• Sonuç bulunamadı

Usul Sistematiği İçerisinde Te’vilin Yeri

1.4.1. Usul Eserlerinde Te’vilin Ele Alınışı

1.4.1.3. Usul Sistematiği İçerisinde Te’vilin Yeri

Bütün usul eserlerinde temas edilen yahut birçok fıkhî ahkâmın oluşumunda bir yöntem olarak başvurulan ve önemine sık sık vurgu yapılan te’vil kavramının, “usul eserlerinde neden bir üst başlık olarak daha bâriz bir şekilde ele alınmadığı veya çatı kavram vazifesi görmediği” gibi istifhâm ve iddialar hususunda şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

171 Muhammed Fethî ed-Düreynî, el-Menâhicü’l-Usûliyye, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1997, s.20,

65, 66, 103, 119, 158, 165, 184, 310, 516, 523, 535, 550, 559; Abdulvehhâb Abdüsselâm Tavîle, Eserü’l-Lüğa fî İhtilâfi’l-Müctehidîn, Dârü’s-Selâm, 2000, s.261; Şa'bân, Hukuk İlmi, s.280; Abdülkerim b. Ali b. Muhammed en-Nemle, el-Mühezzeb fî İlmi Usûli’l-Fıkhi’l-Mukârin, 1-4, Mektebetü’r-Rüşd, 1. Baskı, Riyâd 1420/1999, c.3, s.1029; Abdülkerim b. Ali b. Muhammed en- Nemle, İthâfü zevi’l-Besâir bi Şerhi Ravdati’n-Nâzır li İbn Kudâme, Dârü’l-‘Âsime, Riyâd 1417/1996, c.1, s.90.

172 Mâide, 5/6.

173 Karadâvî, Kur’ân’ı Anlamada Yöntem, s.337.

174 Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, MÜİFVY, 3. Baskı, İstanbul 1994,

72

a. Te’vil kavramı, doğrudan havâssı (ilimde derinleşmiş âlimler) ilgilendiren özel bir kavram olduğundan, avâmın elinde oyuncak olmasını ve istismâr edilmesini engellemek için ehliyetine ve şartlarına vurgu yapılmıştır. Buna rağmen değişik itikâdî, bâtınî ve fıkhî mezhep ve görüş sahiplerinin istismarına maruz kalmıştır. İlgili âyetin de vurguladığı gibi kalplerinde sapma eğilimi bulunanların kötü emellerine araç olmasını engellemek ve ancak ehil kişilerce uygun zaman ve zeminde başvurulan değerli bir hazine olduğunu göstermek için usul eserlerinde herkese açık bir istinbât metodu olarak göze çarpmamaktadır. Bunun yanında kelâmî ve itikâdî konularda herhangi bir asla dayanmayan keyfî te’villerin varlığı ve söz konusu te’villerin bid’at olarak değerlendirilmesinin, te’vil kavramına olumsuz bir imaj kazandırdığı söylenebilir. Hatta bu tür olumsuz te’vil imajının fıkhî te’villere de zaman zaman yansıtıldığı görülmektedir. Hâlbuki zemmedilen ve karşı çıkılan re’y ve te’vil, itikâdî konulardaki te’vil olup fıkhî konularda re’y ve te’vile başvurmak, fıkhın doğasının gereğidir. İtikâdî konularda tartışılan te’vili kabul etmeyenler bile fıkhî konulardaki te’vili kabul ile birlikte bizzat uygulamışlardır.

b. Te’vil, daha çok lafız ve manâ ilişkisine dayandığından usul konularının temel bünyesini oluşturmaktadır ve bütün istinbât yöntemlerine mündemiçtir. Zira söz konusu ilişkiye dayalı olarak ortaya çıkan birçok fıkhî hüküm vardır. Ancak bazı usulcüler, doğrudan te’vil kavramından bahsederken diğer bazıları, aynı işlemi te’vil kavramını kullanmadan yapmaktadır. Bundan dolayı Yusuf el-Karadâvî, dirâyet sahibi âlimlerin Kur’ân ve sünnetteki nasların te’vilinin gereği konusunda ihtilâf etmediklerini, bazılarının ise te’vil yerine diğer bazı terimleri kullandıklarını ve içerik aynı olduktan sonra isimlendirmelerin önemli olmadığını beyân etmektedir.175 Örneğin, faizin Kur’ân ve sünnet naslarında bütün nevileriyle haram kılındığı bilinmektedir. Bu anlamda, Kur'ân ve sünnet naslarında geçen ribâ kavramı, umum ifade eder. Zaruret prensibi gibi değişik şer’î delillerle günümüzdeki banka kredilerine belli şartlarda cevâz verilebileceğini vurgulayan yaklaşımlar,176 aslında umum ifade eden “ribâ” lafzını tahsis etmektedirler. Dolayısıyla bu işlemi yapan kişi, te’vil kavramından bahsetmese bile aslında tahsise dayalı te’vile başvurmaktadır.

175 Karadâvî, Kur’ân’ı Anlamada Yöntem, s.337.

73

Fıkıh usulü tarihinde terim ve kavramların zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı dönemler de olmuştur. İlk usul eseri olma özelliğine sahip olan er-

Risâle’de Şâfiî, kıyası ictihâd olarak değerlendirmiştir.177 Ayrıca daha sonraki dönemlerde ıstılâhî bir anlam kazanan kıyasla ilgili fer’, asl ve illet gibi unsurlardan bahsetmemiştir. İctihâdı, ıstılâhî anlamıyla kıyasla eş değer olarak gören yaklaşımların yanlış olduğuna vurgu yapan Gazzâlî, ictihâdın kıyastan daha genel bir anlam ifade ettiğini belirtmekte,178 çağdaşı ve medrese arkadaşı olan Kiyâ el-Herrâsî (ö. 504/1110) de bu hususta onu desteklemektedir. Ona göre ictihâd ve kıyas arasında umum-husus ilişkisi vardır. Yani; her kıyas, bir ictihâd olmakla birlikte her ictihâd, bir kıyas değildir.179 Ancak Şâfiî’nin kıyasın terim anlamını değil, lügavî anlamını kastettiği anlaşılmaktadır. Ebû’l-Yüsr el-Pezdevî’ye (ö. 493/1100) göre “dinde özel bir ilmin adı” olan ve ءاشي نم ةمكحلا يتؤي “İstediğine hikmeti verir,”180 âyetinde geçen hikmetten de kastedilenin “fıkıh” olduğunu ve manâ, kıyas, illet, sebep, ma’kûl, nükte, delil, nazar, re’y, hüccet ve burhân gibi ifadelerle isimlendirilebileceğini gerekçeleriyle açıkladıktan sonra Ebû Hanîfe mensuplarının, “re’y ehli” olarak anılmalarının çok güzel olduğunu belirtir.181 Hatta Hanbelî terminolojisinde Hanefîler, Ebû Dâvûd ve İbn Hazm’ın temsil ettiği ehl-i zâhir karşısında “re’y ve te’vil ehli” olarak bilinmektedir.182 Dolayısıyla bu durumlarda, lafızlardan ziyade mâhiyet ve muhtevanın önemsenmesinin gereği ortadadır.

Şâtibî, şer’î delillerin Kitap, sünnet, icmâ ve re’y (kıyas) olduğunu ifade etmekle birlikte usul sistematiğine aykırı olarak müstakil başlık altında, sadece Kitap ve sünnet üzerinde duracağını belirtir.183 Bunların yanında mâhiyet olarak birbirlerine yakın olan nesh-tahsis, âm-mutlak gibi kavramların zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda meselâ, neshi câiz gören âlimler, mensûh âyet ve hadislerin sayısı konusunda ihtilâf etmişlerdir.

177 Şâfiî, er-Risâle, s.113.

178 Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.2, s.229.

179 Ebû’l-Hasan Şemsülislâm İmâdüddîn Alî b. Muhammed b. Alî Kiyâ (veya İlkiyâ) el-Herrâsî et-

Taberî, Kitâbu Ahkâmi’l-Kur’ân, Mûsâ Muhammed Ali-İzzet Ali Îd Atıyye (Nşr.), 1-2, Beyrut 1405/1985, c.1, s.125.

180 Bakara, 2/269.

181 Sadru’l-İslâm el-Kâdî Ebû’l-Yüsr Muhammed b. Muhammed b. Huseyn el-Pezdevî, Ma’rifetü’l-

Huceci’ş-Şer’iyye, Abdulkadir b. Yasin el-Hatib (Thk.), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 2000/1420, s.22, 25.

182 İbn Bedrân, el-Medhal, c.1, s.421. 183 Şâtibî, el-Muvâfakât, c.3, s.310.

74

Özellikle ilk dönemlerde yazılan eserlerde, mensûh âyetlerin sayısının fazla gösterilmesinde, o dönemki âlimlerin nesih kelimesine daha sonraki dönemlere göre daha geniş bir anlam yüklemelerinin etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Neshin tahsis, takyit, müphemi beyân, mücmeli tafsil gibi terimlerden farkı ortaya konulmaya ve nesih alanına girmeyen diğer nesih iddiaları ayıklanmaya başlandıktan sonra, mensûh kabul edilen âyetlerin sayısı azalmıştır. Dikkatli bir inceleme neticesinde, mensûh olduğu söylenen rivâyetlerin çoğunun uzlaştırma veya te’vil yoluyla çözüme kavuşturulduğu görülmektedir.184 Ayrıca usul eserlerinde söz konusu terimler arasındaki farkları zikretmeye yönelik çabalar, aralarındaki yakın anlam karmaşasını gidermeye yöneliktir. Sahabe dönemindeki “re’y” ifadesi, daha sonraki dönemlerde istishâb, istıslâh ve kıyas gibi hususların tamamını kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Sahabe re’ye başvururken genelde, “bu benim görüşümdür, doğru ise Allah’tan,

yanlış ise benden” derlerdi. Bazen de “ء رق” gibi sübûtu kat’î ancak delâleti zannî

müşterek bir kelimenin yahut “بأ (baba)”, “ َدج (dede)” örneğinde olduğu gibi kelimenin hakîkat ve mecaz yönü etrafında tartışmalar yaşanır ve değişik görüşler ortaya çıkardı.185 İşte bu tür tartışmalarda belli bir delil ile söz konusu kelimeyi uygun bir manâya döndürme işlemi, لمح “haml” yahut فرص “sarf” gibi ifadeler kullanılarak aslında “te’vil” edilirdi. Nihâyet usul eserlerinde birçok münasebetle sözü edilen, “terim ve ıstılahlarda tartışmanın anlamsız ve tâlî bir durum olduğu” yerinde bir tespittir. Dolayısıyla te’vilin, lafız-manâ ilişkisi ve teâruz durumunda başvurulan bir yöntem olduğundan “fıkhın bütün kaynakları ve kuralları içerisine mündemiç” olduğunu söylemek mümkündür. Bu anlamda -özellikle ilk dönemlerde- munzabıt ve sınırları belli bir metot olmaktan uzaktı. Daha sonraki dönemlerde te’vilin alanı, sınırları ve şartlarını belirlemeye yönelik çabalara yoğunlaşılmıştır.

c.Özel gayret gerektiren bazı kavramların aşılması güç şartlarla çevrili olması ilk bakışta haklı sebeplere dayanabilir. Ancak söz konusu kavramların pratik olarak insanların istifadesine engel olacak şekilde sunulması din ve mensuplarının maslahatına olmadığı aşikârdır. Bu anlamda ictihâd kavramı gibi te’vil de aşılması zor hatta mühâl bazı şartlarla kuşatılmış ki bu durum ulaşılamaz bir alan algısının

184 Aydın Taş, “Gazzâlî ve Âmidî’nin Nesih Problemine Yaklaşımı”, Fırat Üniversitesi Dergisi,

15:2 (2010), s.91-126.

185 Muhammed Mustafa Şelebî, el-Medhal fi’t-Ta’rîfi bi’l-Fıkhi’l-İslâmî, Dâru’t-Te’lif, Mısır

75

hâkim olmasına zemin hazırlamıştır. Hâlbuki fıkhî te’vil tıpkı ictihâd gibi insanların günlük dinî-sosyal hayatlarını kolaylaştırmanın vesilelerinden biridir.

d. İslam düşünce sisteminin birçok alanında şâhit olunduğu gibi ilmî çevrelerde genel kabul gören ve sabit dinamikler içeren gelenek kapsamında Kur’an, sünnet, icma ve kıyas olarak ifade edilen fıkhî-dinî kaynaklar söz konusudur. Mesela icmâ; yapısı, zamanı, kapsamı, işlevselliği ve güncelliği hususunda muhtelif görüşlere açık bir kavram olmasına rağmen usul sistematiği içerisinde dokunulmaz bir yer edinmiştir. Buna mukabil usulün temel kaynaklarının lafız-manâ boyutunu ele alan ve ictihâdın güncelliğini ve işlevselliğini sağlayan bazı kavramlar da zâhiren bayrak işlevini görmeseler bile aslında ictihâd süreçlerinde varlıklarını aktif olarak muhafaza etmektedirler. Kanaatimizce te’vil de bu kavramlardan biridir.

e. Yukarıda ifade edilen gerçeklere binaen ictihâdın aklî bir yöntemi olarak te’ville ulaşılması gereken fıkhî-dinî hedeflere ictihâdla ulaşıldığı ve bu alanda herhangi bir boşluğun oluşmadığı kanaati hâkimdir. Dolayısıyla fiili olarak te’vil işlemi yapılmasına rağmen çatı kavram olarak daha az tartışmalı olan ictihâd kavramının daha yaygın olarak kullanıldığı ifade edilebilir. Neticede ıstılahlar yerine işin manâ ve işlevsellik boyutunun daha ehemmiyetli olduğu hususu usulcüler arasında yaygındır.