• Sonuç bulunamadı

1.10.1. Te’vilin Çeşitleri

1.10.1.4. Bâtıl Te’vil

Lafzın herhangi bir delâlet yoluyla göstermediği, sarf edilen manâya muhtemel olmadığı ve uygun bir delil ile desteklenmediği te’vildir. Bu te’vil türü, daha çok ehl-i sünnet dışındaki muhtelif fırkaların kendi kabullerini doğrulatmak için başvurdukları zorlama te’villerdir. Bu tür te’villerin ilk bakışta Arapça dil kurallarına, lafız-manâ, hakîkat-mecaz ilişkisine ve lafzın delâlet yollarına aykırı olarak marjinal yahut azınlık sayıdaki kişi yahut gruplar tarafından ortaya konan te’viller olduğu anlaşılmaktadır.

Bâtıl te’vile başvurmanın sebepleri arasında te’vili gerektiren bir durumun olmaması, ehil olmayanların te’vile yeltenmeleri, lafzın sarf edilen anlama muhtemel olmaması, bazı te’vil delillerinin değerlendirilmesinde hataya düşülmesi ve te’vil vasıtasıyla varılan neticenin zaruriyyât-ı diniyyeden bilinen bazı hususlara ve genel teşrî’ ilkelerine aykırı olması gibi hususlar zikredilebilir.688 Bazı âyetlerin tefsiri sadedinde, birçok bâtıl te’vil örneklerine rastlamak mümkündür. Aynı şekilde fırkalar arasındaki kelâmî tartışmalarda da bu tür te’villere sıkça başvurulduğu görülmektedir. Tefsir veya kelâm disiplinlerinde söz konusu edilen bâtıl te’vil örnekleri çoktur. Mesela, Hz. Ali’nin hak halife olduğu ve muhâliflerinin büğât (âsî) olduğu bilinmektedir. Buna rağmen Muâviye’nin, Hz. Peygamber’in Sıffîn’de Hz. Ali tarafında şehit olan Ammâr b. Yâsir hakkında sarf ettiği ةيغابلا ةئفلا كلتقت “Seni

zalim fırka öldürecek,” ifadesini, “onun katilleri onu kılıçlarımız üzerine salanlardır”

şeklinde te’vil etmesi; Cüveynî, İbn Teymiyye, İbn Hacer ve İbn Kayyim gibi âlimler tarafından lafzın zâhirinin hakîkatine aykırı “bâtıl” te’vil olarak değerlendirilmiştir. Hz. Ali de bu te’vilin bâtıl olduğunu “o zaman Hamza’nın kâtili Hz. Peygamber

mi?” sözüyle ifade etmektedir.689 Hak olarak kabul edilen mezhep mensuplarınca uygun olmayan ve tenkide uğrayan te’viller ise daha çok “uzak te’vil” olarak değerlendirilmişlerdir.

Savunanları açısından marjinal olarak kabul edilen bâtıl te’vil örneklerinden biri, evlenilebilir kadın sayısı hususunda bazılarının, ىَن ثَم ءاَس ّنلا َن ّم م كَل َباَط اَم او ح كناَف َعاَب ر َو َثَلا ث َو “İyi gördüğünüz (hoşunuza giden) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder

688 Düreynî, el-Menâhicü’l-Usûliyye, s.173.

689 Ali Muhammed Muhammed es-Sallâbî, Muâviye b. Ebî Süfyân Şahsiyetühû ve Asrühû, Dârü’l-

162

nikahlayın,”690 âyetinde geçen عابرو ثلاثو ينثم (iki, üç ve dört) rakamlarını toplamak suretiyle dokuza kadar çıkarmalarıdır. Gerekçe ise vâv (و) atıf edatının cem’ (toplama) özelliğidir. Hâlbuki cumhura göre burada söz konusu edâtın iki, üç veya dört kadınla evlilik hususunda seçim hakkı tanıyan tahyîr (رييخت) manâsına te’vil edilmesi daha uygundur. Tıpkı meleklerin iki, üç veya dörder kanat sahibi gruplardan oluştuğunu beyân eden َعاَب ر َو َث َلا ث َو ىَن ث م ٍةَح ن جَأ ي لو أ لا س ر ةَك ئ َلاَم لا ل عاَج “Melekleri ikişer,

üçer ve dörder kanat sahibi elçiler kılan,”691 âyetinde olduğu gibi.692 Bâtıl te’villerden biri de Şâfiî ve İbn Kuteybe’nin, bazı hadisler arasında teâruz olduğunu iddia eden gruplara karşı cevap mâhiyetindetemas ettiği “hırsızın elinin kesilmesi” meselesiyle ilgili bazı fakihlerin yaptığı te’vildir. Zira Hz. Peygamber’in, َق راّسلا الله َنَعَل ه دَي عَط ق تَف َل بَح لا ق ر سَي َو ه دَي عَط ق تَف َةَض يَب لا ق ر سَي“Allah, hırsıza lanet etsin. Yumurta çalar eli

kesilir, ip çalar eli kesilir,”, başka bir rivâyette ise, ٍراني د ع ب ر يف لآإ َع طَق لآ“Dinarın dörtte birine ulaşmadıkça el kesme yoktur,” dediği aktarılmıştır. İlk rivâyeti dikkate alan

Hâricîlere göre, hırsızlığa konu olan mal az veya çok olsun hırsızın eli kesilir. İbn Kuteybe’ye göre ّاللّ َن ّم لااَكَن اَبَسَك اَم ب ءا َزَج ا َم هَي د يَأ او عَط قاَف ةَق را سلا َو ق را سلا َو “Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin,”693 âyeti inince Allah Resulü, bu âyetin zâhirine göre yukardaki ilk hadisi ifade etmiştir. Daha sonra Allah, el kesmenin, dînârın dörtte biri miktarıyla sınırlandırıldığını kendisine bildirmiştir. Zira Hz. Peygamber, Allah’ın ahkâmından ancak kendisine bildirilen kısmının ilmine vâkıftır. Yüce Allah da ahkâmını bir bütün olarak değil, kendisine peyderpey bildirmektedir. Cebrail, kendisine Kur’ân’ı getirdiği gibi sünneti de indirmekteydi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’in, هَعَم هَل ث م َو َباتكلا تي تو ا

“Bana kitap ve onunla birlikte misli verildi,”694 dediği rivâyet edilmiştir. Dolayısıyla, İslam’ın ilk devirlerinde belli bir miktarla sınırlı olmayan hırsızlık cezası, daha sonraki dönemlerde belli bir miktarla (dinarın dörtte biri) sınırlandırıldı. Bazı fakihler ise ilk hadiste geçen “ةضيب” (yumurta) ifadesini, “savaşta başı örten demir yumurta, miğfer” ve “لبح” (ip) ifadesini de “gemi halâtı” olarak te’vil etmişlerdir. Dolayısıyla onlara göre, bunlar çok değerli eşyalardır. Hâlbuki hırsızın çaldığı malı değerli kılıp söz konusu el kesme cezasını uygun gösterme çabası olarak

690 Nisâ, 4/3. 691 Fâtır, 35/1.

692 Zuhaylî, el-Fikhu’l-İslâmî, c.4, s.668. 693 Mâide, 6/38.

163

gözüken bu tür te’villerin, dilin inceliklerine vâkıf hiç kimse tarafından olumlu karşılanmayacağı açıktır.695

Günümüzde de özellikle had cezalarıyla ilgili âyetler hususunda muhtelif te’villere başvurulduğu görülmektedir. Bu kapsamda hırsızlık ve zina hadleri konusunda nâzil olan اَم هَي د يَأ او عَط قاَف “Ellerini kesin,”696 ٍةَد لَج َةَئ م اَم ه ن ّم ٍد حا َو ل ك او د ل جاَف “Her

birine yüzer sopa vurun,”697 âyetlerinde geçen emirleri ibâhaya hamletmeye yönelik yaklaşımları “fâsit te’vil” olarak değerlendiren Karadâvî, nassın olduğu yerde ictihâd yapılamayacağını, söz konusu emirlerin asıl olan vücûba delâlet ettiğinin icmâ-ı ümmet ile sabit olduğunu, ayrıca lafzı vücuptan ibâhaya çevirecek bir delil yahut karinenin de bulunmadığını ifade ederek ibâhaya yönelik olarak getirilen delillerin bu makamda delil niteliği taşımadıklarını açıklamaktadır.698

695 Şâfiî, İhtilâfu’l-Hadis, c.8, s.596-597; İbn Kuteybe, Te’vîlu Muhtelefi’l-Hadis, s.154. 696 Mâide, 6/38.

697 Nûr, 24/2.

164

İKİNCİ BÖLÜM

LAFIZLARIN MANÂYA DELÂLETİ VE YORUM METOTLARI

BAĞLAMINDA TE’VİL

Fıkıh usulünde temel çaba “şâriin mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabı” olarak tanımlanan “şer’î hükmü” ortaya çıkarmaya yöneliktir. Şer’î hüküm, lafız ile manâ ilişkisine dayalı olarak tezâhür eden şâri'in/hâkimin hitabı yahut söz konusu hitabın eseridir. Bir fıkıh usulü kavramı olarak te’vilin anlaşılması İslam hukuk usulünde yaygın olarak başvurulan ve naslardan hüküm çıkarma (istinbât) aracı olan lafızların manâ ile olan ilişkileriyle doğrudan ilgilidir. Zira te’vilin anlaşılmasında doğrudan veya dolaylı olarak etkileri görülen, “lafzın-manâ” yahut “manânın-lafız” boyutunu bilmeden te’vil kavramının anlaşılması mümkün olmayacaktır. Lafızların manâya delâleti ve naslardan hüküm çıkarma meselesi dinî düşünce sisteminin temel epistemolojik problemi ve aynı zamanda usulcüler arasındaki en önemli ihtilâf sebeplerinden sayılır.699

Kur’ân ve sünnet metinlerinin anlaşılması ve kapsamlarının belirlenmesi yolunda, dilin imkânlarının sonuna kadar kullanılması gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Lafız eksenli bu delâlet ile anlam eksenli illet/şer’î kıyas türü çıkarım arasında, yakın bir ilişki olduğu bir gerçektir.700 Ayrıca fıkıh usulü -ileride ifade edileceği üzere- kıyas, haber-i vâhid ve müctehidlerin sıfatları gibi sınırlı bazı konular hâriç büyük oranda lafızların manâya delâleti üzerine bina edilmiş bir ilimdir.701 Bu kapsamda Gazzâlî, fıkhın (şerîa) bilgi kaynaklarını önce “lafızlar ve diğerleri” şeklinde belirttikten sonra te’vil yöntemlerini (mesâlik) beyân sadedinde lafızları “Kur’ân ve peygamber lafızları”na ayırmakta ve her ikisini de te’vile açıklığı yahut kapalılığı oranında “nas, zâhir ve mücmel” olarak tanımlamaktadır.702 Lafzın manâya delâleti ile hükme delâletinin aynı şeyler olup olmadığı hususundaki tartışmalara girmeden fıkıh usulünün, nasları kültürel birikimlerden bağımsız

699 Câbirî, Arap-İslâm Kültürü, s.53; Tavîle, Eserü’l-Lüğa, s.80. 700 H. Yunus Apaydın, “Kıyas”, DİA, İstanbul 2002, c.25, s.530.

701 Basrî, el-Mu'temed, c.2, s.342; Serahsî, Usûl, c.1, s.236; Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.1, s.316. 702 Gazzâlî, el-Menhûl, s.242.

165

değerlendirmenin yahut ilkten anlamaya çalışmanın yöntemi olmadığını söylemek mümkündür. Yani fakihler, kendilerinden önce, bu metinlerin muhatapları olan peygamber başta olmak üzere ilk nesil tarafından, ana çerçeve itibâriyle bilinmiş ve tatbik edilmiş olan anlam ve hükümleri, sistematik bir bütünlük içerisinde beyân etmeye çalışmışlardır.

İslam hukukunun kaynağı olan naslarla onları açıklamaya yönelik olarak ortaya çıkan temel kültürel ve ilmî birikim Arapça olduğu için onların anlaşılması, yorumlanması ve onlardan hüküm çıkarılabilmesi ancak bu dilin iyi bilinmesi ile mümkündür. Arap dilinde lafızların ilk defa usulcüler tarafından sistemli bir tahlil ve tasnife tabi tutulduğu söylenebilir. Usulcülerin hüküm istinbâtı sırasında öncelikle lafızlara yönelmelerinin sebebi, kanunun ruh ve amacını tespitin öncelikle lafızları ve onların delâletlerini bilmeye bağlı olmasıdır.703 Dolayısıyla te’vilin daha iyi kavranması için nasları oluşturan lafızların manâya delâlet yolları ile istinbât yöntemlerinin bilinmesi gerekmektedir. Usulcüler, Kur’ân ve sünnette geçen lafızları anlama, yorumlama, manâ ve hükümle ilgili boyutunu değerlendirme hususunda, tutarlı bir yöntem geliştirmişlerdir. Fıkıh usulündeki yöntemlerden, lafızların manâ boyutu ile istinbât yolları, zâhirleri arasında gözüken çelişkileri giderme ve uzlaştırma gibi daha çok lafzî hususlar kastedilmektedir. Te’ville doğrudan ilgili olan delâlet türleri ile zâhir, nas, müfesser ve muhkem ile hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbih gibi kavramların bilinmesi konumuzun açıklığa kavuşması açısından son derece önemlidir. Ayrıca konumuzla yakın ilgisinden dolayı, nasların illetlerini tespit edip onların kapsamını genişletmek (ta'lîl) de bu metotlar kapsamında değerlendirilir. Zira ta’lîlin lafız-manâ ilişkisine dayalı kısımları ile kıyasın illetini tespit hususunda ortaya çıkan muhtelif görüşler de te’vildir. Zira naslarda geçen lafızların içeriğinin genişletilmesi, lafızdan ilk olarak anlaşılan ve uygulanan zâhir anlamlarından yeni anlamlar çıkarılmasından başka bir şey değildir. Bu da maslahat prensibi ile ehil kişiler tarafından yapılmaktadır. Hırsızlıkla ilgili olarak “seferde el kesilmemesi” hadisinden istinbât edilen hükmün diğer had cezalarına da teşmil edilmesi,704 Hz. Ömer döneminde iktisadî bir değer kazanan atların zekât kalemlerine ilave

703 Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl, s.6; Ebû Zehra, Usûlu’l-Fıkh, s.91. 704 Muhammed Mustafa Şelebî, Ta’lîlu’l-Ahkâm, Beyrut 1981, s.36.

166

edilmesi705 gibi örnekler, bu hususta önemli ve dikkat çekicidir. Ayrıca te’vilin müteşâbihle ilişkilendirilmesi ve terim anlam kazanması, te’vilin dilsel bir yorumlama aracına dönüştürüldüğü anlamına gelir ki bunu anlam genişlemesi için ciddi bir zemin olarak değerlendirmek mümkündür.706 Dilin delâlet yapısına öncelik veren ve ilke olarak anlam genişlemesi neticesinde lafza kazandırılan yeni anlamları kabul etmeyen Zâhirîlerin ise illet ve hikmet merkezli te’vil anlayışına karşı delâlet merkezli te’vil anlayışını geliştirdikleri söylenebilir.

Fıkıh usulünde manâ asıl olup lafız, maksadı ifade etmekte sadece bir vasıta konumunda bulunduğundan söyleyenin (şâri) maksadı, lafız dışında bir karine ile açığa çıkmışsa dikkate alınır. Bundan dolayı sözün siyâkı (bağlam), söyleyenin ve muhatabın konumu önem taşır. Hatta lafzı, bu bağlamdan koparıp bağımsız ele almanın yanlışlığına vurgu yapılır.707 Şüphesiz bu durum, te’vil konusuyla doğrudan ilgili olup fıkıh usulü ilminin büyük bir kısmının temelini, söz konusu delâlet yolları teşkil etmektedir. Ayrıca cumhur ile Hanefîler arasında bu delâlet yollarından kaynaklanan ihtilâf mezheplerin te’vil anlayışına da yansımaktadır.

2.1. LAFIZ-MANÂ İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA TE’VİL

Naslardan hüküm istinbâtında lafızların manâya delâleti ve lafızlardan manâ/lar türetme faaliyeti fıkıh usulünün en önemli konularından biri olup te’ville çok yakından ilişkilidir. Bu kapsamında değişik yöntemler geliştiren usulcülerden çoğunluğu teşkil eden kelâmcıların lafızları, esas olarak mantûk (sarîh) ve mefhûm (gayri sarîh) olmak üzere iki grupta, ikincisini ise “muvâfaka” ile “muhâlefe” olmak üzere iki alt başlıkta değerlendirdikleri708 bilinmektedir. Fakihlerin metodunu benimseyen Hanefî usulcüler ise şer’î delillerden hüküm çıkarma metotlarını genel olarak: “Lafzın vaz’ olunduğu manâ bakımından hâs, âm, müşterek ve müevvel; lafzın vaz’ olunduğu manâda kullanılması itibâriyle hakîkat, mecaz, sarîh ve kinâye; lafzın kullanıldığı manâya delâletinin kapalılık ve açıklık derecesi bakımından; açıklık derecesine göre zâhir, nas, müfesser ve muhkem; kapalılık derecesi

705 Cemâluddîn Ebû Muhammed b. Abdillâh b. Yusuf el-Hanefi ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye li’l-

Ehâdîsi’l-Hidâye, Dârü’l-Hadis, Kahire ts., c.2, s.360.

706 Kaya, Vücûh ve Nezâir, c.4, s.937.

707 Ali Bardakoğlu, “Delâlet”, DİA, İstanbul 1994, c.9, s.120.

708 Şîrâzî, el-Lüma’, s.104-108; Gazzâlî, el-Menhûl, s.292; Edîb Sâlih, Tefsîru’n-Nusûs, c.1, s.461-

167

bakımından hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbih” olmak üzere dört ana başlık altında toplamışlardır. Lafızlar kullanıldıkları manâya delâletinin şekli bakımından da ibare, işâret, delâlet ve iktizâ olmak üzere dört kısımdır.709 Zira “nassın hükme delâleti ya

bizzat lafzın delâleti ile sabit olur ya da olmaz; a) Bizzat lafızla sabit olan delâlet ya lafızla maksût olup onun için sevkedilmiştir yahut maksût değildir ve onun için sevkedilmemiştir. Eğer maksût ise buna ‘ibarenin delâleti’, maksût değilse ‘işâretin delâleti’ diye adlandırılır. b) Bizzat lafızla sabit olmayan delâlet ise lafızdan ya lügavî yahut şer’î yollarla anlaşılır; lügavî yollarla anlaşılması durumunda ‘nassın delâleti’, şer’î yollarla anlaşılması durumunda ise ‘iktizânın delâleti’ ismini alır. Bunlar dışındaki delâlet yolları ise fâsittir.”710 Bu metotlardan her ikisi de bazı farklılıklarla aynı konuları kapsamakla birlikte lafızların delâletini açık bir tarzda birbirlerinden ayıran fakihler metodu, konumuz açısından daha elverişli gözükmektedir. Bu kapsamda önce kelâmcılar (cumhur) metoduna sonra fakihler (Hanefîler) metoduna temas etmek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.