• Sonuç bulunamadı

1.4.1. Usul Eserlerinde Te’vilin Ele Alınışı

1.4.1.2. Bir İctihâd Kavramı Olarak Te’vil

1.4.1.2.1. Klasik Usul Eserlerinde

Te’vil, Muhammed b. İdris eş-Şâfiî tarafından alanında ilk olmak üzere yazılan er-Risâle’de doğrudan bir ictihâd kavramı olarak kullanılmaktadır. Şâfiî; sözü geçen eserde beyân kavramı, çeşitleri, Kitap, sünnetin Kitab’a göre yeri, haber-i vâhid ve delil değeri, umum-husus, teâruz, nesh, icmâ, kıyas ve sahabe görüşleri gibi konuları örneklerle açıklamaktadır. Ona göre te’vil, nassın manâsına delâleti açık olmaması durumunda bir delile dayanarak lafzın muhtemel olduğu manâlardan birine hamletmektir. O, te’vili bu anlamıyla muhtelif yerlerde kullanmaktadır. Haber-i vâhidin hüccet değerini savunurken haberin iki manâya muhtemel olması durumunda, “âlimin te’vil yoluyla bunlardan birini tercih edebileceğini” ifade etmiştir.117 İlke olarak âlimler, âyetlerden te’vile açık olanları, sünnet, icmâ veya kıyastan delil getirmek suretiyle beyân edebilirler.118 Şâfiî, Cimâ’ü’l-İlm’de temâyüz etmiş selefin, nas olmayan hususlarda veya değişik anlamlara açık naslarda “hâssa ilmi” olarak ifade ettiği te’vile farklı görüşlerle başvurduklarını, ihtilâf durumunda hataya kapalı icmâ delili olmadan nasların zâhirleri üzerinde bırakılması gerektiğini”119 ifade ederek te’vilin bazı yönlerini vurgulamaktadır. El-Ümm’de ise zâhiri birçok manâya muhtemel hadisin, te’vil ile beyân edilmesinin gereğini vurgulayarak “kısas uygulamalarında suçun te’vile dayalı olup olmadığının bilinmesinin önemini” belirtmektedir.120 Ayrıca nasların anlaşılmasında ve naslardan hükümlerin istinbâtında er-Risâle’de bu anlamda birçok örneğe yer vermiştir. Meselâ, sabah namazının gecenin son karanlığı ile sabahın ilk ışıklarının buluştuğu esnada (سيلغت) kılınması gerektiği ile ilgili Hz. Âişe'nin rivâyet ettiği hadis121 ile sabah aydınlığının belirgin hâle geldiği esnada (رافسإ) kılınması gerektiği yönünde Rafi’ b. Hudeyc’in rivâyet ettiği hadisin122 te’lifi hususunda şöyle demektedir: “Hz.

Âişe'nin rivâyeti namazların zamanında kılınması manâsında Allah’ın Kitabı’na

117 Şâfiî, er-Risâle, s.458. Ayrıca te’vili bu anlamda kullandığına dâir bkz. er-Risâle, s.560. 118 Şâfiî, er-Risâle, c.1, s.509.

119 Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Cimâ’u’l-İlm, Dârü’l-Asâr,1423/2002, s.21, 57.

120 Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, el-Ümm, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1410/1990, c.3, s.199, c.4, s.227. 121 Tirmizî, Sünen, “Salat”, 2/153, c.1, s.287.

58

daha uygundur. Rafi’in rivâyetinde geçenرافسإ ise bir kaç manâya gelmektedir. O manâlardan biri de bizim te’vil ettiğimiz gibidir.”123 Te’vil anlayışını deliller ile destekleyen Şâfiî, böylece her iki hadisi te’vil ederek sabah namazının fecrin ilk vaktinde kılınması gerektiğini savunmuştur. Şâfiî, fıkhî konularla ilgili rivayetleri değerlendirdiği İhtilâfu’l-Hadis’te ise sünnetin Kur’an’ı beyan edici özelliğine vurgu yaparak nassın herhangi bir delil olmadığı sürece öncelikle umum ve zâhiri üzere anlaşılması gerektiğini, Kitap ve sünnetten bir delil olması durumunda tahsis yahut bâtına (lafzın muhtemel olduğu diğer manâ) te’vil edilebileceğini örnekler üzerinde açıklamaktadır.124 Ayrıca terim anlamıyla te’vile kapı aralayan ilk kişinin Şâfiî olduğuna dâir bir kanaat söz konusudur.125

Erken dönem âlimlerinden Muhammed b. Nasr el-Mervezî (ö. 294/906) eserlerinde te’vili, ıstılahî manâsını temellendirecek tarzda kullanmıştır. Büyük günah işleyen kimselerin imanlarını kaybettiklerine dâir vârit olan hadislere dayanarak ehl-i imanı tekfir eden Hâricîler, Mutezile ve Râfizîleri “bid’at ve hevâ ehli” olarak niteleyen Mervezî söz konusu nasları dil unsuru ve diğer naslara dayanarak te’vil etmektedir. “Orucun yeme ve içmeden kaçınmak olmadığını, asıl orucun boş ve kötü laflardan uzaklaşmak olduğunu” belirten hadislerde geçen nefyin “orucun kemâlini” nefyettiğini belirtmiştir. Bu tür hadislerin doğru anlaşılması için te’vilin gereğini vurgulayan Mervezî, ilgili diğer hadisleri de delil olarak sunmuştur.126 Ayrıca fakihlerin ictihâdlarında birkaç manâya muhtemel bazı lafızları te’vil ettiklerine dâir örneklere yer vermiştir.127

Ebû’l-Hasan Ubeydullah b. Hüseyn b. Dellâl b. Dilhem el-Kerhî (ö. 340/952),

Kitâbu Usûli’l-Kerhî’de, Hanefî fıkhının temeli sayılan toplam otuz dokuz fıkıh

kuralını (kaide) açıklamaktadır. Bunlardan yirmi sekizincisi, “Aslında mezhep

imamlarımızın görüşlerine aykırı olan bütün âyetler neshe ya da tercihe hamledilir. En uygunu da tevfîk (uzlaştırma) te’viline başvurmaktır” şeklindeki kuraldır. Daha

123 Şâfiî, er-Risâle, s.286-291.

124 Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, İhtilâfu’l-Hadis (el-Ümm içinde, c.8), Dâru’l-Ma’rîfe,

Beyrut 1410/1990, s.593-595.

125 Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, c.3, s.443.

126 Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Ta’zîmu Kadri’s-Salât, Abdurrahman b. Abdilcebbâr el-Fireyvâî

(Thk.), 1-2, Mektebetü’d-Dâr, I. Baskı, Medine 1406, c.1, s.584, 624.

127 Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İhtilâfu’l-Ulemâ, Seyyid Suphî es-Sâmirâî (Thk.), Âlemü’l-

59

sonraki dönemlerde, bu kuraldan dolayı taassuba meylettiği gerekçesiyle tenkit edilen Kerhî, ayrıca bu eserinde lafızların manâya delâleti, nesih, tercih, emir, nehiy, umum lafızları, tahsis, kıyas, haber-i vâhid ve ictihâd gibi usul konularını açıklamaktadır.128

Ahmed b. Ali Ebû Bekir er-Râzî el-Cessâs (ö. 370/981)’ın Kitâbu’l-Fusûl fî’l-

Usûl’u, Hanefîlerin usul anlayışını temellendiren en önemli eserlerden biridir. Eserini

bâblara ayıran müellif, nas, tahsis, umum ve husûs sıfatı ve bu hususta yaşanan ihtilâflar, umumun haber-i vâhid ve kıyasla tahsisi, meânî harfleri, mücmel, muhkem, müteşâbih, mücmel, müfesser, beyân ve çeşitleri, emrin delâleti, mutlak emrin tekrar gerektirip gerektirmediği, nehyin delâleti ve fesat gerektirip gerektirmediği, âhâd haber ve delil değeri, teâruz, kıyas ve istihsân gibi129 te’vile konu olan yahut te’vilin delili niteliğindeki hususları açıklamakla birlikte lafızların manâ ile olan ilişkisini sistemli bir tasnife tabi tutmamıştır.

Hanefî usulünde lafızları ilk defa tasnif eden ve “Te’sîsu’n-Nazar” isimli eseriyle hilâf ilminin kurucusu olarak anılan Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsa ed- Debûsî el-Hanefî’nin (ö. 430/1039) Kitâbu’t-Takvîm fî’l-Usûl ya da Takvîmu’l-Edille

fî’l-Usûl, Hanefî mezhebinin en önemli usul kitaplarından biridir. Debûsî, bu kitapta

te’vil bağlamında mutlak emrin delâleti, tekrar gerektirip gerektirmediği, mutlak nehiy ve delâleti, âmm lafızlar, umumun tahsisi, anlamlarının açıklık ve kapalılık durumuna göre zâhir, nas, müfesser, muhkem, hafî, müşkil, mücmel, müşterek ve müteşâbih lafızlar, te’vil edilmiş âyet, teâruzun beyânı, nesih ve çeşitleri, istihsân, kıyas, aklî deliller ve hüccet değeri gibi birçok usul konusunu açıklamaktadır. Şer’î nasların te’viline vâkıf âlimleri öven girişteki şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Yüce

Allah insanı sınamak için nefsinde ruh, akıl, hevâ ve nefs gibi unsurları topladı ve her birinin özelliklerini beyân etti. Bu unsurlardan bazılarının bazılarına gâlip gelmesiyle insanlar değişik yol ve gruplara ayrıldı. Bunlar içinde en doğru olanı ‘dinin desteklediği akıl rehberliğinde rabbine ulaşan’ kişidir. Bunlar da dört

128 Ebû’l-Hasan Ubeydullah b. Hüseyn b. Dellâl b. Dilhem el-Kerhî, Kitâbu Usûli’l-Kerhî, el-

Matbaatü’l-Edebiyye, Mısır ts. Ayrıca bkz. Debûsî, Te’sîsu’n-Nazar (Mukayeseli İslam Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, Ek: Risale fi’l-Usûl), Ferhat Koca (Trc.), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2009, s.268.

129 Ebû Bekir Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cessâs, el-Fusûl fi’l-Usûl, Uceyl Câsim en-Neşmî (Thk.), 1-3,

60

kısımdır: Rabbini bilen (ârif) ancak Kitap, sünnet, fıkıh ve hikmetin te’vili hususunda cahil olanlar; bunlar oyun ve bid’at uçurumunda duranlardır. Rabbini bilen, Kitap ve fıkhın te’vilini bilen ancak akıllardan medet umanlar; bunlar sapıklık ve şüphe uçurumunda duranlardır. Zira naslar sınırlı, hadiseler ise sınırsızdır. Dolayısıyla bu gruptakiler ilmine ulaşamayacağı bir hususla imtihan edilmekten ve sapıklığa girmekten emin değildirler. Rabbini bilen, kalbinin re’yi ile anlayan (هبلق يأرب هقفتم) ancak şer’in anlama yollarından uzak olanlar; bunlar da hevâ ve kendini beğenmesiyle (بج ع) helâk uçurumunda duranlardır. Zira sadece akılla hidâyet

sınırlarına ulaşılmaz ve yanında şer’ olmayan aklın ötesi ancak hevâdır. Rabbini bilen, şer’in naslarını gerek tefsir gerekse te’vil açısından ve şer’in aslına dâir fıkıh yollarını ta'lîl bakımından kavramış olanlar ise bütün bu gruplara öncülük etmeye hak kazananlardır. Fakat bunlar da fasıklık (قس ف) uçurumunda duranlardır. Zira ilim hem dünya hem de ahireti kazanmaya vasıta olmaya açıktır…”130

Ebû’l-Huseyn Muhammed b. Ali b. Tayyib el-Basrî el-Mu’tezilî’nin (ö. 436/1044) “Kitâbu’l-Mu’temed fî Usûli’l-Fıkh” adlı kitabı, genel olarak Mutezile’nin, özelde ise üstadı Kâdî Abdulcebbâr’ın istidlâl yöntemlerine yer verilen kaynak bir eserdir. Bu eserde, genel olarak te’vile konu olan emir, nehiy, umum, husus, tahsis, hakîkat-mecaz, lafızların delâleti, mücmel, mübeyyen, müevvel, âhâd ve mütevâtir haber, istihsân ve kıyas gibi konular yanında bazı özel ictihâdlar da söz konusu edilmektedir.131

Kur’ân ve sünnet naslarında geçen emir ve yasakların zâhirleriyle amel etmenin gereğine vurgu yapan İbn Hazm, emrin zâhirinin vücûb, nehyin de tahrîm gerektirdiğini, nas ve icmâdan bir delil olmadan söz konusu zâhirleri başka manâlara te’vil etmenin bâtıl olduğunu savunmaktadır.132 Dolayısıyla, İbn Hazm’ın lafzın zâhirinin bir delil ile başka bir manâya sarfedilmesini “te’vil” olarak değerlendirdiği ve mezhep mefkûresi gereği genelde te’vile karşı olduğu hâlde bazı

130 Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsa ed-Debûsî, Takvîmu’l-Edille fî Usûli’l-Fıkh, Dârü’l-

Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1421/2001, s.36-169.

131 Muhammed b. Ali et-Tayyib Ebû’l-Huseyn el-Basrî el-Mu’tezilî, el-Mu'temed fî Usûli’l-Fıkh,

Halil el-Meys (Thk.), 1-2, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1403, c.1, s.220-285, c.2, s.7- 306, 307-402, c.3, s.5-223.

61

fıkhî te’villerde bulunduğu bilinmektedir.133 Aynı şekilde Hanefîlerin hadisleri kabul ölçütleri içerisinde senet yanında metin tenkidine yer vermelerinin eleştirilmesine karşı çıkan İbn Abdilberr (ö. 463/1070), “Ebû Hanîfe’nin hadisleri metin tenkidine

tabi tutması ve te’vilde bulunması kınanacak bir şey değildir. Zira ondan önce de bu yapılmıştır ve hadis ehlinden herkesin bir te’vili ve bir sünnete aykırı düşen görüşü vardır”134 demektedir.

Ebû’l-Me’âlî el-Cüveynî, Kitâbu’l-Burhân fî Usûli’l-Fıkh’ta, me’ânî harflerinin anlamları, emir ve nehyin delâleti, mutlak-mukayyed ifadeler, umum- husus, tahsis, nas, zâhir ve mücmel, müteşâbih, muhkem ve mefhum gibi genel usul konuları yanında te’vil konusunu özel bir bâbda değerlendirmek suretiyle te’vile verdiği önemi vurgulamıştır. Te’vili bir fıkıh usulü kavramı olarak-muhtelif yerlerdeki temasları hariç- yirmi yedi sayfada işleyen ilk usulcü özelliğine sahip Cüveynî’ye göre te’vil konusu, fıkıh usulünün en faydalı konusudur.135 Cüveynî, lafızları önce “mücmel” ve “mücmel olmayan” şeklinde tasnif etmektedir. Ona göre mücmel lafızlar ancak delile dayalı te’vil ile anlam kazanırken mücmel olmayan lafızlar da te’vile açık olan zâhir ile te’vile açık olmayan nassa ayrılmaktadır.136 Cüveynî, zâhir lafzın te’vili kapsamında, “hakîkî manâdan mecaza yönelmeyi, mutlâk emir sığasının nedbe hamledilmesini, mutlak nehiy sığasının tahrimden başka bir manâya sarf edilmesini, mutlak şer’î nefyin “kemâlin nefyi” olarak anlaşılmasını, mutlakın mukayyede hamledilmesini ve umumun tahsisini” örneklerle açıklamaktadır. Cüveynî, ayrıca zuhûrun fiil ve isimlerde olduğu gibi harflerde de söz konusu olduğunu belirtmekte ve örnek olarak يلإ harfinin “gâye” manâsında zâhir, “cem’” manâsında ise müevvel olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca ona göre mefhûm, zâhir konumunda ise (muhâlefe mefhûmunda olduğu gibi) te’vili kâbil olmakta, nas konumunda ise (muvâfaka mefhûmunda olduğu gibi) te’vili kâbil değildir. Yine Cüveynî’ye göre zâhir ve eşit naslar arasındaki tercihler de te’vildir.137 Cüveynî, mutlakın mukayyede hamledilmesi hususundaki ihtilâfa değinirken şöyle demektedir: “Mutlak lafız, değişik şeyleri kapsaması hususunda umumun istiğrâktaki

133 Karadâvî, Kur’ân’ı Anlamada Yöntem, s.344.

134 Ebû Amr b. Abdilberr, Câmi’u Beyâni’l-İlm, Cidde 1998, c.2, s.870. 135 Cüveynî, el-Burhân, c.1, s.86-113, 115-241, 241-382, 424.

136 Cüveynî, el-Burhân, c.1, s.300.

62

zuhûruna benzer. ‘Mutlakın mukayyede hamledilmesi’ gereğinden, ‘mutlakın umum gibi değerlendirilmesi, şartlarını hâiz te’vili gerektirecek bir durum oluştuktan sonra umumun tahsisinde olduğu gibi mutlakın takyidi te’viline de gidilebileceği’ hususu anlaşılmalıdır.”138

Lafızların manâya delaletini düzenleyen ve kendisinden sonraki bütün Hanefi usulcüleri etkileyen Ali b. Muhammed el-Pezdevî’nin Kenzü’l-Vusûl ilâ Ma’rifeti’l-

Usûl’u aynı zamanda Hanefî usulüne istikrâr kazandıran bir eserdir. Bu esere birçok

şerh yapılmış ancak en meşhuru, Alâuddîn Abdulaziz b. Ahmed el-Buhârî’nin

“Keşfü’l-Esrâr” adlı şerhidir. Pezdevî, diğer Hanefî usulcüleri gibi nazm vecihleri

kapsamında lafızları hâs, âmm, müşterek ve müevvel; beyân vecihleri kapsamında lafızları zâhir, nas, müfesser ve muhkem ve bunların karşılığı olarak hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbih olarak değerlendirmektedir. Söz konusu nazmın kullanımı kapsamında ise lafızları hakîkat, mecaz, sarîh ve kinaye; maksat ve manâlara ulaşma kapsamında ise ibareyle, işaretle, delâlet ve iktiza ile istidlâl olarak taksim etmektedir. Emir ve nehiy konularını ise hâs kapsamında değerlendirdikten sonra illetlerin tahsisi ve tercih gibi konulara yer vermektedir.139

Ebû Bekir es-Serahsî’nin Temhîdü’l-Fusûl fi’l-Usûl / Usûlü’s-Serahsî, Hanefîlerin usulünü sistemleştiren eser olarak bilinmektedir. Serahsî, kitabına, emir ve nehiy kavramlarıyla başlamayı tercih etmiştir. Bunun gerekçesi ise imtihan olgusunun daha çok bu iki kavramla olması ve helâl ile haramın bu kavramların bilinmesine bağlı olmasıdır. Daha sonra fıkıhta kullanılan meânî harfleri, zâhir naslarla sabit olan hükümler, zâhir, nas, mücmel, müevvel, hafî, müşkil ve müfesser gibi lafızların manâya delâlet yolları, şer’î deliller, âhâd haberle amel şartları, umum lafızları, tahsis ve tahsisten sonraki âmm lafzın durumu, beyân, nesih, tercih gibi konuları örneklerle izâh etmektedir.140

Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin, Kitâbu’l-Mustasfâ min İlmi’l-Usûl’ü, usul hakkında yazdığı son eserdir. Dolayısıyla Gazzâlî’nin ilminin zirvesini temsil ettiği söylenebilir. Bu eserde, te’vile konu olan bütün konuları değerlendiren Gazzâlî,

138 Cüveynî, el-Burhân, c.1, s.337.

139 Pezdevî, Kenzü’l-Vüsûl (Keşfu’l-Esrâr şerhiyle), c.1, s.100-206, c.2, s.34-203. 140 Serahsî, Usûl, c.1, s.11-124, 124-277.

63

lafızların manâlara tabi olması gerektiğini özellikle vurguladıktan sonra, lafızların manâlara delâlet yollarını açıklamaktadır. Lafızların şer’î manâya mı yoksa örfî manâya mı hamledileceği tartışmasında şöyle demektedir: “Bizim tercihimiz isbât ve

emir sadedinde gelen lafızlar şer’î manâya te’vil edilir. Nehiy sadedinde gelenler ise mücmel olarak değerlendirilir.” Yine karinelerden yoksun, mutlak olarak vârit olan

emir sığasının vücûb mu nedb mi ifade ettiği tartışmasında ise görüşünün, kesin bir delil ortaya çıkıncaya kadar “tevakkuf” olduğunu beyân eder. Gazzâlî, ayrıca “el-

Menhûl” isimli eserinde “ليوأتلا باب” başlığı altında zâhir, müevvel, mücmel ve müteşâbih gibi kavramları ele almakta ve Hanefîlerin te’vil neticesinde vardıkları fıkhî uygulama örneklerini sorgulamaktadır.141 Değişik te’villere konu olan lafızları on sekiz madde hâlinde değerlendiren Gazzâlî, bu kapsamda; Mu’tezile’nin muhâlefetine karşın Kur’ân’ın umumunun âhâd haberlerle tahsisi, Kur’ân’ı anlama hususundaki önceliğinden dolayı râvînin habere yaptığı te’vilinin dikkate alınması, Ebû Hanîfe’nin “mutlakın mukayyede hamlini” nassa ilave (ziyade), dolayısıyla “nesih” olarak değerlendirmesi, buna karşın Şâfiî’nin, zâhiri “nas” olarak isimlendirmesinden dolayı bu durumu (nassa ziyadeyi) “tahsis” olarak adlandırması bağlamında mutlak-mukayyed hususuyla ilgili detaylar, Ebû Hanîfe’nin nikâhı veli iznine bağlayan hadiste geçen “kadın” ifadesini “cariye” ve “mükâtebe”ye hamletmesinin beş açıdan yanlış bir te’vil olduğu, oruca niyeti akşam ile sınırlayan hadisin Ebû Hanîfe tarafından kaza ve nezir oruçlarına tahsis edilmesinin isabetsiz bir te’vil olduğu, mülk edinilen mahrem bir akrabanın azat olacağına dâir hadiste geçen “akraba”nın “baba”ya tahsis edilmesinin bâtıl olduğu, Hz. Peygamber’in, on hanımı olduğu hâlde Müslüman olan Gaylân ve iki kız kardeşle evliyken Müslüman olan Feyrûz’a yönelik sözlerine Ebû Hanîfe’nin yaptığı te’vilin dört açıdan fâsit olduğu, Ebû Hanîfe’nin zekâtın verileceği sekiz sınıfı beyân eden âyeti, te’vil ile bir sınıfa verilebileceğine dâir görüşünün, “nasta azaltmayla sonuçlanan her te’vilin bâtıl olduğu” gerekçesiyle yerinde olmadığının iki açıdan ispatı, ilgili âyet gereği ganimetten pay verilecek Peygamber yakınlarında “muhtaç olma” niteliğinin dikkate alınması gerektiğini ifade eden Ebû Hanîfe te’vilinin, “âyetin temas etmediği bir

64

hususun delilsiz ilave edilmesi” gerekçesiyle bâtıl olduğu142 gibi birçok konuya temas etmektedir.

Te’vili, zâhir lafzın bir delil ile muhtemel olduğu manâlardan birine hamledilmesi olarak değerlendiren ve bu kapsamda umumun tahsisi, emrin vücûb dışında, nehyin de tahrim dışında bir manâya hamledilmesini örnek olarak gösteren İbn Akîl, Allah’ın Kitabı’ndaki zâhirler arasındaki teâruz hâli ve tercih hususunda, umum ifade eden bir âyete karşı husus ifade eden başka bir âyetle çıkılabileceğini ve bu durumda hükme delâleti sarîh olan hâs lafza öncelik verilmesi gerektiğini belirtmektedir.143

İbnü’l-Arabî (ö. 543/1148) el-Mahsûl’de nefiy sîğasının delâletinin mücmel, âmm yahut zâhir olduğu hususundaki ihtilâf, zânî (zinâkâr) ve sârik (hırsız) lafızlarında olduğu gibi müştâk bir isme taalluk eden hükmün illetini de beyan etmekle birlikte söz konusu sıfata hâiz herkesi kapsadığı ve husus ifade ettiğine dâir malûmât, iki veya daha fazla manâya muhtemel lafızlar, bunlar içerisinde bir kısmının hakikat bir kısmının mecaz veya kinaye oluşu gibi bazı konuların te’vil bâbında işlendiğini ifade etmektedir.144 İbnü’l-Arabî, te’vile konu olan ve Gazzâlî’nin temas ettiği on sekiz maddeye bey’ü’l-garar,145 musarrât hadisi146 ve

142 Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, el-Menhûl minTa’likâti’l-Usûl, Muhammed

Hasan Heytu (Thk.), Dârü’l-Fikr, Dımaşk 1980, c.1, s.241-291.

143 Ebû’l-Vefâ Ali b. Ukeyl b. Muhammed b. Akîl, Kitâbu’l-Cedel ‘alâ Tarîkati’l-Fukahâ,

Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Zâhir, ts., s.20, 35. İbn Akîl, Kitâb’ın delâletini nas ve zâhir olarak iki kısma ayırdıktan sonra nassın lafzından manâsının anlaşıldığını, zâhirin ise emrin vücûp ve nedbe, nehyin tahrîm ve kerâhete delâleti gibi iki manâya muhtemel olduğunu, ancak söz konusu manâlardan birinde daha zâhir (رهظأ) olduğunu beyân ettikten sonra te’vil deliline vurgu yapar ve örnek olarak, Hanefilerin elbisenin meniden yıkanması gerektiği ile ilgili “Eğer yaş ise yıkarsın, kuru ise ovalarsın,” hadisini delil getirdiklerini belirtir. “Ancak bize göre burada geçen emir vücûb değil, ilgili deliller ile istihbâb anlamında olduğunu” ifade eder. Umûmun tahsisine örnek olarak da, هولتقاف هنيد لَدب نم “Dinini değiştireni öldürün,” hadisinin umûmuna kadınların da dâhil olduğunu, ancak Hanefîlerin bu hadisi tahsis etmek suretiyle te’vil ettiklerini ve kadınları bu kapsamdan çıkardıklarını belirtmektedir.

144 Kâdî Muhammed b. Abdullah Ebû Bekir İbnü’l-Arabî el-Meâfirî el-İşbîlî el-Mâlikî, el-Mahsûl fî

Usûli’l-Fıkh, Hüseyin Ali el-Yedrî, Saîd Fude (Thk.), Dârü’l-Beyârık, Ammân 1420/1999, s.34- 37.

145 Akdin haksız kazanca yol açacak ölçüde kapalılık taşımasını ifade eden fıkıh terimidir. Daha fazla

malûmât için bkz. İbrahim Kâfi Dönmez, “Garar”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s.366-371.

146 Burada kastedilen, sütü bir müddet sağılmayıp memesi dolgun göründüğünden verimli gibi

gözüken, satın alındıktan sonra öyle olmadığı anlaşılan deve ve koyun gibi hayvanlarla (musarrât) ilgili müşterinin ayıp muhayyerliği hakkının bulunup bulunmadığı hususunda yapılan tartışmalardır. Bu şekildeki satışı yasaklayan ilgili hadis mezhepler tarafından râvî, senet, umûm- husus ve kıyas gibi değişik açılardan değerlendirilmiştir. Daha geniş malûmât ve bu hadise yapılan te’viller için bkz. Şâfiî, İhtilâfu’l-Hadis, c.8, s.665; Mârezî, Îzâhu’l-Mahsûl, s.402; İbrahim

65

Müslümanın zimmî ile harbî karşılığında öldürülmesi hususundaki tartışma ve fıkhî te’viller gibi birkaç ilavede bulunarak yirmiye çıkarmaktadır ve büyük oranda Gazzâlî’nin bakış açısıyla değerlendirmeye tabi tutmaktadır.147

Ebû’s-Senâ el-Lâmişî’nin, Kitâb fî Usûli’l-Fıkh’ı usulle uğraşan bütün herkesi ilgilendiren lafızların tanımını ve manâya delâletini konu edinen önemli bir eserdir. Usulle ilgili yüz yirmi sekiz tanımı içeren bu eserde Lâmişî, şer’î isimlerde kıyasın câri olup olmadığı tartışması kapsamında شاَبن (kefen hırsızı)’ın hırsızlık âyetine dâhil olup olmadığı meselesine değinmektedir. Bu kapsamda; kefen mal sayılır mı? Mezar, زر ح (koruma yeri) midir? Nebbâşın eyleminde hırsızlık manâsı var mıdır? Hırsızlık