• Sonuç bulunamadı

Müevvil (Te’vili Yapan Kişi) ile İlgili Şartlar

1.8.1. Fıkıh Usulünde Te’vilin Delilleri

1.9.1.1. Müevvil (Te’vili Yapan Kişi) ile İlgili Şartlar

a. Müevvilin Müslüman, bâliğ, akıllı ve âdil, düzgün bir zekâ ve kavrayış melekesine sahip olması yanında iyi niyet, düzgün itikât ve güzel ahlak gibi niteliklerle donanmış olması, güven ve itibâr için önemlidir. Bunlar, Âmidî’nin te’vili yapan kişide ilk şart olarak koştuğu “nazar ehliyeti”nin ön koşullarıdır. Âmidî’ye göre adâlet, büyük günahlardan kaçınmak ve küçükler üzerinde ısrar etmemektir.591 Başka bir ifadeyle, te’vil faaliyeti içinde olan kişinin ictihâd, nazar ve istidlâl ehliyetine hâiz olması gerekir. Zira te’vil, ictihâdın bir nevidir.592

591 Âmidî, el-İhkâm, c.2, s.90.

592 Ebû’l-Munzir Mahmud b. Muhammed b. Mustafa b. Abdullatîf el-Minyâvî, el-Mu’tasar min

Şerhi Muhtasari’l-Usûl min İlmi’l-Usûl, el-Mektebetü’ş-Şâmile, 2. Baskı, Mısır 1432/2011, s.328; Nemle, İthâf, c.5, s.90; Nemle, el-Mühezzeb, c.3, s.1205; Tavîle, Eserü’l-Lüğa, s.261; Abdulkerim en-Nemle, el-Câmi’ li Mesâili Usûlü’l-Fıkh ve Tatbikâtihâ ‘ala’l-Mezhebi’r- Râcih, Mektebetü’r-Rüşd, I. Baskı, Riyâd 1420/2000, s.195; Abdülmecîd Muhammed es-Süsve, “Davâbitü’t-Te’vîl inde’l-Usûliyyîn”, Havliyyetü Külliyeti’d-Dirâsâti’ş-Şerîa ve’l-Kânûn ve’d-

142

b. Arapçaya ve beyân üsluplarına vâkıf olmak müevvilde bulunması gereken önemli hususlardandır. Te’vilin şartlarına değinen bütün usulcüler, te’vilin dilin vaz’ özelliklerine, kullanım örfüne yahut şâriin âdetine muvâfIk olmasına vurgu yapmışlardır.593 Te’vili ilkesel tarzda aklî bir metodoloji olarak kullanan ve Mu’tezile’nin önemli teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen Kâdî Abdülcebbâr’a (ö. 415/1025) göre te’vil faaliyetinde bulunan kişide bulunması gereken en önemli nitelik dil (Arapça) yeterliliğidir. Müevvil, dil vasıtasıyla murâd-ı ilahîye odaklanmalı, nazar (düşünme) ve istidlâl (akıl yürütme) yetisiyle fıkıh ve fıkıh usulü ilimlerine vâkıf olmalıdır.594 Özellikle lafızların delâlet yol ve yöntemlerine vâkıf olmak, müevvilin vazgeçilmez şartlarından kabul edilir.595 Bu kapsamda âmm lafız umuma delâletinden alınıp bir delil ile tahsis edilirse sahih ve makbul bir te’vil yapılmış olur. Zira âm, husus ihtimâline açıktır. Aynı şekilde takyide muhtemel mutlak lafız, bir delil ile takyit edilirse makbul bir te’vil olur. Mecaza muhtemel hakîkat, bir delil ile mecaza hamledilirse geçerli bir te’vil yapılmış olur. İleride temas edileceği gibi, uzak yahut yakın te’vil olarak değerlendirilmesi hususundaki ihtilâflar bir yana, her kırk koyundan birinin zekât olarak verilmesi gerektiğini beyân eden ilgili hadiste geçen şât (koyun) lafzının, Hanefîlerce şer’in maksatları gözetilerek “kıymet” olarak te’vil edilmesi596 mümkündür. Aynı şekilde عيب “bey” kelimesinin “hibe” olarak değerlendirilmesi sahih te’vil kapsamındadır. Zira bey’in mecaz olarak hibe anlamına sarf edilmesi mümkündür. Lafzın muhtemel olmadığı bir takım manâlara sarf edilmesi ise bâtıl/fasit te’vildir. Yukarıdaki örneklerde geçen “şât (koyun)” kelimesinin “inek”, “bey’” kelimesinin ise “vakıf” olarak değerlendirilmesi gibi.597

Dirâsâti’l-İslâmiyye, Katar 1465/2004, sy. 22, s.148; Fethî Düreynî, el-Menâhicü’l-Usûliyye,

s.139.

593 Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, c.3, s.443; Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl, s.368; Edîb Sâlih, Tefsîru’n-

Nusûs, c.1, s.372.

594 Ebû’l-Hasan Kâdî’l-Kudât Ahmed el-Hemedânî Abdulcabbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse,

Abdulkerîm Osman (Nşr.), Kahire 1965, s.604.

595 Muhammed Ebû’n-Nûr Züheyr, Usûlü’l-Fıkh (Hâşiye ‘alâ Nihâyeti’s-Sûl lil-İsnevî ‘alâ

Minhâci’l-Vusûl li’l-Beydâvî), el-Mektebetü’l-Ezheriyyeti li’t-Türâs, Kahire, ts., c.2, s.77; Tavîle, Eserü’l-Lüğa, s.60.

596 Mervezî, İhtilâfu’l-Ulemâ, s.109; Pezdevî, Ma’rifetü’l-Hucec, s.43; Serahsî, el-Mebsût, c.2,

s.156.

143

c.Müevvilin mantık ilmine sahip olması hususunda bir ittifaktan söz etmek mümkün olmamakla birlikte te’vil vasıtasıyla ortaya konan hüküm, önerme ve neticenin mantık kurallarına aykırı olmaması gerektiği açıktır. Zira “Doğru düşünme metodu, düşüncenin oluş tarzlarını, öğelerini, çeşitlerini, esaslarını ve bağlantılarını ortaya koyan bilim”598 şeklinde tanımlanan mantık disiplininde, “düşünme ve düşünceyi dışa yansıtma, ifade etme” unsurları beraber bulunduğundan, kavram ve terimler önemli bir yer tutar ve bütün ilimleri kapsar. Mantık, ayrıca kavramları değişik açılardan değerlendirmeye tabi tutar. Mantıkta kavramlar somut ve soyut, tümel (يَلك) ve tikel (يئزج), genel (يمومع) ve tekil (يدرف), kolektif (grup, aile gibi) ve distribütif (aile mensubu ana, baba, çocuk vb.), açık (حضاو) ve seçik (حيرص), olumlu ve olumsuz gibi tasniflere tabi tutulur.599 Mantıkta delâlet ise; “kitap” lafzının iki kapak arasındaki yazılı metne delâleti (medlûl) gibi lafzî ve dumanın ateşe delâleti gibi gayri lafzî olmak üzere iki kısma ayrılır. Bunlar da sesin insana delâleti gibi “aklî”, yüz kızarmasının utanmaya delâleti gibi “tabiî” ve kültür, eğitim ve örf gibi unsurlar vasıtasıyla aklın medlûl hakkında bilgiye ulaştığı “vaz’î” delâlet olmak üzere üç farklı kategoride değerlendirilir.600İbn Hazm, mantığın bütün ilimler ve özellikle de başta Kur’ân, hadis ve fıkıh olmak üzere dini ilimler için önemine, nasların lafızlarını anlamayı mümkün kıldığına dikkat çeker. Gazzâlî de sonunda ahiret saadetine varacak olan sebeblilik silsilesinin başına mantığı yerleştirir. Buna göre ilme götüren yol mantıktan geçer; zira bilgiyi cehâletten ayıran ve doğru bilginin ölçüsünü veren mantıktır. Bu anlamda, Gazzâlî’nin mantık ilmine vakıf olmayanın ilmine güvenilemeyeceği hakkındaki sözü meşhurdur. Fahreddin er-Râzî ve Karâfî gibi âlimler mantık bilmeyi müctehid olabilmenin şartlarından saymışlardır.601 İsnevî, müctehidde bulunması gereken şartları sıralarken, “düşüncesinde hatadan emin olmak için tanım (دودح) ve burhânların şartlarını, mukaddimelerinin tertip keyfiyetini ve istenen hususların istinbâtını bilmesi gerekir”

598 Süleyman Hayri Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, 9. Baskı,

Ankara 2004, s.282.

599 Özlem, Mantık, s.70 vd.

600 M. Naci Bolay, “Delâlet”, DİA, İstanbul 1994, c.9, s.119.

601 Ebû’l-Abbâs Şihabuddîn Ahmed b. İdris el- Karâfî el-Mâlikî, Nefâisü’l-Usûl fî Şerhi’l-Mahsûl,

Adil Ahmed Abdulmevcûd, Ali Muhammed Mu’avvad (Thk.), 1-9, Mektebetü Nezâr Mustafa el- Bâz, 1. Baskı, 1416/1995, c.9, s.3833; A. Cüneyt Köksal, Fıkıh Usûlünün Mâhiyeti ve Gayesi, İSAM Yayınları, İstanbul 2008, s.17-18.

144

diyerek sanki mantık ilmini şart koşmaktadır.602 Özellikle delillerin tertibi ve kıyasta müctehide yetecek kadar mantık ilmine sahip olmasında bir sakınca görmeyenler603 yanında Müslümanlara özgü bir ilim olan fıkıh usulünün Yunan mantığı kurallarına göre yazılmasına karşı çıkanlar vardır. İbn Teymiyye’nin sistemli hâle getirdiği ve Süyûtî gibi âlimlerin desteklediği bu yaklaşımın daha mutedil bir örneğini İbn Abdisselâm, İbn Kayyim ve Şâtibî gibi âlimlerin eserlerinde bulmaktayız. Hatta bu tutum, makâsıda dâir çalışma yapan âlimlerin ortak tutumudur.604 Mantıkta lafzî delâlette esas olan, bir sözün doğru bir tasavvur veya tasdike ulaştıracak şekilde sabit ve kesin bir anlam taşımasıdır. Bu da lafzın, nesnenin bütün varlığına (mutâbakât), nesnenin kısmına (tazammun), zihnin bağlantılı gördüğü başka bir varlığa delâlet etmesi (iltizâm, telâzüm) yollarıyla gerçekleşir. Bu durum, “mahlûk” lafzının bütün yaratılmışlara, insana ve hâlıka delâleti ile örneklendirilir.605Bütün bunların doğrudan yahut dolaylı bir şekilde te’vilin unsurlarını ihtiva ettikleri ve müevvile yardımcı oldukları hususunda şüphe yoktur.

d. Müevvil, Kur’ân ilimlerine vakıf olmalıdır. Hiç şüphesiz, Kitâb'ın aslına uygun olarak bize ulaşmış olduğu kesindir; yani sübûtu kat’îdir. Çünkü onun tevâtür yoluyla bize ulaşmış olması, doğruluğu hakkında kesin bilgi sağlar. Ancak Kur’ân'ın hükümlere delâleti bazen kat’î (kesin), bazen zannî olabilir. Bu da, Kitâb'ın lafızlarının ihtimâl barındırıp barındırmadığına göre değişir. Şâyet lafız birden fazla manâya muhtemel değilse, Kitâb'ın hükme delâleti kesindir. Miras ve hadlerle ilgili âyetlerde geçen hâs lafızlar böyledir. Meselâ, bazı âyetlerde geçen ف ص ن (yarı), ث ل ث (üçte bir), ةَأ م (yüz), ني نامَث (seksen)606 lafızları gibi taşıdığı manâya kat’î olarak delâlet eden ve farklı manâ ve yorum kabul etmeyen diğer hâs lafızlar bu gruba girer. Bu durumda lafızların delâleti hususunda, ictihâda ve te’viller arasında anlayış ve istinbât farklılıklarına yer yoktur. Bu lafızların delâlet ettiği hükümler, değişim ve düzeltme kabul etmez. Kur’ân’da yer alan lafız birden fazla manâya açık ise, o zaman hükme delâleti zannî olur. Ayrıca Kur’ân naslarının müşterek, hafî, müşkil ve mücmel gibi lafızları içerdiği hususunda oluşan ittifâk, şâriin söz konusu lafızlardan

602 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl, c.1, s.398. 603 İbn Bedrân, el-Medhal, c.1, s.372.

604 Abdurrahman Haçkalı, Şâtibî’de Makâsıd ve Fıkıh Usulü, Rağbet Yayınları, İstanbul 2010, s.54. 605 Ebû Hâmid el-Gazzâlî, Mi’yâru’l-İlm fî Fenni’l-Mantık, Süleyman Dünya (Thk.), Dâru’l-

Ma’ârif, Mısır 1961, s.72; Bolay, “Delâlet”, DİA, c.9, s.119.

145

maksadını ortaya çıkarmaya yönelik ictihâd, te’vili gerekli kılmaktadır. Ayrıca Kur’ân’ın anlaşılması bağlamında ortaya çıkan nâsih-mensûh, muhkem-müteşâbih ve Mekkî-Medenî gibi ilimlerin bilinmesi de te’vile yardımcı olmaktadır.

e. Sahih bir te’vil için, sünnet ilimlerine vakıf olmak şarttır. Fiilî, kavlî ve takrîrî sünnet yanında Hz. Peygamber’e özel bazı fiil ve uygulamalarından hangilerinin vücûb hangilerinin nedb ve diğer hususlara delâlet ettiği gibi meseleler usulcülerin fikir beyân ettikleri alanların başında gelmektedir. Ayrıca bazı hadislerde geçen müşkil, hafî ve garip gibi lafızların nasıl anlaşılması gerektiği ihtilâf sebeplerinden sayılmaktadır. Hatta bu hususta müstakil eserler yazılmıştır. Bütün bunların te’vili doğrudan ilgilendirdiği açıktır. Ayrıca Hz. Peygamber'e nisbetinin sübûtu kesin olarak bilinen mütevâtir sünnetle amel etmek farzdır ve inkâr edilemez. Mütevâtir sünnetin lafzının te’vile ihtimali (delâleti zannî) olmadıkça bu nevi sünnetin delâlet ettiği hükümlerde, ihtilâfa yer yoktur. Sünnetin hükümlere delâleti, Hz. Peygamberin “Yirmi dörde kadar her beş deveden bir koyun zekât gerekir. Deve

sayısı yirmibeşe ulaştığında iki yaşına girmiş bir dişi deve yavrusu gerekir,”607 hadisinde olduğu gibi bazen kat’îdir. Zira hadiste geçen beş, yirmidört ve yirmibeş lafızları, manâlarına kesin olarak delâlet etmektedir, başka manâya ihtimalleri yoktur. Bu anlamda te’vile kâbil değildir. Sünnetin hükme delâleti bazen de zannî olmaktadır. Hz. Peygamber’in, ةَح تاف ب أ َر قَي مَل نَم ل َةلاَص لا بات ك لا “Kitabın Fatiha'sını

okumayanın namazı yoktur,”608 hadisi ile, olumsuzlanan durum, cumhurun ifade ettiği gibi “namazın sıhhat ve geçerliliği” olabileceği gibi, Hanefîlerin görüşünü yansıtan “namazın kemâli” de olabilir. Şu hâlde sünnet, delâlet bakımından Kitab gibidir. Sübûtu yönünden ise sünnet Kur'ân'dan farklıdır. Kur'ân'ın tamamı sübût yönünden kat’î olduğu hâlde, sünnetin bir kısmı kat’î, bir kısmı zannîdir.609

f. Müevvilin fıkıh usulü bilgisine sahip olması olmazsa olmaz olarak değerlendirilmektedir. Zira Kitap, sünnet ve icmâ gibi ittifâk edilen kaynaklar yanında “istidlâl yöntemleri” kapsamında değerlendirilen istishâb, istihsân, sedd-i zerâyi’ gibi istinbât yöntemlerinin kaynak değeri ve bunlar hakkında mezheplerin tutum ve davranışları da son derece önemlidir. Şer’in küllî (tümel) kaidelerini bilmek

607 Tirmizî, Sünen, “Zekât”, 5/621, c.3, s.8. 608 Tirmizî, Sünen,“Salât”, 2/247, c.2, s.25.

146

de bu kapsamdadır. َر س ع لا م ك ب دي ر ي َلا َو َر س ي لا م ك ب ّاللّ دي ر ي “Allah size kolaylık diler, zorluk

dilemez,”610, م كن ّم ٍضا َرَت نَع ة َراَج ت َنو كَت نَأ لا إ“Karşılıklı rızanıza dayalı ticaret

hariç,”611 د هَع لا ب او ف وَأ َو “Ahitlerinizi yerine getirin!”612 gibi âyetlere dayanılarak oluşturulan kaideler ile َرار ضلاو َر َرَضلا “Zarar vermek de, zararla karşılık vermek de

yoktur,” gibi sünnet kaynaklı genel teşri’ kâideleri naslardan ahkâmın istinbâtında

önemli yol gösterici delillerdir.”613 Müevvilin hükümlerin vaz’ maksatlarını bilmesi de bu bağlamda değerlendirilir. İslam hukukunda amaç, ع راّشلا د صَق, ع راشلا دَص قَم, دار م ع راّشلا, ع راّشلا ض َرَغ, ةَم ك ح, ةَل ع, ين عَم ve حَل صَم gibi ifadelerle zikredilir. Bunlar arasında daha çok kullanılan ve terim anlam kazananlar ise makâsıd, hikmet ve maslahat kavramlarıdır. Bütün bunlardan, “insanların dünya ve ahiret maslahatlarını

gerçekleştirmek” kastedilmektedir. Bunlar usul eserlerinde daha çok “اه لي م كَت ةَعَف نَم لا ب لَج

وأ اه لي ل قَت وأ ةَدَس فَم لا ع فَد (yararın elde edilmesi ya da arttırılması, zararın giderilmesi ya

da azaltılması)” şeklinde özetlenir.614

g. Müevvilin icmâ ve ihtilâf edilen noktalara vâkıf olması gerekmektedir. Herhangi bir dinî meselede icmâ olması durumunda, ona aykırı ictihâd ve te’villerin ileri sürülemeyeceği bilindiğinden ihtilâf ve ittifâk noktalarının bilinmesi önem arz etmektedir.615

h. Müevvil, te’vili kendi mezhebinin doğrularını temellendirme aracı olarak görmemesi ve bu anlamda taassuptan uzak olması gerekmektedir.616 Müevvilde bulunması gereken şartlar hususunda Gazzâlî, te’vilin Batinîler ile Râfizîler gibi bazı mezheplerin kendi doğrularını temellendirme vasıtası olarak kullanılmasını engellemek ve ehil olmayanların elinde bir oyuncak gibi kullanılmasına son vermek için bu hususta çok malûmât verme ihtiyacı hissetmiştir. Ardından gelen usul ve

610 Bakara, 2/185. 611 Nisa, 4/29. 612 İsra, 17/34.

613 Düreynî, el-Menâhicü’l-Usûliyye, s.171-172.

614 Ebû Hâmid el-Gazzâlî, Şifâu’l-Ğalîl fî Beyâni’ş-Şebeh ve’l-Muhil ve Mesâliki’t-Ta’lîl, Hamd el-

Kubeysî (Thk.), Matbaatü’l-İrşâd, Bağdat 1390/1971, s.160; Ebû Muhammed İzzeddin Abdülaziz b. abdisselâm, Kavâidu’l-Ahkâm fî Mesâlihi’l-Enâm, Dârü’l-Ma’rife, Beyrut, ts. c.1, s.12 vd; Kâdî Adududdîn Abdurrahman el-Îcî, Şerhu Muhtasari’l-Muntehâ el-Usûlî li İbni’l-Hâcib el- Mâlikî, Muhammed Hasan İsmail (Thk.), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1424/2004, c.2, s.360; Şâtibî, el-Muvâfakât, c.2, s.350.

615 Debûsî, Takvîmu’l-Edille, s.19; İbn Hazm, en-Nübez, s.38; İsnevî, Münteha’s-Sûl, s.50.

Beyhakî, Ahkâmu’l-Kur’ân li’ş-Şâfiî, c.1, s.308; Semarkandî, Mîzânü’l-Usûl, s.15.

147

kelâm âlimleri de genelde onun çizgisini takip etmişlerdir. Gazzâlî, “İlcâmu’l-‘Avâm

‘an İlmi’l-Kelâm” isimli eserinde bu konuyu irdelemiş ve özellikle avâmın te’vil

karşısında takınması gereken bazı prensipler vaz’ etmiştir. Söz konusu prensipler daha çok Allah’ın sıfatları ve müteşâbih âyetler karşısında takınılması gereken tavırla ilgili olsa bile fıkıh usulü açısından da önemli dinamikler içermektedir. Bilindiği gibi Gazzâlî, hem kelâmcı hem usulcüdür. Ayrıca bu prensipleri koyarken de meseleyi genel olarak ele almış ve disiplinler arasında herhangi bir ayrımdan söz etmemiştir. Gazzâlî’ye göre yoruma açık (تاهباشتم) herhangi bir konuyla karşılaşan avâmın takınması gereken tavır, te’vile yeltenmeden sırasıyla; Allah’ın zâtını cismiyet ve onu andıran bütün hususlardan tenzih etmesi (سيدقت / takdîs), Hz. Peygamber’in dediklerine olduğu gibi inanması (قيدصت / tasdîk), bu tür ifadelerden maksadın ne olduğunu bilmediğini ve kendisini aştığını itirâf etmesi (زجعلا فارتعإ / aczi itirâf), bu tür soruları sormaması ve bu konulara girmemesi (توكس / sükût), naslarda geçen lafızları olduğu gibi muhafaza etmesi ve lafızlar üzerinde oynamaması (كاسمإ / imsâk), kalbini bu hususlarla meşgul etmemesi ( َفك / keff) ve bu tür ifadelerin anlamını bilmemesini şahsına özel bir acziyet olarak düşünmemesidir (ةفرعملا لهأ ميلست / marifet ehline teslim). Zira peygamber dâhil nice kimseye birçok hususun bilgisi verilmemiştir.617

ı. Müevvil te’vilinde sürekli ihtiyatlı olmalıdır ve herkese açıklamamalıdır. Bu durum, müevvilin havâstan ve te’vil ilminin de hâssa ilmi olması hususuyla ilgilidir. Gazzâlî, te’vili “avâmdan olan birinin yaptığı te’vil, ârif veya âlimin avâma yaptığı te’vil ve ârifin kendi kendine yaptığı te’vil” olmak üzere üç kısma ayırmakta ve “ilk ikisini haram, üçüncü kısma girenleri ise, ‘ârifin yaptığı te’vil ya kat’î ya da

şüpheli yahut zann-ı gâlib şeklinde olur. Eğer kat’î bir te’vil söz konusu ise itikât ederek gereğini yapsın. Şüpheli olması durumunda ise kesinlikle te’vile başvurmaktan uzak dursun. Zira Allah ve peygamberinin maksadına yönelik-tercih (delili) olmadan misli ile çelişen bir ihtimal ile kesin hükümde bulunmak doğru olmaz. Bu tür şüpheli durumlarda tevakkuf etmek gerekir. Te’vilin zannî olması durumunda zannîliğin iki bağlamından söz etmek mümkündür: Düşündüğü anlam Allah hakkında câiz mi değil mi? Câiz olduğuna dâir kesin olarak kanaat getirmesi

617 Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî, İlcâmu’l-‘Avâm ‘an İlmi’l-

148

durumunda, söz konusu manânın Allah’ın murâdı olup olmadığı hususunu da sorgulaması gerekmektedir. Bütün bunlardan sonra te’vilde kesin bir sonuca varması durumunda kendisi gibi ârif veya âlimlere beyân etmesinde bir sakınca yoktur. Avâma ise kesinlikle beyân etmemelidir”618 şeklinde değerlendirmektedir. İbn Rüşd, bu hususta Gazzâlî’ye yakın bir noktada durmaktadır. Ona göre de ilim ehli olmayan kişinin te’vilden uzak durması ve lafızları, zâhirleri üzerinde bırakması gerekmektedir. Bu anlamda âlim olmayan kimselerin te’vile yeltenmesi küfürdür. Bunlara düşen, nasların zâhirine inanmaktır. Hatta te’vil ehlinden birileri yaptığı te'villeri ona ifşa ederse onu küfre çağırmış olur. Zira küfre davet küfürdür. Bundan dolayı, te’villerin sadece burhân eserlerinde bulunması gerekir. Çünkü bu tür eserleri sadece burhân ehli ziyaret eder.619 İbn Rüşd’ün te’vil felsefesinin temelinde anlama kabiliyetleri bağlamında insanı kategorize etme anlayışı yatmaktadır. İnsanların bir kısmı burhân (kesin delil) ile tasdike ulaşırken bazıları cedel (diyalektik) ile bu noktaya ulaşır. Avâm gibileri için hitabet ve vaaz tasdik etmeleri için yeterlidir. Bundan dolayı şerîat, insanların tasdik düzeylerine göre zâhir ve bâtın şeklinde gönderilmiştir. Zâhirler arasında bazı çelişkilerin bulunması, ilimde derinleşenlerin uzlaştırma görevlerini hatırlatmak içindir. Bundan dolayı İbn Rüşd şöyle bir kanaate ulaşmıştır: “Şerîat zâhir ve müevvel olmak üzere iki kısımdır. Zâhir olan kısmı

cumhuru bağlarken müevvel kısmı ise âlimlerin ilgi alanıdır. Cumhura düşen te’vilden uzak durarak zâhire göre hareket etmektir. Âlimlerin te’villerini cumhura açmaları helâl değildir. Hz. Ali’nin, ‘İnsanlarla anlayabilecekleri ile konuşun. Allah ve Resulü’nün yalanlanmasını ister misiniz?’ şeklindeki ifadesi bu tezi doğrular niteliktedir.”620 Daha önce ifade ettiğimiz gibi gerek Gazzâlî gerekse İbn Rüşd, te’ville ilgili söz konusu avâm-havâs ayrımını, Allah’ın isim ve sıfatları gibi mâhiyetleri bilinemeyen gaybî ve müteşâbih naslar bağlamında zikretmişlerdir. Fıkhî-amelî hususlarda ise ilgili şartlara hâiz olduktan sonra, te’vili avâma izâh etmekte bir sakınca yoktur, hatta gereklidir. Zira fıkhî ahkâm avâm-havâs herkesi ilgilendirmektedir. Nitekim ilgili yerlerde onların görüşlerine de atıfta bulunulacaktır. Âlimin te’vilinden sonra ilgili hükmü avâm için zâhir kapsamında değerlendirmek de mümkündür.

618 Gazzâlî, İlcâmu’l-‘Avâm, s.49. 619 İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s.123. 620 İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s.125.

149

Fıkıh usulü âlimleri müctehidin şartlarını ise değişik şekillerde değerlendirmişlerdir. Bu kapsamda Gazzâlî sadece “şer’in idrâk yollarını ihâta ve adalet”621 prensiplerine vurgu yaparken Şatibî “istinbât gücüyle birlikte şeri’atın maksatlarını kavrama”622 niteliği üzerinde durmuştur. Beydâvî ve Âmidî ise müctehidin mükellef, mümin ve şer’î ahkâmın kaynakları ile lafızların manâya delâlet yöntemleri hususunda bilgi sahibi olması gerektiğini belirtmişlerdir.623 Günümüzdeki fıkıh usulcüleri de müctehidin şartları kapsamında genel olarak Arapçanın, fıkıh usulünün, kıyasın, özellikle ahkâm âyet ve hadislerinin, nâsih- mensûhun, icmâ ve ihtilaf noktalarıyla şer’in genel maksatlarının bilinmesi624 gibi hususları vurgulamaktadırlar.