• Sonuç bulunamadı

Te’vili Gerektiren Durumlar

Te’vil, bir istinbât ve ictihâd yöntemi olduğundan genel olarak ictihâdı gerektiren durumların te’vili de gerektirdiği ifade edilebilse de te’vil özelinde bazı hususlara temas etmek durumundayız. Söz konusu hususları şöyle sıralamak mümkündür:

a. Hz. Peygamber’in ictihâd yapabileceğini kabul edenler, onun ictihâdının naslar ve naslardan kastedilen manânın tespitine yönelik olmadığı hususunda hemfikirdirler. Ayrıca onun nezdinde, teâruz söz konusu olamayacağına göre, ondan teâruzu gidermeye yönelik bir te’vil ictihâdı da düşünülemez. Onun ictihâdı daha çok dünyevî hususlarla ilgili yahut şer’î hususlarda meskûtu (söylenmeyeni) mantûka (söylenene) ilhâk etme durumuyla ilgili olabilir.516 Bu anlamda, söz gelimi Hz. Peygamber, müşterek lafzın manâlarından hangisinin kastedildiği hususunda te’vile başvurma ihtiyacı hissetmemiştir. Zira şâri sıfatıyla hangi manânın maksut olduğunu biliyordu. Kendi döneminde sahabenin de lafızların manâ ve delâletiyle ilgili ona fazla soru sormadıkları bilinmektedir. Dihlevî (ö. 1176/1762), “sahabenin nasların

anlaşılmasıyla ilgili Hz. Peygamber’e çok az soru sorduklarını, lafzın zâhirinden muhtemel başka bir manâya hamli anlamındaki te’vilin tâbiûn döneminde gündeme geldiğini” ifade etmektedir.517 Ancak sahabenin diğer hususlarla ilgili yaptıkları ictihâd, Hz. Peygamber tarafından denetleniyordu. Onun vefâtından sonra sahabe, ondan aldıkları izinle re’y ictihâdına başvurarak sınırsız hayat hâdiseleri karşısında,

514 Ebû’l-Hasan Ali b. Halef b. Abdilmelik b. Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Ebû Temîm Yâsir b.

İbrahim (Thk.), 1-10, Mektebetü’r-Rüşd, 2. Baskı, Riyâd 1423/2003, c.3, s.242.

515 Atar, Fıkıh Usulü, s.315.

516 Ensârî, Fevâtihu’r-Rahamût, c.2, s.366.

517 Ahmed b. Abdurrahîm b. Şehid Vecîhuddîn Şah Veliyullah ed-Dihlevî, el-İnsâf fî Beyâni

124

fıkhın canlı kalmasını sağlamışlardır. Aynı şekilde sonraki dönemlerde terim anlam kazanan kıyas ve istihsân gibi kavramları kullanmadan manâ olarak oluşmalarını sağladıkları gibi ihtiyaç durumunda te’vile başvurmak suretiyle sonraki nesillere örnek olmuşlardır.

b. Te’vilin ihtiyaç durumunda başvurulan bir yöntem olduğu ve esas olanın nassın zâhiriyle amel etmek olduğu bilinmektedir. Kur’ân ve sünnet naslarında çok anlamlı ve veciz kelime ve ifadelerin varlığı, başlı başına te’vil ictihâdını gerekli kılmaktadır. Âmm lafzın istiğrâkta zahir olduğu, tahsise dâir delil gelmedikçe bu durumun bu şekilde devam edeceği kabul edilmektedir. Aynı durum mutlak, hakîkat, emir, nehiy ve te’vile konu olan diğer hususların zâhir oldukları anlamlar için de geçerlidir.518 el-Müdevvene’nin şârihlerinden er-Recrâcî (ö. 633/1235), söz konusu kaynak esere karşı ortaya çıkan tutumları “ifrat, tefrit ve orta yol” şeklinde değerlendirerek, bunlardan sadece nasların zâhirleriyle amel edenleri “özü bırakıp

kabukla yetinenler” olarak ifade ettikten sonra, “yerine göre istinbât ve sağlam delillere dayalı te’villerin gerekli olduğunu” beyân etmektedir.519

c.Teşri’ kaynağının bir ve tek olmasına rağmen, naslar arasında zâhiren görülen bazı çelişki ve tutarsızlıklar, akıl ile nakil arasındaki zâhirî tezat ile nasların zâhiri ile şer’in ana gayesi olan ilkeler arasındaki çelişkiler de te’vili gerektiren durumlardandır. Naslarda yer bulan bazı lafızların zâhirlerinin işletilmesi durumunda şer’î hükümlerden beklenen ةدسفملا أردو ةحلصملا بلج“maslahatın celbi ve mefsedetin

def’i” ilkesinin gerçekleşmemesi durumunda, ya söz konusu lafız işletilmemek

suretiyle ihmâl edilir ve reddedilir yahut muhtemel diğer manâlarının dikkate alınması suretiyle, i’mâl edilerek (işletilerek) te’vil yoluna gidilir. Bu durum, çelişik gibi gözüken nasların arasını bulma (te’lif) hususunda da geçerlidir. Bu anlamda usulcüler, لامهلإا نم يلوأ ملاكلا لامعإ “kelamın i’mâli (işletilmesi) ihmâlinden evlâdır”

ilkesini birçok hususta başvurulan bir kâide hâline getirmişlerdir. Aynı şekilde delil, ancak kendisinden daha güçlü olan bir başka delil ile teâruz etmesi durumunda te’vil

518 Edîb Sâlih, Tefsîru’n-Nusûs, c.1, s.372.

519 Ebû’l-Hasan Ali b. Saîd er-Recrâcî, Menâhicu’t-Tahsîl ve Netâicu Letâifi’t-Te’vîl fî Şerhi’l-

Müdevvene ve Halli Müşkilâtihâ, Ebû’l-Fazl ed-Dimyâtî, Ahmed b. Ali (Thk.), 1-9, Dâru İbn Hazm, I. Baskı, Beyrut 1428/2007, c.1, s.42-45.

125

yoluna gidilir.520 Günümüzde “halifenin Kureyşîliği” ilkesi beklenen maslahatı gerçekleştirmekten uzaklaşmışsa, zâhiri terk edilerek lafzın muhtemel olduğu yahut şâriin kastettiği “otorite, asabiyyet ve adalet” gibi prensiplere te’vil edilebilir.521 Bu durumda, hem lafız ihmal edilmeden işletilmiş olur hem de nas, zâhir ve muhtemel manâsıyla korunmuş olur. Zira şartların değişmesine bağlı olarak zâhir anlamı da maslahatı gerçekleştirici niteliğe sahip olabilir.

d. Zaman ve zeminin değişmesine bağlı olarak değişen şartlar, bilimsel gelişmelere bağlı olarak nasların mefhûm ve kapsamlarının daha iyi anlaşılması, İslam hukukunun ictihâd ve akla tanıdığı alanda bazı açılımları sağlamak gibi etkenler de te’vili gerekli kılabilmektedir. Zira daha önce ifade edildiği gibi te’vil, rivâyete dayalı ve onunla sınırlı tefsir ve naslar üzerinde yapılan ictihâttan farklı bir yapı arz etmektedir. Te’vilde, derin tefekkür ve lafızlar üzerinde ince bir sanat icrası söz konusudur. Ayrıca te’vil alanı ilimde derinleşmiş ve Allah’ın lütfuna kavuşmuş olanların tasarruf edebileceği ictihâd ve istinbâta dâir bir alandır. Bu anlamda Müslümanların günlük hayatını Kur’an ve sünnet nasları çerçevesinde düzenleyen fıkıh ilmi var olduğu sürece te’vil ictihâdı da zorunlu olarak var olmaya devam edecektir.

e. Bireylerin başkasının eylem ve söylemlerinden dolayı sorumlu tutulamayacağı genel kabul gören bir gerçektir. Mükellef açısından gerçekleşmesi imkânsız hususlar da bu kapsamdadır. Nimete sevinme ve musibet esnasında hüzün gibi durumlar fıtratın gerektirdiği hâllerdir. Bundan dolayı söz konusu fıtrî hâllere zâhiren aykırı gibi gözüken nasların te’vil edilmesi gerekmektedir. Örneğin َنو م ل سُّم َلا َو م تنَأ َو لا إ ن تو مَت“Ancak Müslüman olarak ölünüz,”522 âyeti zâhiren, insanlardan ölüm zamanını kollamalarını ve o esnada Müslüman olarak ölmeye dikkat etmelerini istemektedir. Hâlbuki insanın ölüm vaktini bilmesi mümkün olmadığından söz konusu âyetten maksadın “ölüm anı dâhil istikâmetten ayrılmamaya dikkat etmek” olduğu açıktır. Aynı şekilde م كاَتآ اَم ب او ح َر فَت َلا َو م كَتاَف اَم ىَلَع ا وَس أَت َلا يَك ل“…Bu (başınıza

gelenlerin daha önce kitapta yazılmış olması) kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın

520 Şâtibî, el-Muvâfakât, c.3, s.155; Tavîle, Eserü’l-Lüğa, s.263.

521 Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed b. Hâldûn Ebû Zeyd Veliyyuddîn el-Hadramî el-İşbîlî,

Dîvânü’l-Mebde ve’l-Haber fî Târîhi’l-Arab ve’l-Berber ve men ‘Aserahum min Zevi’ş- Şe’ni’l-Kebîr, Halil Şahade (Thk.), Dârü’l-Fikr, 2. Baskı, Beyrut 1408/1988, s.245.

126

size verdiği nimetlerle sevinmemeniz içindir,”523 âyeti, zâhiren fıtrata aykırı bazı hususlar içerse bile, aslında nehye konu olan husus, hüzün ve sevincin akabinde gelen dövünme ve şımarma durumudur.524

f. Te’vilin, lafızlardan daha çok lafızların anlamları üzerinde yürütülen aklî- ictihâdî bir faaliyet olduğu gerçeğinden hareketle, “müctehidin zihninde önceden var olan bir manâ” ve “lafzı söz konusu manâya döndürme işleminden” bahsetmek mümkündür. Hiçbir düşünür bilgilerini yoktan var edip onlara bir şekil veremez, daha önce genel de olsa bir takım bilgi ve ön kabullere sahip olarak düşünce ufkunu geliştirir.525 Lafzın zâhir olması ve bünyesinde başka manâlar içermesi yanında, müctehidin nezdinde zâhir dışındaki manâların ilgili deliller ile ümmetin maslahatına daha uygun olacağı gibi düşünceler, te’vile gerekli kılmaktadır. Lafzın âmm olması teorik olarak tahsise açık olduğunu göstermektedir. Bunu, te’vil kapsamında değerlendirilen diğer hususlara teşmil etme imkânı söz konusudur.

g. Naslarda geçen bazı ifadelerin zâhirlerinin, insanların kavrayış seviyesinde olmaması te’vili gerekli kılabilmektedir. İtikâdi ekollerin oluşmasına zemin hazırlayan temel konuların başında Allah’ın sıfatları, bazı gaybî olaylar ile ahiret hâlleri gibi hususlarda vârit olan nasların zâhirleri üzerinde anlaşılmaması gerektiğine dâir oluşan ittifak dikkat çekicidir. Aksi halde mücessime yahut müşebbihe gibi fırkalara benzeme tehlikesi söz konusudur. Bu durumda te’vilin gerekli olduğu hususu açık olmakla birlikte te’vilin kapsamı ve yönü üzerinde yaşanan ihtilâflar mezheplerin temel görüşlerini şekillendirmiştir. Hatta bu durumda, te’vile karşı olduğu bilinen bazı âlimler de te’vile başvurmaktadır. Meselâ, Gazzâlî’den nakletmek suretiyle Zerkeşî, Ahmed b. Hanbel’in te’vile muhâlif olmasına rağmen üç hadisi te’vil ettiğini Hanbelî kaynaklarına dayandırmakta ve onun söz konusu hadislere yaptığı te’villeri açıklamaktadır.526

Te’vili gerekli kılan bütün bu hususları dikkate aldığımızda meşru sınırları içerisindeki te’vil, aynı zamanda İslam fıkhında fikrî bir zenginlik kaynağıdır.

523 Hadîd, 57/23.

524 Muhammed el-Habeş, Şerhu’l-Mu’temed fî Usûlü’l-Fıkh, c.1, s.98.

525 Muhammed Müctehid Şebüsterî, Hermenötik, Kur’ân ve Sünnet, Abuzer Dişkaya (Trc.), Manâ

Yayınları, İstanbul 2012, s.31.

127