• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.2. Örgütsel Özdeşleşme

2.2.1. Örgütsel Kimlik

Ashforth, Harrison ve Corely (2008: 327), özdeşleşmenin anlaşılabilmesi için öncelikle kimlik kavramının anlaşılması gerektiğini ifade etmektedir. Örgütsel kimlik ve örgütsel özdeşleşmeye yönelik araştırmalarda 1970’li yıllardan sonra artan ilgiye rağmen hala eksiklikler söz konusudur. Yapılan çalışmalarda ilgili kavramların içeriği hakkında bir görüş birliği söz konusu değildir (Cole ve Bruch, 2006: 587). Bununla birlikte Albert ve diğerleri(2000), özdeşleşme ve kimlik kavramları “kök yapı” olarak yönetim ve organizasyon literatüründe bireyin kimliklerini belirlemek adına, kim ve ne sorularına cevap aramak gayesiyle ele alınması gerektiği fikrindedirler.

Kimlik kavramı modern dünyada örgütler kadar bireylerin de üzerinde oldukça fazla zihin uğraşı verdiği konular arasındadır. Kimlik çağdaş toplumda kolay ele geçirilemeyen, bir defada veya hemen oluşturulamayan bir kavramdır (Scott, Corman ve Cheney, 1998: 303). Kimlik, benlik-sembolleştirme tanımlaması içerisinde “ben kimim?” veya “biz kimiz?” sorularına yanıt oluşturmaktadır. Belki de bu tanımlamaları yapmak, eski zamanlardan beri Sokrates ve Aristotales gibi felsefecilerin de üzerinde durduğu konulardır (Ravasi ve Van Rekom, 2003: 122). Bir başka boyut olarak, kişinin kendini ait olduğu çevre içerisinde ne şekilde algıladığı sorusuna farklı disiplinler olan

sosyoloji, psikoloji, felsefe ve dinsel çalışmalar da yanıt aramaktadır (Garmon, 2004: 88). Bu tarz tek bir soruya yönelik verilecek cevapla, genellikle tek bir cevap elde edilmez. Bu tarz sorularla elde edilecek çoklu cevap ve bunun sonucu çoklu kimlik kavramları ortaya çıkmaktadır (Pratt ve Foreman, 2000: 18).

Örgütsel kimlik kavramı oldukça karmaşık bir kavramdır ve örgütsel kimlik kavramının doğasında nelerin olduğu hala tartışılmaktadır. Örgütlerde çoklu kimliklerin olması söz konusudur ve bu kimlikler çevresel şartlardan etkilenmektedir. Bu nedenle örgütsel kimliğin sabit ve değişmez olduğunu iddia eden çalışmalar mevcutken, bazı çalışmalar ise bu kavramın esnek ve durağan olmayan bir kavram olduğunu iddia etmektedir (Sha, 2009: 297). Araştırmacılar, örgütsel kimlik tanımlaması konusunda fikir birliğine sahip olmasalar da örgütsel kimliğin sosyal kimlik teorisiyle bütünleşmesi, bireyin örgütle özdeşleşme sürecine ışık tuttuğunu ileri sürmektedirler (Foreman ve Whetten, 2002: 618).

Kişisel kimlik ve sosyal kimlik kavramları örgütsel davranış araştırmalarında da ele alınmıştır. Albert ve Whetten (1985)’ e göre örgütsel düzeyde ortak kimliği ele almak, bireyin özdeşleşmesine ve örgüte katkı sağlayan sürekli, farklı, temel özellikleri algılamasıyla ilgili konuları ele almak ve değerlendirmektir (akt. Gioia ve Thomas, 1996: 372). Albert ve Whetten (1985)’in oluşturmuş olduğu bu tanımlama, farklı konuları da içermektedir. Buna göre; örgütsel kimlikle ilgili “örgüt olarak biz kimiz?” sorusu ortaya çıkmıştır. Yıllar içerisinde bu soruya verilen “biz” cevabı beraberinde farklı bir belirsizlik ortaya çıkarmış ve örgütsel kimlikle ilgili yeni boyutlar kazandırmıştır. Böyle bir belirsizlik iki farklı tasarım olan; örgütteki kimlik ve örgütün kimliği kıyaslamasını da beraberinde getirmiştir. Örgütsel kimlikle ilgili böyle bir kıyaslamanın temelinde bireyin algılamış olduğu kimlik ve örgütte kurumsallaşmış olan kimlik kavramlarının farklılaşmış olması yer almaktadır (Whetten ve Mackey, 2002: 394–395).

Pratt ve Foreman (2000: 20) ise örgütsel kimlikle ilgili olarak örgüte ait sürekli, farklı ve temel özellikleri, örgütsel kimliğin oluşmasındaki temel özellikler olarak belirtmiştir. Bu durum bireyin, örgütün temel ve belirleyici özelliklerine inanmasına, sürekli bu özellikleri desteklemesine ve örgütsel kimliğin oluşmasına katkı sağladığı şeklinde değerlendirilebilir. Bu tanımlama örgüte yönelik bu kavramlar temelinde çoklu örgüt kimliklerinin oluşmasının söz konusu olabileceği kanısına varılmasını sağlamaktadır.

Albert ve Whetten (1985), örgütsel kimliğin anlaşılması için eşsiz bir örgüt doğası olarak belirli hikâyelerin oluşturulması ve belirteçlerin ortaya çıkarılması gerektiğini ifade etmektedir (akt. Ravasi ve Van Rekom, 2003: 123). Diğer taraftan Gioia ve diğerleri (1994) ise örgütsel kimliği, ortak bir anlayışın oluşturulması, örgüt üyeliğine yönelik bireyler tarafından paylaşılan bilişsel yapının tam olarak neyi ifade ettiğinin netleştirilmesi ve bireye örgütle ilgili olarak ne algılaması gerektiğinin açık bir ifadesi olarak tanımlamaktadır (akt.Ravasi ve Van Rekom, 2003: 123).

Weik (1995) “ Kimliğin etkileşim süreci sonucuda oluştuğunu ifade etmektedir. Bu etkileşimin bölünmesi, benlik tanımlamasının da bölünmesine neden olmaktadır.” Aynı duyguların korunması veya benliğin süreklilik arz etmesi, bireyin kendi görüşü çerçevesindedir. Örgütsel kimliğin oluşması da aynı süreç dahilindedir. Müşterilerle, medya ve rakiplerle etkileşimin artması örgütsel kimliğin üzerindeki etkinin artması anlamına gelmektedir. Bu durum örgütsel kimliğe sadece karmaşık bir fenomen olma özelliği kazandırmamakta; aynı zamanda birçok farklı ifadeye bağlı kılmaktadır (Gioia, Schultz ve Corley, 2000: 65).

Örgütsel kimliğin şekillenmesinde amaçlar, değerler, misyon, uygulamalar ve faaliyetler katkı sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında örgütsel kimlik, üst yönetim ve paydaşların gözünde bir örgütten bir diğer örgüte farklılık arz eden bir kavramdır (S. G. Scott ve Lane, 2000: 44).

Örgütsel kimlik kavramının bir boyutu da, algılanan örgütsel kimliktir. Algılanan örgütsel kimlik, ortak kimlik kavramından farklı bir kavramı ifade etmektedir. Burada ortak değerler yerine, bireyin sahip olduğu algılamalar yer almaktadır. Örgüte yönelik sosyal yönünü güçlendirememiş birey, ortak bir algı oluşturamayacaktır. Böylece, algılanan kimliğin bireysel olarak eksik ya da yanlı şekilde negatif olmasına neden olacaktır. Algılanan kimlik, bireyin örgütle özdeşleşmesinde veya özdeşleşme düzeyine katkı sağlayan kimliktir (Dutton ve diğerleri, 1994: 243). Bu durum subjektif bir değerlendirmenin de olduğunu gündeme getirmektedir. Örgütsel kimliğin çekici olması, bireyin örgütsel özdeşleşmesinin güçlü olmasında da belirleyicidir. Böyle bir belirleyici ise sübjektif bir değerlendirme olarak nitelendirilmektedir (Dutton ve diğerleri, 1994: 244).