• Sonuç bulunamadı

İktifâ ve Takdir Kavramları

1.5.1. Te’ville İlişkili Kavramlar

1.5.1.5. İktifâ ve Takdir Kavramları

Şer’î nasların anlaşılmasında kullanılan kelâm ve sözlerin yeterli olması asıldır. Yani şâri, mükellefi herhangi bir yükümlülükle sorumlu tutmak istediğinde, açık ve net olarak anlaşılan bir takım ifadeler kullanır. Nitekim ilâhî mesajın açık- seçik ifadelerle indirildiğine dâir birçok nas vardır. Dolayısıyla esas olan Kur’ân ve sünnet naslarında geçen ifade ve lafızların, mesajı muhataba iletme hususunda kâfi ve yeterli olduğunu kabul etmektir. Bu konuda kullanılan “iktifa” veya “istiklâl”

110

kelimelerinden bu husus anlaşılmalıdır. Takdir veya izmâr ise, “başka bir yöne çekilmesi muhtemel olan sözde, manânın düzelmesi için gerekli olan fakat ifade edilmeyen bir hususun varsayılması”dır. Kelamda izmâr, muzharın (açıkça ifade edilen lafızların) izafe edildiği lafza hamledilmesinin mümkün olmaması ve muzmara delâlet etmesi şartıyla câizdir. Yani izmâr izhârın mahalli olduğundan izhârı caiz olmayan lafzın izmârı da caiz değildir.432 Mütekellimin (konuşan, hitap sahibi) maksadını anlamaya dâir ortaya çıkan yanlışlıkların beş ihtimalden kaynaklandığını ifade eden Râzî, söz konusu ihtimalleri iştirâk, nakil, mecaz, izmâr ve tahsis olarak sıralamaktadır. Ayrıca Râzî gibi Karâfî de söz konusu ihtimallerin teâruzu durumunda hangisine öncelik verileceği hususunu da on ihtimal kapsamında değerlendirmektedir.433 Dolayısıyla kelâmda takdir anlayışı, sözü muhtemel başka bir manâya te’vil etme esasına dayanmaktadır. Yani sözün anlaşılması için gizlendiği varsayılan bazı sözcüklerin ortaya konulmasıdır. Bu, sonuçta nassın maksadını beyân etmeye yönelik beşerî bir çabadır. Bu anlamda takdir, sözü, esas olan iktifâdan sarf etmek suretiyle te’vil etmek olduğundan arizî ve istisnaî bir durum teşkil etmekte, dolayısıyla delil gerektirmektedir.434 ََةَي رق لاَ ِلَئ ساو “Köye sor,” âyeti örneğinde köy (ةيرقلا) lafzının köy halkı (لها) yerine kullanılmasından dolayı izmârı mecaz kapsamında değerlendirenler de vardır.435 Bu husustaki delillerin büyük bir kısmı ise, akıl ve vakı’a yoluyla tespit edilen delillerdir. Âmidî, takdir veya izmârın asıl olan iktifâya aykırı, ancak zaruret esnasında başvurulan bir durum olduğunu ifade ettikten sonra, “lafzın gereğiyle amel etmeyi askıya almamak için zaruret oranında takdire başvurmanın gereğine” vurgu yapmak suretiyle436 bu hususta Hanefîlerin genel kanaatini paylaşmaktadır. İzmâra muhtaç hitapta umuma gerek olmadığını ve delilin

432 Pezdevî, Ma’rifetü’l-Hucec,َs.130; Ebû’l-Muzaffer Es’ad b. Muhammed b. Hasan en-Nîsâbûrî el-

Kerâbîsî el-Hanefî, el-Furûk, Muhammed Tamûm (Thk.), 1-2, Vezâretü’l-Evkâf, Küveyt 1402/1982, c.1, s.192; İbn Kudâme, Ravdatu’n-Nâzır, c.1, s.522.

433 Râzî, el-Mahsûl, c.1, s.351; Ebû’l-Abbâs Şehabeddîn Ahmed b. İdris el-Mâlikî, Envâru’l-Burûk

fî Envâi’l-Furûk, 1-3, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1418/1998, c.1, s.6.

434 Râzî, el-Mahsûl, c.3, s.50, 137; Tilimsânî, Miftâhu’l-Vusûl, s.80; İsfahânî, Beyânu’l-Muhtasar,

c.2, s.186; Bâbertî, er-Rüdûd ve’n-Nükûd, c.2, s.145; Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, c.4, s.308.

435 Abdulmelik b. Abdillâh b. Yusuf b. Muhammed İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, et-Telhîs fî

Usûli’l-Fıkh Abdullah Cevlem en-Nübâlî-Beşir Ahmed el-Umerî (Thk.), 1-3, Dâru’l-Beşâiri’l- İslâmiyye, Beyrut, c.1, s.186; Âlü Teymiyye, el-Müsevvede, c.1, s.565; Abdulazîz el-Buhârî, Keşfu’l-Esrâr, c.2, s.208; Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, c.3, s.127.

111

gerektirdiği ile yetinmenin şart olduğunu ifade eden Sem’ânî’nin de aynı görüşte olduğu görülmektedir.437

Usul eserlerinde bu konu, aynı zamanda, lafzın manâya delâleti yollarından özellikle “delâletü’l-iktizâ” bahislerinde geçmektedir.438 Usulcüler, söz konusu lâzıma yönelik olarak takdir edilmesi gereken uygun manâyla ilgili, delil olması durumunda gereğinin yapılması hususunda ittifâk hâlindedir. Takdire uygun manâ âmm olabileceği gibi hâs da olabilir. Örneğin, ةَت يَم لا م ك يَلَع تَم ّر ح “Sizlere leş haram

kılındı,”439, مكتاهّمأ مكيلع تم ّرح “Sizlere analarınız haram kılındı,”440 âyetlerinden birincisinde haram kılınan “yemek”, ikincisinde ise haram kılınan “cinsel ilişki”dir. Çünkü ilgili âyetlerde kastedilen manâların, anılan hususlar olduğuna dâir delil vardır.441 Fakat takdir edilebilecek birkaç manâ olması ve herhangi birinin veya hepsinin kastedildiğine yönelik delil olmaması durumunda ise ihtilâf söz konusudur.442 Bazı usulcülere göre muktazâ mefhumu, umum olup genel manâ takdir edilir. Başta Şâfiî olmak üzere cumhura nisbet edilen443 bu görüş şöyle savunulmaktadır: “Bir cümle içerisinde manânın tamamı veya bir kısmı gizli

tutulmuş (رامضإ) olabilir. Yahut gizli tutulan hiçbir kısmı olmayabilir. ‘Cümlede izmârın hiçbir kısmı yoktur’ demek icmâa aykırıdır. Bütün karşısında, tek tek lafızlar eşit olduğundan bir kısmını gizlemek, diğer kısmından evlâ olmayacağına göre, bütünün gizlenmiş olması (izmâr) dışındaseçenek kalmamaktadır. Aynı zamanda muktaza mefhumu, hükmün sübutunda nas gibi olduğundan onunla sabit olan hüküm kıyasla sabit olmuş gibi değil, nas ile sabit olmuş gibi kabul edilir. Dolayısıyla umum sıfatının da nas gibi değerlendirilmesi gerekir.”444 Bundan dolayı أطخلا يتمأ نم عفر هيلع اوهركتسأ امو نايسنلاو“Ümmetimden hata, unutma ve zorlandıkları hususlar

kaldırılmıştır,”445 hadisinin umumu’l-muktazâsına dayanarak Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlerden oluşan cumhur, “namazda unutarak, ya da hataen az konuşan kimsenin

437 Sem’ânî, Kavâti’u’l-Edille, c.1, s.171.

438 Âmidî, el-İhkâm, c.2, s.268; Şa'bân, Hukuk İlmi, s.274-284. 439 Mâide, 5/3.

440 Nisâ, 4/23.

441 İbn Akîl, el-Vâdıh, c.3, s.35, c.4, s.82; Sem’ânî, Kavâti’u’l-Edille, c.1, s.171; Alü Teymiyye, el-

Müsevvede, c.1, s.96; Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, c.3, s.160; Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl, s.131.

442 el-Hin, Eserü’l-İhtilâf, s.154.

443 Âlü Teymiyye, el-Müsevvede, c.1, s.97; Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, c.4, s.212. 444 Âmidî, el-İhkâm, c.2, s.249; el-Hin, Eserü’l-İhtilâf, s.155-156.

445 Muhammed b. Ahmed b. Muâz b. Ma’bed b. Hibbân et-Temîmî, Sahîh, Şuayb el-Arnavût (Thk.),

112

namazının bozulmayacağını” ifade etmişlerdir. Ayrıca bu hükmü, hem dünya hem de ahiretle ilgili umum şeklinde takdir etmişlerdir. Zira dünyada bu şekilde gerçekleştirilen bir ibadetin batıl olmadığını, ahirette de ceza gerektirmediğini savunmuşlardır.446 Aynı gerekçelerle ramazanda yanlışlıkla, unutarak veya zorla bir şey yiyenin hükmü de böyledir. Yani bu durumda orucunu bozan kimsenin orucu sahihtir ve kaza etmek zorunda değildir. Bu görüşlerini ayrıca Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği, “Oruçlu olduğunu unutup yiyen, içen kimse orucunu tamamlasın. Onu

yediren ve içiren ancak Allah’tır,”447 hadisiyle desteklemektedirler.448 Şâfiîler, orucunu bozmak zorunda kalanı da (هركم) “zararın def’i için yemek” gerekçesiyle “unutana” ilhâk etmişlerdir.449 Hanefîler ise, yukardaki hadise dayanarak unutarak orucunu bozan için kaza gerekmediğini, ancak mükrehdurumda ve yanlışlıkla orucunu bozan kimsenin kaza etmekle mükellef olduğunu savunmuşlardır. Zira Hanefîlere göre, son ikisini, unutarak yiyen kişiye ilhâk etmek için yeterli bir delil yoktur.450 Cumhura göre, ةَت يَم لا م ك يَلَع تَم ّر ح“Size leş haram kılındı,”451 âyeti muktaza umumu gereği leşi yemenin, satmanın ve benzeri bütün tasarruf ve fillerin haramlığını gerektirmektedir.452 Aralarında Hanefîlerin de olduğu bazı âlimlere göre ise, muktazânın umumu yoktur. Dolayısıyla manânın istikameti için umum (muhtemel lafızların tamamı) değil, sadece gerekli olan biri takdir edilir. Onlara göre umum lafzın sıfatlarındandır. Muktazâ ise manâ olduğundan umum ile düşünülemez. Zaruret sebebiyle leş yemenin mübahlığı gibi zaruret esnasında takdir ve izmâra başvurulduğundan söz konusu ihtiyacı bir lafız karşılayabilir, umum tespitine gerek yoktur.453

446 Mâverdî, el-Hâvî, c.2, s.180; Gazzâlî, el-Vecîz, c.1, s.162; Ebû’l-Abbâs Şihâbuddîn Ahmed b. İdrîs

b. Adirrahmân el-Mısrî el-Karâfî, ez-Zehîra, Muhammed Haccî (Thk.), 1-14, Dârü’l-Ğarb el- İslâmî, Beyrut 1994, c.2, s.380; el-Hin, Eseru’l-İhtilâf, s.157.

447 Buhârî, Sahîh, “Savm”, 30/1933, c.3, s.31; Hâkim, el-Müstedrek, “Savm”, 2701, c.2, s.216;

Tirmizî, Sünen, “Savm”, 6/399, c.2, s.247.

448 Mâverdî, el-Hâvî, c.3, s.430; Gazzâlî, el-Vecîz, c.1, s.238. 449 Mâverdî, el-Hâvî, c.3, s.420; Gazzâlî, el-Vecîz, c.1, s.239.

450 Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, c.2, s.609; el-Hin, Eserü’l-İhtilâf, s.160. 451 Mâide, 5/3.

452 Âlü Teymiyye, el-Müsevvede, c.1, s.95.

453 Hüseyn b. Ali b. Haccâc b. Ali Husâmuddîn es-Sığnâkî, el-Kâfî Şerhu’l-Pezdevî, Fahruddîn

Seyyid Muhammed Kânit (Thk.), 1-5, Mektebetü’r-Rüşd, 1. Baskı, 1422/2001, c.2, s.895, 896; Serahsî, Usûl, c.1, s.260-261; el-Hin, Eserü’l-İhtilâf, s.155-156; Abdulaziz el- Buhârî, Keşfu’l- Esrâr, c.2, s.106

113

تاينلاب لامعلا امنا “Ameller niyetlere göredir,”454 hadisi münasebetiyle, “Burada kastedilen amellerin kendileri değildir. Çünkü müşâhede yoluyla birçok amelin niyetsiz olarak meydana geldiğini biliyoruz. Dolayısıyla bundan, din açısından amellere ait hükümlerin sıhhati ancak niyet ile gerçekleşir. Bunlardan sahih olanla olmayanı ayıran temel unsur niyettir”455 şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade eden açıklamalar izmâr ve takdir ihtiyacından doğmaktadır. Bu hadisin doğru anlaşılması için, genel bir manâ takdirinde bulunan Hattâbî’nin, “muktazânın umum gerektirdiği” görüşünde olduğu anlaşılmaktadır.456 Hanefîler ise bu hadisi, “Amellerin sevabı ancak niyetledir,” şeklinde te’vil etmişlerdir. Hanefîler niyet hususunda namaz, oruç ve hac gibi mekâsıd ile abdest, gusul gibi vesâili ayrı ayrı değerlendirmişlerdir. Onlara göre niyet, mekâsıd olanlarda vacip iken vesâilde vacip değildir.457 Görüldüğü gibi umûmu’l-muktazâyı ilke olarak kabul etmeyen Hanefîler, söz konusu hadisin anlaşılması için tek bir lafız da olsa takdire başvurmak suretiyle, te’vil yoluna gitme ihtiyacı hissetmişlerdir.