• Sonuç bulunamadı

Te’vilin Terim Anlamı Kazanması

Te’vilin, Kur’ân ve sünnetteki ilk ve orijinal manâsının cahiliye döneminin Arapçasına uygun olarak “işin mâhiyet ve hakîkati, âkıbet ve sonucu, emrin tatbiki, haberin gerçeğe mutâbık hâli”dir. Terimlerin (ıstılah), ilgili toplum kesimlerinin kendilerini daha iyi ifade etmek üzere uzlaşarak bir lafzı, sözlük anlamından çıkarıp bir münasebet sebebiyle bir başka manâda kullanmaları59 yoluyla oluştuğu bilinmektedir. Dillerde terimlerin oluşması, zaman ve zemine bağlı olarak kelimelerde yaşanan anlam değişikliklerini, dilin statik (durağan) olmadığını ve canlı bir unsur olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî’nin çok erken bir dönemde te’vili ıstılâhî manâsına yakın anlamda kullanmış olması dikkat çekmektedir. Ona göre te’vil, “değişik anlamlara muhtemel bir sözü (kelâm)

ancak lafzı dışında sahih olan bir beyân ile tefsir etmektir.” Ferâhidî, buna delil

olarak daha önce de geçen Abdullah b. Revâha’ya ait -kaza umresi vesilesiyle Mekke'de bulunurken söylediği- şu şiiri kullanmaktadır:

ه ليوأت يلع م ك ب ر ضَن َم وي لاف ه ليز نَت يلع م كان ب َرَض ن حَن

(Kur’ân’ın) inişinde size vurduğumuz gibi, Bu gün te’vili için size vuruyoruz!.60

Ferâhidî, döneminin genel anlayışına uygun olarak te’vili tefsir olarak değerlendirme ihtiyacı hissetmiş ancak söz konusu lafzın değişik manâlara muhtemel oluşu, anlaşılması için lafzının dışında ihtiyaç duyulan bir beyândan bahsetmiş olması ve lafzın uygun başka bir manâda kullanılması gibi terimleşen te’vilin hemen hemen bütün unsurlarını ihtiva eden bir tanım yapmıştır. Sonraki dönemlerden farklı olarak sadece “hamletmek” yahut “sarf etmek” tabirleri yerine “tefsir” ifadesini

57 İbn Manzûr, Lisânü’l-’Arab, c.20, s.33; Râgıb, el-Müfredât, s.30; Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, c.28, s.33;

Seyyid Muhammed ‘Amîm el-İhsân el-Müceddidî el-Bereketî, et-Ta’rîfâtü’l-Fıkhiyye, Dârü’l- Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 2003/1424, s.50.

58 Mahmud Muhammed et-Tenâhî, Min Esrâri’l-Lüğa fi’l-Kitâbi ve’s-Sünne, Mu’cem Lüğavî

Sekâfi, el-Mektebetü’l-Mekiyye, 2008/1428, s.111; Bereketî, et-Ta’rîfâtü’l-Fıkhiyye, s.50.

59 Cürcânî, et-Ta’rîfât, s.28. 60 Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, c.1, s.99.

42

kullandığı anlaşılmaktadır. Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ’nın “Mecâzu'l-

Kur’ân” isimli eserinde, böyle bir kullanım söz konusudur. Ancak bu zatın çok erken

dönemlerde yazdığı bu eserinde Kur’ân’daki te’vil kelimesini tefsir anlamında kullanarak kendinden sonraki birçok bilgini yanılttığı, ondan yüz yıl kadar sonra yaşamış olan Taberî’nin ise başta te’vil olmak üzere Kur’ân müfredatının aslî anlamlarını koruma konusunda daha ciddi davrandığı ifade edilmektedir.61 Aynı şekilde hukuk düşüncesinde akıl ve onun işlevsel değerine çok önem verdiği anlaşılan Mâturîdî’nin te’vil tanımı da bazı ilave kayıtlarla benzer izler taşımaktadır. Ona göre fukahâya ait olan te’vil, “kat’iyyet” atfetmeden lafzın muhtemel manâlarından birini tercih etmektir.”62 Öyle anlaşılıyor ki dil, tefsir ve kelâm gibi muhtelif ilimlerle uğraşanlar, daha erken dönemlerden itibâren te’vil kelimesini, kendi alanlarına uygun şekilde tanımlama ve ıstılahî bir anlamda kullanma yoluna gitmişlerdir.

Kur’ân’ın anlaşılmasında, semantik biliminin önemli olduğu hususunda şüphe yoktur. Kur’ân’da bazı kelimelerin anlam daralmasına, anlam genişlemesine ve anlam kaymasına maruz kaldığı bilinmektedir.63 Kur’ân, cahiliye döneminde belli anlamlar verilen kelimeleri kullanmakla birlikte, gerçekleştirmek istediği toplumsal değişim kapsamında söz konusu kelimelerden bir kısmını farklı anlam alanlarına aktarmıştır. İbn Haldûn’a (ö. 808/1406) göre terimlerin gelişmesi ilim ve ilim merkezlerinin gelişmesinin, dolayısıyla medeniyetin yükselmesinin bir sonucudur.64 Bu bağlamda toplumsal değişim ve gelişime paralel olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaçları karşılamak üzere önce kavramların zihinlerde yer bulması, sonra bu yeni anlam örgüsünün terimleşmesinden bahsedilebilir. Herhangi bir kelime terim anlam kazansa bile genelde kelimelerin sözlük ve terim anlamları arasındaki bağ devam etmektedir. Fıkıh usulü âlimleri; kelimelerin şâri tarafından yüklenen anlamına “şer'î hakîkat”, örf yoluyla oluşan anlama “örfî hakîkat” ve ilk konulan sözlük anlamına da “vaz’î hakîkat” demişlerdir. Terim ifadesi bu anlamda örf-i hâssa tekabül etmektedir. Zira usulcülerin ilgili lafzı söz konusu anlamda kullanmalarına ilişkin bir uzlaşmadan

61 Işıcık, Kur’ân’ı Anlamada Te’vil, s.23.

62 Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Ahmet

Vanlıoğlu (Nşr.), İstanbul 2005, c.1, s.3-4.

63 Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar, Selahaddîn Ayaz (çev.), Pınar Yayınları,

İstanbul 1991, s.25.

43

söz edilebilir. İlgili yerde temas ettiğimiz gibi gâit (طئاغ) lafzının vaz’ı, sözlük açısından “kuytu, çukur yer” olmakla birlikte mecaz olarak “hacet giderme” anlamında kullanılmaya başlanması ise örf-i âmm kabilindendir.

Kur’ân’ın anlaşılması için indiği ortamın dil örgüsünün dikkate alınması gerektiği âşikârdır. Hatta bu hususta âlimler arasında bir uzlaşıdan bahsetmek mümkündür. Bu anlamda Kur’ân’da geçen lafızlardan şâriin nüzûl ortamında kastetmediği anlamları çıkarmak câiz değildir.65 Dolayısıyla Kur’ân’da belli bir anlamda kullanılan bir lafzın, asıl bağlamından kopartılarak sadece terim anlamına göre değerlendirilmesinin bazı sıkıntılara sebep olacağı unutulmamalıdır. Usulcüler, şer'î naslarda delil olması durumunda lügavî ve örfî anlamın, delil olmaması durumunda ise şer'î anlamın öncelenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.66 Şâtibî’ye göre şer’î hitaptan birinci derecede kastedilen ilk hitaptır.67 İlk hitâbın muhatabı olan Mekke-Medine Araplarının te’vil kelimesini, “tefsir, beyân ve yorum” anlamında kullanmadıkları âşikârdır. Ancak te’vilin, “işin hakîkati, âkıbet ve sonucu" anlamından yola çıkarak ona, “şâriin naslardan kastettiği hakîkî manâyı ortaya koymaya yönelik çaba” şeklinde ıstılâhî bir anlam yüklemek ilk muhatapların anladığı asıl manâdan uzaklaşma olarak değerlendirilemez. Çünkü kelimenin ilk anlamı ihmal edilmiş değildir ve ikisi arasındaki anlam bağı devam etmektedir. Te’vil yapan kişi, naslardan yola çıkarak şâriin gerçek maksadını ortaya çıkarmaya yönelik bir arayış içerisindedir. ّللّا ب َنو ن م ؤ ت م تن ك ن إ لو س رلا َو ّاللّ ىَل إ هوُّد رَف ٍء يَش ي ف م ت ع َزاَنَت ن إَف لاي و أَت نَس حَأ َو ٌر يَخ َك لَذ ر خلآا م وَي لا َو “Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe

inanmışsanız onun halini Allah'a ve Peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir,”68 âyeti gereği ihtilaflı konularda Allah ve peygamberi hakem kılmak, olayların çözümünü onlara döndürmek suretiyledir. İşte te’vilin manâ ve mâhiyeti bu noktada önem kazanmaktadır. Te’vil kavramının doğasında olayları dikkatlice araştırma, ayrıştırma ve Allah ve resulünün maksadına uygun olarak değerlendirme faaliyeti vardır. Bu da esasa dönmeyi ve ilk manâya çevirmeyi

65 Ebû’l-Abbâs Takiyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdidddîn Abdisselâm İbn Teymiyye el-

Harrânî, Mecmû’ul-Fetâvâ, Abdurrahman b. Muhammed el-Âsimî ve oğlu Muhammed (Nşr.), 1- 37, Riyâd Matbaaları, 1416/1995, c.12, s.107.

66 Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Huseyn er-Râzî, el-Mahsûl fî İlmi’l-Usûl, Tâhâ Câbir Feyyâd

el-Ulvânî (Thk.), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1997, c.1, s.103.

67 Şâtibî, el-Muvâfakât, c.2, s.130. 68 Nisa, 4/59.

44

gerektirmektedir. Nitekim âyette de ihtilaflı konuların Allah ve peygamberine döndürülmesi “en güzel te’vil” olarak değerlendirilmiştir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi te’vil ilmiyle ilgili söz konusu olan özne bir peygamber ise haberleri, rüyaları gerçeğe mutâbık olarak hakîkati söyler, yaşar ve dedikleri olduğu gibi yaşanır. Allah’ın ahiret ahvâli ile ilgili beyân ettiği hususlar ortaya çıkınca te’vil olunur, zikredilen hususlar olduğu gibi yaşanır. Bütün bunlarda, teori ile pratik arasında herhangi bir sıkıntı yaşanmaz. Çünkü bilginin kaynağı Allah'tır. Ancak ilahî bilgi ve inâyetin doğrudan müdâhil olmadığı ve salt beşerî çabanın ürünü olan hakîkat arayışında ilim, irfân, basiret ve ihlas ilkeleri yanında ilahî nimete mazhar olmuş havâsın te’vili, beşerîlik düzeyindedir ve bu yolla elde edilen ilim, zan ifade eder. Zira te’vil vasıtasıyla naslardan ilahî muradın keşfine yönelik çabada söz konusu hakîkate isabet olabileceği gibi tersi de imkân dâhilindedir. Aynı zamanda te’vil bir ictihâd yöntemidir ve ictihâd, hayatla beraber hareket eden canlı bir unsurdur. Zamanlar üstü olarak bütün toplumlara hitap eden Kur’ân naslarının, belli bir zaman dilimiyle sınırlandırılması mümkün olmadığına göre, değişen ve gelişen hayat şartlarına uyum konusunda te’vil gibi işlevsel bir kavramın müctehidlerin hizmetinde olması önemlidir.

İslam dünyasında ilmî faaliyetlerin çoğaldığı, fetihler sebebiyle diğer kültürlerle etkileşimin her alanda hissedildiği bir ortamda, doğal bir süreç içerisinde, te’vilin ıstılâhî anlam kazanması, usulcüler tarafından ilke ve prensipleri belirlenerek belli bir çerçevede tutulması, olumlu ve olması gereken bir tutumdur. Te’vilin Kur’ân’da terim anlamının olmaması yahut bu yönüyle kullanılmamış olması, söz konusu lafza ıstılâhî bir anlam kazandırmaya herhangi bir engel teşkil etmemektedir. Fıkıh kavramı da Kur’ân’da “açmak, yarmak ve iyi kavramak”69 gibi manâlardan uzaklaşarak ıstılâhî bir anlam kazanmıştır. Ancak iki anlam arasındaki yakın ilişkiden ötürü, fıkhın söz konusu anlama kavuşmuş olması da nihâyet bir uzlaşı sonucudur. Aynı husus te’vil kelimesi için de geçerlidir. Önemli olan nasların anlaşılmasında ilk asıl anlam ile sonraki terim anlamlarının farkında olunması ve özellikle naslarda geçen bu tür kavramların tercüme ve tefsirlerinde bu hususa dikkat edilmesidir. Hatta Kur’ân’da başka anlamda kullanılmasına rağmen, sonraki

45

dönemlerde ümmetin uzlaşısı ile terim anlamlar kazandırılan tasavvufî, fıkhî ve kelâmî birçok kavramdan bahsetmek mümkündür. Bu kapsamda fıkıh ve usulü ile ilgili olarak fıkıh, vâcib, mekrûh, istinbât, icmâ ve fetva gibi terimlere yer verilir.70 Bütün bu gerçekler ışığında; terim anlam kazanan te’vil kavramının fıkıhta istinbât yöntemlerinden biri olduğu, yakın ve uzak gibi kısımlara ayrıldığı ve fâsit yahut makbûl olduklarına dâir ihtilâfın yaşandığı örneklerinin bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir.71 Bu malumat ışığında fıkıh usulünde esasları konan te’vilin mahiyetini açıklamak uygun olacaktır.

1.3.1. FIKIH USULÜNDE TE’VİL