim ve içerik konusunda birçok sorunun yanıtı aranır. Sa duyulu yanıt ise udur: Özsüz biçim, biçimsiz öz olmaz.

Birinin eksikli i sanat eserini güdük kılar. Aradaki fark arttıkça eser, sanat eseri olmaktan uzakla ır.

Sanatçının amacı, sanat eseri ortaya koymaktır. Sanatçı, bunu ister öz, ister biçim kaygısıyla; yani nasıl söyleyece ini de il de, ne söyleyece ini, ya da ne söyleyece ini de il de, nasıl söyleyece ini önceleyerek yapar. Sanatçılar hangi anlayı a sahip olurlarsa olsunlar, genelde di erini dı lamazlar. Yapılması gereken ey de budur.

Ataç’a göre, biçimi önemsemeyen sanatçının bildirecek bir eyi yoktur, e er böyle bir eyi olsaydı bu söyleyeceklerini en uygun biçimle ortaya koyardı. Ataç, “biçim kaygısı çekmek” üzerine unları söyler:

“Ne demektir biçim kaygısı çekmek? Söylemek istedi imizi en açık, en seçik olarak bildirecek sözü aramak de il midir? Söyleyece imiz söz, bizim anladı ımızın dı ında bir manaya çekilmesin, bizi okuyanlar, dinliyenler ne dedi imizi iyice anlasın, buna özenmek de il midir? Böyle ise her dü ünen,

493 Mehmet Kaplan, “Eskileri Okumak”, Ça rı, S. 4, Ocak 1958, s. 3.

gerçekten söyliyece i bir eyi olan her ki inin ilk kaygısı biçimdir, çünkü dü üncesini ancak biçimle aydınlataca ını bilir.”494

Sanat olmayan, güzel olmayan bir eserde hiçbir konunun beliremeyece ini söyleyen Ataç’a göre bunun nedeni, bizim hâlâ biçime de il, öze ba lı olmamızdır.

Oysaki biçimsiz öz olmaz. Bir duygu, bir dü ünce ancak bir biçim içinde belli olabilir.

Duygu ve dü ünce yüksekli inin sanat yapmak için yeterli oldu unu iddia edip, biçimi bo layanlar, görmeyen, duymayan, dı arıya bakmayıp sadece kendileriyle yetinen ki ilerdir:

“Oysaki sanat, iir, resim, musiki, her türlü sanat, kendi kendileriyle yetinmeyip de dı arıya bakanlar, dı arıdan bir ey alma a özenenler içindir.

Dı arıdan, ba kasından gelecek bir ey de bize ancak biçimiyle, biçimi sayesinde belirir.”495

Ataç, edebiyatımızın geçirmi oldu u öz-biçim de i ikliklerine de de inir. Ona göre ne edebiyat anlayı ımız, ne de edebiyatımızın kökü ve özü de i mi tir. De i im görünü tedir. Batıdan alınan kalıpların içi, eski özle doludur: “Bü ünkü iirlerin ço u, Divan gazellerinden, ancak dilce ayrıdır: gene o mehtap, gene o gül, gene o bülbül…”496

Ataç, ba ka yazılarında da öz-biçim birlikteli iyle ilgili dü ünceler üretir.

“Öz biçimden ba ka olur mu hiç? Yazdı ınıza bir çekidüzen verme e çalı mazsanız, dü ündükleriniz ne denli yüksek olursa olsun, anla ılır mı hiç? Öz, biçim içinde kendini gösterir, öz ancak biçimle aydınlanır, biçimi önemlemiyen özü önemlemiyor, onun iyice anla ılmasını, kavranılmasını istemiyor demektir.”497

“ çle dı bir bütündür, birbirinden ayırılamaz. Biçime önem vermiyen öze de önem vermiyor, dü ününün, duygunun gölgesile yetiniyor demektir. Nesnelerde biçim güzelli i aramıyan ki i gökçe-yazın yapıtlarında da güzelli i seçemez.(…)

Yazarlarımızın ço u bu biçim kaygısını duymadıkları içindir ki, gökçe-yazın yapıtlarında güzelli e önem vermiyor, gökçe-yazın-dı ı, dörüt dı ı erdemler, nitelikler arıyorlar.”498

Memet Fuat, halka yönelen, inandı ını çekinmeden söyleyebilen sanatçının içeri i;

ça ının anlayı larıyla pek ba da amayan, kendi inandı ını da söyleyecek gücü olmayan, çekingen sanatçının ise biçimi önceledi ini vurgular. Ona göre içeri e önem veren sanatçı,

494 Nurullah Ataç, “Yenilik-Biçim”, Diyelim-Söz Arasında, Yapı Kredi Yayınları, stanbul, 1998, s. 69.

495 Nurullah Ataç, “Devrim ile Sanat”, Devrim Gençli i, C. 4, S. 19, Ocak 1954, s. 6.

496 Nurullah Ataç, Karalama Defteri-Ararken, YKY, stanbul, 1999, s. 57.

497 Nurullah Ataç, “Öz ile Biçim”, Okuruma Mektuplar-Prospero ile Caliban, YKY, stanbul, 1999, s. 100.

498 Nurullah Ataç, “Biçim”, Esin, C. 1, S. 2, 15 Mayıs 1956, s. 2.

biçim oyunlarından olabildi ince uzak kalmaya çalı ırken, biçime önem veren sanatçı ise, kendi fildi i kulesinde biçim oyunlarıyla avunur durur. Biçimci sanatçıya göre sanat, günlük kaygıların üzerinde oldu undan dolayı, sadece sanat için yapılır.

Yazar, biçimin içerikten ayrı dü ünülmesinin olanaksız oldu u kanısındadır. Ona göre yenilik, sadece biçimde de il, içerikte de aranmalıdır; çünkü iyi sanatçı, bu ikisi arasındaki ili kiyi do ru saptayabildi i kadar iyi sanatçıdır. Bugün kullanılan kalıpları, belli ça ların belli içerikleri biçimlendirmi tir. “Her kalıbı belirlemi olan bir içerik vardır, her biçim bir içeri in ürünüdür.” Yazar, buna örnek olarak Yahya Kemal’i verir:

“Biçime ba lı, ama bir bakıma gerçekten iyi bir sanatçı olan Yahya Kemal, örnekse, yapıtlarının biçimini de i tirmemi , ama o biçimi yaratmı olan içeri i de bırakmamı tır. Kendini eskiye gömmek, ya amdan uzakla tırmak pahasına da olsa biçim ile içerik sorununu çözmenin yolunu bulmu tur. Osmanlıların en usta airidir. Tutup eski biçimlerle günümüzün içeri ini vermeye kalksaydı ba arılı olamazdı.”499

Biçimi önceleyen, biçim kaygısı içinde olan sanatçıları biçime tapanlar olarak gören Memet Fuat, Ehrenburg’un görü lerini referans olarak alır: “Benim için biçimci iç zenginli i olmayan insandır, nasıl konu ulaca ını bilir, ama söyleyecek sözü yoktur.”500

Memet Fuat’a göre eski kalıpların de i tirilmesi kaçınılmazdır. Çünkü ya am sürekli bir akı içinde, bütün kurumlarıyla, de erleriyle durmadan de i ip dönü mekte;

aynı zamanda da üretim araçları büyük bir hızla geli ip de i mektedir. Bundan sanatçının etkilenmemesi olası de ildir:

“Kısacası içinde ya anılan dünya de i mi , sanatçı ile yapıtlarını sundu u insan de i mi tir. Sanat yapıtının anlataca ı ey, içerik de i mi tir. Bu yeni içeri e, eski içeri i anlatmak için eksiksiz görülen eski kalıplar yetmez olmu tur.

Bunu sezen sanatçılar, içeri in zorlamasıyla, yeni biçimler ardına dü erler.”501 Yazar, yeni içeri in yeni biçimlerini arayanlarla, biçime tapanların birbirine karı tırılmamasını ister. Alı ılmı biçimlerin yeni içeri e yetmedi ini, bunun için de içeri e uygun biçimin olu turulması gerekti ini söyler.

499 Memet Fuat, “Biçim Ara tırmaları Üzerine Notlar”, Unutulmu Yazılar, s. 10.

500 age., s. 10.

501 age., s. 11.

Memet Fuat, bir ba ka yazısında da “yeni ey” den söz eder. Bu yeni eyciler, hemen her alanda yazıp çizen, on parma ında on marifet olan (hem öykücü, hem air, hem romancı, hem ressam…), yeni biçimler, türler deneyen huzursuz sanatçılardır. Yazara göre bunlar, “içeriklerin her türe göre sınırlı oldu u günlerden kalma ölçütlere dü man kesilmi , dayanılmaz bir yenilik özlemi ile yanıp tutu (an)(…) her eye burnunu soka(n), her eyi deneye(n)” ça da sanatçılardır. Yeni ey, “bu huzursuzlu u duyan sanatçılar”ca getirilecektir.502

Ataç, Memet Fuat’ın ilk yazısındaki yanlı ları irdeler. Ona göre Memet Fuat, biçimle kalıbı birbirinden ayırt edememi tir. iirin sadece uyaklı, ölçülü yazılmasını isteyenler, güzelli ini sadece belli kalıplar içinde verilebilece ini sananlar biçim kaygısı de il, kalıp kaygısı çeken insanlardır. Eski kalıpların atılmasını isteyenler de, gene kalıp kaygısı ta ıyanlardır: “Biçim bu de ildir. Biçim, bir duyguyu, bir dü ünceyi en iyi, en açık, en seçik olarak belirtecek sözleri, çizgileri aramak, onların biribirine uymasını istemek demektir.”503

Yeryüzü dergisi sanat eserinin biçimini içeri inin belirledi ini; eserin içeri inin ise, sanatçının gerçeklikten edindi i izlenim, ya am deneyimi ve dünya görü ü ile belirlendi ini ileri sürer. Dergiye göre çöküntü halindeki sınıfın sanatçıları, içerikle de il biçimle u ra ırlar. Onlar söyleyeceklerini en güzel biçimde ifade etmenini ustasıdır; ama onların söyleyecek sözleri yoktur. Biçimsel yenili in ilerilikle ilgisi olmadı ını söyleyen dergi, bu konuda unları söyler:

“ leri eser, toplumsal de i melerin hızlandı ı bu devrede, toplumun serpilip geli en kuvvetlerinin, yani yükselen sınıfının acılarını, sevinçlerini, ümitlerini, özleyi lerini ifade eder. ekilden çok muhtevaya önem verir. Çünkü hakikaten söyliyece i söz vardır. Nasıl söyliyece ini dü ünmekten çok ne söyliyece ine bakar.

Bütün gücü ile toplumsal de i meyi hızlandırmaya çalı ır. (…) Yeni muhteva, kendisini en mükemmel ifade edecek yeni ekiller yaratır. Ama bu, zaman ister. Bu yeni ekiller, ileri bir muhtevanın gerektirdi i ekillerdir. Oysa ki muhteva de i meden yalnız ekilde yapılan de i iklikler ileri de ildir, sadece yenidir.”504

502 “Yeni ey”, Unutulmu Yazılar, s. 41-42.

503 Ataç, “Yenilik-Biçim”, Diyelim-Söz Arasında, s. 70.

504 Yeryüzü, “Sanatın Çe itli Durumu”, Yeryüzü, S. 4, 1 Aralık 1951, s. 1.

Fethi Naci’ye göre, sanat kaygısı olmadan, sadece toplum kaygısıyla bir sanat eseri meydana getirilemez; çünkü sanat eserinin var olu ko ulu sanat kaygısıdır. Edebiyat eserindeki bilgi ile bilimsel bilgi aynı de ildir. Sanatın tanıttı ı gerçek dünya, artistik imgeler içinde yansıttırılmı gerçek dünyadır. Sanat kaygısını ta ımamak insanı kalıpçılı a götürür: “Ya ayan insanlar yerine canlılıktan yoksun kuklalar.” Sanatçı, sözgelimi lhan Tarus ve Behçet Kemal Ça lar, bundan dolayı canlı gerçe i i lemek yerine, birtakım bilimsel gerçekler içinde hapsolup kalır; iir, hikâye, roman yerine bize söylev sunar.

Yazar, örnek olarak Tarus’un Samanpazarı romanını verir:

“Yazarın bütün ki ileri birer kukla, belirli gerçekleri göstermeye yarayan birer kukla. Tipik karakterler ferde irca edilmedi i için, roman hayatiyetten mahrum, kuru. (…) Tarus’un içine dü tü ü ematizmden kurtulabilmesi için ‘sanat endi esi diye bir ey kabul’ etmesi gerek.”505

Fethi Naci, hem bilinçli olarak bir dü ünceyi yayan, hem de gerçek sanat de eri ta ıyan eserlere ise, Orhan Kemal’in “Uyku”, Ya ar Kemal’in Teneke, Kemal Tahir’in

“Arabacı”, Melih Cevdet’in “Anı”sını örnek olarak gösterir.

Fethi Naci, yalnız biçimde de il, özde de kalıpla ma oldu unun altını çizer. Ona göre kimi yazar ve airler ya amın güzelli i, insan sevgisi, hürriyet gibi kavramlardan söz etseler de; bunlardan bazıları, bu kavramların içini dolduramamakta, bunları hazır kalıplar olarak yinelemektedirler. Yalnız hazır ilkeleri yinelemekle yetinen, ki isel ve toplumsal gerçeklerle ilgilenmeyen yazarın, özde kalıpla maya gitmesi kaçınılmazdır. Özde kalıpla mak, sanatçının söylediklerinin eserin özü haline gelmemesi demektir. Yazarın, bu tehlikeden kurtulması için unları yapması gerekir:

“Yazarın, özde kalıpla maktan, hazırlop ilkeleri tekrarlamaktan kurtulması için, bilimin vardı ı sonuçları somutla tıran tipik ki ileri, tipik olayları gerçek hayatın içinde bulması, bu ki ileri, bu olayları edebiyata has biçimlerle anlatması gerektir. Tipik, bir istatistik ortalaması de ildir. Bir olayın, bir ki inin tipik olması için, sık sık tekrarlanan bir olay, her yerde bulunur bir ki i olması gerekmez. Yazar, gerçe in tipik yanlarını görebilmek için hem bilim di üncesini benimsemek, hem de gerçekle ilintisini kesmemek zorundadır.”506

505 Fethi Naci, “Toplum Kaygısı, Sanat Kaygısı”, nsan Tükenmez – Gerçek Saygısı, Adam Yayınları, stanbul, 1997, s. 48.

506 Fethi Naci, “Özde Kalıpla ma”, Yeni Ufuklar, C. 5, S. 38 (54), Kasım 1956, s. 697.

Fethi Naci, “Edebiyattan önce yapılacak çok i var.” inancının edebiyatçıların

“gerçe i, insan gerçe ini, toplum gerçe ini edebiyata yara ır biçimler içinde vermelerine”

genellikle engel oldu u görü ündedir. Çünkü söylenecek sözün de, söyleyi in de önemi vardır. Yazar, bundan dolayı öz - biçim tartı masını da yersiz bulur.

“Sanat eserinde öze önem vermemek, yalnız ustaca i lenmi bir biçimle yetinmek yanlı oldu u gibi, yalnız öze önem vererek biçimi, sanat tekni ini umursamamak da yanlı tır. Gerçekçi bir eserde bu ikisi de birlikte bulunur, birbirini tamamlar.”507

“Söylenecek ey”in edebiyat alanına imge biçiminde girebildi ini; yazınsal açıdan da ancak artistik bir biçimde ifade edildi inde var oldu unu söyleyen Fethi Naci’ye göre,

“edebiyat olayının özelli i özle biçimin birli i”ndedir:

“Bunların birbirinden ayrılması, iki durumda da, biçimcili e götürür. Ya

‘sanat için sanat’ diye bir ey söylemeden konu urlar, ya da ‘ille öz’, ‘toplumcu sanat’ derler, hayata nüfuz yerine hazır kalıpları tekrarlarlar, yaptıkları gene biçimciliktir, çünkü kalıplar, biçimler içinde saplanıp kalmı lardır. Bu çıkmazı önlemenin yolu, özü, bu öze en uygun gelen biçimle vermektir.”508

Orhan Kemal’e göre gerçekçi yazarlar, biçimi de öz gibi önemserler; çünkü yazarın ki ili i ve sanat gücü biçimden gelir. Orhan Kemal, “öz nasıl matematik bir incelikle kuruluyorsa, biçimin de bu kurulu gibi estetik incelikte ele alınması” gerekir diyerek biçime verdi i önemi ortaya koyar. Öz ve biçim arasındaki tercihini özden yana koyan yazar, bunun nedenlerini öyle açıklar:

“Öz bence biçimden daha önemlidir. Biçim ve deyi oyunlarıyla okuyucuyu aldatmayı sevmem. SANATI YA B R AKROBAT G B YA DA NSAN OLMA HAYS YET LE B R ÖDEV G B KABUL ETME VAR. BEN K NC YE

NANIYORUM.”509

Tevfik Çavdar, önemli olanın biçim de il, öz oldu u kanısındadır. Ona göre bir romanın temel kavramları özle, yardımcı ögeleri ise biçimle ilgilidir. Yardımcı ögeler, romanın özünün daha iyi kavranılmasını, eserin daha akıcı, daha sa lam bir biçimde ortaya konulmasını sa layan ögelerdir. “Dil, romanın yapısı, estetik örüm” bunlardan bazılarıdır:

507 Fethi Naci, “Toplum Kaygısı, Sanat Kaygısı”, nsan Tükenmez, s. 48.

508 “Köle Hanı Üzerine”, age., s. 43.

509 Tevfik Çavdar, “Orhan Kemal ile Roman Üstüne Konu ma”, Pazar Postası, Y. 6, S. 17, 27 Nisan 1958, s.

14.

“Kanımızca romanın temel kavramları özdeki ögelerdir. Biçimdeki noksanlar romanı yaralar, fakat yıkmaz. Kesin yıkım özdeki ögelerin eksikli inden do ar.”510

“Özün yapısına ve karekterine uygun en iyi biçimi bulmak sanatçının ödevidir. Bir sanatçının sorumlulu u, toplumun iyi geleceklere yönelmi , devrimci geli mesini destekliyen bir özü, kullanılabilecek en güzel biçimde vermesidir. Öz ve biçim konusunda açıkladı ımız gereklere ba lı kalmak toplumun tarihsel geli mesini inkâr etmiyen bir sanatçı için kaçınılmaz arttır.”511

Asım Bezirci, sanat eserinin özle biçimden olu an bölünmez bir bütün oldu unu belirtir. Ona göre bir eser, “özce ne denli yeni, ileri ve güzel olursa olsun, biçimce açık, sa lam ve olgun de ilse” ba arılı bir eser olarak kabul edilemez. Bezirci bunun nedenlerini

öyle ortaya koyar:

“Çünkü, ba arılı eser öze en uygun, özü en iyi canlandıran, en güzel ve geli mi biçimi kurabilen eserdir. Böyle bir eserde özle biçim birbirine uyar, birbirini tamamlar, birbiriyle at ba ı gider.

Onun için, kalıcılı ı öne sürülen bir eserin biçimce de ileri, yetkin, yeni ve alımlı olması gerekir. De erli bir öz, geli mi bir biçim içinde verilirse güç ve anlam kazanır, canlı ve taze kalır, sesini gelece e de duyurur. Klasikle ir.”512 Attilâ lhan’a göre öz ve konudaki de i iklikler eninde sonunda biçimde de de i melere yol açacaktır. O, gerçek sanatçının kendine özgü bir deyi e, anlatıma, biçime ula ması gerekti ini ve bu anlatımın, deyi in de i mez olmasını savunanları; aynı zamanda da bu türden sanatçıları ele tirir. Ona göre sanatçının ki ili ini belirten deyi i, anlatımı, biçimi de il, onun özü, bu özün de erlendirili inde kullandı ı yöntemidir. Anlatımı, biçimi, deyi i belli bir kalıbın içinde donmu olan sanatçılar, ki iliklerini yitirmi lerdir.

Deyi de, söyleyi de, biçim de de i mek zorundadır; çünkü yeni konular yeni biçimleri, deyi leri, söyleyi leri beraberinde getirir. Bu nedenle, “gerçek sanatçı, de i en ko ulların ortaya çıkardı ı yeni yeni konuları; bu konulara en uygun gelen yeni yeni biçimlerde i lemek zorundadır”.513

Attilâ lhan, özcü sanat yapmak isteyenlerin biçimi harcadıkları görü üne de katılmaz. Özcülerin de biçime, biçim sorunlarına, söyleyi e söylenen kadar önem

510 Tevfik Çavdar, “Romanı Tanımlamak”, Yeni Ufuklar, C. 7, S. 83, Nisan 1959, s. 392.

511 Tevfik Çavdar, “Sorumluluk”, Dost, C. 1, S. 2, Kasım 1957, s. 27.

512 Asım Bezirci, “Yarına Kalmak”, Çok Kapılı Oda, Yazko Yayınları, stanbul, 1982, s. 159.

513 Attilâ lhan, “Sanat Pazarı”, Gerçekçilik Sava ı, Yazko Yayınları, stanbul, 1980, s. 92-93.

verdiklerinin altını çizer. Ona göre öz ö eleriyle biçim ö eleri arasındaki denge ne kadar sa lam olursa, ortaya çıkan yapıt da o kadar sanat yapıtı olur. Di er türlü özün çok derin, çok büyük konulardan olu ması yalnızca yapıtın sosyal ve tarihsel yönden do rulu unu kanıtlar, onun iyi ve güzel bir yapıt olmasını sa lamaz. Sanatın, do runun güzellikle birli i, güzel olarak söylenmi do ru oldu unu söyleyen Attilâ lhan, güzelli in öz ve biçimin bire imiyle sa lanaca ını, bu konudaki asıl tayin edici ö enin de öz oldu unu ileri sürer.514

Erdal Öz, özle biçimi birbirinden ayırmaz. Ona göre önemli olan, öze en güzel biçimin giydirilmesidir. Bu sanatçının en önemli ödevidir. Özü de erlendiren biçimdir.

Sanat eseri de öz ve biçim uyu masının bir sonucudur. Özetle sanat eseri, sadece öz ya da biçim de ildir.515

Tahsin Yücel, sanatçının hiçbir kalıba sı mayan, ba lanmayan, durdurulamayan bir yaratılı a sahip olması gerekti ini ileri sürer. Yücel’e göre sanatçı, bir biçime ba lanıp kalmamalı, daha ileri, daha geni olanaklar aramalı; konuya, belirtmek istedi i dü ünceye en uygun biçimi bulmak için çaba harcamalıdır:

“Sanatçı (…), yalnız elindeki eseri dü ünsün, onu en iyi, en tamam bir biçimde verebilmeye çalı sın, eserine anlatmak, söylemek istediklerine en uygun biçimi bulmaya çalı sın yeter. Bu biçim daha önceki eserlerinin biçimiyle taban tabana zıt bir biçim de olsa bir ey de i mez. Belki de sanatçının gücünü gösterir bu. Konuya, öze en uygun biçimi bulmak sanatçı için büyük bir ba arıdır bence.”516 Orhan Duru, “Yeni özler, yeni biçimler getirir.” sözünü öyle de i tirir: “Yeni özler, her sanat erinde ayrı ayrı konular getirir.” Bütün öykü araçlarının, ö eleriyle birlikte öz’ün emrinde oldu unu söyleyen Duru, ülkülü bir sanatın tarafındadır. O, bu konuda

unları söyler:

“Öz, bir hikâyeden çıkarılan sonuçtur. Güçlü yazar kendi anlatmak istedi i eyi, varmak istedi i sonucu, sa lamak istedi i etkiyi okuyucuya de i meden verebilen yazardır. (…) Burada kimi hikâyecilerimizin dü tü ü acemilikten söz açmak gerekiyor. Bu hikâyecilerimiz ço u kere hikâyelerinin içinde anlatmak istedikleri eyin tartı masını yaparlar, yahut ta nutuk çekerler. Oysa öz hikâyeci tarafından varılmı bir sonuçtur her eyden önce. Sonra hikâye bütün ö eleriyle

514 Attilâ lhan, “Biçimcilik-Özcülük Konusunda Bazı Yanılmalar”, Seçilmi Hikâyeler Dergisi, C. 13, S.

65, Haziran 1957, s. 8-9.

515 Erdal Öz, “Korkak Ku ak”, Pazar Postası, Y. 4, S. 42, 14 Ekim 1956, s. 11.

516 Tahsin Yücel, “Ki ilik Dedikleri”, Varlık, S. 414, 1 Ocak 1955, s. 9.

birlikte öz’ün emrindedir. Toplumun iyili i yönünde, Ülkülü bir sanat bizim istedi imiz sanattır.”517

Sezer Tansu , sanatçılarımızın Batı biçimlerini bir kalıp olarak alıp benimsemelerini, Batı özentilerini ele tiri konusu yapar. Ona göre Batıdan kalıp olarak gelen biçimle, “sanatçının meramı” arasında bir kopukluk, bir uyu mazlık söz konusudur.

Bundan dolayı sanatçıların, belli oranda da olsa yerli bir özellik kazanmaları için, bu türden özentilerden kaçınıp, böylesi kaygılardan sıyrılmaları gerekir.

“Kendi kültürümüzün yanıba ımızdaki kaynaklarını bırakıp çok defa duyu umuzla yo urmaya gücümüzün yetmedi ini biçimlere yöneliyoruz. (…) Kendi çevresinin gerçe ini ele aldı ı biçimlere egemen kılan ve bu sayede o biçimleri kendi malı haline getirebilen sanatçı yapıtlarında gerekli davranı ı yansıtmı olur.

(…) Çevremizin sanatçısı da, ara tırıcısı da Türkiyeli olmak zorundadır.”518

Tansu , biçimde yenilenme ile duyarlık ve özde yenilenme arasında bir ili ki kurar.

Biçimsel yenilenmenin mutlaka özde yenilenmeye de yol açması gerekti inin altını çizer.

Ona göre de i im için öz’ün yenilenmesi, duyarlılı ın tazelenmesi arttır. Tansu , bu konuda unları söyler:

“Birçok sanatçıda yeni biçim arayı ları bu soyut isyanın sınırlarını a mıyor.

Ortaya konulan yeni biçimlerde kaçınılamıyan, kurtulunamıyan bir kalıpçılı ın, eskiden öz bakımından kopamayı ın, gizlenmeye çalı ılmı olan izlerini her fırsatta görmek mümkündür. (...)

Kendine güvenen özü, duyarlı ı tazelesin. De i imin köklülü ü budur. Artık ba ımıza geçirdi imiz soyut apkanın yanlı , sahte ve i reti oldu unu anlamak sırası gelmi tir.”519

Ferit Edgü, edebiyatı bir anlatım sanatı olarak tanımlar. Ona göre edebiyatın,

“de i mez özü de insano lu”dur. Gerçekçiler de, gerçeküstücüler de, deneyciler de bu noktada, yani “insan”da birle irler. En bireyci sanatçı bile insanın toplumla olan ili kisini verme e, onunla birlikte çevresini anlatma a çalı ır. “ nsansız hiçbir duygunun, hiçbir güzelin anlamı yoktur.” Bundan dolayı edebiyatta soyutlamanın etkili olması demek, özün yani insanın yok olması demektir. Yazar, gerçe i ba ka açılardan de erlendirebilir, insanı bilinmedik, söylenmedik yönleriyle ortaya koyabilir, ama insandan soyutlayamaz.

517 Orhan Duru, “Ele tirme: Konu ile Öz”, Yeni Ufuklar, C. 3, S. 18 (34), Mart 1955, s. 383.

518 Sezer Tansu , “Biçime Kurban”, Yelken, C. 2, S. 21, Ekim 1958, s. 17.

519 Sezer Tansu , “Soyut apka”, Yelken, c. 4, S. 40, Mayıs 1960, s. 4.

Soyutladı ında bize hiçbir ey katmaz, kazandırmaz. Edgü, özde de il biçimde de i iklik yapan usta yazarları yadırgamaz; çünkü onlar, insan gerçe ini/gerçekli ini yok saymazlar:

“Örne in Kafka’nın De i im’indeki Gregor’un böcek olmasıyla ortaya bir böcek gerçe i konmuyor. Gregor’un, insano lu Gregor’un sıkıntıları, gerçekleridir yazarın anlattı ı.”520