1.1.1. Te’vilin Sözlük Anlamı
1.1.1.5. Haberin Gerçeğe Mutâbık Hâli / Mahiyeti
Haberin gerçekleşmesi yahut gerçeğe mutabık hâli te’vilin Kur’an’da da geçen anlamlarından biridir. Nitekim sahabeden Abdullâh b. Revâha, Hudeybiye antlaşmasıyla ertelenen umre haccı kazası vesilesiyle bulunduğu Mekke’de halka şöyle seslenmişti:
ه لي و أت يلع م ك ب ر ضَن َم وي لاف ه لي ز نَت يلع م كان ب َرَض ن حَن
ه ل يلَخ نَع َلي لَخ لا ل هذ يو ه لي قَم نَع َماه لا ليز ي اب رَض
(Kur’ân’ın) inişinde size vurduğumuz gibi, Bu gün te’vili için size vuruyoruz! Öyle bir vuruş ki, başı yerinden koparacak, Dostu dosta unutturacaktır.47 Bu ifadelerde geçen te’vilin, “haber verilen bir şeyin, fetih müjdesinin gerçekleşmesi” anlamında kullanıldığı açıktır. Zira Kur’an’da bildirildiğine göre Hz. Peygamber rüyasında, emniyet içinde Mescid-i Haram’a girdiğini görmüştü.48 Bu, Allah’ın gerçekleşecek bir va’dinden başka bir şey değildi. Hz. Peygamber, buna dayanarak hicretin VI. yılında ashabıyla birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Buna müsaade etmeyen müşrikler, Hudeybiye antlaşması gereği bir sonraki seneye
46 Ebû Ubeyde, Mecâzu’l-Kur’ân, c.1, s.87; Cevherî, es-Sihâh, c.1, s.64; İbn Manzûr, Lisânü’l-
’Arab, c.20, s.36; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, c.3, s.331; Râgıb, el-Müfredât, s.30.
47 Zemahşerî, Esâsü’l-Belâğa, c.1,s.39; Işıcık, Kur’ân’ı Anlamada Te’vil, s.23; Söz konusu şiirin
değişik rivâyetleri için bkz. Ebû’l-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesir ed-Dımaşkî, el-Bidâye ve’n- Nihâye, 1-10, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1407/1986, c.4, s.227.
38
ertelediler.49 Abdullah b. Revâha söz konusu şiirde, Hz. Peygamber’in gördüğü rüya ile fetih müjdesinin gerçekleşeceğini “te’vil” ifadesiyle dile getirmişti. Dolayısıyla Araplar arasında, te’vil kelimesinin ilk ve doğal anlamlarından biri “haber verilen bir hususun gerçekleşmesi”dir.
Te’vil kelimesinin “gerçeğe mutâbık hâli” anlamı ile ilgili olarak bazı tarih kaynaklarında geçen “Rabîa b. Nasr ile kâhin Şıkk ve Satîh'in kıssası” dikkat çekicidir. Bu iki kâhinin, Hz. Muhammed'in peygamberliğini önceden haber verdikleri rivâyet edilmiştir. Yemen hükümdârlarından biri olan Rabîa b. Nasr, korkunç bir rüya görerek ürkmüştü. Ülkesinin tüm kâhinlerini, büyücülerini ve müneccimlerini toplayarak, “nasıl bir rüya gördüğümden ve te’vilinden bana haber verin (اه لي وأَت بو اه ب ي نو ر ب خَأف).” dedi. Yorumcular ise, te’vil yapabilmeleri için gördüğü rüyayı kendilerine anlatmasını istediler (اه ليوأت ب َك ر ب خ ن ان يلَع اه ص ص ق أ). Rabîa: “Size anlatırsam onun te’vilini bilememenizden korkarım.” deyince, kâhinlerden biri, “Hükümdârımız kendisi anlatmadan rüyasının te’vilini istiyorsa, Şıkk ile Satîh'i ça- ğırsın. Onlardan daha bilgilisi yoktur. Onlar, rüyanı sana anlatıp te’vilini (nasıl gerçekleşeceğini) söylerler.” dedi. Bu teklifi beğenen Rabîa, söz konusu kâhinleri tek tek makamına çağırdı ve onlara durumu anlattı. Bunun üzerine Satîh, hükümdârın rüyasını anlatmaya başladı: “Ey hükümdârım! Sen rüyanda, karanlıklar içinden bir ateş parçasının çıkıp alçaktaki bir yere (tıhâme) düştüğünü ve başı olan (canlı) her şeyi yediğini gördün.” Rabîa: “Ey Satîh, rüyayı hiç hata yapmadan olduğu gibi anlattın. Peki, bunun te’vili (gerçek karşılığı) nedir?” diye sordu. Satîh şöyle dedi: "Karataşlı vadinin iki yakası arasındaki yılana andolsun ki, Habeşîler, sizin topraklara konacak ve Ebyen ve Cüreş arasındaki mıntıkalara hâkim olacaklardır.” Rabîa: “Bu, bizi acı ve kedere boğacak bir musibettir. Benim zamanımda mı, yoksa benden sonra mı bu olay meydana gelecek?” diye sorunca Satîh: “Hayır, babana andolsun ki, senin hükümdarlığının ardından altmış veya yetmiş yıl geçtikten sonra meydana gelecektir.” dedi. Satîh, Habeşîlerden sonra Yemen’e İrem zî Yezen’in hâkim olacağını, onun hâkimiyetine de yücelerden kendisine vahiy gelecek olan bir peygamberin son vereceğini anlattıktan sonra Hükümdar: “O peygamber kimdendir? diye sordu. Satîh: “Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr soyundan gelecek olan bir adamdır.
39
Sonuna kadar onun kavmi hükümrân olacaktır.” dedi. Rabîa: “Bu söylediklerin gerçek mi?” diye sorunca Satîh: “Aydınlığına ve karanlığına, gecenin sökülüşüne ve günün ışımasına ant olsun ki, sana verdiğim haberler gerçektir!” Daha sonra hükümdarın yanına Şıkk geldi ve Satîh'in dediklerini tekrarladı. Bunun üzerine hükümdar, çoluk çocuğunu Irak'a göndererek Hire'ye yerleşmelerini sağladı.50 Burada te’vil, ilk bakışta her ne kadar “rüya tabiri” olarak anlaşılabilse de gerçeğe mutâbık bir durumdan dolayı rüya tabirinden farklı bir durum söz konusudur. Zira sıradan rüya tabirleri, gerçeğe mutabık olabilecekleri gibi böyle bir mutâbakâtın olmadığı durumlar da çoktur. Kâhinlerin kendilerinden son derece emin oluşları te’vil ilmine vukûfiyetlerini göstermektedir. Aynı zamanda, rüyalarla ilgili daha çok yorum veya tahmin manâsındaki ta’bir (ريبعت) ifadesi kullanılmaktadır. Burada anlam olarak Yusuf kıssasında geçen te’vilin aynısından bahsetmek mümkündür. Şu farkla ki Yusuf kıssasında geçen te’vil kelimesi daha önce yaşanmış olayları “geriye dönük gerçekleşmesini” konu edinirken bu kıssada “geleceğe dönük” olarak ele almaktadır. İkisinin ortak paydası ise, her ikisinde de yaşanmış veya yaşanacak olan gerçeklerin “te’vil” kavramıyla ifade edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla terim hâlini almadan önce, te’vilin doğal ve ilk hâli, yukarıda ifade etiğimiz gibidir. Bu noktada, dördüncü, hatta üçüncü asırda yazılan sözlüklerde Kur’ân’ın kullanımına uygun olarak genelde “akıbet, tahkik, mahiyet ve ıslâh” anlamı ağır basmaktadır.51 Bilinen terim anlamıyla te’vil ise daha sonraki dönemlerde yazılan sözlüklerde görülmektedir. Meselâ, İbn Manzûr’un “Lisânü’l-Arab”, Fîrûzâbâdî’nin “el-Kâmûsu’l-Muhît” ile Zebîdî’nin “Tâcü’l-Arûs” isimli eserlerinde, daha önceki anlamlar yanında doğal olarak terim yönüyle de tanımlandığı görülmektedir.52