• Sonuç bulunamadı

1.3.1. FIKIH USULÜNDE TE’VİL

1.3.1.2. Cumhur Usulcülere Göre

Kullanılan farklı bazı lafızlar dikkate alınmazsa cumhurun te’vil tanımının manâ ve mahiyet olarak aynı olduğu söylenebilir. İbn Fûrek (ö. 406/1015) te’vili,

يلا هرهاظ نع ملاكلا فرص

هلمتحي ٍهجو “kelâmın zâhirinden muhtemel olduğu bir yöne (manâya) sarf edilmesi” olarak tanımlamıştır.72 Söz konusu tanımın özüne bağlı kalarak te’vili, “sözün (kelâm) mutlak manâda zâhir anlamının muhtemel bir yöne

sarf edilmesi” şeklinde tanımlamayı tercih eden Ebû’l-Velîd Süleyman el-Bâcî el-

Mâlikî’ye (ö. 474/1081) göre, kelâm iki veya daha fazla anlama muhtemel olabilir. Ancak kelâm vaz’, isti’mâl (kullanım) veya örf sebebiyle söz konusu anlamlardan birinde daha açıktır. Dolayısıyla kelâm (söz) söylendiğinde, -diğer anlamların kastedildiğine dâir bir delil bulunmadıkça- bu açık anlamına sarf edilmesi

70 Bkz. Muhammed Ersöz, Kur’ân’ın Dil Yapısı ve Kur’ân KelimelerininTerimleşmesi (Doktora

Tezi), Erzurum 2014, s.134-205.

71 Heyet, el-Mevsû’atü’l-Fıkhiyyetü’l-Küveytiyye, 1-47, Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şüûni’l-İslâmiyye,

Dârü’s-Selâsil, Küveyt 1427, c.10, s.45.

46

gerekmektedir. Delil olması durumunda ise kelâmın muhtemel diğer anlamlarından birine döndürülmesi (sarf) te’vildir. Örneğin, ٍء َو ر ق َةَثَلاَث ن ه س فنَأ ب َن ص ب َرَتَي تاَق لَط م لا َو “Boşanan kadınlar kendi başlarına üç kur’ beklerler,”73 âyetinde geçen “ن صَبرتي (beklerler)” lafzının zâhiri haber olmakla birlikte emir olma ihtimali de vardır. Eğer söz konusu lafzı, zâhir anlamı üzerinde bırakıp haber olarak alırsak, boşandığı hâlde beklemeyen kadınların varlığı “Allah’ın verdiği haberin doğru olmaması” gibi bir sonuç doğuracak ki, bu mümkün değildir. Dolayısıyla, bu ifadenin haber değil, emir olarak değerlendirilmesi suretiyle te’vil edilmesi gerekmektedir.74

Cüveynî’nin, “müevvilin iddiasına (müctehidin ictihâdına) uygun olarak

zâhir lafzı varacağı yere döndürmek”75 şeklindeki tanımı da bir önceki tanımla örtüşmektedir. Gazzâlî’nin, “bir delilin desteklemesi dolayısıyla zâhirin delâlet ettiği

anlama gâlib gelen ihtimâl”76 şeklindeki tanımı ile seleflerini takip ettiği anlaşılmaktadır. Ancak tanımın eksik bulunması sebebiyle Âmidî ve İbnü’l-Hâcib gibi bazı usulcülerin tenkitlerine sebep olmuştur. Bu tenkitlere ilerde temâs edilecektir. Fıkıh başta olmak üzere birçok ilmî alanda otorite olduğu kabul edilen77 ve özellikle te’vil yöntemi hususunda Gazzâlî’den etkilendiği ifade edilen78 İbn Rüşd ise, lafızların hakîkat ve mecaz ilişkisine vurgu yaparak te’vili, “bir sözü hakîkî

delâlet ve manâsından çıkararak, mecazî delâlet ve manâya götürmek”79 şeklinde tanımlamaktadır. İbn Rüşd yaptığı tanımda, te'vil yaparken Arap dili ve geleneğinde geçerli olan mecaz türlerinin dikkate alınması hususuna vurgu yapar: “Mecazî

ifadeleri kullanma hususunda bir şeyi benzeriyle, sebebiyle, sonucuyla, ona bitişik veya eşlik eden bir şeyle veya bunların dışında mecaz türlerinde sayılan diğer isimlendirmeler gibi Arap diline özgü kullanımları bozmamak gerekir.”80 Gazzâlî de, bir anlamda her te'vili lafızların hakîkî manâdan mecazî manâya hamletme eylemi

73 Bakara, 2/228.

74 Ebû’l-Velid el-Bâcî, İhkâmu’l-Fusûl fî Ahkâmi’l-Usûl, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1949, s.172;

Ebû’l-Velid el-Bâcî, el-Hudûd fi’l-Usûl, Nezih Hammâd (Thk.), Müessesetü’l-Mer’ânî, Beyrut 1973, s.48.

75 Cüveynî, el-Burhân, c.1, s.300. 76 Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.1, s.387.

77 Mehmet Nûri Güler, “İbn Rüşd’ün Fıkıhtaki Te’vili”, Doğu Batı İlişkisinin Entelektüel Boyutu,

s.291.

78 Mesut Okumuş, “Gazzâlî’nin Te’vil Yönteminin İbn Rüşd Üzerindeki Etkileri”, İslami İlimler

Dergisi, Yıl, 5, sy. 1, Bahar, 2010, s.107-132.

79 İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s.95. 80 İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s.97.

47

olarak görmektedir. Ancak o, hakîkî manâdan mecaza gitmek için mecazî manânın bir delille desteklenmesi gerektiğini belirtir.81 Te’vilin tanımında Gazzâlî’yi takip eden Âmidî, üç hususta ona itiraz etmektedir: Birincisi, te’vilin ihtimal olarak değerlendirilmesi yanlıştır. Zira te’vil; ihtimalin kendisi değil, lafzın ihtimale hamledilmesi işlemidir. İki ifade arasında fark olduğu açıktır. İkincisi; tanım, câmi’ (kapsayıcı) olmaktan uzaktır. Zira te’vil delili olarak, “zann-ı gâlibe sevkeden zannî delilden” bahsedilmektedir. Hâlbuki bu tanım, kat’î delil vasıtasıyla zâhir anlamı terk edip muhtemel bir manâya yönelme işlemini kapsamamaktadır. Üçüncüsü, söz konusu tanım “mutlak te’vil” tanımından ziyade “sahih te’vil” tanımıdır. Zira “bir delilin desteklemesi” ifadesinden bu anlaşılmaktadır. Ancak tanımından “sahih te’vili” kastettiği ileri sürülürse durum değişir.82 Âmidî, bu açıklamalardan sonra te’vili, mutlak ve sahih olmak üzere iki farklı değerlendirmeye tabi tutarak “Mutlak

te’vil, lafzı zâhir manâsının dışında muhtemel bir manâya hamletmektir. Sahih ve makbul te’vil ise, bir delilin desteklemesi dolayısıyla lafzı zâhir manâsının dışında muhtemel bir manâya hamletmektir”83 demektedir. Âmidî’nin Gazzâlî’ye yönelttiği

söz konusu itirazların temelinde, te’vil delili olabilecek delillerin niteliği hususundaki tartışmalar yatmaktadır.

Fahruddîn er-Râzî ile İbnü’l-Hâcib’in te’vili, “zâhir lafzın, onu râcih

kılacak bir delil ile muhtemel mercûha hamledilmesi” şeklindeki tanımlarında geçen

“zâhir” kaydıyla nas ve müşterek lafızlar dışarda bırakılmıştır. Zira nassın manâsına hamledilmesi ile müşterek lafzın anlamlarından birinin tercih edilmesi te’vil olarak değerlendirilmez. Çünkü müşterek lafzın manâlarına delâleti eşittir. Biri râcih diğeri mercûh değildir. “Muhtemel” kaydı ile lafzın muhtemel olmadığı anlamlar, “mercûh” kaydıyla da, zâhir lafzın râcih anlamına hamledilmesi dışarıda bırakılmıştır. “Zannî veya kat’î delil” kaydıyla da delilsiz yapılan te’viller, “onu râcih kılacak” ifadesiyle de, te’vil neticesinde mercûh tarafı râcih kılmayan deliller kapsam

81 Gazzâlî, el-Mustasfâ, s.195.

82 Nitekim Hanefî Usulcülerden Teftâzânî, Hâşiye’de Gazzâlî’nin maksadının, “zâhirin sarfedildiği

manâ (el-müevvelü ileyh) olduğunu” açıklamıştır. (Bkz. Teftâzânî, Hâşiye ‘ala Şerhi Adudiddînel-Îcî ‘ala Muhtasarı İbni’l-Hâcib, c.2, s.167).

83 Ebû’l-Hasan Seyfuddîn Ali b. Ebî Muhammed b. Sâlim es-Sa’lebî el-Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-

48

dışı kalmıştır. İbnü’l-Hâcib de Âmidî gibi Gazzâlî’nin te’vil tanımını eksik bulmuş ve tenkit etmiştir.84

İbn Kudâme, İbn Muflih (ö. 763/1362) ve Merdâvî’nin (ö. 885/1480) te’vil tanımı da Gazzâlî’nin tanımına yakındır. Onlara göre te’vil, “zann-ı gâlibi gerektiren

bir delille desteklenmesinden dolayı, lafzın zâhir ihtimalden mercûh ihtimale sarf edilmesidir.”85 Gazzâlî gibi İbn Kudâme’ye göre de te’vil delilinin zannî olması gerektiği anlaşılmaktadır. İbn Teymiyye ise usulcülerin kullandığı bir terim olarak te’vili “mukârin (nasla birlikte gelen) bir delilden dolayı lafzı râcih ihtimalden

mercûh ihtimale sarf etmek” şeklinde tanımlamıştır.86 İbn Teymiyye’nin tanımda kullandığı “mukârin” ifadesi, te’vil delili ile ilgilidir. Te’vil delilinin mukârin olup olmaması gerektiği hususunda, usulcüler arasında ciddi bir tartışma zemini oluşmamıştır. Nitekim İbn Zekeriyyâ el-Ensârî ve İbn Bedrân (ö. 1346/1927), delilin mukârin olup olmamasına bakmadan mutlak olarak te’vili, “mercûhu râcihe çeviren

bir delilden ötürü lafzı zâhir anlamından sarf etmek” şeklinde tanımlamayı tercih

etmişlerdir.87 İbn Cüzey el-Mâlikî'ye (ö. 741/1340) göre te’vilin en uygun tanımı şudur: نع جرخيو كلذ يلع لمحي نأ يضتقإ بجومب هيضتقي يذلا ينعملا ريغ ينعم يلع ملاكلا لمح هرهاظ“kelâmı, gerektirici bir unsurdan dolayı zâhirinden anlaşılan manâ dışında bir

manâya hamletmektir.”88

Zâhiriyye mezhebini sistemleştirdiği bilinen İbn Hazm’a (ö. 456/1064) göre te’vil, “lafzı, zâhirinin gerektirdiği ve sözlükte vaz’ olunduğu manâdan başka bir

84 Râzî, el-Mahsûl, c.1, s.314; Şemsuddîn Ebû’s-Senâ Mahmud b. Abdurrahman b. Ahmed el-

İsfahânî, Beyânu’l-Muhtasar Şerhu Muhtasarı İbn Hâcib, Dârü’l-Medenî, Cidde 1406/1986, s.417.

85 Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Kudâme el-Makdisî, Ravdatu’n-Nâzır ve Cünnetü’l-

Münâzır, Seyfuddîn el-Kâtib (Nşr.), Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1401/1981, s.157; Şemsuddîn Muhammed el-Makdisî el-Hanbelî, Usûlü’l-Fıkh, Fahd b. Muhammed es-Sedehân (Thk.), 1-4, Mektebetü’l-Ubeykân, Riyâd 1420/1999, c.3, s.1045; Alâuddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Süleyman el- Merdâvî el-Hanbelî, et-Tahbîr Şerhu’t-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh, Abdurrahman b. Abdullah el- Cübreyn (Thk.), Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd 1421/2000, c.1, s.4126.

86 İbn Teymiyye, Mecmû’ul-Fetâvâ, c.17, s.359.

87 Âlü Teymiyye (Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. el-Hadır b. Muhammed el-Harrânî, Ebû’l-

Berekât Mecduddîn Abdüsselâm b. Abdillâh b. Hadır el-Harrânî, Ebû’l-Abbâs Takiyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî), el-Müsevvede fî Usûli’l-Fıkh, Ahmed ez- Zerevî (Thk.), Dâru İbn Hazm, Beyrut 1422, c.1, s.129; Zekeriyya b. Muhammed b. Ahmed b. Zekeriyya el-Ensârî, Ğâyetü’l-Vusûl fî Şerhi Lübbi’l-Usûl, Dârü’l-Kütübi’l-Arabiyyeti’l-Kübrâ, s.87; Abdülkadir b. Bedrân ed-Dımaşkî, el-Medhal ilâ Mezhebi Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî (Nşr.), Beyrut 1405/1985, s.188.

88 Ebû’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Cüzey el-Kelbî el-Ğırnâtî el-Mâlikî, et-Teshîl fî Ulûmi’t-

49

manâya nakletmektir.” Ona göre bütün naslar, te’vile açık olmayan “müfesser”

hükmünde olup, te’vile başvurulacaksa delilin mutlaka başka bir nas yahut icmâ olması gerekir.89 Bu malumattan da anlaşıldığı gibi cumhura göre te’vili, “kat’î yahut

zannî bir delil sebebiyle lafzı yahut kelâmı zâhir anlamından muhtemel olduğu mercûh başka bir anlama döndürmek” şeklinde tanımlamak mümkündür. Te’vilin

tanımı hususunda ortaya çıkan farklı detayların, Âmidî’nin tanım ve anlayışının izlerini gördüğümüz Şevkânî ile istikrâr kazandığını söylemek mümkündür. Ona göre te’vil, “zâhir lafzın muhtemel mercûh (manâ)ya hamledilmesidir.”90 Bunların yanında ferdî sayılabilecek bazı te’vil tanımlarına da şahit olunmaktadır. Halil b. İshâk el-Mâlikî’nin (ö. 776/1375) Muhtasar’ından yola çıkarak ona mahsus bir te’vil anlayışından söz edilebilir. Buna göre te’vil, İmam Mâlik’in murâdını açıklamaya yönelik Müdevvene’ye yapılan şerhlerin ihtilâfıdır.91 Gazzâlî’nin te’vilin tanımında yer verdiği “ihtimal” gibi burada da te’vilin doğrudan ihtilaf olarak değerlendirilmesi tartışmaya açık olmakla birlikte, bu bakış açısı te’vilin “daha özel bir alana indirgenmesi” olarak değerlendirilebilir. Çünkü Mâlikî mezhebindeki iç ihtilâfların söz konusu şerhler kapsamında değerlendirildiği bilinmektedir.