• Sonuç bulunamadı

Günümüz Usulcülerine Göre

1.3.1. FIKIH USULÜNDE TE’VİL

1.3.1.4. Günümüz Usulcülerine Göre

Günümüz usulcülerinin, belli bir mezhebin yahut ekolün anlayışından ziyade genel hatlarıyla Şevkânî ile istikrâr kazanan te’vil anlayışını geliştirdiklerini görmekteyiz. Zekiyuddîn Şa'bân’a göre te’vil, “Lafzın zâhir olan manâsında anlaşılmaktan engellenmesi ve bir delile binaen zâhir olmayan başka bir manânın kastedildiğine hükmolunmasıdır. Hâssın hakîkat manâsından alınıp mecaz yoluyla ona başka manâ verilmesi ve âmm lafzın umum manâsından alınıp sadece bir kısım fertlerine kasr edilmesi gibi.”102 Abdulkerîm Zeydân’a göre te’vil, “Lafzın, kendisinden açık ve zâhir olarak anlaşılan manâsının yanında başka manâ ile anlaşılmasıdır. Sahîh olan te'vil ise, lafzın açık ve zâhir olan manâsıyla beraber, bir delilin de takviye ve yardımıyla lafızdan, açık ve zâhir manâsından başka bir manânın anlaşılmasıdır.”103 M. Ebû Zehra’ya göre te'vil “nassı, zâhirî manâsından çıkarıp muhtemel bulunduğu başka bir mânâya taşımaktır (haml).”104 Abdulvehhâb Hallâf ile Vehbe Zuhaylî ise te’vilin tanımını daha kapsamlı ele alarak bazı örneklerle şöyle açıklamaktadırlar: “Te’vil; nas, kıyas, teşri' esasları ve şeriatın ruhu gibi şer'î bir delil ile lafzı, zâhir manâsından başka bir manâya çevirmektir. ّاللّ لَحَأ َو اَب ّرلا َم رَح َو َع يَب لا “Allah alış-verişi helâl kıldı”105 âyetindeki alış-verişin umumî oluşunun, garar satışını, insanın yanında olmayan şeyi (ma’dûm) satmasını ve meyvenin olgunlaşmadan önce satışını nehyeden hadislerle tahsis edilmesi bir te’vildir. تَم ّر ح

101 Bkz. Elinizdeki çalışma, s.158.

102 Zekiyyüddîn Şa'bân, İslam Hukuk İlminin Esasları, İbrahim Kâfi Dönmez (Trc.), TDV

Yayınları, Ankara 2000, s.377.

103 Abdulkerîm Zeydân, el-Vecîz fî Usûli'l-Fıkh, Müessesetü Kurtubâ, Beyrut 1987,s.159. 104 Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, s.174.

52

م د لا َو ةَت يَم لا م ك يَلَع “Size meyte (leş) ve kan haram kılındı,”106 âyetinde mutlak olarak gelen “kan” ifadesinin “ احو ف س م امَد وَأ “Yahut akıtılmış kan,”107 âyetindeki “akıtılmış” ile takyit edilmesi de bir te’vildir. ٌةاش ٍةاش نيعبرا ّلك يف“Her kırk koyunda bir koyun

zekât verilir,”108 hadisindeki koyunun te’vili de böyledir. Hadisin zâhirine göre koyunlar için koyundan başkası zekât olmaz. Ancak “zekâttan maksat fakirin

ihtiyacını gidermektir” gerekçesiyle “her hangi bir maldan koyunun kıymeti verilmesi de yeterli olur” şeklinde te’vil etmek de böyledir.”109 Nitekim Hanefîler, bu te’vili savunmuşlardır. Yusuf el-Karadâvî’ye göre te’vil, “bir delilden hareketle lafzı, zâhirinin gerektirdiği manâdan muhtemel başka bir manâya hamletmek” olup ilim ehlinin başvurduğu bir istinbât yöntemidir.110 Ona göre akide ve fıkıhta değişik mezhep ve meşreplere mensup âlimler te’vil kavramına ehemmiyet vermişler ve geniş bir şekilde açıklama ihtiyacı hissetmişlerdir.

Fıkıh usulünün ana konularını tespit etmede farklı bir metod izleyen Yunus Apaydın, “deliller, hükümler, istidlâl metotları ve müctehid” konularına ilaveten fıkıh usulü eserlerinde dağınık hâlde incelenen “beyan, nesih, teârüz-tercih ve te’vil” gibi konuları “Anlamın keşfi bağlamında metinler arası ilişki” ana başlığı altında değerlendirmeyi tercih etmiştir. Bu kapsamda te’vilin tanımı, gerekçesi, alanı, te’vile elverişli lafızlar, şartları ile te’vilin tefsir ve ictihâd ilişkisine temas etmiştir. Ona göre zan ifade eden iki delilin uzlaştırılması temel gerekçesiyle başvurulan te’vil, lafzın bir delil sebebiyle mercuh ihtimale hamledilmesidir. Böylece İslam hukukunda yerleşik olan, “iki zandan hangisi daha güçlüyse onunla amel etmenin gerekli olduğu” kuralı da işletilmiş olur. Ayrıca te’vilin sıhhatı için mutlaka bir delilin gerekliliği te’vilin meşruiyyeti için merkezi bir önem taşır. Te’vile elverişli lafızlardan zâhir üzerinde ittifak sağlandığını, Hanefî usulcülerce nass lafzın da te’vile açık olduğunu ifade ederek zâhir kapsamında âmm, emir, nehiy ve nefy lafızlarının değerlendirildiğini, söz konusu lafızların zâhir anlamları dışında anlaşılmalarının te’vil olduğunu açıklamaktadır. Ona göre ayrıca mutlakın

106 Mâide, 5/3; Bakara, 2/173. 107 En'âm, 6/145.

108 Ebû İsa Muhammed es-Sülemî et-Tirmizî, Sünen, Ahmed Muhammed Şakir, Fuâd Abdulbâkî,

İbrahim Atve (Thk.), 1-4, Mektebetü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, 2. Baskı, Mısır 1395/1975, “Zekât”, 5/ 621, c.3, s.8.

109 Hallâf, Usûl, s.132; Vehbe Zuhaylî, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, Dârü’l-Fikr, Dımaşk 1986, s.156. 110 Yusuf el-Karadâvî, Kur’ân’ı Anlamada Yöntem, Mehmet Nurullah Aktaş (Trc.), Nida Yayınları,

53

mukayyede hamledilmesinin te’vil olup olmadığı hususunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır.111

Fıkıh usulünde genel olarak te’vil, “bir sözün bir delilden hareketle zâhir

anlamının terkedilerek taşıdığı diğer bir manâya göre anlaşılması” manâsında

kullanıldığından zâhir, nas, hafî, müşkil, mücmel ve müşterek lafızlarının tamamını kapsamaktadır. Eğer ileri sürülen delil kat’î ise lafız müfesser, zannî olması durumunda ise müevvel adını alır. Bu makamda, hicrî beşinci asır öncesi özellikle Hanefî usulcüler arasında yaygın olan ve te’vili daha çok “müşterek lafzın manâlarından birinin zannî delil ile tercih edilmesi” şeklinde ortaya çıkan tanımının giderek terkedildiğini ve te’vil hususunda hem cumhurun hem de Hanefî usulcülerin üzerinde ittifâk ettikleri ve kapsamı daha geniş tutulan bir te’vil tanımından bahsetmek mümkündür. Bu açıklamalar ışığında te’vili genel hatlarıyla; “şer’î,

lügavî veya aklî, zannî bir delil ile lafzın yahut kelâmın ilk akla gelen açık anlamının terkedilerek muhtemel olduğu başka bir manâya döndürülmesi” şeklinde tanımlamak

mümkündür.112 Te’vil işleminden sonra müevvel hâle gelen lafzın manâsına delâleti de açık olmaktadır. Çünkü lafzın sarf edildiği manâya delâleti artık râcihtir. Ancak söz konusu manâya delâleti, munfasıl bir delilden kaynaklandığı için yine de zâhir manâ gibi değerlendirilemez.113 Bu makamda mutlak ve sahih te’vil ayırımının ilmî açıdan bir fayda sağlamadığını düşünüyoruz. Zira te’vilin gerçekleşmesi için mutlaka

111 H. Yunus Apaydın, İslam Hukuk Usulü, Bilimsel Araştırma Yayınları, 4. Baskı, Ankara

2017. s.24, 302- 304.

112 Te’vilin tanımında geçen delil, “üzerinde dikkatli düşünmeyle talep edilen şer’î hükmün ilmîne

ulaştıran şey” olup zannî ve kat’î olmak üzere iki kısma ayrılır: Zannî, “başka bir delilden kaynaklanan, ihtimal barındıran, sübût veya delâletinde yahut her ikisinde de taaddüde kâbil delil”dir. Delilin zannî oluşu haberin âhâd yollarla aktarılması şeklinde senetle ilgili olabileceği gibi müşterek, mücmel, umûm vb. kastedilen manâya delâletinin durumu gibi metinle ilgili de olabilir. Bu durum, bazen hem metin hem de senetle ilgilidir. Mütevâtir dışında sünnetin büyük bir kısmı ile kıyas, istihsân, istishâb, seddi zerâi’ gibi bütün ictihâdî faaliyetler bu kapsamda değerlendirilir. Kat’î delil ise “şer’an muteber başka bir delilden kaynaklanan ihtimal barındırmayan, sübût ve delâleti kesin olan delil”dir. Kur’ân ve mütevâtir sünnet sübût açısından kat’î delillerdir. Aynı şekilde bunların naslarından muhkem ve müfesser olanların manâlarına delâletleri kat’îdir. Zann-ı gâlib, aklî uygunluk unsurlarından (mücevvizât) birinin diğerlerine göre daha güçlü olması sebebiyle çelişik durumdaki iki delilden birisinin kanaat getirilerek tercih edilmesi durumudur. Gâlib zan kesin bilgi (yakîn) ifade eder. Rüchân, delilin sıfatı olup “ağır basma” anlamındadır. Müteâriz (çelişik) hükümlerde bir delilin değerlendirilmesi neticesinde oluşan zannın diğerlerinden daha güçlü olması sebebiyle (zann-ı gâlib) dikkate alınan hüküm râcih, daha zayıf görüldüğünden dolayı terkedilen hüküm ise mercûh olarak değerlendirilir. (Bkz. Kutup Mustafa Sânu, Mu’cemu Mustalahâti Usûli’l-Fıkh, Dâru’l-Fikr, Dımaşk 2000, s.207, 308; Süveyfi, Mu’cemu Usûlü’l-Fıkh, s.138).

113 Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Mâlikî et-Tilimsânî, Miftâhu’l-Vusûl ilâ Binâi’l-Fürû’i

54

bir delile dayanması gerekmektedir. Herhangi bir delil veya karine içermeyen te’villerin, “şer’î bir anlam ifade etmeyen şahsî veya nisbî yorum” şeklinde değerlendirileceği açıktır. Delillerin değerlendirilmesi neticesinde, sıhhat ve butlân gibi nitelendirmelerin ortaya çıkması daha mantıklı gözükmektedir. Eğer ileri sürülen delil, dinen uygun ve lafız ile manâ açısından muhtemel ise doğru ve sahih bir te’vil söz konusu olur. Aksi takdirde bâtıl veya fâsit bir te’vilden bahsedilir.

Te’ville aynı kökten “mimli mastar” yahut “ism-i mekân” olarak gelen “meâl” de sözlük anlamı itibâriyle bir sözün özü, akıbetini ifade ederken terim olarak, söz ve manâ bakımından vahiy eseri olduğu ve tam olarak başka bir dile tercümesinin imkânsızlığı gerçeğinden hareketle, “Kur’ân’ın her yönüyle değil de biraz noksanıyla terceme edilmesi”dir.114 Te’vil kavramının ictihâd ve istinbât özelliğinden dolayı aynı âyetin farklı meallerde değişik şekillerde yer bulduğuna şâhit olunmaktadır.

1.4.1. Usul Eserlerinde Te’vilin Ele Alınışı