• Sonuç bulunamadı

1.5.1. Te’ville İlişkili Kavramlar

1.5.1.9. Teâruz Kavramı

“Kenar, yön” anlamındaki “ضر ع” kökünden “لعافت” kalıbında olan teâruz (ض راعَت) kavramı “iki şeyin birbirlerini engellemesini, karşı karşıya gelmesini, çatışmasını” ifade eder.495 Bir usul terimi olarak teâruz, “aynı meselede iki eşit

delilden birinin diğerinin gerektirdiği ile çelişen bir hükmü gerektirmesi”496 ya da

“iki delilin birbirlerini engelleyecek tarzda karşı karşıya gelmesi”497 yahut “iki

delilin iki zıt hükümde biri diğerine üstün olmayacak şekilde çatışmasıdır.”498 Teâruz ve tercih, hemen hemen bütün usul konularıyla ilişkili olduğundan, usul eserlerinde çok geniş yer tutmuş, bazı usulcüler, “teâruz”, bazıları “muâraza” ve Şâfiî usulcüler ise genelde “teâdül” ifadesini kullanmışlardır.499 Sözlükte meyletmek ve galebe

493 Tilimsânî, Miftâhu’l-Vusûl, s.81. 494 Cüveynî, el-Burhân, c.1, s.419.

495 İbn Muflih, Usûlü’l-Fıkh, c.3, s.1081; Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl, s.454.

496 İbn Kudâme, Ravdatü’n-Nâzır, c.2, s.390; İbn Muflih, Usûlü’l-Fıkh, c.3, s.1080; Şa'bân, Hukuk

İlmi, s.419; Şükrü Özen, “Teâruz”, DİA, c.40, s.208.

497 Şevkânî, İrşâdü’l-Fuhûl, s.454.

498 Abdulazîz el-Buhârî, Keşfü’l-Esrâr, c.3, s.120. 499 Özen, “Teâruz”, DİA, c.40, s.208.

120

çalmak (tağlib)500 manâsında kullanılan tercih kavramından, “herhangi bir hüküm ile

amel edilmesi için bir emareyi diğerine güçlü kılmak” kastedilmektedir.501

Usulcüler, akıl ile nakil (ma’kûl-menkûl) arasında teâruzun gerçekleşmeyeceğini, görünürde böyle bir durum olması durumunda menkûlün te’vil edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.502 Teâruz, biri âmm diğeri hâs gibi iki haber arasında olması durumunda ise cem’ (uzlaştırma), nesih veya te’vil seçeneklerinden uygun olan biri ile giderilmeye çalışılır.503 İki kat’î nas arasında teâruzun imkânsızlığı sebebiyle iki zannî delil arasındaki zâhirî teâruzda müctehid, diğer naslar, fıkhın genel kaideleri yahut teşrî’ hikmeti gibi yol gösterici unsurlarla te’vile başvurmak suretiyle teâruzu gidermek veya nasları uzlaştırmak zorundadır.504 Usulcüler ayrıca, şer'î deliller arasında teâruzun câiz ve vâki olup olmadığı ko- nusunda değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Fakîhlerin bu konudaki görüşlerini genel olarak, “şer'î deliller arasında teâruzun câiz ve vâki’ olmadığı; hem câiz, hem de

vâki’ ve kat’î deliller arasında teâruz câiz ve vâki değilse de, zannî deliller arasında câiz ve vâki’ olduğu” şeklinde özetlemek mümkündür. Bu kapsamda cumhura göre,

yüce Allah alîm ve hakîm olduğundan kat’î ve zannî deliller arasında hakîkî bir teâruz bulunmaz. Kur’ân ve sünnet nasları tedricî olarak zamanla teşekkül ettiklerinden iki mütenâkız delilin aynı anda nüzûl veya vürûduna imkân yoktur. Dolayısıyla şer'î deliller arasında, sadece müctehidin zannına göre teâruz bulunur ki, bu da hakîkî değil, zâhirîdir.505 Bu gerçeğe işaret eden Şâfiî, "Hz. Peygamber'den -

husus ile umum, icmâl ile tefsir cihetlerinden başka bir cihetle- birinin ispât ettiğini diğerinin nefyeder surette birbirine zıt iki hadisin -nesih, hâli hariç- vürûdu vâkî’

500 İbnu’l-Manzûr, Lisânü’l-’Arab, c.3, s.370.

501 Beydâvî, Minhâcu’l-Vusûl, c.3, s.211; İbn Muflih, Usûlü’l-Fıkh, c.3, s.1081.

502 Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Tefsîru’l-Mâturîdî/Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, Mecdî Baslûm (Thk.), 1-10,

Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1426/2005, c.1, s.263; Kâdî Ebû Bekir Muhammed b. Tayyib el- Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-İrşâd (es-Sağîr), Abdulhamîd b. Ali Ebû Züneyd (Nşr.), 1-3, Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1988, c.3, s.259; Muhammed Sâlim Ebû ‘Âsî, Ulûmu’l-Kur’ân ‘inde’ş-Şâtibî min Hilâli Kitâbihi’l-Muvâfakât, Dâru’l-Basâir, I. Baskı, Kahire 1426/2005, c.1, s.32.

503 Basrî, el-Mu’temed, c.2, s.177; Şîrâzî, et-Tabsira, c.1, s.160. Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.1, s.253;

Kelvezânî, et-Temhîd, c.3, s.201; İsfahânî, Beyânu’l-Muhtasar, c.2, s.310; Hallâf, Usûl, s.216.

504 Şemsuddîn Muhammed b. Hamza b. Muhammed el-Fenârî er-Rûmî el-Hanefî, Fusûlu’l-Bedâi’ fî

Usûli’ş-Şerâi’, Muhammed Huseyn Muhammed Hasan İsmail (Thk.), 1-2, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1427/2006, c.2, s.214; Abdulvehhâb Hallâf, Usûl ve Hulasâtü Târîhi’t- Teşrî’, Matba’atü’l-Medenî, Mısır, ts., s.123; Ebû’l-Munzir Mahmud b. Muhammed b. Mustafa el-Minyâvî, eş-Şerhu’l-Kebîr li Muhtasari’l-Usûl min İlmi’l-Usûl, el-Mektebetü’ş-Şâmile, Mısır, 1432/2011, c.1, s.540,.

121

değildir." sözüyle hadisler arasında hakîkatte teâruzun bulunmadığını ifade

etmiştir.506Muhtasar’ını fıkhî bâblara göre düzenleyen ve rivâyet ettiği hadislerden kendi fıkhî görüşünü de istinbât edip açıklayan İbn Hüzeyme, “Sahih senetle Hz.

Peygamber'den rivâyet edilmiş müteâriz iki sahih hadis bilmiyorum. Kimde böyle hadis varsa bana getirsin, onları te'lif edeyim”507 sözüyle, bu konudaki görüşünü ortaya koymuştur. Şu hâlde, teâruzu kat’î ve zannî delillerde kabul etmeyenler, teâruzun şârî açısından muhâl, müctehid açısından mümkün olduğunu ileri sürmüşlerdir. Naslar arasında teâruzu kabul etmeyenlerden bazı usulcüler, nasların bir kısmını kolaylaştırma (فيفخت), bir kısmını da zorlaştırma (ديدشت) prensibine te’vil ederek denge kurmaya çalışmışlardır. Bu bakış açısına göre; şer’î emir ve yasaklar, muhatabın güçlülük ve zayıflığına göre şekillenmekte dolayısıyla ruhsat veya azimetlerden herhangi biri teklife konu olabilmektedir. Çünkü emir şeklinde gelen bir nas, vücûba delâlet edebileceği gibi nedb veya ibâhaya da hamledilebilir. Aynı şekilde nehiy, tahrim yahut kerahete muhtemeldir. Bu durumda, azimet veya ruhsatın her ikisi de şer’în sınırları dâhilinde kalmaktadır. Zira nasların işletilmesi, ihmâl edilmelerinden evlâdır. Bu kapsamda mezhepler arasında ihtilâfa konu olan âyet ve hadislerin tamamını söz konusu tahfif veya teşdit prensibine dönüştürmeye gayret etmişlerdir.508 Cüveynî, teâruz durumunda te’vil hususunda şöyle demektedir: “Nas;

Kitap ve müstefîz haber gibi ‘aslı kat’î surette sabit olan’ ile âhâd haber gibi ‘aslı kat’î surette sabit olmayan haberler’ olmak üzere iki kısma ayrılır. Bu her iki nevide de te’vile yer yoktur. Ancak bu haberler arasında teâruz söz konusu olursa hangisine öncelik tanınması hususunda tercih yoluyla te’vil imkânı vardır. Örneğin, mütevâtir bir nas kitabın bir nassı ile ya da müstefiz bir haber misliyle yahut ahâd haber, aslı kat’î olarak sabit olan bir haberle yahut misliyle teâruz görüntüsü verirse te’vile başvurulur.”509 İslam düşüncesine göre, duyular ve sâdık haberle birlikte bilgi kaynaklarından kabul edilen akıl ile nakil arasında teâruz gerçekleşmez. Akla aykırı naklî delil, mütevâtir değilse sahih olmadığı anlaşılır, mütevâtirse te’vil edilerek

506 Şâfiî, er-Risâle, s.124.

507 Ebû Bekir Muhammed b. İshâk b. Huzeyme eş-Şâfiî, Muhtasarü’l-Muhtasar mine’l-Müsned

ani’n-Nebiyyi bi-Nakli’l-‘Adl ani’l-‘Adl Mevsûlen İleyhi min-Ğayri Kat’ fi’l-İsnâd ve lâ Cerh fî Nâkili’l-Ahbâri’lletî Nezküruhâ bi-Meşîetillâhi Teâlâ, Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd 1997, s.312.

508 Abdulvehhâb eş-Şa’rânî, Kitâbu’l-Mîzân, Abdurrahman Umeyre (Thk.), 1-3, Âlemu’l-Kütüb,

Beyrut 1409/1989, c.1, s.51 vd, s.262 vd.

122

teâruz ortadan kaldırılır. Dolayısıyla akıl deliline aykırı olduğu hâlde hataya da te’vile de ihtimali olmayan mütevâtir bir nassın bulunması imkânsızdır.510

Bazı âlimler ise mutlak olarak tercihi imkânsız kılacak şekilde birbirlerine denk deliller arasındaki teâruzun câiz ve vâkî olduğu görüşündedirler. Bunlar, görüşlerini, aklî ve naklî delillerle desteklemişlerdir. Onlara göre teâruzun reddi, aklen mümkün değildir. Ayrıca delillerin kat’î ve zannî olarak ikiye ayrılması ile ictihâdın Hz. Peygamber tarafından “doğru ve hatalı” olarak taksime tabi tutulmuş olması teâruzu mümkün kılan faktörlerdir. Bunların yanında, âyetlerin “muhkem ve müteşâbih” olarak taksim edilmesi ve “müctehidlerin birbirlerine uygun ictihâdlarda bulunmaması” gibi hususlar şerîatta teâruzun câiz ve vâkî olduğunu göstermektedir.511 Bunlara, delilleri değerlendiren müctehidlerin farklı bilgi ve tecrube birikimleri de eklenebilir. Nasların doğru anlaşılmaması, hadislerin doğru aktarılmaması ve te’vil ile akıl yürütmelerde yapılan yanlışlık ve eksiklikler de bu kapsamda değerlendirilebilir.512 Dolayısıyla iki kat’î delil arasında teâruz olmaz. İki kat’î nas arasında teâruz yaşanırsa, tercih imkânı ortadan kalkar. Zira ikisi eşit düzeydedir. Aynı şekilde, iki kat’î illet arasında da teâruz olmaz. Allah’ın aynı mesele ve hükme yönelik “tahrim için kat’î bir illet, başka bir yerde de “tahlil için kat’î bir illet” vaz’ etmesi câiz değildir. Çünkü böyle bir durum, mümkün değildir. Biri kat’î diğeri zannî iki delil arasında teâruz olmaz. Çünkü kat’î olan zannî olana takdim edilir. Teâruz ancak iki zannî delil arasında mümkündür. Bu yönüyle, teâruz hâlinde gözüken iki zannî delilden birini diğerine tercih etmek delile dayanacağından, te’vil kapsamında değerlendirilir. Bundan dolayı İbn Abbâs’la diyalogda Hz. Ömer’in ادي هَش م ك يَلَع لو س رلا َنو كَي َو سا نلا ىَلَع ءاَدَه ش او نو كَت ّل اطَس َو ة م أ م كاَن لَعَج َك لَذَك َو “Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Elçi de size şahit

olsun,”513 âyetinden Hz. Peygamber’in ümmeti son ana kadar kontrol edeceğini zannettiğini, bundan dolayı onun vefâtını kabullenemediğini ifade etmiştir. Buna dayanarak imâm Mâlik, sahabe içerisinde de ictihâd ve te’vilde isabetli yahut hatalı

510 Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.1, s.252; Özen,“Teâruz”, DİA, c.40, s.209. 511 Atar, Fıkıh Usulü, s.324.

512 Şâtibî, el-Muvâfakât, c.4, s.295. 513 Bakara, 2/143.

123

olanların bulunduğunu belirtmek suretiyle514 te’vilin de teâruz mahalli olabileceğine işaret etmiştir.

Naslarda teâruzun gerçekleşmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Bu şartlardan herhangi biri yoksa teâruz gerçekleşmez. Mahal birliği, tarih birliği ve vakit birliği bunların başında gelmektedir.515 Teâruz durumunda tercih ve te’vil örneklerine üçüncü bölümde değinilecektir.